İman – İbadet- Ahlak İlişkisi

Kıymetli Okurlarım!

          En kalbi duygularımla   Muhabbetle saygı ile  özlemle  sizleri selamlıyorum, Cumanız  Mübarek  olsun. Cuma Günü  Gazetemizin  köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel  bir haslet.

 “Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir.

Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka. (Onlar ziyanda değillerdir)” (Asr, 103/1-4)

 “…Allah’ım! Beni amellerin en iyisine ve ahlakın en iyisine ilet. Amel ve ahlakın en iyisine ancak sen hidâyet edebilirsin. Amellerin kötüsünden ve ahlakın kötüsünden beni koru. Amel ve ahlakın kötüsünden ancak sen koruyabilirsin.”(Nesai,  İftitah,  16,(II,129))   

En büyük hakikat Allah’a imandır

İman, “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan hususlarda peygamberleri tasdik etmek ve onlara inanmak” demektir. Sâlih amel, “Dinin yapılmasını emir veya tavsiye ettiği, iyi, doğru, faydalı ve sevap kazanmaya vesile olan işler”, ahlak ise “İnsanın iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan mânevî nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya konan iradeli davranışlar bütünü” olarak tarif edilmiştir. (TDV İslam Ans. İman, Amel, Ahlak md.)

Din'i, genel anlamda: "iman, ahlak ve ibadetler bütünüdür", şeklinde ve bir piramit şeklinde düşünecek olursak piramidin üst kısmında iman, sonra ahlak sonra da ibadetler yer alır.İbadetten kastımız, yalnızca namaz, oruç, hac ve zekât gibi günün ya da hayatın belli zamanlarında ve bir kısmı imkân meselesi olan farzlar değil, Allah'a iman ve bilinci ile bir mü'minin uykusundan - insanlara güler yüz ve tatlı dil ile davranmasından tutun da sosyal ilişkilerin her alanına varıncaya kadar hayatın tamamını kapsayan iradeli eylemlerin tamamıdır.

İman;. yaratanımızın bizlere lütfettiği en büyük nimettir. İmansızlık ise en büyük felakettir. Yaratana inanmak fıtratın gereğidir. İnsanın yaratılma gayesi de Rabbini tanıma ve O’na yönelmektir. Yüce Rabbimiz;

و “Ben, insanları ve cinleri sırf bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat, 51/57) buyurmaktadır. Bu ayette geçen    “sırf bana kulluk etsinler” şeklinde tercüme edilen kısmı “sırf beni tanısınlar” şeklinde de ifade edilmiştir. Netice itibariyle de her iki anlamda birbirini gerekli kılmaktadır. Yani Allah’ı tanımanın anlamı O’na kulluk etmektir. O’na hakkıyla kulluk etmekle gerçekte Allah tanınmış olur. Ayrıca ibadetlerin temel amacı da kişinin imanını koruması, Allah rızasını ve sevgisini kazanmasıdır.

Allah’a iman etmemiz, O’na yönelmemiz ve O’ndan yardım istememiz, başarılı olmamızın ve karşılaştığımız sıkıntılarımızın çözümünün başlangıç noktasını teşkil eder. O’na dayanmamız ve güvenmemiz bize güç kazandırır. Yüce Rabbimiz umulmayan, beklenmeyen yer ve yönlerden kolaylıklar ihsan eder. Çünkü O’nun her şeye gücü yeter.

İman en büyük nimetimiz, her nimet içinde bir şükür gerekirse iman nimetimizin şükrünü Yaratanımızın emrettiği ibadetlerimizi yerine getirmekle ve güzel ahlaklı olmakla ifa edeceğiz. Bu sebeple imanımızı kemale ulaştırmak, razı olunan ve razı olduğumuz bir hayatı yaşamak, nihayetinde cennete ulaşmak için ibadetler ve güzel ahlak gereklidir.

