Kıymetli Okurlarım! En kalbi duygularımla Muhabbetle saygı ile özlemle sizleri selamlıyorum, Cumanız Mübarek olsun. Cuma Günü Gazetemizin köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel bir haslet.
Allah (C.C) şöyle buyurmaktadır:
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının…” (Nisa, 4/1)
Sevgili Peygamberimiz de (s.a.v) şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar! “Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır.” (Buhârî, Edeb’ül Müfred,309,334)
Rabbimizin, atamız Âdem (a.s.)’i yaratmasıyla başladı varlık sahnesindeki serüvenimiz. İmtihana tabi tutulmaktı bu başlangıcın sebebi. Bununla birlikte insanlık ailesine, kıyamete kadar devam edecek ağır bir sorumluluk da yüklendi. Hepimiz, bir arada yaşayacağımız bu âlemi imar etmekle görevlendirildik.
Ancak bu ulvi yaratılış hikmet ve gayesi zaman zaman unutuldu. Tarih, aynı özden gelen ve kardeş olan insanlar arasındaki nice üstünlük yarışlarına, bu yolda değerlerin tüketilişine, insan onur ve haysiyeti ile bağdaşmayan nice uygulamalara, zulümlere, katliamlara şahit oldu.
Kıymetli Kardeşlerim!
Âlemlerin Rabbi, Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) vasıtasıyla insanlığı yeniden uyardı. Ona, hayat kitabı Kur’an’ı vahyetti; her daim birlik ve beraberliği, ahlakı, adaleti, hak ve hukuku diri tutan Kur’an’ı gönderdi.
“Bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş, bir canı kurtaran da bütün insanları kurtarmış gibi olur.” (Mâide, 5/32.) ilahi ilkesi bu anlayışın temelini teşkil etti.
. O, “Hepiniz Âdem’densiniz. Âdem ise topraktan yaratılmıştır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 110, 111.) sözüyle cahiliyyenin makam, mevki, şan, şöhret, servet, asabiyet üzerine kurulu sahte değer yargılarını yok etti. Peygamberimiz, yaşamak için kardeşini öldürmekten çekinmeyenlerden oluşan toplumu, kardeşini yaşatmak için çırpınanlardan oluşan bir topluma dönüştürdü.
Mekke’nin fethedildiği gün, yıllar önce oradan kovulan, hakaretlere uğrayan ya da sürekli olarak tehditlere maruz kalan ashâbına, tam öç alma fırsatının ellerine geçtiği günde, sevgili Peygamberimiz şöyle seslenir:
“Ey İnsanlar! Allah size Câhiliye âdeti olan böbürlenmeyi ve atalarla övünmeyi yasakladı. İki çeşit insan vardır: (Birincisi,) iyi, takva sahibi ve Allah katında kıymetli olan
insan; diğeri ise günahkâr, isyankâr ve Allah nezdinde değersiz olandır. Bütün insanlar Âdem’in oğullarıdır ve Allah Âdem’i topraktan yaratmıştır.
Allah şöyle buyurmaktadır:
‘Ey insanlar! Doğrusu biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.’” (Hucurât, 49/13; Tirmizî, “Tefsîru’l-Kur’ân”, 49)
Allah Resûlü’nün ashâbından biri, güzel bir vadiden geçiyordu. Vadide suyu tatlı bir dere vardı. Suyun tadı çok hoşuna gitmişti. Karşılaştığı manzaradan da oldukça etkilenmişti. “Keşke insanlardan uzaklaşıp şu vadiye yerleşsem!” demekten kendini alamadı. Fakat hemen ardından Hz. Peygamber hatırına geldi ve onun izni olmadan böyle bir şey yapamayacağına karar verdi. Bunun üzerine Resûlullah’a giderek durumu anlattı. Allah Resûlü kendisini dinledikten sonra ona böyle bir şey yapmamasını söyledi.
Çünkü kısa bir süre de olsa Allah yolunda insanlarla omuz omuza verip cihat etmek, tek başına yıllarca namaz kılıp kendini ibadete vermekten daha faziletliydi. (Tirmizî, “Fedâilü’l-cihâd”, 17; İbn Hanbel, II, 524)
Dini yaşamak, bir köşeye çekilip yalnızca Allah’a olan sorumluluklarını yerine getirmekten ibaret değildir. Aksine din, Allah kadar insanlarla ve diğer canlılarla olan ilişkilerin de gözetilmesini öngörür. Nitekim insanın imtihanını anlamlı kılacak ve onun sonucunu etkileyecek en önemli hususlardan birisi de budur. Dolayısıyla İslâm’da ruhbanlık gibi kişiyi toplumdan tecrit eden bir yaşam tarzı tasvip edilmemiştir.
