DİL KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR DERTLEŞME (1)

          " Kolay gelsin", " selâmünaleyküm", "Allah razı olsun", " Hayırlı işler" vb. birkaç kelime grubu. Son zamanlarda, özellikle gençler, yukarıdaki kelime gruplarını ve buna benzer birkaçını daha sıkça kullanıyorlar. Kullansınlar. Buna hiçbir itirazım yok. Olamaz da. Zira, sözü edilen kelime ya da kelime grupları öncelikle Türkçemizin söz dağarcığına, zenginliğine katkıda bulunan unsurlar. Ayrıca, bu unsurların işaret ettikleri anlamlar da milletimiz arasında oldukça büyük saygınlık oluşturan kavramları ortaya koymuş durumdalar.

          Benim itirazım, insanlarımızın bu birkaç kelime ya da kelime grubunun dışına çıkmadan, fasit bir daire oluşturarak hep aynı kelimeleri tekrarlamaları. Hatta, bu kelimeleri aklına estiği her yerde kullanarak, gerçek anlamlarından saptırmaları. Geçenlerde bir çay bahçesinin önünden geçiyorum. Bahçenin dışında bir genç, içerde bir şeyler yiyip içenlerle yaptığı sohbeti tamamlamış ve oradan ayrılmak üzere. Tam, ben yanlarından geçerken içerdekilere sesleniyor: 

" Haydi kolay gelsin! " Yahu, adamlara zaten kolay gelmiş! Yiyip içmişler, artık keyiflerine bakıyorlar. Daha ne kolayı gelecek? " Afiyet olsun." lâfı yok ortada. Her yere, her şeye kolay gelir mi be kardeşim.

          İnanın sevgili dostlar, halâ epeyce sıklıkla karşılaştığım, içlerinde üniversite öğrencisi olan gençler bile olan bazı insanlar " Afiyet olsun " ibaresinin anlamını bilmiyorlar. Onun için de olur olmaz bir şekilde, canlarının istediği gibi, istedikleri yerlerde kullanarak dilimizi zedeliyorlar.

          "Allah'a ısmarladık " ve " güle güle " kelime gruplarını da yerli yerinde kullanamayanlar dahi var. Adam, bir misafirlikten ayrılıp evine dönmek üzere. Misafir olarak gittiği insanlara dönerek " güle güle " diyor. Çocuk yapsa bu hatayı, haydi amenna, diyeceğiz. Durum bildiğiniz gibi değil. Diyeceksiniz ki,

" Yahu, o da bir şey mi? Gençler, kendi aralarında yazışırlarken, kelimeleri artık aynen yazmak zahmetine bile katlanmıyorlar.

" tamam " yerine " tmm ",

" selâm " yerine " slm " yazıyorlar. Bazıları, bunları bile yazmaya üşeniyorlar. Eski Mısır hiyorogliflerine benzer bazı işaretleri tıklıyorlar, bilgisayar ya da akıllı telefonlarına. Nasıl olsa " Arif olan anlar. " diye.

          Kendi dilimize, kültürümüze bu kadar bigâne kalmaya hakkımız yok. Dilimiz, bu konuda kelimelerimiz, atasözlerimiz, deyimlerimiz, deyişlerimizle o kadar zengin ki, demeyin gitsin. Bence, bu güzellikleri iyice öğrenip, yerli yerinde kullanmak da hepimizin boynunun borcu olmalı.

          Sevgili okurlar. Ben, şimdi sizlere bizim yetiştiğimiz zamanlarda bugünkü kısır kullanımların dışında, hem de halk arasında, nasıl güzel sözcüklerle, deyimlerle karşılaşarak büyüdüğümüzü, onları nasıl kulaklarımızı küpe ettiğimizi, bu konudaki birtakım güzel hatıralarımı da işin içine katarak anlatmaya çalışacağım.

          Benim çoçukluğumda çevremizde " haminneler " vardı. Dilcilerin

" hanım nine " den  "haminne" olduğunu söyledikleri bu kelime, aile içindeki saygın, yaşlı kadınlara verilen isimdi. Ben, küçükken, Yakacık'ta üç, Büyükbakkal Köyü'nde ise bir " haminne" tanımıştım. Tanıdığım " haminne " lerden birincisi, köyümüzün meşhur ailelerinden Aşçıoğulları'nın iki oğlu Salih ve Ömer Amcaların annesiydi. İkincisi, yine aynı ailenin gelinlerinden Mahide Hanım teyzenin annesi, benim Kurtköylü

" haminne " mdi. Üçüncüsü ise, - eski Yakacıklılar iyi hatırlayacaklardır - bizim, çok kibar, beyefendi bir tuhafiyeci amcamız vardı Edirneli Fethi Bey diye. İşte, onun sürekli bastonla gezen annesi benim de " sopalı haminnem " , üçüncü " haminne " mdi. Bir de babamla sık sık gittiğimiz Büyükbakkal Köyü'nde, şu sıralar Yakacık'ta oturan, eski tapu memuru İhsan Ağabey'in de ninesi " haminne "mdi, benim hatırımda iz bırakanlar. Allah hepsini gani gani rahmet eylesin.

