Bir Dünya Cenneti, ‘BOSNA – HERSEK’! 2
DAYTON ANLAŞMASI VE ABD SIRPLARI KURTARIYOR!
Savaş bütün hızıyla devam etti ve 1995 yılına gelindi. Boşnaklar pekçok kayıp vermelerine rağmen savaşla birlikte ciddi bir ordu oluşturdular. Gerek kendi silah üretimlerini artırarak gerekse dışarıdan temin ettikleri silah ve cephane ile artık Sırplarla çok daha rahat savaşır hale geldiler. Sırpları, istila ettikleri şehirlerden bir bir çıkarmaya başladılar. Ama gel gör ki, Batı hemen frene bastı! Eğer 3-4 hafta daha müdahale etmemiş olsalardı Boşnaklar tüm Sırpları Bosna-Hersek topraklarından çıkaracaklardı. Avrupa’nın ortasında Müslüman Devlete tahammül edemeyen ABD ve AB ülkeleri, dayatarak 14 Aralık 1995 tarihinde Paris’te, Sırpları kurtaran “Dayton” antlaşmasını imzalattı. Ve böylece savaşı sona erdirmiş oldular. Bölgede ABD garantörlüğünde bir çözüm(!) sağlandı.
TEK MÜSLÜMAN KALMAYACAK VE SIRA KOSOVADA!
Dayton antlaşması ile Bosna-Hersek'te savaş sona erdirilince bölgede bir süre de olsa sükûnet sağlanmıştı. Aradan 3-4 yıl geçmeden Sırplar bu kez, daha önce Yogosyavya Federosyonu içerisinde iki özerk bölgeden biri olan ve nüfusunun %98'i müslüman (genelde Arnavut) Kosova'da katliama başladılar. Sırplar, Priştina'da ev ve binaların kapılarını kırarak savunmasız insanları katlettiler. Sloganları ise ‘Kosova'da tek Müslüman kalmayacak”!
BOSNA’YA UZANAN İLK YARDIM ELİ: MİLLİ GÖRÜŞ!
1992 yılında Bosna’da savaş başlamasıyla birlikte Avrupa’da yaşayan Milli ve Manevi değerlerine bağlı insanlarımızın kurduğu en büyük Türk Sivil Toplum Kuruluşu olan Milli Görüş Teşkilatları organize ettiği kampanyalarla Bosna-Hersek’e insani yardım göndermeye başladı. Almanya’daki Boşnakların dernek yöneticileri ile de işbirliği yapılarak yardımların en emin ve maksadına uygun bir şekilde yerine ulaşması sağlanıyordu. Gönderilen yardımlar Kuru gıda, giyecek, sağlık malzemeleri ve Ambulans şeklinde olduğu gibi, bazen de nakit para şeklinde yapılıyordu. Milli Görüş’ün bu organizesine daha sonra İslam Birliği Cemiyeti ve o sıralarda Almanya'nın Freibug şehrinde yeni kurulan IHH (Uluslararası İnsani Yardım Kuruluşu) da katılarak bu üç kuruluş yaptıkları müşterek çalışmalarla savaşın sona erdiği tarihe kadar, hatta savaş sonrası dahi Bosna’ya insani yardım göndermeye devam ettiler.
SAVAŞ İÇİNDE BOSNA ZİYARETİMİZ!
Bosna-Hersek’e, Avrupa ülkelerindeki Türk kuruluşlarından başta Milli Görüş mensupları olmak üzere diğer kuruluşların mensupları tarafından da yardımlar yapılıyordu. Aynı yardım çalışmaları Türkiye’den de başta Refah Partisi camiasından olmak üzere çeşitli kuruluşlarca organize ediliyor ve Bosna’ya gönderiliyordu. Ama Müslümanlar arasındaki bu yardımlaşma bazı Sırp yandaşlarının pek hoşuna gitmemiş olacak ki, toplanan yardım paralarının maksadına uygun kullanılmadığı konusunda bir takım dedikodular yaymaya başladılar. Hatta bununla ilgili BMM’de grubu bulunan partilerden oluşan bir heyet yardım konusunu incelemek üzere 1995 Mart sonlarında Bosna’ya gönderildi.