Aile’de Birlikte Yaşamak
Evet; İnsan tek başına yaşayamaz, birlikte yaşamak zorunda, İnsanın bu birlikteliği önce ailede başlamakta… İlk aile Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın ailesi, daha ilk andan başlayarak insanın varlığının ailede değer bulduğunu hatırlatır bize…
Aile, Allah’ın varlık dünyasına vurduğu ilâhî bir mühürdür. İlâhî kudretin insan hayatına yerleştirdiği bir nişandır. Kur’an-ı Kerîm,
“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de Allah’ın (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rûm, 30/21) demektedir.
Onun için Allah Resulü:
“Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı şekilde davrananlarınızdır…” (Tirmizî, “Menâkıb”, 63; İbn Mâce, Nikâh, 50) buyuruyordu.
Akraba ilişkileri
Değerli Kardeşlerim;
Her geçen gün, hayatımızı kolaylaştıran yeni buluşlara imza atılmakta, teknolojik alanda baş döndürücü gelişmeler yaşanmaktadır. Bir tuşa dokunduğumuzda dünyanın öbür ucu yanımıza geliyor, oturduğumuz yerden istediğimiz bilgiye ulaşabiliyoruz. Hatta bazen kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki, tek dostumuz önümüzdeki bilgisayar ve elimizdeki telefonun ekranı oluveriyor. Böyle olunca da çoğu defa duygularımız zayıflıyor, ilişkilerimiz sanallaşıyor. Unuttuğumuz, kaybettiğimiz değerlerimiz var. Yüce dinimiz İslam’ın, üzerinde hassasiyetle durduğu bu önemli değerlerden birisi de sıla-i rahimdir. Sıla-i rahim, akrabamızla sıcak ilişkiler kurmak, ilgilenmek, onların hal ve hatırlarını sorup ihtiyaç duyulduğunda yardımlarına koşmaktır. Sevinçlerine ortak olup, üzüntülerini paylaşıp hüzünlerini azaltmaktır. Darda kaldıklarında onları ferahlatmak, düştükleri vakit ellerinden tutup kaldırmaktır.
Farklı Kültür ve Dinlerle Birlikte Yaşama
Bunlardan birincisi, nerede yaşarsa yaşasın Müslüman olan herkes kendi kimliğini muhafaza edecek, bu çok önemli. Bu sadece kendimiz için değil, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, bu şartlar içinde yaşayan tüm insanlar için geçerli.
Evet, herkes, her Müslüman kendi kimliğini muhafaza edecek. Kendi kimliğini muhafaza etmesi için de kimliğini oluşturan bütün unsurları bilecek; tarih bilecek, kültür bilecek, kültürünü muhafaza edecek, örflerini adetlerini muhafaza edecek. Kültürün evi olan
dilini muhafaza edecek ve kimliğini oluşturan bütün unsurların muhafızı ve bekçisi olan inancını koruyacak ve muhafaza edecek, dinini koruyacak.
Tarih bize şunu gösteriyor. Tarih sahnesinde dinini kaybeden dilini kaybediyor. İnancını kaybeden tarihini, kültürünü kaybediyor. Kimliğini oluşturan bütün unsurları kaybediyor. Bir müddet sonra başkalaşıyor, daha sonra da asimilasyon dediğimiz tehlike ile karşı karşıya kalıyor. İnancını koruyan, dinini koruyan, kimliğini oluşturan bütün unsurları da muhafaza ediyor. Bu birincisi. İkinci önemli şey komşularla iyi geçininiz. Beraber yaşadığınız, yakın çevrenizi oluşturan komşularınızla İslamiyetin öngördüğü o tevazuyu, o cömertliği, o erdemi, o fazileti asla göz ardı etmeden iyi geçininiz. Nitekim Allah resulü öyle buyurur “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa komşusuna eziyet etmesin; (Buhârî, “Rikâk”, 23)
Gelin dört beş asır önce Bursa’ya, Edirne’ye veya İstanbul’a gidelim. İstanbul’da, Bursa’da, Edirne’de biz Yahudi’yi, Hıristiyanı, Müslüman’ı, Rum’u Ermeni’yi yanyana beraber yaşatmış, ibadetlerini yanyana inşa etmiş bir ecdadın, bir tarihin, bir medeniyetin çocuklarıyız. Bizim tecrübemizde bu var. Biz bütün dünyaya bunun örneğini göstermiş bir milletin çocuklarıyız. Neden gösterdik? Çünkü biz bu değerleri inancımızdan aldık. Peygamber Efendimiz’den örnek alarak yaptık. Şanlı geçmişimizde babanın evlâda vasiyeti var: “Evlâdım, çorba dağıtacağın zaman önce gayri müslim komşunu düşün, onunla başla” İşte biz böyle bir ecdadın çocuklarıyız, böyle bir medeniyetin mensuplarıyız.