          Evde iki küçük güğümümüz vardı. Kandil ve arife akşamları babam, bu güğümleri elime verir ve

" Haydi bakalım, haminnelerine su götür, sevaptır." derdi. Ben de güğümleri yüklenir, ya Aşağı Kâhya Çeşmesi'nden ya da Çarşı Camii Çeşmesi'nden onları doldurur ve haminnelerime yollanırdım. Su getirdiğimi görünce, üçü de sanki söz birliği etmişçesine, bugün artık toplum içinde duymakta zorlandığımız "Su gibi aziz ol evlâdım, e mi. " diyerek beni karşılarlardı. "Su gibi aziz olmak. " Aziz, sevgide en üstün tutulan demek. Su da Allah'ın insanlara bahşettiği en güzel nimetlerinden biri. Şu güzelliğe bakar mısınız? Size su getiren birine Allah'ın en büyük nimetlerinden biri olan " su gibi aziz olma " dileği, isteği dile getiriliyor. Muhteşem bir şey. Unutmamak lâzım bu hoşlukları.

          Şimdi de yola gidenler için söylenen iki deyimin yöremizdeki anlam farklılıklarına, daha doğrusu güzelliklerine değinmeye çalışalım. " Uğurlar ola." Genellikle gündüz gidilip akşam dönülecek yerlere gidecek olan kişilere "Güle güle git ve dön." anlamında bir söz grubuydu. Biz Yakacıklılar olarak bir güzel anlam daha yüklerdik ona.

" Ahmet Ağa,nereye böyle, yolculuk mu var? " " He be çucuğum. Valiliğe kadar gidip, gelicem. Bazı resmi işlerim var da. " " Haaaaa! O zaman sana uğurlar olsun. "

" İşte,bu, haaaaa, o zaman sana uğurlar olsun. " deyişinin içinde hem

" Hayırlı yolculuklar; güle güle git, güle güle gel iması var, hem de gittiğin yerde şansın, bahtın açık olsun, işin rast gitsin." dileği gizlenmekte. Ne güzel, değil mi?

          Yola gidenlere - özellikle de uzun yola - söylenen ikinci güzel deyiş de, benim çocukluğumda ihtiyarlardan duyduğum, sonra da Anadolu'da izine rastladığım " Hızır peygamber yoldaşın ola. " deyişiydi. Uzun bir yola çıkarken size dilenen dileğin güzelliğine bakın. Halk arasında, darda kalanların imdadına yetişen, onları her sıkıntıdan, dertten kurtaracağına inanılan Hz. Hızır peygamber yapacağınız seyahatte sizinle birlikte. Daha ne olsun.

          Yakacık'ta Çarşı ve Çınaraltı Meydanı, yaz günlerinde, eskiden bugün olduğu gibi sanki sahipsiz kalmışçasına, bir kenara itilmiş bir şekilde, sessiz ve sakin değildi. 19 Mayıs'ın hemen ertesinde gelen ve en geç de 29 Ekim'de giden Rum, Ermeni, Yahudi vatandaşlarımızla şenlenirdi. Yaz günleri, bu şenliğe dahil olan köylülerimizle birlikte adeta oturacak yer bulamazdınız Çınaraltı ve Set Üstü gazinolarımızda.

          Bu konuları ayrıca anlattım. Demem o değil şu anda. O günlerde, şu güzel dileği paylaşırdık, ayrım mayrım gözetmeden:   "Sabah şerifleriniz hayrolsun madam. " Ya da " Akşam şerifleriniz hayrolsun Hikmet Efendi oğlum. " Bu güzel dilek dolu cümleler, bizim kuşağın sadece anılarında kaldı sanıyorum, ne yazık ki.

          Kadri Ağabey ( Evsen ) - ki  Yakacık'ın eski belediye başkanlarındandır - ile geçen çok güzel günlerimiz olmuştu. Zaten, o günlerle ilgili anılarımı da değişik yazılarda anlatmıştım uzun uzun. Ama Kadri Ağabey deyince aklıma hep " Eksik olma. " deyişi gelir. Sabah ile öğle arası, kuşluk vakti, Çarşı'da onu alışverişte gördüğüm an seslenirdim kendisine: " Günaydın ağabey. Nasılsın bakalım? " Cevap unutulmazdı. " Eksik olma be oğlum, yuvarlanıp gidiyoruz işte." "Eksik olma."

Varlığını, Allah inşallah uzun ömür versin, sağlıklı bir şekilde sürdür, anlamında olağanüstü bir dilek karşıdaki kişiye. "Eksik olma. " Bu dilek, dile getirildiğinde daha başka ne isteyebilir ki karşıdaki insan?

          " Sağ ol. " Eskiden çok sıklıkla karşılaştığımız bu deyiş de yavaş yavaş kullanımdan kalkıyor gibi. Kendisine yapılan bir iyilikten, güzellikten dolayı şükran duygularını karşısındaki kişiye aktaran, sevimli bir sözcük grubuydu o da. Bizim yetiştiğimiz dönemlerde o kadar çok kullanılırdı ki, hal hatır sormaların karşılığı bile "Sağ  ol. " şeklinde cevaplandırılırdı: " Günaydın Hayri Amca, nasılsın? " " Sağ ol evlât. " " Merhaba Hrant Usta, ne alemdesin? " " Sağ ol evlât. "

          Köyümüzde " sağ ol. " ve " evlât " kelimelerini yan yana getirip de bu kadar güzel telâffuz eden bu iki kişiye hal hatır sormaya bayılırdım.

( Devam edecek. )