Kimlik, bir özellik, bir nitelik belirtisidir. Bunun en belirginliği Roman toplumlarda görebiliyoruz. Kimliğin oluşumunda kültürel, ekonomik değer ve davranış kalıpları önemli etmenlerdir. Kimlik aynı zamanda insanın fiziksel ve genetik özellikleri kimliğin belirleyicisi olmuştur. Kültür, insan toplulukları arasındaki farklılıkları derinleştirmekte ve uyum sorununa dönüştürebilmektedir. Bu durum dışlanmanın tetikçisi de olabilmektedir. Çingene kimlikli toplulukların en büyük özelliği komünal (kapalı toplum) olmasıdır. Aynı zamanda çok farklı bir yaşam kültürü ve farklı davranış biçimlerine sahiptirler.
Çingeneler hakkında binlerce yazılar, çokça belgeseller bulunmaktadır. Akademisyenler nicel ve nitel yöntemler kullanarak bilimsel araştırma çalışmaları yapmıştır. Tarihsel uzantısında kültürel kodları kendileri için sorun yumağına dönüşmüştür. Yaşam karakteristiğinde sosyolojik ve psikolojik eğilimlere sahiptir. Romanlar, yaşamsal varlığını sürdürmek için kaçınılmaz olarak kendi yaşam pratiğini yaratmak zorundaydı. Çingenelerin tarih izlerini “İstanbul Tarihi” isimli bir kitapta görebiliyoruz. Eremya Çelebi Kömürcüyan, 17. yüzyılda İstanbul’u anlatan kitabında Çingenelerden de bahsetmiştir:
“Yirmiüçüncü kapı Topkapıdır. Bu kapının iç ve dış taraflarında Ermeni poşalar(Çingeneler) oturur. Erkekler elek yapar, kadınlar da bunları satmak için sokak sokak gezerler. Yüzleri açık olarak gezen bu hayasız kadınların erkeklerinden çoğu Müslüman olmuştur. Edirne’ye gidip gelen, bağırıp çağıran, küfürbaz yük taşıyan, kiracı Ermeni katırcılar burada otururlar. Bu Çingenelerin kadınları hanende olup, evlere girerler ve sokak ortasında şarkı söylerler. Bunlar meyhanelere giderek, başı sevdalılar için çalgı çalarlar ve raks ederler ve öğrendikleri yeni şarkılar ve masallar okurlar:
Ey derdimend gel gira
Koynuma hemen bir zaman
Buse ihid-u füruht…
Heyecana gelen sarhoşlar, onların alınlarına para yapıştırır ve Çingene kadınlar bir zaman bu paralarla gani gani doyarlar. Rumlarla münakaşaya tutuştuğumuz vakit: “Bizim poşalar ekmeklerini alın teri ile kazanırlar; halbuki sizinkiler ellerinde dablaklarla meyhanelerde dolaşırlar ve zevk ticareti yaparlar. Yanık yüreklere şeftali ver, hele koynuma gir gibi açık saçık şarkılarla sevdalı, garip gençleri tahrik ederek onların karşısında göbek atarlar” diye anlatmaktadır.
Kendi iç tarihimizde; Gezginci Romanlar yerel idareciler ve yerleşik toplum tarafından gayri ahlaki ve gayri dini bir yaşam süren, geçtikleri mahallere zarar veren, asayiş ve düzeni tehdit eden gruplar olarak görüldü. Osmanlı idarecileri bu toplulukları çeşitli asayiş düzenlemeleri ve zorunlu iskânla kontrol altına almaya çalışmıştır. Gerek devlet gerekse toplum katında Romanların fuhuş, cinayet, serserilik, hırsızlık, sahtecilik, avarelik, yağma ve karmaşayla özdeşleştirilmesi yaygındı. Bu topluluklara atfedilen açgözlülük, hilekârlık, hasislik gibi olumsuz ahlaki tutum ve davranışlar, kadınlara atfedilen gayri ahlaki cinsel tutumları toplumsal ayrımı sürekli derinleştirmiştir. Romanların toplumun geri kalanından farklı ve aşağı bir statüde konumlandırılmasında Osmanlı Devleti’nin bu topluluklara ilişkin idari, adli ve mali düzenlemelerinin önemli payı vardır. Şu da bir gerçektir ki, günümüzdeki dışlanmanın ve algılanma biçimlerinin hangi evrelere dayandığının belgeleri yukarıda belirtilmiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinde Çingenelere yönelik ıslah çalışmalarına girişilmesine rağmen istenilen sonuç elde edilememiştir. Çingenelerin sosyal sorunları son 20 yıldır gündemde.
