15 Temmuz 2025 Salı
Asıl adı Bahriye Tokmak idi. Manisa’nın bir köyünde yaşayan sekiz çocuklu bir Roman ailenin kızıydı. Yoksulluk içindeki yaşamı sesinin güzelliği ile değişti. Şarkıcı yapıldı, sesi güzel ama fizik güzelliği olmadığı kadar, okuma-yazması da yoktu. Kendisine sanat camiasına yakışır bir isim verildi. Adı Kibariye oldu. kibar olmalıydı. Sesinin güzelliğini kıskananlar ona “Çingene parçası” bile diyenler oldu. Türkiye onu, ‘Ben sanatçı değilim, şarkıcıyım, Roman’lığımdan da utanmıyorum’ sözleriyle bağrına bastı.
Kibariye, 19 yaşındayken taksicilik yapan Tunay adıyla biriyle evlendi. Annesi evliliği hiç hazmedemedi, kendince damat kızına lâyık değildi. Kibariye şarkıcılıktan epeyce paralar kazanmaya başlamıştı. Damat sürekli Kibariye’nin paralarına çöküyor, Kibariye’nin parası ile zevk-i âlem yaşıyor, başka bir kadınla aldatıyordu. Bu duruma oldukça sinirlenen Kibariye’nin annesi Makbule, zaten hiçbir zaman kızına makul görmediği damadına Televizyon ekranlarından avazı çıktığı kadar bağırıyordu: ”Kızımın parası ile hava atıyor, şoför Tunay şoför Tunaaayyy,” Bir zaman sonra Kibariye Tunay’ı boşadı. Şoför Tunay şaşalı günlerini geri de bıraktı.
Şoförlük mesleği insanlarımızın geçim kapısıdır. Emeğidir, alın teridir. Kimilerinin şansı yaver gider hayatı değişir. Bunlardan biri de bir dönem Necmettin Erbakan’ın ve Recep Tayyip Erdoğan’ın gönüllü olarak şoförlüğünü yapan eski milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı’dır. Kendisine bahşedilen milletvekilliğini iki dönem yapmıştır. Kamuoyu kendisini sosyal medya hesabındaki ‘Yeliz’ takma adıyla tanır. Geçtiğimiz günlerde kendi sosyal medya hesabından 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’i kanlı bir darbe olarak nitelendirmiştir. Hızına alamayan bu şahsiyetsiz, Cumhuriyet’e “Çamuristan” deme cesaretini göstermiştir. Amacı Cumhuriyet’in meşruîyetine halel getirmektir. Amacı Atatürk ve Cumhuriyet’e karşı olanların sesi olmaktır. Üstelik bu şahsiyetsiz, beğenmediği Cumhuriyet’in Meclis kürsüsünden iki defa milletvekili yemini etmiştir:
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve
şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve
Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve
adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması
ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve
şerefim üzerine andiçerim.”
Ettiği yemine sadık kalmamış, şeref yoksunu olduğu paylaşımından da kendisini belli etmiştir. Kendisine bahşedilen milletvekilliğini aklınca ahde vefa olarak bu şekilde tamamlamıştır. Büyük Türk ulusunun vicdanında asla yer bulmayacak paylaşımı ve düşünceleri bazılarını memnun edebilir. Unutulmamalıdır; bugün ilkbahar ise, sonbaharı da düşünmek gerekir. İnsanların hak etmeyecekleri makamlara getirilmesinin sonuçlarını yaşamaktayız. Ahmet Hamdi Çamlı, kendisine bahşedilen milletvekilliği sayesinde zenginleşmiş ve halen hak etmediği emekli milletvekili maaşı olmaktadır. Aldığı maaş kendisine haram olsun Yeliiizzz, Yeiiizzzy!