Farklı bir kültürde, farklı bir medeniyette, farklı din mensuplarıyla birlikte yaşamayı kabul etmiş her Müslümana üç vazife düşüyor:
Birincisi kendi kimliğini muhafaza etmek..
İkincisi içinde yaşadığı toplumla, komşularla iyi geçinmek, barış ve huzur içinde yaşamak. Üçüncüsü de başka bir kültür içerisinde, başka bir medeniyetle birlikte, başka din mensuplarıyla birlikte yaşamaya başlayan her kardeşimiz İslâm’ın bütün güzelliklerini, Muhammed Mustafa’nın bütün örnek ahlâkını kendi hayatında gösterecek. İslam’ın güzelliklerini herkes görecek onun hayatında. Adı Ahmet ise, adı Mehmet ise, adı Mustafa ise, Muhammed Mustafa gibi davranacak. İslam’ın rahmetini insanlar görecek onda.
.
Unutmayalım ki; bugün tüm insanlığın birlikte yaşama anlamında gönül erlerinden Yunus Emre’nin,
“Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü”
algısına, Mevlana’nın “Değil mi ki sen bensin; ben de senim. Kendi kendimizle bunca savaşmamız da ne?” diyen çağrısına, Hacı Bektaşı Veli’nin “Gelin canlar bir olalım!” deyişine ihtiyacı vardır. Bugün körelmeye yüz tutmuş hassasiyetlerin, ubudiyeti unutmuş zihinlerin, hırs, tamah, kibir ve güç tutkusuyla kararmış kalplerin Peygamberimizin örnekliğine, manevî önderliğine ve ilâhî rehberliğine ihtiyacı var
Kardeşlerim!
Müslümanlar olarak bizler, her şartta Kur’an’ın hayat veren ilkelerine uymakla yükümlüyüz. Son Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.v)’nın çağlar üstü örnekliğini esas almakla mükellefiz. İslam ümmeti, bir taraftan çağı doğru okuyan, diğer taraftan da dinin sahih bilgisini günümüze taşıyarak vazgeçilmez değerlerine sahip çıkan bir bilinç düzeyine eriştiğinde şiddet sarmalından kurtulacaktır. İslam’ın medeniyetler inşa eden eşsiz ilkelerine, tarihte bu ilkelerin üzerinde yükselen model toplumlara, onların farklılıkları çatışma ve yıkım sebebi değil, gelişme ve zenginleme fırsatı olarak nasıl değerlendirdiğine odaklandığımız zaman, coğrafyamız yeniden selam ve eman yurdu hâline gelecektir. Ülkemize, gönül coğrafyamıza ve insanlığa barış, huzur, esenlik, merhamet, şefkat, adalet ve fazilet aşılamanın yolu, birlikte yaşama hukukunu ve ahlakını yeniden yaşanır kılmaktan geçmektedir. Peki birlikte yaşama ahlakını ve hukukunu nasıl temin edeceğiz?
1. Sevgiyi Egemen Kılarak
Aile ve akraba münasebetlerinde, komşuluk ilişkilerinde, arkadaşlıklarda, işyerlerinde, trafikte, ortak yaşam ve kullanım alanlarında karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörüyü, sükunet, itidal ve sabrı ilişkilere egemen kılmalıyız.
Sevgiyi ve imanı toplumsal barışın, birlikte yaşamanın temel taşı ve anahtarı kabul eden Allah resulü şöyle buyurmuştur:
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek anlamda iman etmiş olamazsınız2.
Kardeşliği Egemen Kılarak Biz kardeşliği ondan öğrendik. O, bize kardeşliğin sadece bir retorik, bir söylem ve bir edebiyat olmadığını öğretti. Doğulu-Batılı, Arap-Acem, Türk-Kürt, kadın-erkek, zengin-fakir, şehirli-köylü, işçi-memur, eğitimli-eğitimsiz, kariyerli-kariyersiz gibi yapay tüm ayrımları, iman kardeşliğinin potasında eritmeyi bize o öğretti. O, bize, kardeşi kardeşe bağlayan en yüce değerin sadece sevgi, ilgi ve muhabbet değil; aynı zamanda bir hak olduğunu bildirdi. Ona göre müminler birbirine hak bağı ile bağlıdır. Hak bağının kurucusu ise bizzat Cenab-ı Hakk’ın kendisidir. Nitekim ayette,
‘Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz’ (Âl-i İmrân, 3/103) buyurulmuştur.”
Evet, biz, karıncayı bile incitmenin yanlış olduğunu bildiren bir dinin mensuplarıyız. Ama etrafımıza bakıyoruz, insanlar birbirlerini kesiyor, birbirlerini katlediyor. Ne vahim bir durumdur. Ne vahim bir ruhtur.
