ELEŞTİRİ KÜLTÜRÜ
Eleştiriden bahsederken kültür kelimesini özellikle seçtim. Çünkü bizde kültür bir yana, eleştiri neredeyse küfürle birlikte telaffuz edilmektedir. Biz eleştirmiyor, hakaret ediyor, karalıyor, küfrediyoruz. Bizim gibi düşünmeyenlere tahammül edemiyoruz. Halbuki çağdaş toplumlarda sınırsız bir eleştiri özgürlüğü olmasına rağmen bireylerin birbirlerine karşı daha nazik davrandıklarını söyleyebiliriz.
Bu neden böyle, hep düşünmüşümdür. %99’unun Müslüman olduğu söylenen bir toplumda, edep ve nezaket kurallarının daha ön planda, hatta hayat nizamımızın ana prensibi olması gerekirken biz neden bu kadar küfürbaz olduk sorusunu önemli bulmaktayım. Benim çocukluk yıllarımda, henüz konuşmayı bile beceremeyen çocuklara, özellikle kırsal yöreler veya varoşlarda sövmek öğretilirdi. Çocuk anne babaların söyledikleri argo sözleri yarım yamalak tekrarladığında ise kahkaha tufanı kopar, çocuk şapur şupur öpülürdü.
Günümüzde ebeveynlerin böyle tuhaf öğretileri kalmadı. Çünkü çocuğumuzu karşısına oturttuğumuz ekranlarda, kavgasız, argosuz, küfürsüz ne bir dizi, ne bir tartışma, ne bir spor programına rastlamanın imkanı var mı artık?! Statlarda küfür, sokaklarda küfür, meyhanede küfür, okullarda küfür, şarkılarda argo püfür püfür! Küfürsüz cümle kuramayan insanlar biliyorum. Küfür her yerde.
Sosyologlarımızın bu konuda kayda değer araştırmaları ve ortaya koydukları bilimsel raporlarının olduğunu biliyorum. Ama asıl mesele; bu çalışmaların sonuçlarının yetkili kurumlarca iyi değerlendirilip sosyal politikalar haline getirilmesi ve titizlikle uygulanmasıdır. Biz galiba bu noktada biraz vurdumduymaz davranıyor veya bilimsel verilerden çok, iktidarımızı sürdürmeyi sağlayacak şeytanlıklar, fikrimizi dayatan nobranlıklar peşinde koşuyoruz.
Halbuki ülkenin geleceğini düşünenlerin öncelikli hedefi, toplum bireylerinin ruh sağlığını geliştirmek ve onları milli-manevi değerlerimizle donatmak olmalıdır. Bilinen bir gerçektir ki; devletleri çökerten, ekonomik krizlerden daha çok, yaşanılan kültür buhranı ve ahlak bunalımıdır. Ama ilginçtir ki; bunların temelinde de köpürttüğü tüketim çılgınlığı ile yine ekonomik bağımlılık vardır.
Dünkü zamanlar ile bugün karşılaştığımız küresel dünya düzeninde olgular da, çözümler de elbette birbirinden çok farklı. Dün içine kapalı bir toplumda padişahın kullarıydık ve biat terbiyesiyle suskun olmaktan rahatsız değildik. Oysa felsefi düşünceyi aklı çalıştırmanın anahtarı yapan batılı aydınlar, soran, sorgulayan bir toplum için demokrasi forumlarını şekillendirdiler. “Demokratik toplum, özgür birey” diye tanımlayabileceğimiz bu format modern toplumların en belirgin özelliğidir. Demokrasi, eksikliklerine rağmen toplumların ulaştığı en gelişmiş yönetim şeklidir ve insanın hür iradesine saygıyı esas alır.
Yeni bir dünya kuruluyor. Geleneksel değerlerin muhafazası ve sonraki kuşaklara aktarımı artık daha zor. Global kültür ve dijital bağımlılık yabancı kültürle etkileşimi kontrol edilemez boyutlara taşımaktadır. Buna rağmen sorunlara üzülmeden, telaşa kapılmadan, yasaklara sarılmadan çözümlere odaklanmalıyız. Eleştirilere, özellikle de gençlerin ve bilim adamlarının, sanat tutkunlarının eleştirilerinden korkmamak gerekir. Herkesin susturulduğu bir toplumda hiçbir gelişme olmaz. Eleştiri edepli bir üslupla, saygın bir dille ve vatan sevdasıyla yapılırsa toplumsal barışa da katkı sunar.
Yazımı Mihayloviç Dostoyevski’nin vecizesiyle bitirmek istiyorum: “Bir fikir ayrılığına rağmen karşındakine saygı duyabiliyorsan, insan olmuşsun demektir.”