Edirne’de bir şeyler olacak!

Recep Çınar

Yazımın başlığı bazılarınca “olumlu”, bazılarınca da “olumsuz” algılanabilir! Aynen, yarısı su dolu bardağın dolu kısmına bakarsanız olumlu, yarısı boş olan kısmına bakarsanız da olumsuz görüldüğü gibi!

Sayın Valimiz, kısa zamanda Edirne’ye çok şeyler yapılmasını sağladılar, sağlamaya da devam ediyorlar. Bir çok  tarihi eser ve konut ayağa kaldırıldı, buna devam ediliyor. Osmanlı Sarayı, Kasım Paşa Camii, Sanayi Kışlası, Sokullu Hamamı, Gazi Mihal Hamamı… ve benzeri birçok tarihi eserlerin restorasyonları devam ediyor.

Bu arada “Millet Bahçesi” de tamamlandı, ayrıca Tunca’ya da “Mini Baraj” yapılacağı müjdesini verdiler. Evet,Edirne’de Valimizin gayretleri ile bir şeyler oluyor! Peki, Belediye ne yapıyor? Onu da başka yazımda ele alırım. Tabii ki Edirne’nim yüz yıllık birikmiş sorunları var. Ama bir işe iyi niyetle başlanırsa Allah (cc) zorlukları ortadan kaldırır. Kuran’da, “Her zorluğun yanında bir kolaylık vardır" diyor Rabbimiz (İnşirah Suresi 5. Ayet).

Edirne’mizde Osmanlı’dan birçok tarihi eserler emanet kaldı. Bazı yönetimlerde emanete ihanet edilmiş olsa da, bazı yönetimler de sahip çıkarak korumaya çalıştılar. Bu eserlerden öne çıkan Eski (Ulu) Cami, Üç Şerefeli Cami, Selimiye Camii ve 2. Bayezit Camii başta gelir. 2. Bayezit Camii de kıymetli olduğu gibi farklı bir eser!

Diğerlerinden farkı ise, Külliyesi ve  bu külliyede Darüşşifa gibi önemli bir eserin bulunmasıdır. Ancak bunlar ne yazık ki Osmanlı’dan sonra gereği gibi değerlendirilemedi.

15. asrın sonlarında 2. Bayezit’in Edirne Darüşşifa’sı, dünya çapında ün yapmıştı. Bu hayır müesseseleri, çok zengin vakıflarla asırlar boyu yaşadı. Kadın ve erkek hasta pavyonları ayrı idi. Osmanlı’nın “mâl-i hulyâ” dediği mélancolie (melankoli), “kara sevdâ” dediği hystérie (isteri), “ateh-i kable’l-mîâd” dediği schizophrénie (şizofreni), ayrı metotlarla tedavi gören akıl hastalıkları idi. İlâç, istirahat, gıda ve çiçek çeşitleri, musiki, tedavi yollarından bazıları idi. Besin ve çiçek çeşitleri, koku, renk, şekil, tad bakımlarından dikkatle kullanılırdı. Bu husus, Osmanlı tıbbına ve Türk medeniyetine şeref verdiği birçok eserlerde geçer.

 

Dünya'da Akıl hastaları tedavisi daha 7-8. Yüzyıllarda ilk olarak Müslümanlar tarafından başlatılmıştır.

 19. asra kadar Avrupa’da akıl hastaları şeytan tarafından ruhu kabz edilmiş, ancak insan, cismen insan olan bir varlıktı batı inancına göre. Osmanlı’ya göre ise sadece “meczûb” idi. Yani Allah katına “cezb edilmiş” hasta. Meczûb’un yanında mecnûn, şeydâ, dîvâne denebilir, “deli” demekten kaçınılmıştı. Hikmetinden sual olunmaz bir sebeple bu illete duçar olmuş insana hakaret etmemeye özen gösterilmiştir. İki ayrı kültürün aynı konuya bu derecede farklı yaklaşımı, konunun obje’si olan hasta’ya yapılacak muamelede de tabiatıyla zıt metotlar uygulanmasını zorunlu kılıyor. Batı’da tedavi yolu basitti; Akıl hastası ateşte yakılır, işkenceye uğrar, sonunda ruhları (güya) şeytandan kurtarılmış şekilde ‘Öbür dünya’ya, Tanrı’ya havale edilirdi. Modern psikiyatrinin büyük kurucularından psikiyatr Dr. Kraft-Ebing şöyle yazıyor: “Hıristiyanlık, akıl hastalarına ilgi göstermiyordu. Onları şeytan tarafından ele geçirilmiş yaratıklar şeklinde algılıyordu. Akıl hastalarını tedaviyi Avrupa, Türklerden öğrendi. Türkler, bizden çok önce, akıl hastalarına mahsus hastaneler kurdular.”