Turan ŞALLI
Edirne Kent Konseyi Roman Çalışma Grubu Başkanı
Devletlerin tarihinde gelenek ve görenekler ayrıcalıklı bir öneme sahiptir. Doğal olarak tarihsel belleği de yansıtır. Gelenek ve görenekler; bir toplumda veya bir toplulukta çok eskilerden kalmış tarihsel yaşanmışlıkları saygın bir halde kuşaktan kuşağa aktaran olguların bütünlüğüdür. Bu olguya en iyi örnek, Edirne Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleridir. Osmanlı’nın Balkanlarda hâkimiyet sürdüğü dönemde oluşan Kırkpınar, yıllardır her yıl Edirne Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri olarak yapılmaktadır. Gelenekselleşen bu ata sporumuzun yaşatılması için yıllar öncesine dayanan Kırkpınar Ağalığı müessesesi oluşturulmuştur.
Kişinin gönül rızasına ve kabulüne dayanan ağalık müessesesi Kırkpınar etkinliklerinde yapılacak tüm harcamaların karşılanması anlamına gelir. İşin özünde yüklü miktarda para vardır. Gelenekselleşen ve bir kültür mirası olan güreş ağalığı, aynı zamanda Kırkpınar ağalığı ile bütünleşen kıyafet ile tamamlanır. Bugüne kadar tüm Kırkpınar ağaları, gelenekselleşen ağa kıyafetini giymiştir. Hatta 1980 yılında Roman kökenli Cemal Pul, gelenekselleşen Kırkpınar Ağa kıyafetini giymiştir.
2025 yılı 664. Kırkpınar Ağası Ufuk Özünlü, Bu yıl giydiği ağalık kıyafetiyle oldukça eleştirildi. “Tarz güzel ama geleneksel değil” dendi. Eleştirilere hak vermemek mümkün değildir. Gelenekselleşen kıyafetin şekil değişikliğine uğraması, kültür bozulmasına sebep olacağı endişesine yol açmaktadır. Ne yazık ki, günümüzde kültürel öğeleri korumak daha zor hale gelmiştir.
Örneğin: Romanların bin yıllık geleneği olan Kakava’da suya girme ritüeli, dilek dileme geleneği günümüzde modernizasyon altında yozlaşmıştır. Kakava Romanların bayramı olmaktan çıkmıştır. Romanların Kakava ve Hıdrellez kıyafetleri de özünden kopmuştur. Türkiye Toplumunun son 25 yıl içindeki toplumsal ve kültürel değişimin farkındayız. Ayrıca Türkiye sosyolojik bir değişimin içindedir. Kırkpınar Ağası Ufuk Özünlü’nün durumu biraz da buna benziyor. Kendisi Kırkpınar Ağalık kıyafetini modernize etti. 2026 yılı ağalık ücretini de yeniden revize ederek, 40 Milyon 664 Bin 665 TL’ ye yükseltti.
PARAYI VEREN DÜDÜĞÜ ÇALAR
Globalleşen dünyamızda gelenek, göreneklerin değişime uğramaması mümkün değildir. Ayrıca Edirne halkının Kırkpınar’a ne kadar sahip çıktığı da sorgulanmalıdır. “Tarz güzel ama geleneksel değil” sözlerine katılmamak mümkün değil. Şu da bir gerçek, ‘parayı veren düdüğü çalar.’
Heinrich Karl Bukowski, Amerikalı yazar ve şairdi. 1920 yılında Almanya’da doğmuş, 1994’te Amerika’da vefat etmiştir. Yoksul Amerikalıların sosyal, kültürel ve ekonomik ortamından etkilenmiştir. Etkilenme sonuçlarını farklı anlatımlarla okurlarına sunmuştur. Dönemin Amerika’sında yoksul tabakanın içine düştüğü yaşam zorluğunu ve eğilimi sosyolojik olarak öne çıkardığını görürüz. Afrikalılar, ezilmiş sınıflar, yaşamın bataklığında boğuşan kadınlar yazılarına konu olmuştur.
Bunlardan biri de hayat kadınları ve Çingenelerdir. Bukowski, sosyolojik eğilimle, “Hayat kadınlarını ve Çingeneleri severim, biri namuslu numarası yapmaz, diğeri milliyetçilik ayağına yatmaz.” biçiminde yorumlar. Yazarın hayat kadınlarını ve Çingeneleri aşağılamak gibi bir düşüncesi olmadığı açıktır. Yazar, farklı iki sosyal kimlik için gerçekçi bir yaklaşımın içindeki ruh halini yansıtır. Dürüst ve samimiyetin vurgusunu öne çıkarır. “Diğeri milliyetçi ayağına yatmaz” demekle, yüzyıllardır yaftalanan, toplumun ötekileştirdiği Çingenelerde milliyetçi duyguların güçlü olmadığına vurgu yapmıştır. Esasen yaşam kültürü, toplumda kabul görülmeme, milliyetçi düşünceye set örmüştür. Tabi ki bu söylem ve anlatım dili dönemin Amerika’sında olmuştur.
