PARÇALI AZ BULUTLU
İMSAK'A KALAN SÜRE
GENÇLERİN İSYANI
Gençlerdeki bu tepki neden kaynaklandı? Apolitik olarak bilinen bu gençleri sokaklara döken gerçekler ne?
Gençler, uzun bir süredir demokratik haklara, ifade özgürlüğüne ve sosyal adalete yönelik artan kaygı içinde. Hukukun öngörülebilir olmaması, yargı süreçlerinin uzaması, liyakatin geri planda kalması… Bütün bunlar, gençlerin sisteme olan inancını zedeliyor, araştırmalar her üç gençten birinin hedefinin yurtdışına gitmek olduğunu gösteriyor.
Gençleri umutsuzluğa sürükleyen en önemli sorunların başında da işsizlik geliyor. Türkiye’de 22 yıllık AKP döneminde eğitimin niteliği zayıflarken paralı vakıf üniversiteleriyle sayı 200’ü geçti.
8 milyon genç bu üniversitelerde okurken aynı oranda istihdam yaratılamıyor. Kalitesiz eğitimle mesleksiz gençler yaratılıyor. Bugün üniversiteli işsiz oranı yüzde 25. Üç üniversiteliden biri işsiz.
Yüksek öğrenimli genç sayısının artması işgücü piyasasının yapısını da bozdu. İş beğenmiyor diye suçlanan gençler 22 bin 104 TL olan asgari ücretli işlere mahkûm. Üstelik işe girebilmek ise liyakatle değil. Gençlerin çoğunluğu partili olmazsan ya da güçlü kişilerle bağlantın yoksa işe giremeyeceğini düşünüyor. Bunun için mülakat tartışmalarını hatırlamak yeterli.
Gençliğin içinde bulunduğu manzara bu. Ve bunu değiştirmek için hiçbir umut yok. Aksine sürekli hakaret eden bir yönetim var. — Jale Özgentürk-Cumhuriyet Gazetesi –
——————————————————————————————————————–
ÜMİT ÖZDAĞ NİÇİN TUTUKLU?
Yetmiş günü geçti. Bir insanı tutukluyorsunuz, yetmiş günden fazla zaman geçiyor ve tutukladığınız insan hakkındaki iddianameyi hazırlamıyorsunuz? İşkence kalktı mı gerçekten? Bu ülkede işkence yok, diyebilir misiniz? Sebebi bilinmeden aylarca tutuklu kalmak işkence değilse nedir?
Ümit Özdağ, PKK ile ve onun müebbet hapse mahkûm başkanı ile yapılan görüşmeleri eleştiriyor. Eleştirmesin mi? “Bu yanlış bir siyasettir, eylemleriyle on binlerce şehide mal olan terör örgütüyle müzakere yapılamaz, bebek katili mecliste konuşma yapmaya çağrılamaz.” demesin mi? Bunları sen söylediğin zaman suç olmuyor da Özdağ söylediği zaman mı suç oluyor?
Burada iktidar yandaşlarına da muhalefete de sesleniyorum. Birtakım kişi ve kurumların ortaya atıp uygulamaya koyduğu bazı işleri “devlet aklı, derin devlet” filan diye adlandırmayın. O politika ve uygulamalar, iktidarın ve onun emrindeki bazı kurumların politika ve uygulamalarıdır.
Yetmiş seksen gün bir tutuklu hakkında iddianame hazırlamadan onu bir hücrede tutuklu bulundurmak Türk Devleti’ne yakışmaz. Devlet geleneği olmayan Afrika ülkelerine bile yakışmaz.
Siyasi mücadele, yiğitçe, mertçe yapılmalıdır. Rakibinin ellerini ayaklarını bağlayıp ona saldırmak hiçbir spor karşılaşmasında yoktur. Siyasi mücadele, ne zamandan beri namertlik demek oldu? Unutmayın ki bizim milletimiz, adını bir türlü söyleyemediğiniz Türk milleti, mertliğe âşıktır ve namertleri hiç sevmez. Biz Hazreti Ali cenkleriyle, Ebû Müslim Horasani hikâyeleriyle, Kürşatlarla, Tarkanlarla, Kara Muratlarla büyüdük. Kahramanlarımızın “bre namert, bre kavat!” nidalarıyla büyüdük.Kendinize gelin, mert olun, âdil olun. Ümit Özdağ’ı serbest bırakın ki biz de âdil ve eşit bir mücadele nasıl olurmuş, görelim.
—-Ahmet B. ERCİLASUN-Yeniçağ Gazetesi—–
KUDÜS BİZİM OLDU MU Kİ….
Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı adlı kitabında Allahaısmarladık bölümünde: “Artık Şam’dan ayrılıyorum… Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan’ı sanki safra gibi boşaltıyoruz… Anadolu hepimize hınçla, güvensizlikle ve şüpheyle bakıyor. Yüzbinlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz.”
Falih Rıfkı Atay devam ediyor: “İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene: ‘Benim Ahmed’i gördünüz mü?’ diyor. Hangi Ahmed’i, yüz bin Ahmed’in hangisini? Yırtık basmanın altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun tersini gösteriyor. ‘Bu tarafa gitmişti’, diyor. ‘Ahmed’imi gördün mü?’ Hayır… Hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. Allah’ın Muhammed’e bile anlatamadığı cehennemi gördü. Anadolu Ahmed’ini soruyor. Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek… Fakat, biz Ahmed’i kumarda kaybettik.”
Evet, ıssız ve sahipsiz Anadolu’nun çaresiz anaları işte böyle ağlıyorlardı. Onlar yokluklar, fakirlikler içinde büyüttükleri ve vatan için askere yolladıkları Ahmetlerini soruyorlardı. Ahmetler, hiçbir zaman Osmanlı’nın olmayan çöllerinde, kavurucu sıcaklarda yitirilmişti. Anadolu’nun sütü böyle heba edilmişti. Ahmetler, Osmanlı’nın oynadığı kumarda kaybedilmişlerdi.
Peki, Ahmet’in kanının aktığı o topraklar, gerçekten Osmanlı’nın olmuşlar mıydı? Cevabı Falih Rıfkı Atay versin: “Biz Kudüs’te kirada oturuyoruz. Halep’ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk kâğıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor… Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz… Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar her şey Arapların veya başka devletlerin… Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk’e az rasgeliyordum… Osmanlı İmparatorluğunda bütün azınlıklar imtiyazlı oldukları için ve Türk unsuru imtiyazsız olduğu için herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha faydalı idi.
Falih Rıfkı Atay, feryat ediyordu: “Geç kalmıştık. Artık ne Suriye, ne de Filistin bizim idi. Rumeli’yi de kaybetmiştik… Ve kendimizi otelciye, lokantacıya, hatta posta memuruna anlatmak için yavaş yavaş Arapça öğreniyorduk. İmparatorlukların sanatı sömürge ve milliyet işlemektir. Osmanlı İmparatorluğu, Trakya’dan Erzurum’a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmal idi.”
Tarihi çarpıtmak, tarihi yanlış anlatmak, tarihi yapanlara nankörlüktür. Kahraman şehitlerimize nankörlüktür. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne nankörlüktür.
—-Naim BABÜROĞLU. Yeniçağ Gazetesi—
GÜNDEM
11 gün önceGÜNDEM
18 Nisan 2025GÜNDEM
18 Nisan 2025GÜNDEM
18 Nisan 2025GÜNDEM
18 Nisan 2025GÜNDEM
18 Nisan 2025GÜNDEM
18 Nisan 2025