ÖGRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN (YAŞANMIŞ BİR ÖĞRETMEN – ÖĞRENCİ HİKAYESİ)

Dr. Ülkü Varlık Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi

Öğretim Üyesi  

‘’Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.’’

Hz.Ali

     Öğretmenler Günü’ne ayırdığım bugünkü yazımı iki alt başlık altında topladım. Birincisi, gerçek bir öğrenci - öğretmen hikayesini paylaşmak ve kıssadan hisse çıkarmak. İkincisi ise, Atatürk’ün öğretmenlerin değerini anlatan kısa bir anekdot.

I. Yaşanmış Bir Öğretmen - Öğrenci Hikayesi.

      Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler dershaneden çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı.

     Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu. 
Öğretmeni, onun bu halini fark etti:
- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin? 
Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:
- Sizinle biraz konuşmak istiyordum öğretmenim.
- Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
- Ahmet arkadaşımız var ya.…
- Evet, ne olmuş Ahmet’e?
- Durumları pek iyi değil galiba öğretmenim. Annesi, beslenme çantasına pek bir şeyler  koymuyor.
- Eee?
- Ona yardım etmek istiyorum. Ama kendisi, benim yardım ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz? 

     Ali, cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini bir an zihninden geçirdi… Bildiği kadarıyla ailesinin durumu gerçekten iyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu da değildi. Buna karşın, bir arkadaşına yardım etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu. 
Nurhan Öğretmen:
- Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pek iyi değil. Yanlış mı biliyorum?
- Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
- Nerede çalışıyorsun?
- Simit satıyorum.

Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Bunun gerçekleşmesi biraz zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bir şeyler söylemeliydi. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursam, belki bir yolunu bulur onu vazgeçirebilirim diye zihninden geçirdi.

Nurhan Öğretmen, Ali ye döndü:
- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
- Çok zengin bir işadamı.
- Niçin?
- İnsanlara daha çok yardım etmek için.
- Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak simdi Ali, Ahmet’in ailesinin durumu pek iyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme. Çok zengin olduğunda  insanlara yardım edersin. Olmaz mı?
- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
— Neden olmaz?
— Üç sebepten dolayı olmaz.



Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor. 

İkincisi: ‘Ağaç yaş iken eğilir’, deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. Şimdiden iyilik yapmayıp bunu zenginlik günlerime ertelersem, zengin olduğum günlerde de daha zengin olduğum günlere erteler kendimi kandırmış olurum.

Üçüncüsü : Daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.

Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:
- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.
- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet’i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet’in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet’e girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu?

     Nurhan Öğretmen in gözleri dolmuştu. Başını evet anlamında sallarken Ali’yi evine yolladı. Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali’nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine farkına varmadan oturdu ve paraları eline aldı.

     Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk simit paraları, Cennet’i satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.



     Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan öğretmen. İçinin dolduğunu, tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi, ağlamaya başladı. Ağladı, ağladı, ağladı…

     Kendine geldiğinde aksam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken okulun bekçisi Sadık, ‘’bozuk simit paraları ile cenneti satın almak, bozuk simit paraları ile cenneti satın almak’’ diye Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde, Ne dediniz hocam? demesini bile duymayan Nurhan öğretmen, bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti 

     Hikayeyi beğendiyseniz ve Ali den duygulandıysanız, maddi durumunuz iyi değilse bile, iki tane ekmek alıp bölgenizdeki bir fakirin kapısına bırakın. 
Bir okul önünde biraz bekleyip yırtık ayakkabısı olan bir çocuğa ayakkabı alın. 
Maddi ihtiyacı olan bir akrabanıza yardım edin. 
Yeter ki boş durmayın!
Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetli idi.

***

II. Atatürk ve Öğretmenlerin Değeri

Atatürk, Kayseri’de fizik öğretmeni Abdullah Efendi’nin dersine girer. Öğretmen, sanki sınıfta Atatürk ve arkadaşları yokmuş gibi, son derece doğal bir şekilde dersine devam eder. Bir ara Atatürk kara tahtanın önünde durunca, öğretmen;

Paşam biraz çekilir misiniz? Çocuklar tahtayı göremiyor, demez mi…Zil çalıncaya kadar Abdullah Efendi dersine devam eder. Zil çalınca herkes bir fırtına beklerken, Atatürk hayranlıkla Abdullah Efendi’ye bakarak şöyle der:

     ‘’İşte dershaneyi bir mabet, dersi ibadet gibi gören gerçek öğretmen. Bugün vatanımızda bir milli kudret varsa, o cereyan, felaketlerden ders alan ulusun kalp ve dimağından doğmuştur.’’

***

     Dünyanın en değerli varlıkları olan siz öğretmenler! Bugün, Türk öğretmeninin şeref günüdür. Ona olan saygıyı yenileme, onun yüceliğini anma günüdür. Böyle anlamlı bir günde başta başöğretmenimiz Mustafa Kemal atatürk olmak üzere hepinizi sevgiyle, candan kutluyorum.

Öğretmenler gününüz kutlu olsun. 

Kaynakca.

Dr.Ülkü Varlık Arşivi