Günümüz de bu söylem, Türkiye’de yaşayan Roman vatandaşlar için ifade edilemez. Türkiye’de yaşayan Roman/Çingeneler Cumhuriyet’le bağdaşık ve Atatürk ile barışıktır. “Her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldık!” söylemini defalarca duyduk. Hatta bu sözü bir dönem önceki Roman kökenli İzmir Milletvekili Cemal Bekle, katıldığı bir resmi toplantıda iştahla söylemişti. Romanlar bağlamında, milliyetçilik kavramı Atatürk Milliyetçiliğidir. Romanlar kültürel bağlamda eleştirilebilir, ancak Türklük, Atatürk ve Cumhuriyet birliği konusunda tek bir olumsuz söz edilemez.
Ülkemizde kimlikleri ayırmak, sınıflandırmak veya siyasi ideoloji savunucusu yaratmak hiçbir ülkemiz insanının hayrına olmayacaktır. Cumhuriyet tarihimizde ne yazık ki, zaman zaman farklı dini örgütlenmeler veya yoksul toplumsal sınıflar üzerinden siyasi rant kazanımı siyasi tarihimizde hiç eksilmemiştir. Romanlarda bu duruma dâhildir. Cumhuriyet Çingeneleri tarihsel kodları sebebiyle yaşamın merkezinden uzak tutmasına rağmen yaşam haklarını her zaman korumuştur.
-Avrupa’da yaşayan Çingene topluluklar sürekli farklı yerleşim alanlarına sürgün edildiler.
-Toplumsal şiddete ve katliamlara maruz kaldılar.
-İsteyen beğenmediği bir Çingeneyi hemen ağaca asması normaldi, cezası da yoktu.
-Çingene kadınlar kısırlaştırıldı.
-Çingeneler köle olarak kullanıldı.
Bunların hiçbiri Cumhuriyet’te yaşanmadı. Bu nedenle, Çingeneler Atatürk’e ve Cumhuriyet’e çok şeyler borçludur. Maalesef günümüz siyasetinin arka yüzü, Roman vatandaşları Cumhuriyet’e ve Atatürk’e yönelik karşı pozisyon aldırmaya çalışıyor (1934 İskân Yasası’na bağlı olarak). Peki, Roman vatandaşlarımız buna boyun eğer mi? Yakında çıkacak olan yeni kitabımdan küçük bir ayrıntı vereyim:
“Tarih çoğu zaman kendi içinde bulanık kalmışsa da kesin olan; padişahlar Çingene çocuklarından hiçbirini Devşirme Sistemi’ne tabi tutmadı. Çünkü Çingenelerin genetik kodlarında biat kültürü oluşmamış, kula kul etme anlayışı gelişmemiştir.”
Turan ŞALLI
Çingene topluluklar, içinde yaşadıkları devletlerin siyasal rejimlerine muhalefet olma gibi bir gayretleri olmadıkları bilinmektedir. Bunun en büyük etkileri demokrasi bilincine yeterince sahip olmadıkları, ekonomik yoksunlukları kendilerini bu düşüncelerden sürekli arındırmıştır. Bu durum, aynı zamanda yoksullukla sindirilmiş toplum özelliğine dönüştürülmüştür. En büyük eksiklikleri hak arama bilincinin olmamasıdır.