O günlerde biz de Almanya’dan Milli Görüş Teşkilatlarını temsilen ben, IHH’yı temsilen Abdurrahman Çiğdem ve bir de gazeteci arkadaş ile birlikte yola çıktık. Önce Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’e uğrayarak hem IHH’nın Bosna temsilcisi ile buluştuk, hem de İzzetbegoviç’in Zagreb’teki dava arkadaşlarından SDA temsilcisini ziyaret ettik. Oradan bir jeep temin ederek gece boyu Hırvatistan’ın Adriyatik sahillerinden Mostar’a doğru ilerledik. Gece geç saatlerde IHH Bosna temsilcisi Abbas’ın (Irak Türklerinden, Bosna’da Üni. Tahsili yapıyordu) tanıdığı bir Müslümanın evine vararak orada birkaç saat dinlendik. Sabah tekrar Mostar üzerinden Sarayova’ya doğru yol aldık. Mart ay’ı sonları olmasına rağmen Sarayova’dan önceki sarp dağlarda diz boyu kar vardı. 30 Km.lik dağlık bölgeyi ancak 8 saatte geçebildik!
TEHLİKELİ BÖLGEDEYİZ!
Sarayova’nın banliyolarından önceki dağlardan düzlüğe iniş bölgesinin 1 Km. kadar karşısında Sırp Birlikleri konuşlanmış, uzun menzilli silahları ile keskin nişancılar ağaçsız çıplak alandan vasıtalar geçerken onlara mermiler yağdırıyorlar. O bölgeye vardığımızda kenarda üst üste duran100’lerce vurularak hurda haline gelmiş araçları gördük. Yanımızdaki IHH Bosna temsilcisi arkadaş oraları çok iyi biliyor. O bölgeden geçmek zorunda olanlar genelde geceyi bekler ve arabanın farlarını söndürerek yaklaşık 500 metrelik tehlikeli mesafeyi öyle geçerlermiş. Aksi halde vurulma ihtimali %90! Ama biz, zamanımızın yetersizliğinden geceyi bekleme durumumuz yoktu. Şoför dâhil hepimiz arabanın içinde mümkün olduğunca hedef küçülttük ve birer “Ayetel Kürsi” okuyarak gaza bastık! Allah (cc) korudu ve o 500 metrelik tehlikeli bölgeyi adeta uçarcasına geçtik. Çok şükür ateş eden olmadı.
Biraz ileride Boşnak askerlerinin nöbet noktası olan güvenli bölgeye geldiğimizde askerler bize; “çok tehlikeli bir iş yaptınız. Oradan gündüz geçip te ateş altında kalmayan çok az vasıta var” dediler. Biraz ilerde ise Başkent Sarayova’ın kenar mahallesindeki tarihi tünele vardık. Savaşın bütün şiddediyle sürdüğü dönemde, başkent Sarayova’nın tamamen Sırplar tarafından abluka altına alındığı, hiç bir şekilde giriş-çıkış yapma imkânı olmadığı 1993 yılının Ocak ayında tünelin yapımına başlanmış ve 6 ayda bitirilmiş. Böylece Sarayova’ya bir nefes borusu takılmıştı. Zira tünelin tamamlanmasından sonra bütün zaruri ihtiyaçlar bu tünelden şehre sokularak karşılanmıştır. İki banliyo arasındaki tünelin uzunluğu ise 700 metre.
TÜNELDEN GEÇİYORUZ!