Çingene veya Roman sorunlarının ana sorunu; ekonomik, kültürel ve sosyal uyum(entegrasyondur). En yakıcı olanı yoksulluk kültürüdür. Yoksulluk kültürü; işsizlik, barınma, sağlık ve eğitim sorunlarına yol açmaktadır. Dışlamanın ana öğesi ekonomiktir. Sorun, aynı zamanda çok katmanlıdır. Bu katmanı aşmak için Avrupa Birliği fonları devreye sokulmuştur. Devletin çözemediği Çingene sorunlarına yeni aşılar, merhemler arandı. Hasta sürekli gündemde, başarılı hekimler arandı. Çingene sahasına Roman Dernekleri, vakıf dernekleri Üniversitelerin sosyal çalışmacıları girdi. Çingene sahası çok geniş ve çokça malzeme doluydu. Ortalıkta yüklü miktarlarda proje bütçeleri bulunmaktaydı. Çalışmalar yürütücülerin kendi vicdanlarında kaldı. Yapılan çalışmalar Romanlara ne aşı, ne merhem çare olmadı. Bura da küçük bir vurgu yaparak kendim de projelerin içinde yer aldığımı özellikle belirtmek isterim. Roman meselesinde çok önemli bir figürü görebilmekteyiz. Kadın olmanın kendisine sağladığı avantaj, medya görünürlüğü, Sıfır Ayrımcılık Derneği Başkanı ve siyasetçi Elmas Arus’u görmekteyiz. Sivil toplum adına Romanlar için faydalı denebilecek çalışmalar yapmıştır, ancak hepsi AB projeleri kapsamında olmuştur. Özetle; Sıfır Ayrımcılık Derneğinin vizyonu ve misyonu kendisini siyasete taşımıştır. Hedefi Roman toplumu üzerinden milletvekili seçilebilmesidir.
ELMAS ARUS’UN HAYATI DEĞİŞTİ, BİZİM Kİ DEĞİŞMEDİ
Dernek başkanı, çokça Avrupa Birliği projelerine imza atmıştır. Kendisi Çingene/Romanlar üzerinden proje pratiğini yaratmıştır. Bu pratik Roman toplumuna fayda sağlamadığı kadar, tarihsel gerçeklerin günümüze taşınan toplumsal gerçeğin yarattığı sorunları kendisine malzeme alanı olarak sürdürmeye devam etmektedir. Tarihsel gerçeği ortaya koyan anlatımlar yukarıda yazılıdır. Dışlanma ve damgalanma süreçlerinin neler olduğu açıkça ortadadır. Bunların hepsi tarihsel gerçeklerimizdir. Günümüzde kamusal alandaki Çingene rahatsızlığını irdelemek yerine dışlanma, ajitasyon, mağduriyet yaklaşımlarını sürdürülebilirlik içinde götürmek sorunu çözmüyor. Aşılma noktası tartışılması gerekir.
Öyle anlar olur ki gacomu bizi dışlıyor, biz mi kendilerini dışlıyoruz anlaşılamıyor. Elmas Arus, Romanların entegrasyon sürecinden söz etmeyi tercih etmediği gibi, buradan çıkan olumsuzları malzeme olarak kullanmayı tercih ediyor, Romanların sosyolojik ve psikolojik eğilmelerinden hiç söz etmez. Romanların kısmen de iş disiplini yönünden eksiklikleri bulunduğunu, içlerinde kolaycılığı seçenlerin, yeterince mücadele etmediklerine ilişkin gerçekleri duymadık, duyamayız. Tarihsel uzantıya bağlı olarak değil, kendi uzantısıyla konuyu dilendirmektedir. Elmas Arus, hem sivil toplum hem de siyasetçi kimliğini kullanarak kendi Roman paradikmasını yaratma peşindedir. Paradikma, dışlanma, ajitasyon ve mağduriyet hikayeleri üzerinden değil, tarihsel gerçeğin çok iyi anlatılmasıyla olur. Sürdürülebilir mağduriyet ve ajistasyon yüklemeleri Roman toplumuna asla bir kazanım sağlamaz. Meseleye kendi Roman paradikması ile yön bulması kendisine avantaj sağlayabilir, fakat soruna değil, kendisine çare oluyor. Diyarbakır Dom –Der başkanı Mehmet Demir’in son sözüyle yazımı bitireyim; Elmas Hanım’ın hayatı değişti. bizim ki değişmedi.
GÜNDEM
23 saat önceGÜNDEM
15 gün önceGÜNDEM
22 Ocak 2025GÜNDEM
22 Ocak 2025GÜNDEM
22 Ocak 2025GÜNDEM
22 Ocak 2025GÜNDEM
22 Ocak 2025