Doğal olarak, Çingene topluluklar kendi aralarında etno-kimlik duygusu gelişmemiştir. Sürekli sosyal yaşamın uçlarında kalan, ezilmiş, hor görülmüş olmalarının da payı vardır. Sürekli yönetenlerin insafına kalmış uygulamalarda yerini kabullenmiştir. AKP iktidarının Roman Açılımıyla kimliğini, benliğini yeniden şekillendirme adına Roman sivil toplum yapıları kurulmuştur. Bu yapıların hak arama mücadelesinin yoksunluğunun son yıllarda siyasal yapılanmalara döndüğünü görmekteyiz. Sivilleşmesini tamamlayanların Roman Dernek başkanlarının bazıları siyasal iktidarın siyaset payandasına soyunduğunu, beklentisinin gerçekleşmemesi sonrasında kendisine siyasette yeni mevziler aradığı da açıkça görülmektedir. “Kıymeti kendinden menkul’ olan bu kişilerin amacını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Siyasette kendine uygun mevzi alanları yaratamayanların, çareyi siyasal parti kurma girişimlerine yöneltmiştir. Bu girişimler aynı zamanda Romanların siyasi bir parti etrafında bütüncül olarak toplanması, siyasal bir güç haline getirilmesi anlamını taşımaktadır. Burada sorulması bir soruyu bir tarafta tutmak gerekir; Roman kimliğinin oy devşirmek için siyasette pazarlık haline getirilmesi mi olacak? Özü itibariyle Çingene gruplar siyasi kimlik olmayı günümüz itibariyle reddeder. Yazımı nereye bağlayacağıma gelince; Cumhuriyet tarihinde Çingene toplumlardan siyaset mekanizmasında iki Roman milletvekili mecliste temsil yetkisine haiz oldu. Bazı Romanlara ilham kaynağı olan vekil olma süreçleri başladı. Umutlarını yitirenlerden bazıları, yeni siyasal parti kurma gayretine düştüler
2020 yılında Edirne’ye Kocaeli’nden biri gelmişti. 10 Kasım Pazar, Atatürk’ün vefat ettiği bir günü seçmişti. Antik Hotel’de düzenlediği cılız bir basın açıklamasıyla Romanlar güya artık kendi göbeklerini kendi kesecekti. AKP iktidarına ayar veriyordu. Hüseyin Akbulut, Türkiye’de kuracağı bir partinin müjdesini vermişti. Adı da, ‘Güzel Parti’, Romanlara şukar(Güzel) parti yakışırdı. Enteresan ve tuhaf olan yanı, adam Edirneli değildi, memleketi Kocaelinde niye basın açıklaması yapma gereği duymadı. Kısa bir internet aramasıyla adamın uyuşturucuyla Mücadele Derneği Başkanı olduğunu, CHP saflarında siyaset yaptığını, milletvekili seçilmesi için olanaklar sağlanmasını, imkanın verilmemesiyle AKP saflarında kendine yer bulmaya çalıştığını, bu da gerçekleşmeyince birilerinin kendine verdiği gazla harekete geçmişti. Kendisine verilen gaz LPG değil, hidrojen gazıydı. Gazın uçucu etkisiyle epeyce havalandı. Bazı yazarlara göre; Romanlar iktidarın Roman Açılımını yetersiz bulmuş, örgütlü bir toplum yapısında, demokratik katılım süreçlerinde etkili olmaları, sosyal sorunlarını, ezilmişliğe, dışlanmışlığa karşı mücadele edeceklerdi.
Romanlarında siyasal bir güç haline geleceğini açıklayan İşçi emeklisi Hüseyin Karabulut, daha sonraki zamanlarda kuracağı partinin sadece Romanlara değil, tüm ezilmişlerin sesi olacağını beyan ediyordu. Heyecanı hayli yüksek olan Hüseyin Akbulut, parti kurma işini tüm Roman toplumunun kabul sonrası olmadığı, kendisini destekleyenlerin Roman olmayan kişilerden olduğu belirmeye başladı. Akbulut, olgunlaşmayan bir meyvenin daldan düşmesine benzer bir anlayışla yola çıktığı, kendi sosyal medya paylaşımlarından anlaşılmaya başlamıştı.
