ERKEKÇE SAVUNMAZSAN KADINLAR GİBİ AĞLARSIN! (5)
Antlaşmanın giriş kısmındaki ön şarta göre (1. Maddede belirtildi) Müslümanlar, deniz ya da karadan iki ay içinde yardım görmedikleri takdirde şehri teslim edeceklerdi. Bu dönemde güçlü bir İslam Devleti olarak Osmanlı Devleti vardı. Devletin başında 2. Bayezit bulunuyordu. Ancak bu sırada Bayezit / Cem tartışması yaşanıyordu. Afrika kendilerine daha yakın olmakla beraber buradaki Müslümanlar güçlü bir devlete sahip değillerdi. Dolayısıyla yardım isteklerine olumlu bir cevap gelmemiştir. Nihayet 2 Ocak 1492’de Hıristiyanlar şehre girdiler. Yedi yüz yılı aşan bir süreden beri Endülüs’te istiklallerini koruyan Müslümanlar Gırnata’nın teslimi ile esaret ve zillete mahkûm oldular. Ebu Abdullah’ı iktidarı ele geçirme konusunda hırslandıran kadın, Ebul Hasan’ın zevcesi, Ez Zağal ise Ebu Abdullah’ın amcasıdır. Ve Ebu Abdullah, iktidar başka bir şehzadeye geçmesin diye annesiyle işbirliği yapıp öz babasına ve amcasına karşı isyan etmiş, Kastilya Hıristiyanları ile işbirliği yaparak Gırnata’nın savunmasını göz göre göre zayıflatmıştı. Hâlbuki Cenab-ı Allah; “Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin…” (Nsia:144). “Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa, o da onlardandır. Allah, zulmeden kimseleri, doğru yola eriştirmez.” (Maide:51) buyurmaktadır.
Hıristiyanlar şehre girdikten sonra Ebu Abdullah ve ailesi el- Hamra Sarayı’nı ve şehri terk ettiler. Padol Dağlarına ulaştıklarında Ebu Abdullah derin bir üzüntü içinde at’ı üstünde Gırnata’ya son bir defa bakıyor ağlıyor, “ah” çekiyordu. Anne Sultan ise ağlamakta olan oğluna şöyle diyordu: “Erkekçe savunmadığın memleketine şimdi kadınlar gibi ağla!”
Şehrin tesliminden sonra Hıristiyanlar tarafından Müslümanlara zulüm ve işkenceler başlatıldı. Ya dinlerini, ya da vatanlarını terk etme ihtarları yapıldı. Bu hususta beyannameler yayınlandı. 1498 yılından sonra zulüm daha da artırıldı. Hıristiyan olmadıkları takdirde öldürülecekleri bildiriliyordu. O devirde tarihçiler Endülüs’te 6 milyon Müslüman yaşadığını, Hıristiyanlar ülkeyi istila ettikten sonra bunların yarısının kılıçtan geçirilerek veya yakılarak öldürüldüğünü, diğer yarısının ise çeşitli, akla hayale gelmez işkencelerle Hıristiyanlaştırıldığını kaydediyorlar. Bazı tarihçiler ise, birkaç yüz bin kadarının o zaman İspanya’nın sömürgesi durumunda olan Arjantin ve Brezilya’ya sürüldüğünü, yine bir kısım Müslüman’ın da Kuzey Afrika’ya geçtiğini belirtiyorlar.
Müslümanlar tarih boyunca her gittiği yere; adalet, ilim, irfan ve medeniyet götürürken, İslam’dan nasibini almamış insanların ise her istila ettiği yere zulüm, işkence ve cehalet götürdüklerinin pek çok örneğinden ve fakat en acılarından biri Endülüs… İslam, 14 asır önce ne ise bugün de o. Buna karşılık 14 asır önce küfür ne ise, bugün de o! Zamana göre zulüm ve işkencenin metotlarında değişiklik söz konusu.
Bugün dünyanın neresinde olursa olsun Müslümanlara yapılan baskı, zulüm ve işkence daha önce yapılanların devamından başka bir şey değildir!