AYDINLAR MİLLİ OLMALIDIR
“Türkiye’de, Türk’ten başka her şeyi seven, bir tek Türk’ü sevemeyen aydın tipi var, üzerinde düşünmek gerekir.” Prof.Dr.Oktay Sinanoğlu.
Sayın Sinanoğlu, Amerika’da en genç yaşta Profesör olmayı başaran ilk yabancı akademisyendir. Yabancı bir ülkede uzun yıllar kalsa da kendi kültürünü unutmayan, değerlerine sımsıkı bağlı, Türkiye ve Türklük için yaşayan ender aydınlarımızdan biriydi. O nedenle söylediklerini hep önemsemişimdir.
Aslında onun bahsettiği bu kendine yabancılaşma bizim için Cumhuriyetle de başlamaz. Bu yabancı hayranlığının ilk tezahürleri Osmanlı’nın duraklama döneminde ortaya çıkar, çöküş döneminde Batı hayranlığına dönüşür.
Batıdaki bilim ve teknoloji çalışmaları sanayi devriminin kapılarını açar. Çok üretim çok para, çok para çok güç demektir. Modernite elbette geri kalmış ülkelerin insanlarını cezbeder. Bunda bir yanlış yok. İnsan hep daha iyiyi, daha güzeli, daha konforlu olanı tercih eder. Ama buna ulaşmanın yolu çok üretmek, çok satmak ve zengin olmaktan geçer. Biz maalesef dünyadaki gelişmelerin farkında değildik. Batı ile aramızda farkın ne kadar açıldığını ilk defa 1683 de Viyana kapısında yaşadığımız bozgunda anlamıştık.
Batılı ülkeler, Afrika ve Asya’nın hammadde kaynaklarını sömürmekle kalmadılar, aynı zamanda ürettikleri malları fahiş fiyatlarla satarak o ülkelerde tüketim alışkanlığını teşvik ettiler. Ödeyemeyeceğimiz borç paralarla bizi bağımlı hale getirdiler. Çünkü üretmeden tüketmek, emperyalizmin gönüllü kölesi olmak demekti.
Dünyada borçsuz ülke var mıdır ki? Güzel bir sorudur bu. Kaynaklarınız bolsa, yeraltı ve yerüstü zenginliklerinizi yabancılara peşkeş çekmeden kendiniz çıkarıp, kendiniz işliyor, katma değer üretip yabancılara satabiliyorsanız, her alanda onlarla yarışabiliyorsanız sorun yoktur. Borç da alabilir, borç da verebilirsiniz. Peki biz bunu başarabildik mi? Tanzimattan beri çabalıyoruz ama, fert başına düşen milli gelirde, yani ekonomik zenginlikte de, siyasi ve sosyal hakların kullanımında da, eğitim ve bilim alanında da gelişmiş ülkelerin çok gerisindeyiz.
İşte sayın Oktay Sinanoğlu’nun teşhisi bu açıdan çok önemlidir. Milletini sevemeyen, köklerinden kopuk, değerlerine yabancılaşmış, diline ve tarihine ihanet eden ,imanını ve irfanını kaybetmiş aydınlarla zaten başarılı olmamız mümkün değildi. Bizim aydınlarımız milli olamadan evrensel olmayı yeğlediler. Sağcı solcu, milliyetçi devrimci, muhafazakar, inançlı inançsız ayrımı yapmadan söylüyorum bunu. Tabi ki istisnaları bir kenarda tutarak, kalbi Türklük için ve TÜRK TÜRK diye atanları baş tacı yaparak.
Dünkü aydınlar Marks, Lenin, Stalin, Mao sarhoşuydu. Bugünün siyasal ümmetçileri, New Osmanlıcıları da Selefi zorbalığına, Vahhabi zehrine müptela. ”İstediğiniz kadar devrimci, istediğiniz kadar İslamcı olun, aynı zamanda Türk olmadığınız sürece, bu milletin manevi dünyasında size asla yer yoktur.” diyordu Erol Güngör. İçinde Türk olmayan, Türkün ruhu olmayan her şey bu millet için, bu coğrafya için, bu devlet için bir beka meselesidir.
Tüm devşirmelere, tüm kozmopolit aydınlara, tüm etnik bölücü ve siyasal İslamcılara en yüksek sesle bir daha haykırıyorum: Türkiyeli değil, TÜRK’ÜZ ve yaşadıkça Türkçüyüz.
“TÜRKÇÜLÜĞÜN SAĞI SOLU OLMAZ.TÜRKÇÜ TÜRKÇÜDÜR.” diyen Attila İlhan’la bitirmek istiyorum: “Şimdi pek çok insanın unuttuğu ve hatırlamak istemediği bir şey var; Kuvayı Milliye’yi ve Müdafa-i Hukuk’u örgütleyenler Türkçülerdir. Türkçü ne demektir? Türkçü, batılı emperyalizme karşı ayağa kalkan ve ona karşı çıkan adam demektir. Türkçü, Türk kimliğini açığa çıkarıp, Batılının ona olan baskısına karşı çıkan adam demektir. Türkçü, ülkesinin tam bağımsız ve özgür bir ülke olarak devam etmesini sağlayan adam demektir.”
Köküne bağlı, özüne sadık, çağdaş dünyanın farkında olan tüm Türkçü aydınlara selam olsun.