22 Ocak 2025 Çarşamba
Her gün biraz daha ivme kazanan sosyal ve siyasi gerginlik toplumun huzurunu tehdit eder hale geldi. Sebepleri çok farklı olsa da, sonuçları itibarıyla bir güvenlik sorunu da oluşturabilir bu gerilim. Herkes çok stresli, çok sinirli ve çok saldırgan. Adeta bir stres patlaması yaşıyor gibiyiz. Sosyal psikoloji açısından bakıldığında toplum kin ve nefrete dayalı bir ayrışma sürecine sürüklenmektedir. Bu durum bireyleri daha karamsar yapmakta, yarınlara dair umutları maalesef daha da karartmaktadır.
Ticaretten siyasete, işçiden memura, spordan sanata, eğitimden diyanete, tarikattan cemaatlara, kentlerden köylere, medyadan meydanlara, velhasıl herkes birbirine fütursuzca saldırıyor, şiddetin bir parçası olmak için adeta birbiriyle yarışıyor. Başta ekonomik yetersizlikler ve gelir dağılımındaki adaletsizlikler olmak üzere siyasi ve sosyal birçok sebebi var bunun.
Cinayet haberlerinden gına geldi. Herkes şiddet sarmalının içinde. Sanki herkes herkese düşman. Kavgasız sorunlarımızı çözemez olduk. Halbuki “ Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için!” diye öğretmişlerdi bize. Bu gidişat bilelim ki hayra alamet değildir. Şeyh Edebalı, Osman Gazi’ye “ İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” diye nasihat etmişti. 25 yıldır aynı parti iktidarda, ama geldiğimiz nokta bu.
Konumuzla ilgili bir seminerde Ece Dereağzı, konuşmasına “ Stres gerekli midir?” sorusunu sorarak başlamıştı. Aslında hepimizi yakından ilgilendiren bir soruydu bu. Stressiz bir hayat düşünülebilir mi? Bu soruya evet demek mümkün değildir. O halde önce stresi tanımlamamız gerekir. Hans Selye, stresi; ” Organizmanın her türlü değişime verdiği yaygın tepki “olarak ifade eder.
Yalnız kaldığımızda veya toplum içinde sosyal etkileşimlerde bulunduğumuz zamanlarda zihinsel ve bedensel bir takım değişimlerle karşılaşırız. Bu daha önceden beklediğimiz bir davranış olabileceği gibi, beklemediğimiz sürpriz bir değişim de olabilir. Her iki durumda organizmamızın vereceği tepki aynı olmaz. Yani stresi hem pozitif, hem de negatif olarak düşünmemiz gerekir. Önemli olan stresin türü veya şeklinden çok , bizim onu nasıl yönettiğimizdir. Çünkü stresin pozitif etkileri de vardır ve bazen de gereklidir.
Örneğin; stres beyin gücünü arttırmaya yardımcı olur, kısa vadede bağışıklığı arttırabilir, bizi daha dayanıklı hale getirerek daha verimli çalışmamız için motive edebilir. Bir kaplan üstümüze gelirken de, bir mekanda bir arkadaşımızla tartıştığımızda da bedenimiz aynı tepkiyi verir. Stres, burada karşılaştığımız durum değil, bizim onu nasıl algıladığımız ile ilişkilidir. Yani kaplanla savaşacak mıyız, ondan kaçacak mıyız, orada hareketsiz kalıp bekleyecek miyiz? Bu durumda ilk olarak; tehlike var mıdır, yok mudur? değerlendirmesi yapılır. Tehlike varsa ikinci değerlendirme; baş edilebilir mi, baş edilemez mi? şeklindedir. Baş edilebilirse bu pozitif strestir. Baş edilemez kararını veriyorsak bu negatif stres örneğidir. Tehlike yoksa zaten o durumda stres de yoktur.
Konuya güncel siyaset ilişkileri açısından yaklaştığımızda çok taze örnekler bulabiliriz. Mesela; muhalefet partili Belediye başkanlarına iktidarın uyguladığı baskılar ve gözaltı süreçleri, açıkça bellidir ki itibarsızlaştırma operasyonlarıdır. Bu kişiler suçlu ise ve kesinleşmiş mahkumiyetleri varsa YSK neden aday olmalarına izin verdi? Eğer o gün yoktu ama devam eden davalar şimdi sonuçlanmış veya yeni bir suç işlemişlerse elbette yargı gereğini yapmalıdır. Ama bağımsız yargının üzerine de siyasetin gölgesi düşürülmemelidir.