Türkiye’de kendisini ilk eleştirenlerin biri de bendim. Bir ara sosyal medyadan bana mesaj göndermişti. Bana sitem ediyordu. Kendisine, ‘olgunlaşmayan bir meyve gibi ortaya çıktın,’ mealinde yazarak, ‘vizyonu, misyonu yetersiz ve niteliksizsin’ demiştim. Çünkü bu tip kişiler Roman meselesini farklı siyasal mecralara götürme olasılığı her zaman vardır. Akbulut, kurduğu partinin sadece Romanlara özgü olmadığını söylemesi sonrası, Abdal, Dom, Lomları da parti çatısında görmek istediğini açıkladı. Bu gruplarla birlikte on milyon bir nüfusa sahip olduklarını, baraj sorunu bulunmadığını, en az beş milyon bir seçmen kitlesine sahip olduklarını iddia ediyordu. Özetle; siyasette etkin olacakların açıklamıştı. Burada en önemli konu; Güzel Parti, Türkiye’nin daha demokratik bir sürecin inşasında aktif rol oynayabilecekler miydi? Olgunlaşmamış bir ağaçtan düşen bir elma gibi ortaya çıkan Akbulut, Güzel Partiyi Türkiye’nin daha bir demokratik gelişmesinde önemli bir rol üstlenme başarısını halen gösteremedi. En büyük hatası Türkiye’de Romanların örgütlü bir mücadelesinin olmadığı, etnokimlik yaklaşımları benimsemediği, halen büyük bir çoğunluğu devletin sosyal politikalarına muhtaç olduğu gerçeğini iyi analiz edemeyişidir. Bu özellikler doğal olarak Roman vatandaşların temel haklar ve özgürlükleri gündeminde tutmamasından kaynaklanmaktadır.
Çingene topluluklar diğer etnik veya sosyal gruplara benzemezler, bütüncül anlamda kültürel felsefesi Güzel Parti’ye yakınlığını zorlaştırmaktadır. Görünmeyen bir yüzü de sosyolojik taban Güzel Partiye ihtiyaç duymamaktadır. Çünkü bunun koşulları Kürt toplumundan epeyce farklıdır. Akbulut’un temel yaklaşımı kimlik odaklı, ezilmişler, ötekiler üzerinde konumlanmıştır. Demokrasi vurgusu temel önceliği de olmadığı anlaşılmaktadır.
2023 genel seçimlerine katılamayan Güzel Parti başkanı ikinci tur seçimlerinde iktidarı destekleyeceğini tüm Romanların kendisine saygısından dolayı oylarını iktidardan yana kullanacağını beyan etmişti. İyi güzel de, arkanda Roman toplumu yok! Ortaya çıkan sonuç siyasetten bana ne düşer anlayışından başka bir şey değildir. Romanların büyük bir kısmı kendilerine sunulan devletin sosyal yardımlarını bir lütufmuşçasına alıyor, Roman Partisine ihtiyaç duymuyor.
Türkiye’de ikinci kimlik siyasallaşmasını Doğuş Partisinde görmekteyiz. 2021 yılında Gaziantep Abdalların kurduğu partidir. Romanlar parti kurar da Abdallar kuramaz mı? Doğuş Partisinin genel başkanı benim 15 yıl önce bir toplantıda tanıştığım ve konuştuğum bir kişidir. Siyasal heyecanını o yıllardan bilirim. Karalar, çokça milletvekili aday adaylığı süreçlerinden geçmiş, ancak hiçbir zaman beklentisine kavuşamamıştı. Karalar 2019 yılında Gaziantep Büyükşehir Belediye başkanlığı seçimlerine bağımsız olarak katılmış, seçilme yeterliliğine sahip olamamıştı. Mahmut Karalar’ın başkanlığında kurulan Doğuş Partisi, “ülke genelinde kimsesizlerin kimsesi olmak için yola çıkıyoruz” demişti.