İman- Amel İlişkisi

Salih amel; iyi niyetle ve bilinçli bir şekilde yapılan hayırlı iş demektir. Bu tariften yola çıkarak her davranış modeli salih amel değildir. Bir davranışın salih amel kategorisinde değerlendirmemiz için şu dört şarta uygunluğu aramamız gerekmektedir.

a) Salih ameli yapan kişinin müslüman olması,

b) Salih ameli imanın gereği olarak yapması,

c) Kur'an'a ve Sünnete uygun olması,

d) Tam bir ihlas ve iyi bir niyetle yapılması gerekir. (İsmail Karagöz, Kur'an'a Göre İnsana Verilen Görev ve Değer, s. 218.)

Dinin/imanın dış dünyadaki varlığı ancak pratiğe dönüşmüş eylemlerle anlaşılır. Bunun için de müeyyide/yaptırım şarttır. Yaptırım olmadığı taktirde pratiğe dönüşen eylemlerden söz etmek oldukça zor görünmektedir. Yaptırım gücü olmayan, insanı Allah’ın emirlerine uymaya ve yasaklarından sakınmaya götürmeyen ve kişiyi bu noktaya doğru dönüştürmeyen bir iman, Kur’ân’a göre makbul ve yeterli bir iman olamaz. Çünkü

Bedevîler iman ettik dediler, de ki siz iman etmediniz lakin teslim olduk/boyun eğdik deyininiz” (Hucurât 49/14.)âyetinden böyle bir imanın yeterli görülmediğini anlıyoruz. Bu âyetten anlaşıldığına göre iman etmede sadece dil ile ikrar kâfi gelmemektedir. Yani, kişinin zahiren dil ile ikrar etmesi gibi, kalben de ihlâs ile iman edip kâmil mümin ve sadık Müslüman olması ve bunun gereğince amel ederek Allah ve Resulünün emirlerini isteyerek ve severek yerine getirmesi gerekir.

Allah Rasulü’nün yanına bir gün elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah ve yolcuya da benzemeyen bir adam geldi. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yanına oturdu; dizlerini onun dizine dayayıp ellerini de dizlerinin üzerine koydu. Hz. Peygamber’in arkadaşları arasında onu tanıyan da yoktu. Sonra da, “Ey Muhammed! Bana İslam’ı anlat.” dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü şöyle buyurdu: “İslam, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik etmen; namazı kılman, zekâtı vermen, ramazan orucunu tutman ve eğer gücün yetiyorsa haccı yerine getirmendir.” Bu sözler üzerine adam, “Doğru söyledin” dedi. Oradakiler, adamın hem soru sorup hem de onu tasdik etmesine şaşırdılar. Sonra, “Bana imanı anlat.” dedi. O da, “İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve iyisi ve kötüsüyle kadere inanmandır.” şeklinde karşılık verdi. Adam yine, “Doğru söyledin” deyip, peşinden “Bana ihsanı anlat.” dedi. O da şöyle söyledi: “İhsan, Allah’ı görüyor gibi ibadet etmendir. Çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.” dedi…Sonra adam gitti. Bir süre sonra Hz. Peygamber o kişinin Cebrail (a.s.) olduğunu ve onlara dinlerini öğretmeye geldiğini söyledi. (Buhari, İman, 37; Müslim, İman, 1 İslam’da farz veya nafile bir ibadetin yapılmasından haram bir fiili işlemekten sakınmaya, Allah’ın buyruk ve yasaklarına uygun biçimde dünyadaki ihtiyaçları karşılamak için yapılan faaliyetlere kadar ilahî iradeye uygunluk niyeti ile bütünleşen bütün ameller geniş manada ibadet kavramının kapsamında sayılmıştır. Diğer bir anlatımla ilahî emir ve yasaklara riayet ederek ve Allah’ın rızasını kazanma niyeti ile günlük ihtiyaçlarını karşılamak, ailesinin nafakasını temine çalışmak, toplumun kalkınmasına katkıda bulunmak için çaba sarf etmek de ibadet olarak telakki edilir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.): “Vücuttaki bütün eklemler için her gün sadaka vermek gerekir. Bineğine binmek isteyen kişiye yardım etmek veya yükünü bineğine koyuvermek sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaza giderken atılan her adım sadakadır. Yolunu kaybetmiş kimseye yol göstermek sadakadır.” (Buhari, Cihad, 72.) buyurmaktadır.

