Siyasi partilerin birbirlerinden vekil veya belediye başkanı ayartmasını oldum olası doğru bulmadım. Bugün de aynı düşüncedeyim. Bunu parti bazlı değerlendirmiyorum. Bu ahlaki çürümüşlük ve seviyesizliğe hangi parti yeşil ışık yakıyor ve kapılarını açıyorsa, demokrasiye ve seçmenin oy emanetine ihanet ediyor demektir.
AKP’nin son kongresinde bu transferlerin yeni örneklerine tanık olduk. İYİ Partiden CHP’ye geçenleri de unutmuş değilim. Siyasi tarihimizde başka pek çok örneği de vardır bu geçişlerin. Mesela; 11Aralık 1977’deki yerel seçimlerin ardından karizması yükselen Bülent Ecevit Florya Güneş Motel’de Adalet Partisi’nden istifa eden 12 milletvekiliyle gizlice buluşup görüşmeler yapmıştı. Bu transferlerin ardından Milliyetçi Cephe Hükümeti yıkılmış, bu sayede tek başına çoğunluğu sağlayan CHP iktidar olmuştu. Yani “tencere dibin kara, seninki benden kara” hikayesi. Sağ parti, sol parti farketmiyor. Yani ilk defa yaşanmıyor bunlar. Siyasi Partiler Kanunumuz değişmedikçe/değiştirilmedikçe muhtemelen bundan sonra da böylesi şaşkınlıkları yaşamaya devam edeceğiz.
“Peki neden böyle?” diye düşündüğümde, yukarıda söylediğim ve derhal değişmesini arzuladığım Siyasi Partiler Kanununu birinci sıraya yazmam gerekiyor. Parti tüzükleri Genel Merkez sultasını aşılmaz kılıyor. Ön seçim olsa bile, sonuçta genel başkan kimi işaret ediyorsa o İl Başkanı oluyor, milletvekili sıralamasını Genel Başkanla birlikte o yapıyor. Tabi o süreçte başka kriterler de devreye giriyor. Mesela kimin cebi güçlüyse ilk sıralara onlar, başkanlara sadakatte güven kazanmış arkadaşlar, eş dostlar yerleştirilir. Sıralamayı onlar yapar, partisine gönülden bağlı seçmene de tıpış tıpış sandığa gidip oy vermek düşer. Ya da amacına ulaşamayanlar istifa edip “memlekete hizmet aşkı” ile yanıp tutuşarak başka partilerde kendilerine ikbal ararlar. Bunun adı da demokrasi olur bizim memlekette.
Sonra bir zaafımızı da belirtmeden geçemeyeceğim. Bizim insanımız maalesef haklıdan yana değil de güçlüden yana olmayı artık yadırgamıyor. Zaten dünyamızı şekillendiren küresel zorbalar da aynı felsefeyle hükümranlık peşinde değil mi? Oysa biz böyle değildik. Merhamet ve gözyaşı medeniyetinin mimarları olan şanlı ecdadımız Hakk’ın ve haklının davacısıydı. Günümüzde ise fırıldaklar revaçta!
Şaşırtıcı olan şudur ki; dinsel algoritmaları referans yapan siyasi bir kadronun iktidarında, bu temel paradigmalar sanki anlamlarını iyice yitirmiş gibi geliyor bana. Nitekim 2013 yılında yaptığı bir açıklamada sayın R.T.Erdoğan, bu tür transferlerin ahlaki olmadığını belirtmiş, partisinden ayrılan milletvekilinin, milletvekilliğinden de istifa etmesi gerekir, demişti. Oysa bugün partisine geçen vekillere rozetlerini takarken ne kadar mutluydu.