Deliliğin hastalık olduğu 16. asır Avrupası’nda bilinmiyordu.1818’de Fransa’da akıl hastaları, hayvanlardan ve canilerden daha kötü muamele görürdüler. Osmanlı’ya gelince; Osmanlı, diğer hastalıklar gibi akıl hastalıklarına özel dârüşşifâ kurmak geleneğini, vârisi bulunduğu Selçuklulardan aldı. Böyle hasta kabul ve tedavi eden dârüşşifâ’lara “bîmâr-hâne” dendi (bu kelime halk ağzında “tımarhane” oldu ve küçümser anlamı zamanla ağır bastığı için şimdi terk edildi).

Günümüzde  “müze” olarak değerlendirilen Edirne 2. Bayezit Dârüşşifâsına tekrar tarihsel işlevi neden kazandırılmasın ki?

Ayrıca Edirne’nin çok yakınında, Büyük Döllük Köyünde “Göl Baba” adlı bir “GÖL”ümüz vardı. Orada barınan Sülükler bazıhastalıkların tedavisinde yardımcı olurdu.

Günümüzde,  Osmanlı döneminde olduğu gibi Müzik ile birçok ülkede, mesela; İngiltere, Norveç, Letonya, Almanya, Japonya, Arjantin, Brezilya… müzik ile tedavi yapılmaktadır. Adamlar, “halkımıza nasıl daha iyi sağlık hizmeti veririz” diye uğraşırken bizde ise (bazıları) “rant” elde etmek için Dünya’ya yeni gelmiş çocukların canına kıyıyor!  

 Yine günümüzde, Almanya, İsviçre, Rusya, İngiltere, Hollanda, Kanada ve ABD…  gibi birçok ülkedeki klinik ve hastanelerde tıbbi tedaviye destek amaçlı yaygın olarak sülük kullanılmaktadır!

Bilim adamları,  sülük ile yapılan tedavinin ancak 106 çeşit ilaçla yapılabileceğini söylüyor! Sahipsizlikten/Bakımsızlıktan kurumuş bu Göl Babanın yerinde şimdi yeller esiyor! Sahip çıkılsaydı Edirne’de önemli bir “sülükle tedavi merkezi” bile kurulabilirdi. Yine de yapılabilir! Bu da hem Tıb’ba, hem Turizme ayrı bir katkı sağlar. Ama hizmet için kendisini ülkesine ve halkına adamış yöneticiler lazım! Peygamberimiz (sav) öyle demiyor mu? “İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır.”

 Arkadaşlarla 2.  Bayezit camiine zaman zaman namaz kılmaya gideriz. Geçen hafta en son gittiğimizde Cami Avlusundaki Şadırvan gündeme geldi! O güzelim şadırvanın daha önce üstü kapalı idi, çatısı vardı. Ama uzun yıllardır ne olduysa üst kısmı yok! Sadece havuz ve çeşmeleri duruyor. Ayrıca çevresinde çatı direklerinin yerleri de duruyor. Konu açılınca bir arkadaş geçtiğimiz yıllarda Amasya’ya ziyarete gittiğinde ayni caminin orada da

2. Bayezit tarafından yaptırıldığını ve çektiği şadırvanın fotoğrafını bize gösterdi. İşte, her iki camideki şadırvan fotoğrafları!

Evet, Edirne’de bir şeyler olacak! Ama liyakatli yöneticiler ve ülkesine/şehrine sahip çıkacak halk lazım! 

Dostça kalın…