Kur’an-ı Kerimde bulunan ayetleri incelediğimiz zaman iman, salih amel ve ibadetlerle birlikte zikredilmektedir. Bu hususta birkaç ayeti siz kıymetli kardeşlerime aktarmak isterim.

 “Mü'minler ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. İşte gerçek mü'minler bunlardır. Rableri katında onlar için dereceler bağışlanma ve üstün bir rızık vardır.” (Araf, 8/2-4)

İbadetler ancak salih bir niyetle eda edilirse anlam kazanmaktadır. Gösteriş için, desinler diye yapılan ameller kişi için bir fayda getirmemektedir. Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır.

Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki:"Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve Resûlü için ise, onun hicreti Allah ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadın için ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir." (Buhârî, Bed'ü'l-Vahy 1, (I, 2)

Hedefimiz dünyamızı ve ahiretimizi cennet yapmaktır. Bununda yolu imanla beraber salih amelden geçmektedir. Kur’an-ı Kerimde geçen birkaç ayet şöyledir.

َ

    “Kim de O’na salih ameller işlemiş bir mümin olarak gelirse, işte onlar için yüksek dereceler vardır.” (Taha,  20/75) 

 “  İnanan ve salih amelleri işleyenleri, altlarından nehirler akan cennetlerle müjdele.” (Bakara,  20/25)

İman-Amel-Ahlak İlişkisi

Amel/ahlâk, imanın bir cüzü olmamakla beraber aralarında ayrılmaz bir bağ vardır. Bu nedenle imanın amelî/ahlâkî boyutunun varlığı inkâr edilmemelidir. Amelsiz iman hayatı olmayan ölü gibidir. Çünkü iman, tıpkı bedendeki hayata benzer. Bir bedende hayat varsa alâmeti mutlaka az çok dışarıya yansır. Dışarıya yansıyan hiçbir hayat emaresi yoksa o bedende hayatın olmadığını gösterir. Aynı şekilde bir insanın kalbinde iman varsa o kendisini az çok bir şekilde mutlaka amel/ahlâk olarak dışarıya yansıtır; yansıtmaması mümkün değildir. Eğer dışarıya yansıyan az da olsa hiçbir amel/ahlâk yoksa, bu durum o kalpte imanın çok zayıf olduğunu gösterir. Bu nedenle böyle birisinin kendi durumunu yeniden gözden geçirmesi gerekir.İman, eylem haline dönüşmezse orada dini iradeden bahsedilemez. Bu taktirde o, sadece metafizik ve soyut bir kavramdan ibaret kalır. Halbuki iman, soyut bir kavram şeklinde hayatla ilgisi olmayan bir sıfat değildir. O, insanı amelî/ahlâkî açıdan her an canlı tutan ve sürekli iyi yönde hareket etmesini sağlayan önemli bir güç durumundadır. Bu yüzden ahlâk kurallarının en kuvvetli müeyyideleri dindedir.(Sönmez,Mustafa, İmanın Ahlaki Yaptırım Gücü)

İslam'da ahlâk, dinin imandan hemen sonra gelen en önemli bir ilkesidir. Denilebilir ki ahlak kalpteki imanın  görünüm, tavır ve davranışlar olarak dışa, hayata ve ibâdetlere yansımasıdır Rol modelimiz Sevgili Peygamberimizdir. Efendimiz (s.a.s) ise en yüksek bir imana sahip olduğu gibi, bu imanın gereği olarak ta ahlaken en yüksek bir derecededir.  Kur’an-ı Kerimde “ (Ey Peygamberim!) Sen büyük bir ahlak üzeresin” (Kalem, 68/4) buyrulmuştur. Biz inananların da hayat tarzı böyle olmalıdır. İmanımızın ahlakımıza yansıması gerekir. Çünkü mümin sadece inandım demekle yetinemez. İnancının gerekliliği olan salih amelleri işlemek ve güzel ahlakı düstur edinmek müminin hayat tarzıdır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in sevdiği kişi olmak ve ahirette O’nunla beraber bulunmanın yolu güzel ahlaktan geçmektedir. Bir hadislerinde Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur.

