BİZ  BÖYLE DEĞİLDİK !

TBMM’de devam eden bütçe görüşmelerinde Saadet Partisi  adına söz alan  Kocaeli milletvekili Hasan Bitmez, Gazze konusunda İsrail’le ticaretin devam ettiğini, AKP’nin politik tavrının samimiyetsiz olduğunu dile getirdi. Sayın Bitmez konuşmasını  “…Tarih sussa hakikat susmayacak/Onlar sanıyorlar ki bizden kurtulsalar mesele kalmayacak/Hâlbuki bizden kurtulsanız vicdan azabından kurtulamayacaksınız…Vicdan azabından kurtulsanız, tarihin azabından kurtulamayacaksınız/Tarihin azabından kurtulsanız Allah’ın gazabından kurtulamayacaksınız.” sözleriyle bitirip kürsüden inerken düştü ve başını mermere çarptı.

 O haldeyken bile AKP sıralarından “Allah’ın gazabı işte böyle olur!” diye bağırıyordu milletvekilleri. Siyasi nezaket, insani tavır nerede kaldı diye hayıflana duralım biz. Nitekim hastanede vefat etti Hasan Bitmez. Biz böyle değildik dostlar.

Spor sevgi ve barışın, dostluğun ve kardeşliğin ilacıdır diye bilirdik biz. Artık argonun, küfür ve şiddetin, yumruk ve tekmenin havada uçuştuğu mekanlara döndü statlar. Hakemlerin hatalı kararlarına tepkinin boyutu böyle mi olmalı yahu! Kulüp başkanı bunu yaparsa, yarın fanatik taraftarların taşkınlıkları daha büyük hasarlara yol açmaz mı? Gençlik yıllarımızda üzerimizdeki formaların rengi farklı bile olsa tribünde maçları yan yana oturarak birlikte izlerdik biz. Spor bir eğlenceydi bizim için. Biz böyle değildik arkadaş!

Siyaset kutuplaştı,liderler birbirine bağırıyor, hakaret ediyor. TFF Başkanı kulüp başkanlarına”Yeteeeerr!”diye bağırıyor, kulüp başkanları hakemlere tekme yumruk saldırıyor, oyuncular birbirine acımasızca vuruyor. Yollarda sürücüler birbirlerine parmak sallayıp kurşun sıkıyor, sokaklar çetelere arena olmuş. Bu gidişat sizleri de ürkütmüyor mu gerçekten?

Türedi fenomenler furyasına ne demeli?  Dün açlıktan nefesi kokarken birden zengin olan, parayı bulunca her türlü soytarılığı, görgüsüzlüğü, şımarıklığı bir marifetmiş gibi kusan sosyal medya beslemelerinin her biri kültürümüzün ve milli ahlakımızın kemirgenleri değil midir?

Seçil Erzan bir ponzi aparatı. Ya onun ağına düşen anlı şanlı adamların köpüren iştahlarına, köşe dönme kolaycılıklarına, bir koy beş kazan şeytanlıklarına, bitmek bilmeyen para hırslarına, doyumsuz kazanç ihtiraslarına, dünya malına bunca tamahlarına şaşkınlıkla ve tiksinerek bakmıyor musunuz? Nereye savruluyor bu toplum! Bunun adı; sosyal çürümedir. İnanın biz böyle değildik tarihte. Ne oldu bize? 

Bakın sosyal medyada, insanı derinden etkileyen çok güzel paylaşımlarla da karşılaşıyoruz bazen. Onlardan bir alıntıyla bitirmek istiyorum bugünkü yazımı.

Tolstoy’un "İnsan Ne ile Yaşar" adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır.

Sıradan, kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır.

Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir.Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar dolaştığın bütün yerler senin, fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”

Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar.Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…

Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur ve şöyle der:

“Bir insana işte bu kadar toprak yeter..!”

Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev…Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…Ve insan yaşlandıkça besler, gençleştirir arzularını. Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır. Öyle bağlanır ki hayata, bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından…Tüketmeye de çok meraklıdır insan. Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın-mülkün yanında zaman tüketir, söz tüketir…Benlik biriktirirken, benliğini tüketir…

Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz..? Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da, bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren, eline sağlık diyen bir erkeğin, zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız..?

Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar, aslında fakiriz hepimiz...Hayat nefes aldığımız kadardır, gerçek olan güzellikler yaşandıkça anlaşılır.

Hoşça kalın dostlar.