Meseleye değişik açılardan da bakılabilir. Mesela; iktidar, gücün temsilcisi olduğuna göre, bu trafikte çekim merkezi olmasını normal mi karşılamalıyız? Eğer siyasi etikle bağdaşmıyorsa bunu normal bir davranış gibi göremeyiz. Peki ama gücü elinde bulunduruyorsa, AKP niye o zaman bu kabullere izin vermekte, gelenlere özel görevlerle ikbal kapılarını açmaktadır? Ki bu durum, son yerel seçim yenilgisini bir kenara bırakırsak, her seçimden kazanarak çıkmayı başaran AKP için düşündürücüdür. Üstelik kim acımasızca eleştiriyor, kim fütursuzca saldırıyorsa transferde AKP’nin önceliği onlar oluyor. Bu da ince bir taktik bence.
Görülmektedir ki, Sayın Erdoğan ne pahasına olursa olsun koltuğunu koruyabilmenin hesaplarını yapıyor. Sayın Ekrem İmamoğlu’nun rakibi olmasını engelleyebilmek için hukuk sopasını sallıyor, peş peşe davalar açıyor. Halbuki benim bildiğim Erdoğan önceki yıllarda arenaya büyük bir özgüvenle çıkar, rakip ayırmaz, herkese meydan okurdu. Bugün hem İmamoğlu’ndan, hem de Mansur Yavaş’tan çekindiği bellidir ve anketler de bunu teyit etmektedir. Yeni milletvekili transferleri dahil, Hüda-par başkanının Cumhuriyetimizin temel değerlerine hakaret içeren açıklamalarına sessiz kalmasını ve İmralı canisi ile diyalog arayışlarını sürdürmesini başka ne ile izah edebiliriz? Bunlar yetmiyormuş gibi medya sorumlularının, sendikacıların ve Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın tutuklanmaları, TÜSİAD yöneticilerinin darbe ithamlarıyla sorgulanarak muhalif olan herkese gözdağı verilmesi bir iktidar partisi için övünülecek bir durum mu, yoksa bir aczin yansıması mıdır?
Anayasa değişikliğinin referanduma gerek kalmadan TBMM’de kabul edilmesi için 400 milletvekilinin oyuna ihtiyaç vardır. Cumhur İttifakının milletvekili sayısı bunun için yetersizdir. Bütün çabalar transferlerle bu sayıya ulaşabilmek içindir. Çünkü bazı kansızların talep ettiği değişiklikleri de içerebilecek bir yeni Anayasa teşebbüsünün referandumda halkımız tarafından reddedileceği kesindir.
Netice itibarıyla bu transferlerin devamı gelebilir. Bazı vekiller seçmenlerinin helal oylarını mundar edip haram sofralara oturabilir, ahlaki olmayan davranışlar sergileyebilir. Ya da haklı sebeplerle de vekiller veya seçilmişler parti değiştirebilirler. Bunu yaparken gerekçelerini açıklayarak seçmenlerine hesap vermek ve helallık dilemek soylu bir davranıştır, erdemli bir duruştur. Çünkü vefa, güven duyulan insanların en belirgin karakter özelliğidir. Mevlana’nın dediği gibi olmalı insan;” Ya göründüğü gibi olmalı, ya da olduğu gibi görünmeli.” Üç günlük hayatta, on saniye sonrasına hakim olamadığımız bir dünyada fırıldak olmaya gerek yok!
Son sözüm de sana ey İYİ Parti Grup Başkanvekili Buğra Kavuncu…Demişsin ki;” Biz bunca sadakatsız adamı nasıl seçmişiz? Hayretler içindeyim!” Şaşkınlıkla sorduğun bu sorunun doğru cevabını bulduğunuz gün inan ki taşlar yerine oturacaktır. Kimse bulunmadık Bursa kumaşı değildir. SADAKATİM SADECE TÜRK MİLLETİNE ve ONUN MİLLİ DEĞERLERİNEDİR diyen vatan sevdalılarına selam olsun.
GÜNDEM
18 Eylül 2025GÜNDEM
18 Eylül 2025GÜNDEM
18 Eylül 2025GÜNDEM
18 Eylül 2025GÜNDEM
18 Eylül 2025GÜNDEM
18 Eylül 2025GÜNDEM
18 Eylül 2025