Yıllardır AKP’li belediyelerden tahsil edilmeyen SGK borçları belediyeler başka partilere geçince mi aklınıza geldi? İnanın halk her şeyin farkında ve halk hep mağdurdan yanadır. Bu partizanlığın faturası yine size çıkacaktır. Hukuk devletinde ve gerçek demokrasilerde usuller bellidir. Kazanan tebrik edilir, bükemediğin bilek öpülür. Demokratik olgunluk bunu gerektirir.
AKP son yerel seçimde tarihinde ilk defa ikinciliğe düşmüştür. Recep Tayyip Erdoğan daha önceki yerel seçimde; ”İstanbul’u kaybeden, Türkiye’yi kaybeder!” demişti. AKP hem İstanbul’u, hem de Ankara’yı, bir de değil, ikinci defa kaybetmiştir. Büyükşehir belediyelerinin çoğunu CHP kazanmıştır.
AKP yenilgiyi bir türlü içine sindirememektedir. Sayın Erdoğan kurt bir siyasetçidir ve gerçeği çok önceden görmüştür. Artık kendilerinin getirdiği bu sistem değişmezse iktidarı da kaybetmek üzeredir. Bence siyasi operasyonların asıl nedeni de budur. Halbuki siyaset, centilmence ve hak, hukuk, adalet gözetilerek yapılsa, hem insanlar bu kadar stres yüklenmez, hem de ülkemin huzuru ve barış ortamı böylesine bozulmazdı.
Geldiğimiz noktada siyaset hattında yüksek gerilim vardır. R.T.Erdoğan “Turpun büyüğü heybede!” diyerek acaba Ekrem İmamoğlu’nu mu kastetmektedir? Siyasi parti başkanları da fiili gözaltılarla karşı karşıyadır. Diğer partilerden milletvekili transferleri siyaset ahlakımızı çürüten yeni abrakadabra numaralarıdır. Belki AKP de bu gerilim stratejisini bilerek tercih etmektedir. Ama toplumun huzura ihtiyacı vardır.
“Özgüvenli, motive, enerjik, yaratıcı, keyifli olma, en yüksek performans seviyelerini gösterir. Kişiye pozitif etki yapar ve onun umutlarını arttırır. Anksiyete, aşırı yüklenme, tahammülsüzlük negatif stresi çoğaltır.” diyor Ece hanım.
O zaman sormanın tam zamanıdır: bu durumda, sizce iktidar mı, muhalefet mi daha fazla stres yüklüdür? Ya da topluma hangisi pozitif, hangisi negatif stres yüklemektedir? Sorularımıza vereceğimiz cevaplar yarınlarımıza tutulan ayna olacaktır.
“Yok zerre teselli ne gülüşten ne bakıştan
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan” diyen Münir Nurettin Selçuk gibi biz de siyasette huzura hasretiz be dostlar. Hoşça kalın.
İstanbul’da kasvetli bir hava. Dünden beri yağmur yağıyor. Fırtınaya dönüşen rüzgar beraberinde kar da getirir mi? Balkanlardan sökün eden bulutlar ve birden soğuyan hava sanki bunun habercisi gibi. Her mevsimin farklı özellikleri var. Kışın en belirgin vasfı kar ve soğuklardır. Ama bazı bölgeler geçici soğuklardan nasibini alsa da yıllardır kara hasret desek yanlış olmaz.
Mevsimler değişkendir. İnsanlar da öyle. O nedenle sevgiliye sitemini; “Sen mevsimler gibisin, değişirsin sevgilim” diyerek dile getirmiş aşıklar. Kar berekettir doğamız için, çocuklar için sevinç. Ama bazı bölgeler için aylarca süren bir esaret, bitimsiz bir çiledir. Kış, Sarıkamış’ta yürek burkan bir felaket, Çağlayancerit’te bir alperene kurulan tuzak, Muhsin Başkana sergilenen ihanettir.
40.000 kişinin katili kanlı örgütün başındaki adama güzellemeler yapılan bir devranda, sen de mevsim tasvirleriyle onlara nazire mi yapıyorsun diyebilirsiniz. Öyle olsaydı bu yazının başlığı böyle olmazdı. Tam tersine öfkemi ve nefretimi yatıştırmaya, ruhumda kopan fırtınaları dindirmeye çalışıyorum. Haberleri izlerken yaşadığım duygulardan kalem kağıt tutuşacak, klavyenin tuşları alev alacak diye korkuyorum.
