KOMŞUMUZ SURİYE-2  ‘COĞRAFYA KADER DEĞİLDİR’

Osmanlı egemenliğinde uzun bir süre kalan Ortadoğu coğrafyası, 1. Dünya Savaşı öncesi güç kaybı ve savaş yenilgisi bu coğrafyayı Batı emperyalistlerin egemenlik sahasına dönüştü. 2. Dünya Savaşında Avrupa devletleri kendi dertleriyle uğraşırken Orta Doğu’da bağımsızlık talepleri hızla yaygınlaştı.  “Ortadoğu” denilen coğrafya genel manada; İran, Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, Kuveyt, Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan ve Mısır olarak kabul edilir. Bölgenin en önemli konumu jeopolitik özellik taşımasıdır. 

                                                 PETROLE KAN BULAŞTI

Bölge, aynı zamanda tarih boyunca ulaşım, ekonomik ve askeri stratejik öneme sahip olmuştur.  19. yüzyılda hızla gelişmeye başlayan petrol endüstrisi, petrol üreticisi ülkeleri Orta Doğu’ya yönlendirdi. Yapılan araştırma faaliyetleri sonucunda bölge de çok yüksek miktarda kaliteli petrol rezervleri olduğu tespit edildi. Önceleri yabancıların işlettiği petrol sahalarını kendileri işletmeye başlayan Arap ülkeleri petrolden yüksek miktarlarda gelir elde etmeye başladılar. Ne var ki, bölgedeki enerji kaynakları, toprak ve su sorunları yıllardır bu coğrafyayı bütün uyuşmazlıkların, gerilimlerin merkezi haline getirdi. Bölge tarihsel sürecinde; ekonomik, politik, ideolojik, dinsel/mezhepsel, kültürel sorunlar sıkça yaşamıştır. Yaşamaya da devam etmektedir.  Bölge istikrarsız, çok karmaşık ve değişkenlikle iç içedir. 2001’de başlayan “Arap Baharı” bölgeye huzur ve demokrasi getirememiş, direniş küçük bir demokrasi ateşi olarak kalmıştır. Orta Doğu’nun petrol varlığı halkların akan kanlarına karışmıştır.  Orta Doğu ülkelerinin genel seyrinde; gözyaşı, mezalim ve kan hiç eksik olmamıştır. Olmaya da devam edecektir. 

Ortadoğu coğrafyası, petrol gelirleri ile zenginleşirken, halkların sosyal refah, hukuk ve adalet sisteminde yerini alamadığını görürüz. İslam anlayışında,  Kader ve kazâya inanmak imanın esaslarından biridir. Günümüzde farklı anlatılar içinde kullanılır. “Coğrafya kaderdir” sözü;  var olan bir ölçütün (siyasi, toplumsal) sonuçlarının değişmeyeceği anlamında kullanılmaktadır. Konuyu biraz daha netleştirme adına, “Coğrafya kaderdir” sözü bir coğrafi alanın, yönetimsel şekli, iktisadi konumu, insan refahının doğurduğu sonuçlardır. Bunlar aynı siyasal sorun haline gelir. “Coğrafya kaderdir” söylencesi var olan olumsuzluğun sürekli tekrarıdır, değişmeyeceği üzerine bir düşüncedir.  İslami anlayıştan çok daha ötedir. Bunun temelinde devletlerin kendi içlerinde yürüttükleri ayrımcı politikalar, adaletsiz yönetimlerin meydana getirdiği toplumsal bir çatışmadır.  Orta Doğu’nun coğrafya kaderdir sözünün baş mimarları Arap liderlerdir.

Yaşam derinliğine inildiğinde halkların rejimin dayattığı uygulamalara boyun eğmesidir. Çağdaş, aydınlanmacı düşüncelere kapalı olan rejimlerin halkları cahil toplum olmaktan kurtulamazlar, rejiminde istediği budur. Yoksul bırak, cahil bırak, benim saltanatım yürüsün.

Orta Doğu ülkelerinde bunun yaşanmış örnekleri mevcuttur.  Son yüzyıldır bu coğrafya belirli bir zümre sınıfı dışında istenilen ölçüde sosyal refahı yaşamamakla birlikte, huzuru ve mutluluğu bu topraklarda yeterince hissedememiştir.  Petrol gelirleri halklara eşit ölçüde dağıtılmadığı, belirli bir zümrenin elinde tutulduğunu görürüz. Arap coğrafyasında bulunan ülkeler emperyalist devletlerin sürekli ilgi alanıdır. Sözüm ona, halkın demokrasi ile tanışması, halkların eşit bir şekilde siyasi anlamda temsil edilmesi üzerine hesaplardır. Oysa asıl mesele petroldür. Bu coğrafya da kendini besleyen en büyük sorun adaletsiz yönetimler, yoksulluk ve özgürlüklerin dini alan kullanılarak yasakların getirilmesidir. Ve nihayetinde cahil, kendi içine kapatılan kapalı bir toplum yapısının oluşturulmasıdır.

İRAN son yıllarda Orta Doğu da teokratik yönetimlerin yanında ılımlı İslam felsefesiyle karşılaşılmaktadır. Bunların hiçbirinin demokrasiyle ilgisinin olmadığını görürüz. Toplumların üzerine baskıcı uygulamalar, umutsuzluk, yoksulluk, adaletsizlik o ülkede sürekli darbelere giden yolu açmıştır.  1979 yılında İran rejimi katı bir İslami bir politika gütmemekteydi. Halk az da olsa özgürlükleri yaşayabilmekteydi. Fransa’nın kısmen de olsa desteklediği 1979 darbesiyle iktidara gelen molla rejimi, İran halkına demokrasi ve özgürlük getirmedi. İran’ın adı İran İslam Cumhuriyeti oldu. Demokrasi meftah oldu. Sürgünde bulunan Şah Rıza Pehlevi yaşama veda etti.  Halk  kapalı bir topluma dönüştürüldü.

IRAK İngiliz sömürgesiydi. 1958 yılında bağımsızlığını kazandı. Arap milliyetçiliği ile Arap sosyalizminin bir karışımı olan Baasçılık ile yönetilmekteydi. Saddam Hüseyin asker kökenliydi. Baas Partisinin önemli bir figürüydü.  Bu partiyi iktidara taşıyan 1968 darbesinde baş aktör olmuştu. Saddam Hüseyin 1979'da resmen Irak'ın devlet başkanı olmuştu. 1970'lerin başlarında petrol ve diğer endüstrileri millileştirdi.  Saddam Hüseyin, bağımsızlık isteyen Şiiler ve Kürtlere karşı pek çok kez sindirme girişiminde bulundu. Sindirme politikası halkına zulüm eden bir diktatör olarak görüldü. 1988 yılında Halepçe’de kimyasal gaz atılarak öldürülen binlerce Kürt’ün katiliydi. Petrol gelirleriyle Irak hızlı bir ekonomik büyüme yaşadı. Irak, İran ve Kuveyt ile petrol savaşları yaşadı. Amerika bu savaşlara müdahil oldu.  Irak'ın elinde kitle imha silahı bulundurduğu ve bunun BM kararlarına aykırı olduğu görüşüyle Irak işgal edildi. İşgalin baş aktörü Amerika idi.  Irak’ta kitle imha silahlarının varlığına hiçbir zaman rastlanmadı. Kitle imha silahların olduğuna inanmayan ülkelerde haklı çıkmış olmuştu. Saddam,  Aralık 2006’da idam edildi. Asılmasını en çok isteyen Amerika idi. Irak’a ne özgürlük ne de demokrasi geldi. Irak parçalandı, halk paramparça oldu.

LİBYA İtalyan egemenliğinden kurtulup 1951 yılında bağımsızlığını kazanmıştı. Muammer Kaddafi döneminde Türkiye’ye en yakın ülkeydi. Kıbrıs Barış Harekatında Türkiye’yi desteklemiş Türk savaş uçaklarına bedelsiz yakıt sağlamıştı. Ülkenin son lideri Muhammet Kaddafi asker kökenliydi Askeri eğitimini Türkiye’de almıştı. Arap sosyalizmini benimseyen Baas Partisi'nin ileri gelenlerinden biriydi. 1969 yılında yapmış olduğu darbe sonucu devlet başkanı oldu. Kaddafi, ülkesinde bulunan İngiliz askeri üstlerini ve birliklerini ülkeden çıkardı. Petrol şirketlerini ulusallaştırıldı. İtalyan ve Yahudi azınlığın mal varlığına el koyarak onları göçe zorladı.  SSCB'yle yakın ilişkiler geliştirdi. Ülkesinde sosyal ve ekonomik reformları geliştirme çalışmaları iç dinamikler sayesinde engelleme girişimleri oldu. Arap Baharı 15 Şubat 2011 tarihinde Libya’ya uzanmıştı. Bingazi şehrinde başlayan halk hareketi ülke geneline yayıldı. Halk reform, demokrasi istiyordu. Rejim güçleri göstericilere ateşli silahlarla müdahale etti. Bilanço ağır olmuştu.

    HİLLARY CLİNTON’UN KAHKAHASI “GELDİK, GÖRDÜK, ÖLDÜ”

Bu gelişmeleri gündemine alan BM Güvenlik Konseyi ortaya çıkan durumun  “uluslararası barış ve güvenliği tehdit” ettiğini gerekçe göstererek Libya’ya karşı askeri müdahalenin önünü açmıştır. Amaç; uluslararası hukuka uygunluğunu kabul ettirmekti. 19 Mart 2011’de BM oluşan askeri güç, savaş uçaklarıyla Libya semalarında uygun gördüğü yerleri bombalamaya başladı. BM ve halk 22 Ağustos 2011'de Kaddafi'yi devirdi, gibi gözükse de devirenler dış güçlerdi. Başını Amerika çekmişti. Mesele halkın korunması değil, petrolün paylaşılmasıydı.  Libya’yı 42 yıl yöneten Kaddafi, 20 Ekim 2011’de muhalifler tarafından öldürüldü. Dönemin ABD Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton, Ekim 2019 tarihinde katıldığı bir televizyon söyleşisinde,  Kaddafi’nin ölümüne ilişkin şunları söylemişti: "Geldik, gördük ve öldü" ifadelerini kullandı. Sonrasında bir kahkaha attı. Bu kahkaha Amerika’nın çıkarlarını koruduğunun bir ispatıydı. Demokrasi Libya’ya gelmedi, Libya parçalandı, halk paramparça oldu.

SURİYE Fransa sömürgesiydi.1936 yılında bağımsızlığını kazanmasına rağmen ülkede iç yönetimsel çatışmalar istikrarlı bir ülkü olmasını engellemiştir. Diğer Arap ülkeleri gibi sıkça darbelere açık kalmıştır. 20 milyon insanın yaşadığı Suriye'de nüfus ve dini yapı çeşitlilik göstermektedir. Arapların ezici bir çoğunluğa sahip olduğu Suriye'de Kürt, Ermeni, Çerkez, Süryani, Türkmen, Süryani, Ezidi ve Dom Çingeneleri yaşamaktadır. Bu durum aynı zamanda çok kültürlü toplumları işaret etmektedir. Yönetim biçimi diğer Arap ülkelerinden farksızdır. Suriye’nin temel gelir kaynakları petrol, dış yardımlar, yurt dışında çalışan Suriyeli işçilerin döviz gelirleri ve tarımdır. Ülkedeki büyük sanayi şirketlerinin çoğu devlet tarafından işletilmektedir. Ancak, kamunun ekonomideki gelir payı halka tam olarak yansıtılmadığı açıktır. Bu nedenle halkın büyük bir çoğunluğu yoksulluk sınırı altındadır. Suriye’de her kadar seçim ve parlamento var ise de bu sadece söz de kalmıştır. Fiiliyatta Baas Partisinin baskısı altında seçimler yapılmıştır. 1970’de Suriye devlet başkanı olan Hafız Esad, ülkesinde bulunan halkları kurmuş olduğu totaliter sistemle kontrol altına almıştır. O da diğer Arap liderler gibi muhaliflere acımasızca davranmış, direnenleri ortadan kaldırmıştır. Diğer bir deyişle insan hakları, özgürlük temalarına uzak bir liderdi. 2000’de vefat etmesiyle yerine oğlu Beşar Esad devlet başkanı oldu. Özgürlüklere kısmen izin vermiş, ancak bunu 2001 de sonlandırmıştı. Babasının uyguladığı baskıcı politikayı sürdüren Beşar Esad, insan haklarına uymayan uygulamaları sürdürdü. 2011’deki Arap Baharı ayaklanmaları, ülkeyi iç savaşa sürükledi. Milyonlarca Suriyeli başta Türkiye olmak üzere diğer yakın komşu ülkelere ve Avrupa ülkelerine sığındı. Halk perişan ve sefil bir durumu düştü. Ülke üç parçaya bölündü. Suriye’nin bir bölümü terör örgütlerinin eline geçti. Yüzbinlerce kişi terör örgütlerin mezalimiyle yaşamaya başladı. 2011’den itibaren iç isyanlar, terör örgütleriyle mücadele eden Beşar Esad saltanatı 8 Aralık 2024’ çöktü. Şimdilerde eski adıyla İşid’ in elinde, yani terör örgütü iş başında. Demokrasi mi?

DEVAM EDECEK.

Kaynaklar:1 https://www.yenicaggazetesi.com.tr/clinton-kaddafinin-olumunu-kahkahalarla-anlatti-253395h.htm

.