Gaziantep’te yaşayan abdalların sayısının 35 bin civarında olduğuna dikkat çeken Karalar, “Örgütlü olduğumuz için şimdi sesimizi daha gür çıkartıyoruz. Gençlerimiz çok eğitimsiz, işsizlik ve fakirlik had safhada. Ben iktidar partisinden milletvekili aday adayı olduğum halde derdimizi kimseye anlatamadım. Gaziantep, Kahramanmaraş Türkoğlu, Hatay, Oğuzeli, İslahiye, Nurdağı, Keferdiz, gibi pek çok il ve ilçede örgütlendik. Barış, Karşıyaka, Serinevler, Çıksorut, Yukarıbayır başta olmak üzere birçok mahallede varız. Horasan’dan gelmiş Türkmen aşireti olarak Türkiye’nin her yerinde varız. Bu varlığımızı ve gücümüzü seçimlerde göstermek istiyoruz. Tüm siyasi partilere eşit mesafedeyiz. Ancak, kendi adayımızı çıkararak yerel seçimlerde varlığımızı ve gücümüzü ispatlayacağız” demişti. Mahmut Karalar, farklı bir siteminde; medyanın kendilerine yer vermesini isterken, 41 ilde örgütlenerek medyada yer verilen partilerden daha fazla oy alacaklarını söyleyip, aksi bir durumda partiyi kapatacağını belirtmişti. Yapılan seçim süreçlerinde temsil ettiğine inandığı, Abdal aşiretlerden ve kimsesizlerin kimsesi olmasını hedeflediği kesimlerden yeterli ilgiyi ve desteği göremedi. Yani Abdalar Doğuş Partisini yarı yolda bıraktılar.
Doğuş Partisi Genel Başkanı Mahmut Karalar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 Ocak’ta düzenlenen “2023 Roman Buluşması-Yüzyılın Romanını Birlikte Yazıyoruz” programındaki açıklamalarına tepki göstermişti: “Türkiye’de 8 milyon Abdal ve Dom toplumu olduğu halde neden bizler yok görülüyoruz” demişti. Karalar; “Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgesinde yaşayan birçok toplumumuz bu konudan huzursuz olduklarını bizleri arayarak, mesaj atarak beyan ettiler. Bugün Türkiye’de 8 milyon Abdal ve Dom toplumu olduğu halde neden bizler yok görülüyoruz ve birçok partinin Roman göstererek bizleri silmelerinin anlamı nedir, ne amaçla böyle kararlar alınıyor? Türkiye’nin Trakya bölgesi dışında Romanın olmadığını beyan etmek istiyorum, tabii ki Romanlar bizim kardeşimiz ve diğer halkımız da huzursuz olduklarını ve her gittiğimiz toplantılarda bunu dile getirdiklerini söylemek istiyorum.” Demesi ayrı bir sitemdir. Öncelikle şunu bilmekte fayda vardır; Roman kimlikli vatandaşlar diğer sosyal gruplara nazaran daha bir görünürlük içinde olmuşlardır. Siyasetçiler oy devşirmenin nerelerden çıkacağını çok iyi bilmektedirler.
Hem Güzel Parti, hem de Doğuş Partisinin en büyük eksiği ve hatta hatası, temsil ettikleri grupların sosyolojik yönlerini iyi analiz edemeyişleridir. İki partinin de arkasında kitlesel bir halk desteği yok. Bunu iyi bilen siyasiler bu partilerle siyasal birlik kurmaya ihtiyaç duymamaktadırlar. Yazımın üst bölümünde yer aldığı üzere; sosyolojik taban siyasette kendisine zemin aramıyor, Roman toplumu ve diğer Roman gibi yaşayan toplumlar olsun, kendi yaşamlarını adeta kast sisteminde götürmeye devam ediyor, Toplumsal bir hak mücadeleleri bulunmamaktadır. Bu yaklaşımlar doğal olarak siyasal mücadeleyi güçsüzleştirmektedir.
Kimlik, bir özellik, bir nitelik belirtisidir. Bunun en belirginliği Roman toplumlarda görebiliyoruz. Kimliğin oluşumunda kültürel, ekonomik değer ve davranış kalıpları önemli etmenlerdir. Kimlik aynı zamanda insanın fiziksel ve genetik özellikleri kimliğin belirleyicisi olmuştur. Kültür, insan toplulukları arasındaki farklılıkları derinleştirmekte ve uyum sorununa dönüştürebilmektedir. Bu durum dışlanmanın tetikçisi de olabilmektedir. Çingene kimlikli toplulukların en büyük özelliği komünal (kapalı toplum) olmasıdır. Aynı zamanda çok farklı bir yaşam kültürü ve farklı davranış biçimlerine sahiptirler.