Günlerden Perşembe idi. İkindi ile Akşam vakti arasında Tünel’e ulaştık. Tünel’e bir evin bodrumundan giriliyordu. Arabamızı mümkün olduğunca güvenli bir yere bıraktıktan sonra kimlik kontrolü yapılarak tünele girdik ve 700 metre yürüdükten sonra karşı tarafa, Sarayova’nın merkezine en yakınındaki semte çıkmış olduk. Tabii zor şartlarda yapılmış olan tünel pekte elverişli değildi. Bazı yerlerde iki kişi yanyana gelince sürtünerek geçebileceği genişlikte. Bazı zaruri malzemeleri taşımak için elle itilebilecek küçük vagonları yürütecek raylar vardı. Tünelin yüksekliği ise yer yer değişiyor, 160 – 180 Cm. arasında.
Tünelden karşıya geçtiğimizde insanı adeta sessiz çığlıklar boğuyor! Caddelerin kenarında silahla vurulmuş üstüste dizilmiş yüzlerce hurda otomobiller. Caddelerde yürüyen insan sayısı yok denecek kadar az. Sonradan öğrendik ki, Sarayova’yı çepeçevre saran dağların tamamı Sırp keskin nişancıları ile kuşatılmış. Çoğu zaman insanları caddede yürürken uzaktan atışlarla vuruyorlar. Tabii bunu öğrenince yürüyüş tarzımızı değiştirdik. Adeta köşe kapmaca oynar gibi zigzaglar çizerek yürümeye başladık. Biz, Sarayova’daki IHH temsilcisinin evine gidiyorduk. Zira geceyi orada geçireceğiz, ertesi günü Cuma namazını kıldıktan hemen sonra da Bosna-Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegovic ile randevumuz vardı. Arkadaşın evinde istirahata çekildik. Çekilmeye çekildik de, aralıksız patlayan silahların rahatsız edici seslerinden uyumak mümkün mü? Zaten Sareyova’ya girdiğimizde şehirde ilk dikkat çeken şeylerden birisi de şehirdeki evlerden mermi yarası almamış, camları kırılmamış bir tek ev görmedik! Sarayova’da Sırplar bu derece intikam kusmuşlar. Geceyi alacalı da olsa çok az miktarda uyku ile geçirerek sabaha ulaştık.
TARİHİ HACI HÜSREV BEY CAMİİNDE CUMA NAMAZI
Şehrin merkezindeki tarihi Osmanlı dönemi Camilerinden ve külliyenin bir parçası olan Hacı Hüsrev bey Camiinde Cuma namazımızı eda ettik. Cami tıklım tıklım dolu idi. Boşnakça anlamasak da, uzunca okunan hutbede hocanın genelde cihad ayetlerine yer verdiğini, ayetlerin önce arapça okunup Boşnakçaya tercüme edilmesinden kısmen de olsa anlaşılıyordu.
VE İZZET BEGOVİÇ’ İN MAKAMINDAYIZ!
Cuma namazı biter bitmez hiç vakit kaybetmeden camiye pek uzak olmayan Başkanlık Sarayına gittik. Girişte görevlilere kendimizi tanıttıktan sonra İzzetbegoviç ile randevumuz olduğunu ve O’nunla görüşmek üzere geldiğimizi bildirdik. Onlar hemen bizi bekleme odasına aldılar ve kısa bir süre sonra da çalışma odasına götürerek götüştürdüler. Bilge Lider Aliya İzzetbegoviç, tüm savaşın zor şartlarına rağmen ümit ve cesaretinden hiçbirşey kaybetmemiş son derece azimli görünüşü ile bizim de ümidimizi artırdı. Dört arkadaş kendisiyle 45 dakika kadar süren bir görüşme yaptık. Bosna’daki savaşın başından sona yaklaşıldığı noktaya ve yapılan yardımlar konusuna kadar birçok şeyi konuştuk. Şergüçlerin Avrupa’nın ortasında bir İslam Devletine tahammülü dahi olmadığından, kendilerini yok etmek için hertürlü baskı ve hilelere başvurduklarından söz ettiler.