Üşüten mevsim midir sadece? Siyasetin de kara kışı olur bazen. Duygular buz keser, gelişmeler karşısında donar kalırsınız. İmralı seferleri başladığından beri bir tiyatro sahneleniyor ülkemde. Tahammül edemiyorum yüce devletimin bir bebek katilini, tecritteki bir mahkumu muhatap alıp barışı konuşmasına. Emperyalizmin işbirlikçisi ihanetin çocukları ile mücadele edilir, müzakere değil. Milliyetçi abiler öyle öğretmişti bize. Açılım sürecinde yaşanılanları unutmadı bu millet.
Barışı sağlamak için bir kere daha denemeye değmez mi diye soruyor beyni kireçlenmiş bazı akil(!) adamlar. Kadere bakın ki; bu tehlikeli sürecin mimarlığını da milliyetçi bir partinin lideri Devlet Bahçeli yapıyor. En çok da bu gücüme gidiyor. Gücümüze demem gerekiyor aslında. Çünkü milliyetçi düşünceye sahip kiminle konuşsam aynı tepkilerle karşılaşıyorum. Şehit yakınları büyük bir ıstırap içinde. Söyleyin bana Gazilerimizi nasıl teselli edeceğiz bundan böyle?
İsyanım sebepsiz değil elbette. İsrail’in Filistin’de yaptığı zulüm ve katliamın aynısını kendi halkına reva gören bu bölücü eşkıya ile siz hangi barışı konuşacaksınız? Umut hakkı veya ev hapsi böyle bir cani için uygulanabilir mi? Uygulanırsa eğer, bu karar vicdanları yaralamaz, şehitlerimizin yaralarını yeniden kanatmaz mı?
Gördüğümüz kadarıyla içeride el bebek gül bebek bakılmış bu terörist başı. Sağlığı da, kilosu da, morali de yerinde. Üstelik de hükümet yetkilileri terörün bittiğini söylemediler mi defalarca? Adam zaten kodeste. Kapalı kapıların ardında kim bizden ne istiyor, biz kime ne vadediyoruz, bilmek hakkımızdır. Milletin ayrıntılarını bilmediği, onaylamadığı bir anlaşma olamaz. Bugüne kadar ne yurt içinde, ne de yurt dışında pkk’lı bir teröristin silah bıraktığını, teslim olduğunu duyan, bilen var mıdır? Silahları bırakma pazarlığı değil o zaman bu.
Yahu bu tür terör örgütlerini kuran, besleyen, silahlarla donatan ve insanlığın başına bela edenler belli değil mi? Açık söyleyelim, bizim muhatabımız ABD değil midir? Onlar istemediği müddetçe pkk silah bırakır, örgütü lağveder mi hiç? Pkk türevi onlarca örgüt varken birini kapatsa ne olur, kapatmasa ne değişir, kendimizi kandırmayalım. Mesele; Türk devletini bölmek, Irak ve Suriye gibi parçalara ayırmak, üniter yapımızı sona erdirip İsrail’e dost bir Kürdistan devletini inşa etmektir.
Beni en çok üzen bir başka konu daha vardır. Sayın Bahçeli geçmiş dönemlerde Apo ve pkk için ne söylemişse, bugün tam tersini yapmaktadır. Hem dün, hem bugün haklı olmak mümkün değildir. Ya dünkü politikanız yanlıştı, ya da bugün ateşle oynamaktasınız. Ne yaparsanız yapınız sizi alkışlayan, partinizi destekleyen , lidere sadakati hür fikre tercih eden insanlar yanınızda durmaya devam edeceklerdir. Buna saygı duymak demokrasinin gereğidir. Ama siz, sizin gibi düşünmeyen, tuttuğunuz bu yol yanlıştır ve ülkemizin başına belalar getirecektir diyerek bu sürece karşı çıkanlara olmadık hakaretler yapıyorsunuz.
MHP’nin Afyon milletvekili Mehmet Taytak Apo canisine “beyefendi” diye hitap edince sesiniz çıkmıyor, Dem’li elçilerle görüşmeyi reddeden, en az sizin kadar milliyetçi Müsavat Dervişoğlu ve Ümit Özdağ’a gürleyip, yağıp esiyorsunuz. Bir caniye gösterdiğiniz hoşgörüyü, maalesef eski dava arkadaşlarınızdan esirgiyorsunuz. Ömrünü Türkçülük ve Turan ülküsüne adamış bir ülkücü olarak birbirimize düşmek gerçekten çok trajik ve çok vahim bir durum.