Bugün İslâm coğrafyasının bir ilim ve medeniyet coğrafyasından bir zulüm ve mazlûmiyet coğrafyasına dönüşmesinin en büyük sebebi, kardeşlik ahlâkı ve kardeşlik hukuku ihlâlidir. Oysa kardeşlik hukukunun çiğnendiği bir Müslüman dünyayı ve kardeşlik ahlâkının zedelendiği bir İslâm dünyasını Yüce Rabbimiz ateş dolu bir çukurun kenarında yaşamak olarak
14
değerlendirmiştir. Böyle bir yaşam, her an ateş dolu çukura düşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu tehlikeden kurtulmanın yolu, her şeyden önce müminlerin kardeşliğinden geçmektedir.
Bunun için kalpler arasında ülfetin sağlanması ve Cenâb-ı Hakk’ın nimeti sayesinde kardeşler olduğumuzu bir kere daha hatırlamamız gerekmektedir.
Öyleyse sadece silahların susması yetmez, sadece ateşin sönmesi yetmez. Sönen ateşin küllerinden bahçeler yapmalıyız. Sönen ateşin küllerinden kardeşlik ağaçları dikmeliyiz, kardeşlik meyveleri devşirmeliyiz. Çünkü bizim kardeşliğimiz, Yüce Allah’ın bize en büyük lütfu, ikramı, ihsanı ve nimetidir. Bu kardeşlik soy, sop, ırk, renk, dil, bölge ve asabiyet temelinde bir kardeşlik değildir. Menfaat temelinde bir kardeşlik hiç değildir. Yüce değerler ve yüksek idealler etrafında bir kardeşliktir. İman ve takva ekseninde bir kardeşliktir. İslâm kardeşliğidir. Yüce Rabbimizin ifadesiyle,
“Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurat,49/10)
Birlikte yaşamak demek; Şam’ın ıstırabını, Arakan’ın sancısını, Filistin’in dramını, Somali’nin, Eritre’nin, Yemen’in gözyaşını yüreklerimizde hissetmek demektir.
Merhum Akif’in ifadesiyle;
“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma geç git!, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!”
Birlikte yaşamak demek; Müslüman coğrafyada akan kanın teheccüdde gözyaşına bürünmesi demektir.
Birlikte yaşamak demek; her hangibir fitne-fesat karşısında yüreklerin toplu vuruşu demektir.
Birlikte yaşamak demek Akif’in
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez”
dizelerini iliklerine kadar hissetmek demektir.
Birlikte yaşamak demek; insanları, ülkelerin kaynaklarını sömürmek için yeryüzünü kan ve gözyaşı cehennemine çevirmek için birlikler oluşturmak değil, duygu ve değer birlikteliğini, inanç ve ideal birlikteliğini, sevgi ve hoşgörü medeniyetini kurmak için bir ve beraber olabilmektir.
Yunusun diliyle;
“Gelin birlik olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz,” diyebilmektir.
Birlikte yaşamak; birlikte paylaşmak demektir. Sevgiyi, mutluluğu, sevinci, acıyı, kederi, hüznü paylaşmak…Bütün güzellikler adına ne varsa harmanlayıp gönülden gönüle sunmaktır.
Sohbetimizi şairin şu dizeleriyle sonlandıralım:
“Gelin birlik olalım yarın çok geç olmadan, Gelin dirlik bulalım vazgeçin öç almadan. Nefreti yok edelim gel sen de katıl bize, İntikam eşkıyası sevgiyle gelir dize. Yedi düvel elinden kim kurtardı bu yurdu? Mehmetçik değil miydi Lazı, Çerkezi, Kürdü?
Hangimizin ecdadı feda olmadı yurda? Hangi bahçeden bir gül solmadı bu uğurda? Düne kadar Bosna’da kırılırken soydaşın, Sana senden başka dost çıktı mı düşün-taşın! Asırlardır dinmedi bir bölücü ninnisi, Aynı dinden değil mi alevisi sünnisi? Bin kere lanet olsun Yezit denen deliye! Muhabbetle bağlıyız Muhammed’e Ali’ye. Duyulmuş mu dünyada böyle oyun havası? Bize mi kalmalıydı komşunun kan davası? Siyah beyaz kavgası nasıl ilginç değil mi? Bizim mezhep kavgamız daha gülünç değil mi?
Geçin o sınıfları geçin kardeşim geçin, Barışta buluşalım mutlu Türkiye için! Düşman sevindirmenin ne alemi var şimdi? Milletçe kenetlenip sarılmamız kâr şimdi! Bir başka ulus var mı böyle temiz böyle saf? İnsaf edelim dostlar, insaf edelim insaf!”
GÜNDEM
23 gün önceGÜNDEM
18 Temmuz 2025GÜNDEM
18 Temmuz 2025GÜNDEM
18 Temmuz 2025GÜNDEM
18 Temmuz 2025GÜNDEM
18 Temmuz 2025GÜNDEM
18 Temmuz 2025Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.