Çingeneler hakkında binlerce yazılar, çokça belgeseller bulunmaktadır. Akademisyenler nicel ve nitel yöntemler kullanarak bilimsel araştırma çalışmaları yapmıştır. Tarihsel uzantısında kültürel kodları kendileri için sorun yumağına dönüşmüştür. Yaşam karakteristiğinde sosyolojik ve psikolojik eğilimlere sahiptir. Romanlar, yaşamsal varlığını sürdürmek için kaçınılmaz olarak kendi yaşam pratiğini yaratmak zorundaydı. Çingenelerin tarih izlerini “İstanbul Tarihi” isimli bir kitapta görebiliyoruz. Eremya Çelebi Kömürcüyan, 17. yüzyılda İstanbul’u anlatan kitabında Çingenelerden de bahsetmiştir:
“Yirmiüçüncü kapı Topkapıdır. Bu kapının iç ve dış taraflarında Ermeni poşalar(Çingeneler) oturur. Erkekler elek yapar, kadınlar da bunları satmak için sokak sokak gezerler. Yüzleri açık olarak gezen bu hayasız kadınların erkeklerinden çoğu Müslüman olmuştur. Edirne’ye gidip gelen, bağırıp çağıran, küfürbaz yük taşıyan, kiracı Ermeni katırcılar burada otururlar. Bu Çingenelerin kadınları hanende olup, evlere girerler ve sokak ortasında şarkı söylerler. Bunlar meyhanelere giderek, başı sevdalılar için çalgı çalarlar ve raks ederler ve öğrendikleri yeni şarkılar ve masallar okurlar:
Ey derdimend gel gira
Koynuma hemen bir zaman
Buse ihid-u füruht…
Heyecana gelen sarhoşlar, onların alınlarına para yapıştırır ve Çingene kadınlar bir zaman bu paralarla gani gani doyarlar. Rumlarla münakaşaya tutuştuğumuz vakit: “Bizim poşalar ekmeklerini alın teri ile kazanırlar; halbuki sizinkiler ellerinde dablaklarla meyhanelerde dolaşırlar ve zevk ticareti yaparlar. Yanık yüreklere şeftali ver, hele koynuma gir gibi açık saçık şarkılarla sevdalı, garip gençleri tahrik ederek onların karşısında göbek atarlar” diye anlatmaktadır.
Kendi iç tarihimizde; Gezginci Romanlar yerel idareciler ve yerleşik toplum tarafından gayri ahlaki ve gayri dini bir yaşam süren, geçtikleri mahallere zarar veren, asayiş ve düzeni tehdit eden gruplar olarak görüldü. Osmanlı idarecileri bu toplulukları çeşitli asayiş düzenlemeleri ve zorunlu iskânla kontrol altına almaya çalışmıştır. Gerek devlet gerekse toplum katında Romanların fuhuş, cinayet, serserilik, hırsızlık, sahtecilik, avarelik, yağma ve karmaşayla özdeşleştirilmesi yaygındı. Bu topluluklara atfedilen açgözlülük, hilekârlık, hasislik gibi olumsuz ahlaki tutum ve davranışlar, kadınlara atfedilen gayri ahlaki cinsel tutumları toplumsal ayrımı sürekli derinleştirmiştir. Romanların toplumun geri kalanından farklı ve aşağı bir statüde konumlandırılmasında Osmanlı Devleti’nin bu topluluklara ilişkin idari, adli ve mali düzenlemelerinin önemli payı vardır. Şu da bir gerçektir ki, günümüzdeki dışlanmanın ve algılanma biçimlerinin hangi evrelere dayandığının belgeleri yukarıda belirtilmiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinde Çingenelere yönelik ıslah çalışmalarına girişilmesine rağmen istenilen sonuç elde edilememiştir. Çingenelerin sosyal sorunları son 20 yıldır gündemde.