Aynı salvoları ve polemikleri Sayın R.Tayyip Erdoğan ile de yaşamış, sonra karşılıklı birer özür bile dilemeden ayrılmaz iki dost olmuştunuz. Bugün eski dostlarla düşmanlık niye? Türk’ün düşmanları bir ve beraber olurken, Türklüğün kara sevdalıları birbirine daha çok sarılmak mecburiyetindedir. Bu, partiler üstü bir meseledir ve başka gizli niyetlerimiz yoksa bekamız için zorunluluktur.
“Yesevi’den, Horasan erenlerinden, Yunus’tan, Hacı Bektaş’tan, Hacı Bayram’dan… Sonra bedevi bir zihniyet çekilmiyor be kardeşim.
Türk’ün bünyesine, Türk’ün dünyasına uygun değil çünkü.
Bize karşı atom bombası kadar güçlü, gavura karşı ise sinek kadar güçsüz, bu sahte olağanüstü güçlü bedevilerden bıktık artık.
Arada dağlar kadar arılık duruluk, arada dağlar kadar ilim irfan, arada dağlar kadar soy sop, gelenek görenek, kültür ve aidiyet farkı var.
Din sosuna batırılmış habis bir ur gibi içten içe çürüten, içten içe kuşatan, ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Afyonun nerede ne zaman patlayacağı, haşhaşilerin sinsi bir yılan gibi nerede ne zaman sokacağı, nerede ne zaman bir Şerif Hüseyin, nerede ne zaman bir Şeyh Said, nerede ne zaman bir Hasan Sabbah, nerede ne zaman yeni bir Fetö çıkacağı belli değil.
İstediğiniz kadar İslam olun, aynı zamanda Türk olmadığınız sürece, bu milletin manevi dünyasında size asla yer yok.
Rahmetli Erol Güngör’ün azınlıklar için söylediği söz tıpa tıp size de uyuyor vesselam.
Belki kafamızı karıştıracak, belki bizi biraz uğraştıracaksınız, ama eninde sonunda bu bünyeden muhakkak atılacaksınız.
Herkes kafasına şunu iyice soksun! İstedikleri kadar şeyh, istedikleri kadar, gavs, istedikleri kadar kutup olsunlar. İstedikleri kadar takla atıp, istedikleri kadar allayıp pullasınlar. İstedikleri kadar uçup, istedikleri kadar ALLAH DOSTU (!) palavralarıyla milleti kandırsınlar, İçinde Türk olmayan, Türk’ün ruhu olmayan, herşey bu millet için, bu coğrafya için, bu devlet için bir BEKA meselesidir .
Bunu kafamıza küçük harflerle değil, büyük ve kalın harflerle muhakkak kazımak zorundayız. Kazımadığımız müddetçe Fetö ve türevleri ne ilk ne de son olarak bu milleti can evinden vurmaya devam edeceklerdir. Bataklık varsa sinek, sinek varsa sıtma muhakkak vardır. Bu batağın çaresi, temiz suyun gürül gürül çağlayacağı Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve faziletidir.
Tarikatçı değilim, çünkü aklımı kim olursa olsun kimseye ipotek edemem, ama çağdaş demokrasi, insan hak ve hürriyeti ve Türk milliyetçiliğindeki inançlara saygı prensibi gereği, tercihlerini böyle belirleyen bütün arkadaşlara saygılıyım. Umarım onlar da bana saygılı olurlar.
İlim için lazım olan aklın, din için de lazım olduğuna inanalardanım. Çünkü akla değer vermeyen ümmetlerin sonu cennet değil cehennemdir. Esarettir, uşaklıktır, rezilliktir, pisliktir.
Bunu görmek için ille alim olmaya gerek yok. Ağzına kadar hacı, hoca, seyyit, gavs, kutup, şeyh, şıh dolu islam dünyasına bakmak yeter de artar bile.
Biliyorsunuz Türk milliyetçiliği çok sorgulandı. Özellikle de tarikatlar tarafından, ama Allah’a şükür milliyetçilik her sorgunun altından alnının akıyla çıktı. Fakat aynı şeyi tarikat ve cemaatler için söyleyemeyiz. Rezaletin biri bitmeden diğeri başlıyor. Parelellik, ihanet, ticaret, sapıklık, sahtekarlık, yobazlık, ajanlık, rüşvet, iltimas, sahtecilik… Skandalın haramın günahın ardı arkası kesilmiyor.
Tevazu insanlık erdem ve güzel ahlakın yaşanması gereken yerlerde insan bu rezillikleri saymaya utanıyor.
Şimdi hepsi bunları, kendilerinin değil, başka tarikat ve cemaatlerin yaptığını, zaten onların gerçek tarikat ve cemaat olmayıp gerçek tarikat ve cemaatin kendileri olduğunu ispatlamanın telaşındalar.
Yani anlayacağınız sorgulayacak başka şey bulamayıp Türkün hayat damarı Türk milliyetçiliğini sorgulayanlar şimdi Çalap’ın tokatıyla çetin bir imtihanda.
Oysa, daha Mehdiliğe, ceza evinde ülkücülere yaşattıklarına, bir birinden mübarek mübareklere, aklın aklını oynattığı ritüellere, şarlatanlara, istila için ülkenin dört bir yanında mantar gibi biten, her biri bir birinden karanlık odağın oyuncağı tapınak şövalyelerine daha sıra gelmedi.
Düşünebiliyor musunuz bu ülkenin insanları yıllarca kadının saçının bir tek teli görülsün mü, görülmesin mi diye birbirine düşman edilirken televizyonlarda çatır çatır, çırıl çıplak kadın mürit oynatan pezevenkler yıllarca tarikatçılık cemaatçilik cakası sattı bu ülkeye.
Ne yalan söyliyeyim çağın en aydın hareketinin, çağın en cahil insanlarıyla, çağın en temiz hareketinin, çağın en rezil insanlarıyla sorguya çekilmesi ağrıma gidiyor. Yaptıklarına bakacak olursanız demekki boşa hedef seçmemişler milliyetçiliği.
Tarikatçı arkadaşlarıma milli ve manevi dünyamızın teminatı milliyetçiliği bir kez daha düşünmelerini öneriyorum. 15 Temmuzdan sonra efendim biz zaten milliyetçiyiz gibi komik takiyyelere hiç gerek yok. Milliyetçi olsanız ağzına kadar ermiş, derviş, pir, dede, Alperen, veli dolu Anadulu’da üç kıtada İslamın bayraktarlığını yapan Türk ulularını bırakıp Arap bedevizminin meçhul ulularının (!) peşine düşmezsiniz.
Tarikatçı olacaksanız Ahmet Yesevi gibi, Yunus gibi, Hacı Bektaş gibi, Tapduk Emre gibi, Ahi Evran gibi Hacı Bayram gibi yerli ve milli olacaksınız yabancı değil.
‘’Gelin canlar bir olalım’’ diyeceksiniz ki sözünüz Adriyatik’ten Çin Seddine bütün bir Türk dünyasında yankılanacak.
‘’Bir kez gönül yıktın ise kıldığınız namaz namaz değildir’’ Diyemiyorsanız susacaksınız.
Halep ordaysa arşın burada. Bu iş öyle yanmaz kefen, sırattan geçiren terlik, deve sidiği, cezbe, rüya, papağan gibi eski alimlerinin sözlerini nakletmek hele hele de fütursuz ve hadsizce Allah ve Resulünü bu işe alet etmekle olmuyor. ‘’Dervişlik olsaydı taç ile hırka, biz dahi alırdık otuza kırka’’
Şeyhleriniz, tarikatlarınız varsa bir kerameti bizden olan kurtulur diye zümrecilikle değil, Türk tarikat ve ulularındaki gibi, millet için, insanlık için çıkacak ortaya.
‘’Gel gör beni aşk neyledi’’ Diyemeyen aşkın,
‘’Yaradılanı hoş gördük yaratandan ötürü’’ Diyemeyen sevginin postuna oturmayacak. Arkadaş.
‘’Dinine dizlerinle değil, kalbinle bağlan’’ Diyebilen bir şeyh olmadıktan sonra o tarikatın ne önemi var.
Bu asil millet için ‘’Bir olalım iri olalım diri olalım’’, “Eline beline diline sahip ol’’,
“bölüşerek tok, bölünerek yok oluruz’’ diyen milli şuura sahip Türk ulularını ne zaman keşfedeceksiniz acaba?
‘’Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde, Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde, bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok. Noksanlık, eksiklik, senin görüşlerinde’’ diyebilseydi şeyhleriniz, tarikatlarınız yobazlık ve sapıklık suçlamalarına bu kadar maruz kalır mıydı acaba?
‘’İlim beşikte başlar mezarda biter’’
‘’En büyük keramet çalışmaktır’’ diyen mutasavvıflardan sonra kusura bakmayın da çalışmadan saltanat süren şeyhler pek akılcı gelmiyor insana.
‘’İncinsen de incitme ‘’
‘’Kadınlarınızı okutunuz, kadınları okumayan millet yükselemez’’ Sözünü kim niye söylemiş acaba?
‘’İslam’ın temeli güzel ahlak; ahlâkın özü bilgi; bilginin özü akıldır’’ diyen pirlerden sonra acaba aklı ipotek etmek niye nasıl ve nerden çöreklendi bu coğrafyaya?
‘’Kuvvetini mazluma değil zalime kullan’’ Sözü yerine fırıl fırıl iktidar peşinde koşmak tarikatçılık cemeatçilik Allah dostluğu mu oluyor şimdi?
‘’Hararet nardadır sacda değil, Keramet baştadır, taç da değil. Her ne ararsan kendinde ara, Kudüs de Mekke de hac da değil’’
‘’Çalışmadan geçinenler bizden değildir’’ Sözünden ders almayan şeyh şeyh olabilir mi?
‘’Eşine işine aşına özen göster’’
‘’Hak ile sabır dileyip, bize gelen bizdendir. Akıl ve ahlak ile çalışıp, bizi geçen bizdendir’’ Sözlerini hiç duydunuz mu acaba?
‘’İslami hükümleri tam bilmeyen, tatbik etmeyen bir kimse, evliyalık yolunda bulunmaya kalkarsa, bunun imanını şeytan çalar’’ diyen Yesevi demek ki boşa dememiş bu sözleri.
Anlayacağınız bütün tarikat ve cemaatler iktidar sofrasında nimet yarışına girip bizi Ortadoğu batağına çekerken, Türkistan uluları ‘’Padişah huzurunda dahi olsanız Hakk’ı ve hakikati söylemekten çekinmeyiniz’’ diyerek hala aydınlatmaya devam ediyorlar bizleri.
Öyle görünüyor ki biz ne dersek diyelim tarikat ve cemaatler mesele ister küresel güçler, ister gizli ve açık yürütülen Arap milliyetçiliği, ister cahillik, ister Vahabi selefiyeciliği ve ister yobazlıktan geçinen din tüccarları olsun Türk’ün ilelebet süren varlık mücadelesinde Türk’ün en hayati varlık sorunları olmaya devam edecektir”
Prof. Dr. Enis ÖKSÜZ
“Kötülere acımak, iyilere zulümdür. Zalimleri affetmek, mazlumlara zulmettir.” diyor Dedem Korkut. Korkut Ata’nın yolundan gidenler, Atsız Ata’nın izini sürenler, Alpaslan Türkeş’in ülküsünü güdenler, Mustafa Kemal’e TÜRK CUMHURİYETİ’ni sonsuza dek yaşatma sözü verenler, sözüm sizedir. Görüyorsunuz ki emperyal eşkıyalar çok pervasız. BOP projesi , Sevr’in çağdaş versiyonu olarak güncellenmiş biçimde bölge ülkelerinin kabusu olmaya devam ediyor. Allah başta ülkemizi yöneten siyaset adamlarına ve Türküm diyen tüm vatanseverlere basiret versin.
Aylardır iğrenç bir tiyatronun fragmanıyla toplumun refleksleri ölçülmeye çalışıldı. 40.000 kişinin katili, bölücü ihanetin senaristi, birlik ve beraberliğimizin düşmanı İmralı canisinin tecriti kaldırılarak Gazi Meclis’te konuşma yapmasının yolu açılmaya çalışılmaktadır. Bunun için MHP’nin ve Devlet Bahçeli’nin ön alması ve görev üstlenmesi Türk milliyetçileri için elem verici bir durumdur. Hangi partiye mensup olursa olsun karşılaştığım tüm milliyetçiler ve ülkücü dava arkadaşlarım derin bir üzüntü, tarifsiz bir öfke içindeler.
Bazı ülkücüler ise olanı biteni kuşkuyla karşılasalar da “lidere sadakat” inancıyla susmakta, gelişmeleri “devlet aklı” olarak sineye çekmektedirler. İktidar bloğunun şakşakçısı ve gözü kapalı destekçisi tv’lerin kadrolu elemanları ise “terör bitecek, barış gelecek” nakaratlarıyla uşşak makamında yorumlarla Apo’ya şirinlikler, Bahçeli’ye övgüler düzmektedirler.
Açılım sürecinin nasıl saçılıma, sokakların nasıl hendek barikatlarına dönüştüğünü, kaç Mehmetçiğin evine ateşler düştüğünü ,kaç ana babanın evlatsız, kaç eşin kocasız, kaç çocuğun babasız kaldığını unutmadık. Şehitlerimizin mezar taşları yağmurlardan önce gözyaşlarıyla yıkanıyor hep. Bize bu acıları yaşatan caniye gün ışığı bile haram edilmeliyken Parlamentoda DEM’lenme hakkı öyle mi? Yazıklar olsun size! Hani teröristle müzakere yapılmaz, mücadele edilirdi? Terör zaten bitmemiş miydi? Hani topu topu 200 kişi kalmıştı? Hani Süleyman Soylu onları ayakkabı numaralarına kadar biliyordu?
Bunlar doğru değilse sormak gerekir, siz bu milletin aklıyla dalga mı geçiyorsunuz? Yok eğer doğruysa yenilgiye uğratılmış ve bitirilmiş pkk’nın zaten tutuklu olan elebaşı ile pazarlık saçmalığına neden razı oluyorsunuz?! Kaldı ki Kandil’de yuvalanmış, ABD tarafından modern silahlarla donatılıp eğitilmiş ve devlet kurma aşamasına gelmiş olan teröristlerin Öcalan canisinin çağrısına uyup silahları teslim edeceğini mi düşünüyorsunuz? İmralı’dan dönüşte Dem partili Sırrı Süreyya Önder iskeeleden ayrılırken motorun penceresinden tebessümlerle zafer işareti yapıyordu. Sizce bu neyin zaferiydi,kazanan kimdi?
Bugüne kadar etnik bölücü terörün bize ekonomik maliyeti 3 trilyondolardır.Binlerce masum insanın katli,yakılıp yıkılan köyler, ekilen ve büyütülen fitne tohumları. Çözüm sürecindeki akil adamlar korosu yine iş başında. Hassasiyetlerimizi ve endişelerimizi dile getirmeye bile tahammülleri yok. E yani,sen barışa karşı mısın? Sen barışı istemiyor musun? Kürt sorunu yok mu yani? Neredeyse etnik ayrımcı Apo canisi barış havarisi ilan edilecek, aziz ve kutsal Cumhuriyeti sahiplenenler, üniter devleti savunanlar, Anayasa’mızdaki temel hükümleri baş tacı yapanlar ırkçı ve terörist ilan edilecek! Egemen bir devletin böyle maskaralıklarla acze düşürülmesini hiçbir vatansever kabul etmez, edemez.
Akp iktidarında imzalanan ikiz yasaların, Dolmabahçe’de yapılan mutabakatın, Oslo görüşmelerinde ikna olunduğumuz projelerin mahiyetini bilemesek de bugün geldiğimiz noktada nelere zorlandığımızı hepimiz ibretle ve nefretle izliyoruz. Devlet aklıymış? Devlet aklının tecelli etmesi gereken TBMM’dir. Demokrasilerde devlet millet için vardır. Her şey şeffaf olmalıdır.Toplumsal mutabakatla alınmayan kararlar bir süre sonra devletin de, milletin de başına bela olur.
Kendisi de bir aparat olan terör örgütleri emir aldıkları merkezlerin hedefleri doğrultusunda hareket ederler. Onların maddi manevi destekleriyle ihanetin piyonları olarak her türlü melaneti göze alırlar. İpleri yabancı istihbaratların ve devletlerin elindedir. Dün koca imparatorluğu yıkanlar,yıkanlara yardım eden yerli işbirlikçiler kimlerse bugün de Abd’nin,İngiltere’nin,Fransa’nın emrinde olanlar onların çocuklarıdır. Dün kimler Kürt Teali Cemiyetine,İngiliz Muhipleri Cemiyetine,Mason Localarına bağlanıp devletine ihanet ettiyse ,bugün pkk ve diğer terör örgütlerine hizmet edenler,ülkemizin huzuruna kastedenler,kandan beslenenler , CİA’nın, MP-5’in,Mossad’ın uşaklarıdır.
Kürt sorunu sadece bir maniveladır. Bu ülkede böyle sorun yoktur. Bu ülkede emperyalist eşkıyaların ve onların yerli işbirlikçilerinin ülkemizi bölme hesapları vardır. Anayasa’mız güvencemizdir. Buradaki temel maddeleri değiştirmeye kalkanların TÜRKLÜK’le bir sorunu vardır. İkiz yasalar bu milletin önüne konulmuş bir tuzaktır. Eline silah alan terörle hedefine ulaşırsa Allah korusun sonumuz Osmanlı’nın sonundan farklı olmaz. O zaman her Türk vatandaşının Anayasamıza sahip çıkma hakkı ve hatta görevi olduğunu herkesin bilmesi gerekir. Egemen devlet ortak kabul etmez.Barışımızı silah ve terörle bozanla pazarlığı doğru bulmuyorum. Barışın bir tek yolu vardır; terör örgütü şartsız ve karşılıksız olarak silah bırakır, yenilgiyi kabul edip teslim olur.
Ben “Yurtta barış, cihanda barış” diyen bir Ata’nın varisi, merhamet medeniyeti ile üç kıtaya hükmetmiş yüce TÜRK milletinin bir evladıyım.
Not: Değerli okurlarım bir yılı geride bıraktık. Yeni yıl size yeni mutluluklar, ülkemize de birlik, beraberlik ve huzur getirsin.
Özlemiştim Uzunköprü’yü. Uzunköprü demek benim için memleket demek. Ne buluyorsun kocaman bir köye dönüşen o kasabada diye sorabilir bazıları. Ben de soruyorum o soruyu kendime. Nereden baktığınıza, ne aradığınıza bağlı.
“Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır.”demiş atalarımız. O nedenle ucube yapılar yerine gözümüz gibi korumamız gereken yapılar da var ilçemizde. Tarihi sahiplenen tarihin de bağrına bastığı yapılar bir sevdaya dönüşüyor zamanla.
Kadük olmuş imar planlarına rağmen bugüne kadar bir çivi çakılamayan, satılamayan, istimlak edilmeyen, kaderine terk edilmiş, şehir estetiğine düşmüş birer gölge gibidir hepsi. Ama eski Tekel binası, eski Askerlik Şubesi, Demokrasi Anıtı, Camiler ve mahalle ile bütünleşmiş sokak çeşmeleri teselli pınarı gibi rahatlatır ruhlarımızı.
Hala zift aksa da Ergene, Hacı Bayram Veli Hazretlerinin dualarıyla açılan 2. Murat’ın emaneti, dünyanın en uzun taş köprüsünü seyretmek tarifsiz bir duygudur mesela. Restorasyonu bir türlü bitirilemese bile gururumuzdur tarihi köprümüz.
Köprü başındaki eski Belediye binası yıkılmadan aslına uygun bir şekilde yeniden yapılsaydı Cumhuriyet meydanındaki Türk Ocağı binası gibi. 1927 yılında Gazi Mustafa Kemal’in yardımıyla ve teşvikiyle inşa edilen ama bugün alnında ilçe Halk Kütüphanesi yazan binadan bahsediyorum. Türk Ocağı Cumhuriyet tarihimizin yaşayan mesajı, idealist heyecanların harlı alevidir.
2006 yılında yeniden açılışını yaptığımız Uzunköprü Türk Ocağının pazar günü düzenlediği kahvaltıdan da bahsetmek istiyorum. Uzunköprü ziyaretini özellikle bu haftaya denk getirmemin asıl nedeni de dostları bir arada görmek, hasret gidermekti. İyi de oldu. Ziyadesi ile mutlu oldum.
Yoğun ilgi herkesin dikkatini çekmiş, gönüllerimize bir rahmet ferahlığı gibi yayılmıştı. İyi bir analiz ile bu ilginin arka planını araştırmak, yeni yol haritası ve metotları için oldukça yararlı olabilir diye düşünüyorum.
Dernek başkanı Murat Selvi’nin etrafındaki gençlere, gayretli ve aktif yönetim kurulu üyelerine teşekkür etmeli, onların her konuda destekçisi olmalıyız. Neden mi böyle düşünüyorum? sebepsiz değil elbette. Türk ocakları bildiğiniz gibi siyaset üstü bir kurumdur. Cumhuriyetin temellerinde Ocaklıların alın teri, feda edilmiş canları, toprağı vatanlaştıran şahadet kanları vardır.
En güvenilen partiler ve liderlerin akıl almaz, vicdan kabul etmez, milli düşünceyle örtüşmez açıklamalarıyla adeta fetret devrine mahkum edildiğimiz bu günlerde, siyasetin bütün umutlarımızı felç ettiği bu karamsar eyyamda Türk Ocakları vatanseverlerin yeniden buluşma adresi olmuştur. Her Türk Ocaklı bir İttihatçı, bir Kuva-yı Milliyeci gibidir nezdimde. Mustafa Kemal’in önderliğinde Osmanlı’nın küllerinden onların sayesinde dirilmiştik. Bugün benzer tehlikelerle kuşatılmış gibiyiz. Anladınız mı ocak ateşlerini niçin önemsediğimi? Onun için parti rozetlerimizi yakamızın arkasına aktarmalı ve partiler üstü bu ocakta kenetlenmeliyiz. Sözlerimi bir inançla bitirmek istiyorum:
“İttihatçılar ölür, ama ittihatçılık ölümsüzdür.”
Yaşasın Türk Ocakları.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.