ÖĞRETMENLER GÜNÜ’NÜN ARDINDAN
Bir Öğretmenler Günü’nü daha geride bıraktık. Atatürk’ün Başöğretmen ünvanını aldığı 24 Kasım tarihi Atatürk Yılı ilan edilen 1981 yılından beri ülkemizde Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır. Sembolik de olsa bu özel günler, o meslek sahiplerini onurlandırmak için düşünülmüş anlamlı zamanlardır.
Bütün meslekler değerlidir ama, Öğretmenlik mesleği aynı zamanda kutsaldır da. Çünkü diğer bütün meslek mensuplarının mimarları onlardır. Peygamberler de bir öğretmendir. Hz.Ali ; “Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum.” demiş. Ali Rıza Binboğa da unutulmaz şarkısında;” Bir harf için 40 yıl köle olunuyorsa, 29 kere 40 yıl kölesiyiz öğretmenin!” diye haykırıyordu özgün sesiyle.
Büyük Atatürk genç Cumhuriyet yöneticilerine, “Yapılacak çok işimiz var!” derken, en öne eğitim işlerini koymamış mıydı? Yeni neslin inşasını, bilim ve sanatla yoğrulmasını, fikri hür, vicdanı ve irfanı hür aydın gençlerin yetişmesini öğretmenlerin gerçekleştireceğini söylemişti. Cumhuriyetin ilk yıllarında kaliteli ve gerçekten iyi donanımlı öğretmen eğitimi için büyük çaba sarfedildi. Maalesef çok partili hayata geçtikten sonra ideolojik prangalarla ve taklitçi eğitim modelleriyle önce öğretmen yetiştiren okullar, sonra da siyasetin aparatı haline gelen yetersiz öğretmenlerin elinde çocuklarımız, yani aydınlık geleceğimiz ziyan edildi.
Bu özel günde telefonla da olsa arayarak, mesajlarımızla duygulandırdık onları, ellerinden öperek onurlandırdık, gururlandırdık. İlkokul öğretmenlerinin yeri başkadır gönlümüzde. Sanki annemiz, babamız gibidir onlar. Onların tebeşir tutan sihirli elleri, şefkat ve merhamet dolu bakışları mıh gibi aklımızdadır hep. Her aradığımda benden önce davranır, nasılsın evladım diye sorar İlkokul öğretmenim Gülseren Terlikçi Cenker. Annemin sesini duymuş gibi olurum o zamanlar. Allah sağlıklı ömürler bahşetsin öğretmenime diye dua ederim her seferinde. Onlar Cumhuriyet devriminin öncüleri, Atatürk ülküsünün gönüllü neferleriydi. Her biri ay yıldızlı bir bayraktı.
Sıdıka Sözer hocamın telefonunu bulunca onu da aradım bu yıl. Lisede Coğrafya öğretmenimdi. Nasıl da duygulandı. Sesi titriyordu. Yanaklarından süzülen gözyaşını görür gibi oldum. İnsan yaş alınca duygusallaşıyor. Aynı hislerle ıslandı kirpiklerim.
Beni de 50 sene önce Biga Lisesi’nden bir öğrencim aradı. Bir süre Lise’nin arka bahçesindeki Vakıf Yurdu’nda belletmen olarak kalmıştım. Yusuf Gönen’liydi ve yurtta kalıyordu. Edebiyat derslerinin tadını da, Ülkü Ocağı’ndaki sohbetlerimi de unutmamış. Yusuf, beni benden alıp, taa o yıllara götürdü. Böyle bir günde, böyle bir mutluluk. Berhudar ol be oğlum.
Bu kadar mı peki? Bu kadar dersek, öğretmenlerin dağ gibi sorunlarını halının altına süpürmüş oluruz ama, bunca sendika varken onları da ben mi dile getireceğim?! Bir ikisi hariç, her sendika bir siyasi partinin istihkam taburu olmuşsa, biz yazsak ne olur, yazmasak ne olur! Öğretmenlerin saygınlığını yeniden kazanabilmesi, iktidarlar tarafından ciddi bir muhatap kabul edilmesi için, önce öğretmenler birbirine saygılı davranmalı ve sendikalar tek çatı altında birleşmeli, meslek ve hak sendikacılığı için elele vermelidirler.
Kime aittir bulamadım ama bir alıntı ile bitirmek istiyorum.
“Bir gün Japon meslektaşım, hocam Yamamoto’ya sordum:
– Japonya’da Öğretmenler Gününü siz nasıl kutlarsınız? Soruma şaşırarak cevap verdi:
– Öğretmenler günümüz yok.
Bu cevaba inansam mı inanmasam mı bilemedim. Aklımdan şöyle bir düşünce geçti: “Ekonominin, bilimin, teknolojinin gelişmiş olduğu bir ülke neden öğretmene değer verilmez ki?”
Bir keresinde, işten sonra Yamamoto beni evine davet etti. Okuldan uzakta yaşadığı için metroya bindik. Akşam saatlerinde metro vagonları aşırı kalabalıktı. Bir şekilde içeri girdikten sonra korkuluğu sıkıca kavrayarak ayağa kalktım. Yanımda oturan yaşlı adam orada bana yer verdi. Bir yaşlının bukadar saygılı tavrını anlamadığım için önerilerini kabul edemedim ama ısrarcıydı, oturmak zorunda kaldım.
Metrodan indikten sonra Yamamoto’dan, yaşlı adamın davranışını açıklamasını istedim. Yamamoto gülümseyerek öğretmen rozetimi işaret etti ve şöyle dedi:
– Bu yaşlı adam senin öğretmen olduğunu gördü ve statüne duyduğu saygının bir göstergesi olarak koltuğundan vazgeçti.
O gün öğretmen Yamamoto'ya ilk gidişim olduğu için elim boş gitmek zorunda kalmaktan utanç duymuştum. Bu yüzden ona bir hediye almaya karar verdim. Yamamoto ile düşüncelerimi paylaştım, bana destek oldu ve ileride indirimli fiyatlarla mal alabileceğim bir öğretmen mağazası olduğunu söyledi.
Yine duygularımı tutamadım:
– Ayrıcalıklar sadece öğretmenlere mi veriliyor? diye sordum.
Sözlerimi onaylayan Yamamoto şunları söyledi:
– Japonya’da öğretmenlik, en saygı duyulan meslek; öğretmen de en saygı duyulan kişidir. Japon girişimciler dükkanlarına öğretmenler geldiğinde çok mutlu oluyorlar ve bunu kendileri için büyük bir onur olarak görüyorlar.
Japonya’da kaldığım süre boyunca, Japonların öğretmenlere ne kadar saygı duyduğunu defalarca gördüm.
Metroda kendilerine ayrılmış koltuklar var, onlar için ayrı dükkanlar açılıyor, öğretmenler hiçbir ulaşım türü için bilet kuyruğuna girmiyor. Bu nedenle Japon öğretmenlerin hayatlarının her günü değerli ve onların bir öğretmenler gününe ihtiyaçları yoktur.”