Çingene veya Roman sorunlarının ana sorunu; ekonomik, kültürel ve sosyal uyum(entegrasyondur). En yakıcı olanı yoksulluk kültürüdür. Yoksulluk kültürü; işsizlik, barınma, sağlık ve eğitim sorunlarına yol açmaktadır. Dışlamanın ana öğesi ekonomiktir. Sorun, aynı zamanda çok katmanlıdır. Bu katmanı aşmak için Avrupa Birliği fonları devreye sokulmuştur. Devletin çözemediği Çingene sorunlarına yeni aşılar, merhemler arandı. Hasta sürekli gündemde, başarılı hekimler arandı. Çingene sahasına Roman Dernekleri, vakıf dernekleri Üniversitelerin sosyal çalışmacıları girdi. Çingene sahası çok geniş ve çokça malzeme doluydu. Ortalıkta yüklü miktarlarda proje bütçeleri bulunmaktaydı. Çalışmalar yürütücülerin kendi vicdanlarında kaldı. Yapılan çalışmalar Romanlara ne aşı, ne merhem çare olmadı. Bura da küçük bir vurgu yaparak kendim de projelerin içinde yer aldığımı özellikle belirtmek isterim. Roman meselesinde çok önemli bir figürü görebilmekteyiz. Kadın olmanın kendisine sağladığı avantaj, medya görünürlüğü, Sıfır Ayrımcılık Derneği Başkanı ve siyasetçi Elmas Arus’u görmekteyiz. Sivil toplum adına Romanlar için faydalı denebilecek çalışmalar yapmıştır, ancak hepsi AB projeleri kapsamında olmuştur. Özetle; Sıfır Ayrımcılık Derneğinin vizyonu ve misyonu kendisini siyasete taşımıştır. Hedefi Roman toplumu üzerinden milletvekili seçilebilmesidir.
ELMAS ARUS’UN HAYATI DEĞİŞTİ, BİZİM Kİ DEĞİŞMEDİ
Dernek başkanı, çokça Avrupa Birliği projelerine imza atmıştır. Kendisi Çingene/Romanlar üzerinden proje pratiğini yaratmıştır. Bu pratik Roman toplumuna fayda sağlamadığı kadar, tarihsel gerçeklerin günümüze taşınan toplumsal gerçeğin yarattığı sorunları kendisine malzeme alanı olarak sürdürmeye devam etmektedir. Tarihsel gerçeği ortaya koyan anlatımlar yukarıda yazılıdır. Dışlanma ve damgalanma süreçlerinin neler olduğu açıkça ortadadır. Bunların hepsi tarihsel gerçeklerimizdir. Günümüzde kamusal alandaki Çingene rahatsızlığını irdelemek yerine dışlanma, ajitasyon, mağduriyet yaklaşımlarını sürdürülebilirlik içinde götürmek sorunu çözmüyor. Aşılma noktası tartışılması gerekir.
Öyle anlar olur ki gacomu bizi dışlıyor, biz mi kendilerini dışlıyoruz anlaşılamıyor. Elmas Arus, Romanların entegrasyon sürecinden söz etmeyi tercih etmediği gibi, buradan çıkan olumsuzları malzeme olarak kullanmayı tercih ediyor, Romanların sosyolojik ve psikolojik eğilmelerinden hiç söz etmez. Romanların kısmen de iş disiplini yönünden eksiklikleri bulunduğunu, içlerinde kolaycılığı seçenlerin, yeterince mücadele etmediklerine ilişkin gerçekleri duymadık, duyamayız. Tarihsel uzantıya bağlı olarak değil, kendi uzantısıyla konuyu dilendirmektedir. Elmas Arus, hem sivil toplum hem de siyasetçi kimliğini kullanarak kendi Roman paradikmasını yaratma peşindedir. Paradikma, dışlanma, ajitasyon ve mağduriyet hikayeleri üzerinden değil, tarihsel gerçeğin çok iyi anlatılmasıyla olur. Sürdürülebilir mağduriyet ve ajistasyon yüklemeleri Roman toplumuna asla bir kazanım sağlamaz. Meseleye kendi Roman paradikması ile yön bulması kendisine avantaj sağlayabilir, fakat soruna değil, kendisine çare oluyor. Diyarbakır Dom –Der başkanı Mehmet Demir’in son sözüyle yazımı bitireyim; Elmas Hanım’ın hayatı değişti. bizim ki değişmedi.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.