Edirne ve Kırkpınar

Edirne, Türkiye’nin Avrupa’ya en yakın ili, Türk'ün batıya açılan kapısıdır. Bu kapı, Batı medeniyetinin, çağdaş uygarlığın giriş yolu olduğu kadar özbenliğimizin, millî haslet ve değerlerimizin gittikçe daha uzaklara taşınmasının daha uzaklara tanınmasının geçit noktasıdır. Edirne, yüzyıllarca ve asırlarca öz yurdunu vatan diye sahip çıkacağı mübarek toprağı arayan bir milletin, aradığını bulduğu, özlediğine kavuştuğu vuslat bağının elde kalan nadide meyvelerinden biridir. Edirne yurt edindiği bu toprakları vatanlaştırıp kutsallaştıran, mensup olduğu Türk-İslam medeniyetinin üstünlük, incelik, güzellik yücelikleriyle donatıp bütün dünyaya sunan bir toplumun sanat meşheridir.

Edirne, Türk karakterini en iyi temsil eden, mertlik, cesaret, adalet ve irade gerektiren ata sporumuz yağlı güreşin asırlardır yaşatıldığı er meydanıdır.

Serhat şehri Edirne’mizi tanıttıktan sonra, 634 yıllık geçmişi olan Kırkpınar Güreşlerinin doğuşuna ve bugünkü durumuna da değinmek istiyorum.

Geleneksel bir anlatıya göre, Süleyman Paşa komutasındaki kırk akıncı, Rumeli yakasındaki Domuzhisar’ı ele geçirmek amacıyla planlı bir baskın düzenler. Çanakkale Boğazı’nı sal ile geçerek Rumeli’ye varırlar. Her mola sırasında aralarında güreş yaparlar. Ancak iki pehlivan, Anadolu yakasında başlayan güreşi bir türlü sonuçlandıramaz ve bugünkü Yunanistan sınırlarında kalan Samona köyü civarında güreşe devam ederler. Saatler, hatta günler süren bu güreşte iki pehlivan da yorgun düşüp hayatını kaybeder. Arkadaşları, onları incir ağacının altına gömer.

Yıllar sonra bu mezarları ziyaret ettiklerinde, mezarın başında billur gibi su fışkırdığını görürler. Bu olaya istinaden buraya “Kırk Pınar” denir. Bu iki kahramanı anmak amacıyla burada her yıl yağlı güreş düzenlenmeye başlanır. Böylece Kırkpınar Güreşleri doğar.

Tarihi bir gelenek olan Kırkpınar, yüzyıllar boyunca yaşatılmış ve edebiyata da konu olmuştur. “Türk gibi kuvvetli” sözünün dünyaya yayılmasında bu güreşlerin büyük rolü vardır. Bu geleneğin sonsuza kadar devam edeceğine inanıyorum.

Günümüzde Kırkpınar’a baktığımızda, asırlar önceki ritüellerin büyük oranda korunduğunu görmekteyiz. Geleneklerimize olan bağlılığımız sayesinde, organizasyon ve güreşlerin yapısı değişmeden sürmektedir. Elbette geleneğimizi koruyacağız, ama bu onun gelişmesine engel olmamalı.

Her yıl organizasyona kısa süre kala alelacele hazırlıklar yapılmakta, önceki yılların programları tekrar edilmektedir. Oysa Kırkpınar gibi köklü bir kültürel miras çok daha titiz ve vizyoner planlamalarla yüceltilmelidir. Ne yazık ki bugüne kadar bu potansiyelin yeterince değerlendirilmediğini görüyoruz.

Son yıllarda organizasyonların Edirne Belediyesi önderliğinde daha düzenli ve profesyonel hale gelmesi sevindirici bir gelişmedir. Ancak Kırkpınar’ın hak ettiği yere ulaşması için bu yeterli değildir. Bu önemli geleneğin yaşatılabilmesi için yıl boyu sürecek çalışmalar yapılmalı, kaynaklar oluşturulmalı ve yapısal sorunlar aşılmalıdır.

Kırkpınar, sadece bir spor organizasyonu değil, Edirne’nin ve Türk kültürünün taşıyıcısıdır. Sarayiçi, Tavuk Ormanı gibi tarihi mekânlarla birlikte korunmalı ve geliştirilmelidir. Yeni nesil güreşçilerin yetişmesine öncülük edecek projeler üretilmeli, Kırkpınar festivali çağdaş bir vizyonla ele alınmalıdır.

634 yıllık geçmişi olan Kırkpınar, Edirne’ye mal olmuştur. Onu başka bir yere taşımayı düşünmek dahi çok büyük bir yanlış olur.

Bu kapsamda, yerel yönetim bünyesinde özel bir birim kurulabilir. Kırkpınar’ı derinlemesine inceleyen, daha etkili, yaratıcı ve başarılı organizasyonlar gerçekleştirecek yapılar oluşturulabilir. Bütün bu çalışmalar yapılırken, Kırkpınar’ın felsefesine, ruhuna, tarihine ve özgün yapısına sadık kalınmalıdır.

Edirne’miz, Kırkpınar’ımız ve ülkemiz için bu çalışmaların vakit kaybetmeden el birliğiyle yapılması gerektiğine inanıyorum.

Yukarıdaki köşe yazımı 2 Temmuz 1995 yılında kaleme almışım. O Yıllarda Edirne Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığını yapan sevgili dostum Bülent Ayan'ın özverili çalışmalarıyla her yıl Kırkpınar Gazetesi binlerce basılarak halka ve güreşlere gelen yurttaşlarımıza ücretsiz dağıtılıyordu. Güzel bir çalışmaydı. Anarak, emeği geçenleri bir kez daha kutluyorum.

Sözün kısası 30 yıl önce yayınlanmış, sararmış sayfalardaki köşe yazımı sizlerle paylaşmak istedim.

O gün düşündüklerimizde, yazdıklarımızda yıllar sonra bugüne baktığımızda Kırkpınar ile ilgili bir değişim yaşamış mıyız?

Değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum.