Kültür Turizmi Yolculuğunda Edirne

Stratejik konumuyla tarih boyunca imparatorlukların ilgi odağı olan Edirne, Bizans döneminde İstanbul’u koruyan, Osmanlı döneminde ise fetihlerin kapısını açan bir başkent olmuştur. Günümüzde ise Balkanlar’ın kültür başkenti olarak anılan şehir, eşsiz mimarisi, köklü tarihi ve zengin kültürel mirasıyla adeta yaşayan bir “tarih atölyesi” niteliğindedir.

Bu tarihsel miras, günümüzde Edirne’nin kültür turizmi açısından sahip olduğu potansiyelin temelini oluşturmaktadır. Her yıl artan yerli ve yabancı ziyaretçi sayısıyla önemli bir turizm destinasyonu olma yolunda emin adımlarla ilerlemelidir. Özellikle tarihsel derinliği ve kültürel zenginliğiyle yalnızca bir miras alanı değil, aynı zamanda kültür temelli turizmin geliştiği önemli bir merkez hâline getirilmelidir.

Nitekim kültür turizmi, insanların geçmişin izlerini sürme arzusu ile doğmuş; 17. yüzyıldaki "Grand Tour" seyahatleriyle soylu sınıfın ayrıcalığı iken, Sanayi Devrimi sonrasında geniş kitlelere ulaşmıştır. 20. yüzyılda, özellikle UNESCO gibi kuruluşların desteğiyle, kültür turizmi önemli bir ekonomik ve kültürel alan haline gelmiştir.

Bugün dünya kentlerinin çoğu kültür turizmine yönelmiş durumdadır. Tarihî yapılar, gelenekler, sanatlar ve sosyal yaşam biçimleri, kentlerin kültürel kimliğini görünür kılan unsurlar bu turizm türünün temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla kentler, kültürel kimlikleriyle tarihsel yolculuğu yaşatabilmekte ve dünyaya sunarak turizm potansiyelini artırabilmektedir.

Bu farkındalığa sahip dünya kentleri, tarihsel süreçten günümüze taşıdıkları kültürel miraslarını, gelenek ve göreneklerini koruyarak yaşatmakta; böylece kendilerine özgü güçlü birer kültürel kimlik oluşturmaktadır.

Kentlerin kültürel kimliği, o kenti diğerlerinden ayıran ve tarihsel süreçte şekillenen maddi ve manevi değerlerin bütünüdür. Bu kimlik, kentteki tarihi yapılar, sosyal yaşam biçimleri, geleneksel sanatlar, dil, inançlar ile kentin hafızası gibi öğelerin birleşimiyle şekillenmektedir.

Bu noktada, Paris'in Eyfel Kulesi, Roma'nın Kolezyumu, İstanbul’un Ayasofya’sı, Kyoto’nun Altın Tapınağı ve Edirne’nin Selimiye Camii gibi simgeler; sadece birer mimari yapı değil, aynı zamanda kentlerin tarihsel belleğini ve kimliğini temsil eden güçlü sembollerdir.

Bu yapılar, ziyaretçilerin ilgisini yönlendiren cazibe merkezleri hâline gelirken, kültürel mirasın korunmasına da katkı sağlamaktadır. Dolayısıyla yerel kalkınma desteklenmekte, kültürel değerler yaşatılmaktadır. Kısacası, bir kentin kültürel kimliği ne kadar güçlü ve görünürse, kültür turizmindeki potansiyeli de o ölçüde yüksek olmaktadır.

Edirne, yıllarca kültür ve turizm kenti olma iddiasını sürdürmüş, ancak bu konuda yeterli adımları atamamıştır. Dolayısıyla kent sahip olduğu kültür hazinesini dünya turizmine kazandırma çalışmalarında yeterli düzeye erişememiştir.

Bana göre Edirne’de kültürel uyanışın ilk adımı, 1997 yılında Trakya Üniversitesi’nin rektörlük birimlerini, Lozan Antlaşması’yla Türkiye sınırları içinde kalan Karaağaç’taki tarihî gar binalarına taşıma kararıyla atılmıştır. Bu adım, kentin kültürel gelişimini hızlandıran önemli bir dönüm noktası olmuştur. Aynı yıl, Sultan II. Bayezid Külliyesi’nin Sağlık Müzesi’ne dönüştürülmesi ve 1998’de Lozan Anıtı, Meydanı ve Müzesi’nin kurulması, Edirne’nin kültürel kimliğini güçlendiren diğer önemli gelişmelerdir. 2000 yılında Fahri Yücel’in Edirne Valisi olarak atanması özellikle Kaleiçi semtindeki tarihi doku ve kültürel mirasların kentin kültür yaşamına kazandırma çabası başarıyla sürdürülmüştür. Bu bağlamda Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’nin Avrupa Konseyi tarafından 2004 Yılı Avrupa Müze Ödülü ile taçlandırılması kentin kültürel mirasının uluslararası düzeyde tanınmasını sağlamıştır.

Bu uyanışın ardında yapılan çalışmalarla 16 Kasım 2010’da Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, 29 Haziran 2011’de Selimiye Camii ve Külliyesi, 27 Kasım 2014’te “Ebru: Türk Kağıt Süsleme Sanatı” ve Aralık 2017’de “Bahar Kutlaması: Hıdırellez” UNESCO’nun Somut ve Somut Olmayan Kültür Mirası  Listelerine dahil edilmiştir. Böylece, Edirne’nin UNESCO listelerinde dört kültürel mirası yer almakta, ayrıca iki eseri de aday listesinde bulunmaktadır. Bu durum, kentin uluslararası tanınırlığını artırmaktadır.

Edirne’de farklı dönemlerde yapılan bu çalışmalar kültürel mirasların yeniden kent yaşamına kazandırılmasına öncülük etmiştir. Gelenek ve göreneklerin yaşatılmasına yönelik çabalar artarken, geçmişi geleceğe taşıyan önemli eğitim merkezleri olan müzelerin sayısı da çoğalmıştır. Kentin inanç turizmindeki değeri, zengin gastronomisi, doğal güzellikleri ve denizle kurduğu bağlantı da kentin  turizm potansiyelini öne çıkarmaktadır.

Son dönemde Selimiye Camii Çevresi ve Kentsel Tasarım Projesinin hayata geçirilmesi, Sayın Yunus Sezer’in Edirne’ye Vali olarak atanmasının ardından kaderine terk edilen kültür mirasları olan Gazi Mihal Hamamı, Kasım Paşa Camii, Peykler Medresesi ve Edirne Mevlevihanesi ile Edirne Sarayı’nın tekrar kentin kültür yaşamına kazandırılması, Kaleiçi semtindeki tarihi evler ile ilgili restorasyon çalışmaları kentin turizm değerini artıracak çalışmalardır. Saraçlar caddesinde gerçekleştirilen Sokak Sağlıklaştırma çalışmalarıyla da kentin çehresi değişmektedir.   

Bu bağlamda yapılan çalışmalarla Meriç Nehri’nin olimpiyat standartlarında Türkiye’nin ilk ve tek doğal kürek parkuru haline getirilmesi, Kürek Federasyonu tarafından gerçekleştirilen ulusal ve uluslararası yarışmaların Edirne Meriç Nehrinde gerçekleştirilmesi kentimizin turizm potansiyeline önemli katkı sağlayacağı açıktır.

Saros Körfezi’nin Edirne sınırları içinde olması, kentin turizm potansiyelini stratejik ve çok yönlü biçimde artırmalıdır. Bu durum, Edirne’nin yalnızca tarih ve kültür turizmiyle değil, aynı zamanda deniz ve doğa turizmiyle de anılmasınımümkün kılmalıdır.

Bunca güçlü potansiyele rağmen Edirne, turizmde hak ettiği noktaya ulaşamamıştır. Saros Körfezi ve Gala Gölü Milli Parkı gibi eşsiz doğal kaynaklara, kültürel ve tarihî zenginliklere sahipken; bu fırsatları değerlendirmeyi engelleyen ciddi sorunlar kentte hâlâ çözüm beklemektedir.

Günübirlik alışveriş turizminin oluşturduğu baskı, tarihî dokuyu tehdit ederken; doğal alanların korunamaması ve turizm altyapısının yetersizliği, potansiyelin gerisinde kalmamıza neden olmaktadır.

Bu bağlamda Edirne'nin turizm potansiyelinin sürdürülebilirliği için, kent halkının kültürel değerleri sahiplenmesi ve kentlilik bilincinin artırılması büyük önem taşımaktadır.

Yıllardır dile getirilen ulaşım ve otopark sorunu ile esnafın kılık, kıyafet ve davranış standartlarıyla ilgili sorunların bir türlü çözülememesi de bu engelleri pekiştirmektedir.

Kentin turizm potansiyelinin sürdürülebilirliğinin sağlanması için gerçekçi stratejik planlar ortaya konulup uygulanmalıdır. Özellikle kültür turizminin ne olduğunun doğru anlaşılması gerekir.

Turizm bugün yaşadığımız süreçte olduğu gibi Bulgaristan ve Yunanistan’dan günübirlik gelen ziyaretçi sayısı değildir. Kentimizde konaklayan yabancı turist ziyaretçi sayılarına bakıldığında tüm çıplaklığıyla gerçekler görülmektedir.

Turizmi yalnızca Edirne Tava Ciğeri kuyruğundaki veya ulus pazarındaki kalabalıklarla ölçemeyiz. Şehrin eşsiz mutfağını yerel müzikle, sanatla, kültürel hikayelerle buluşturacak, kültürel kimliğimizi yaşatacak özgün mekânlar yaratabildik mi?

Kakava-Hıdırellez gibi yüzyıllık gelenekleri ve Kırkpınar gibi UNESCO mirası bir etkinliği bile hâlâ çağdaş bir organizasyon yapısına kavuşturamıyorsak, “turizm kenti” olma iddiası neye dayanır?

Edirne’nin göçlerle şekillenmiş tarihine ışık tutacak bir Göç Müzesi’ni, asırlık pehlivanlık kültürünü yaşatacak bir Kırkpınar Müzesi’ni hâlâ kuramamışsak, bu yalnızca bir eksiklik değil, aynı zamanda tarihimize, kimliğimize karşı ciddi bir vefasızlıktır

Kültürel değerlerimizi festivallerle buluşturamıyor, ziyaretçiye anlamlı bir hikâye sunamıyorsak, bir destinasyon değil, sadece bir uğrak noktası oluruz.

Edirne’yi dünya turizmine kazandırmak istiyorsak, önce bu kenti gerçek anlamda tanımayı; tarihini, kültürünü içselleştirmeyi öğrenmeliyiz.

Çünkü tanımadığın bir kenti tanıtamazsın.