إ“Sizin bana en sevimli olanınız ve kıyamet gününde bana en yakın olanınız ahlakı en güzel olanınızdır” (Buhari,  Edeb,38. (VI1,181))

İslam dininin gayesi, “Tevhîd” inancını, bütün insanların gönüllerine nakşetmeleri ve onların güzel ahlâk sahibi fertler olmalarıdır. Güzel ahlak Allah’ın (c.c.) emridir. Bu emri Sevgili Peygamberimizin şahsında da bizlere aktarmıştır. Bir ayette Efendimiz (s.a.s)’in şahsında bizlere güzel ahlaklı olmanın ne kadar değerli ve gerekli olduğu şöyle bildirilmiştir.

“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmran 3/159)

En güzel ahlak üzerine gönderilen Efendimiz (s.a.s) birçok hadislerinde inancın ahlaka yansıması gerektiğini vurgulamaktadır. Konumuzla ilgili şu hadisleri paylaşmak isterim.

 “Müslüman diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mümin de halkın can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir”( Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8)

                 ِ      “Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân 7)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm:

- “Vallâhi imân etmiş olmaz. Vallâhi imân etmiş olmaz. Vallâhi imân etmiş olmaz” buyurdu.

Sahâbîler:

- Kim imân etmiş olmaz, yâ Resûlallah? diye sordular.

- “Yapacağı fenalıklardan komşusu güven içinde olmayan kimse!” buyurdu. (Buhârî, Edeb 29)

“Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse komşusunu rahatsız etmesin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse ya faydalı söz söylesin veya sussun!” (Buhârî, Nikâh 80, Edeb 31,)

Allah Rasulü (s.a.s.) namaz, oruç gibi en temel ibadetlerden bahsederken ibadet-ahlak ilişkisine özellikle vurgu yapmış, ibadetlerin ahlaklı bireyler yetiştirmedeki rolüne değinmiştir.

Namazın her türlü hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyacağını :

 “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. “ (Ankebut, 29/45.) düşünen Allah Rasulü  bir gün yanındakilere :, Ne dersiniz, birinizin evinin önünden bir nehir aksa ve her gün o nehirde beş kez yıkansa, bu durum o kişide kir namına bir şey bırakır mı?!.’ diye sordu. Oradakiler; ‘Hayır, o kişide kir namına bir şey bırakmaz.’ dediler. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi (s.a.v.), ‘İşte günde kılınan beş vakit namaz da böyledir. Allah onunla hataları siler.’” buyurdu (Buhari, Mevakitü’s-salât, 6; Mesacid ve mevziu’s-salât, 283.)

SONUÇ:

İman esas, amel gerekli, ahlak ise tamamlayıcıdır. İman toprak, amel ağaç, ahlak ise meyve gibidir. İman akıl, bilgi ve tefekkür sonucu kazanılan marifet ve basiret ile desteklenir ve kişi bilgi düzleminde kalmayıp Ayne'l-Yakin ve Hakka'l-Yakin derecelerine ilerledikçe imanı sürekli olarak artar; iman arttıkça kulluk şuuru ve bilinci hakim hale gelir... Kendisine karşı, aile efradına karşı, yönettiklerine ve çevresine karşı mesuliyyet duygusu güçlenir. Bütün bunlardan Rabbine karşı sorumluluğunun idrakine varır. Böylece Allah'ı görürcesine itaat ve ibadet etmenin hazzına ulaşır. Bu iman ve itaat bilinci ise insanda güzel ahlakın yegâne kaynağı olur.

 Merhum M. Akif'in de dediği gibi:

Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır;

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.