DOLAR 32,2053 -0.22%
EURO 35,1156 -0.22%
ALTIN 2.498,171,32
BITCOIN 2134089-1,06%
Edirne
20°

KAPALI

03:53

İMSAK'A KALAN SÜRE

Turan Şallı

Turan Şallı

15 Mayıs 2024 Çarşamba

KAKAVA VE ROMANLAR

KAKAVA VE ROMANLAR
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Devletleri oluşturan kimlikler farklı özelliklere sahip insan topluluklarından oluşmuştur. Bu özellikler dinsel/dilsel, sosyo-kültürel farklılıklarını da içinde barındırır.  Kültür;  toplum içinde bulunan bireylerin birbirlerinin farklı özelliklerinden etkilenme süreçleridir. Bu etkilenme süreçleri bir önem ve ilgi uyandırabilmektedir. Bir anlamda diğer kültürler üzerinde baskın bir kültür oluşturabilmektedir. Kakava kültürü de bunlardan biridir.   “Kakava” ne demektir, diye düşünüldüğünde; Türkiye’de Roman yurttaşlarımızın kendilerine özgü yaşam karakteristiği içinde inanç, gelenek ve göreneklerin bir parçasıdır.  

2023 yılında bizzat kendimin yazdığı, “Çingene’nin Çalgısı, Kakava’nın Kahkahası” isimli kitabın bir bölümünde Kakava hakkında tarihsel bilgiler ve anılarda olmak üzere değinmiştim. Kakava; Roman toplumuna özgü mevsimsel bahar kutlama günlerinden biri olmakla birlikte içinde ritüelistik uygulamalar su ile buluşma pratiğidir.  Günümüzde Edirne ve Kırklareli’ndeki etkinliklerde geçen bir isim olarak yerini korumaktadır.  Şimdilerde Lalapaşa ve Tekirdağ Belediyeleri de Kakava/Hıdrellez Kutlama etkinlikleri düzenlemeye başladı. İlginin bir sonucu olsa gerek. Edirne’de her yıl 5-6 Mayıs tarihleri arasında “ Edirne Kakava ve Hıdrellez Şenlikleri” olarak kutlanmaktadır. Kırklareli’nde de de 2-3-4 Haziran günleri  “Kırklareli Karagöz Kültür, Sanat ve Kakava Festivali” olarak kutlanmaktadır. Kakava’nın kelime anlamı konusunda fikirler mevcuttur. Bazıları akademik, bazıları da kendi görüşlerini de katarak, sözlü tarih anlatılarla izahat bulmaktadır. Bazı yazarların Kakava’nın “tencere bayramı” anlamına geldiğini söylemeleri tanıma yakın görüşlerdir.

Roman vatandaşların kendine özgü anadili vardır, bunun adı da Romanes”tir. Günümüzde bu dil büyük oranda kullanımdan kalkmıştır. Romanlar tarihsel boyutta yaşam karakteristiğinden dolayı marjinal gruplar olarak bilinir. Tarihsel kökleri eski Mısır ve Hindistan olarak değerlendirilse de, Çingeneler(Romanlar) Hindistan’da kast sisteminin içinde ayrı bir kavimi oluşturmuşladır. Dil bağlamında Hindistan kökenlidir. Dil bağlamında da “Kakava” kelimesinin Romca adı tencere/kazan, yemek pişirme kabıdır.  Günümüzde bu kelime unutulmuş olsa da Balkan kökenli Romanlar tarafından bilinmektedir.

Kakava kelimesi filolojik ve analojik yönden incelendiğinde;   “Kakkavi”, “khárkoma” kelimeleri Romani dilinde ‘yemek’ bağlantılı kelimelerdir. Romani kültür dilinde; “Kakkaví”- “khrákoma” karşılıklarının dil açılımı  ‘xa’ – ye, ‘kaxav’ – yiyeceğim, ‘Khakhaváva’- beslemek, ‘Kukái’- kazan demektir. Bu kelimeler analojik bakımdan incelendiğinde kazan-tencere bağlantısı, yemek-yiyecek ilişkisini doğurmaktadır.

Bunun nedeni,  göçebe Romanların her yıl 6 Mayıs günü akarsu ve ağaçlık bölgelerde toplanarak birlikte yemek hazırladıkları, eğlence kutlama günüdür. Her yıl Romanların kakava gününde gün ağarmadan su boyuna gitmeleri pagan geleneğinin küçük bir parçasıdır. Hindistan’daki Ganj Nehri ile bağlamsallık taşır. Yani su ile buluşma pratiğindeki inanç sistemidir. Bu durum esasen batıl bir inançtır. Türkiye’de Roman vatandaşların kalben inandığı söylenemez. İslam inancını da zedelemez. Romanlar için sadece görsel bir şölendir. Kakava Aynı zamanda baharın müjdecisi ve geleneksel mesleklerini icra edeceği zamanın başlangıcıdır. Hıdrellez ve Kakava günümüzde kültür sentezi olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm farklılıkları birleştiren eğlencenin heyecanın sevincin adına sevindirici bir gelişme olarak görmek gerekir.

Yıllar önce Kakava kutlamalarını Menzilahir Mahallesinde bulunan küçük bir grubun yaptığı kutlamalara şimdilerde 100 bin insan gelmektedir. Ancak Kakava’nın kendi içindeki dokunun gittikçe bozulduğu, misafir yoğunluğu Edirne için ulaşım, güvenlik, hizmet sunma anlamında zorlamaktadır. Göçebe Çingene/Romanların otlaklarından çıkıp kendilerine yeni pazarlar aramak için çıktığı günlere hazırlık yaparken, günümüzde turizm sektörü de kendi içinde sektörünü genişletiyor. Kazanan Edirne olsun, Hıdrellez ve Kakava’nın coşkusu tüm insanlarımızı mutlu etsin dileklerimle.

Not: Fotolar yıllar önce Kırklareli’nde Şeytan deresi denilen mevkiden çekilmiştir. Fotolar Ünal Başkur’un arşivinden alınmıştır.

Devamını Oku

ROMANLARIN SEÇİM GÜNLERİ

ROMANLARIN SEÇİM GÜNLERİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

1980 ihtilali ile işbaşına gelen Kenan Evren cuntası, yeni siyasal bir başlangıç altında ANAVATAN Partisini iktidara taşımıştı. Kenan Evren çok partili yönetime geçilmeden önce teröre karıştıkları iddiasıyla hem sağdan, hem de soldan olmak üzere masum gençleri darağacında sallandırmıştır. Kenan Evren kendince orta yolu bulmuştu, adalet eşit olarak sağlanmıştı.  Şimdilerde sevabıyla günahıyla aramızdan ayrıldı. Ağlayanlara veya yas tutanlara rastlanmadı. Kendisini iyi anarak, “Mezarında rahat yatmasın!” diyerek tarihin çöplüğüne yeniden uğurlamakta fayda vardır. ANAP’ın 1983 yılında iktidara gelmesindeki en büyük etkisi, ekonomik ılımlı  “orta direk” söylemiydi.  Romanlar ve diğer toplumsal gruplar orta direğin ortasında yer alabilecekler miydi?

Yeni kurulan ANAP, farklı siyasal eğilimli kişilerden oluşmaktaydı. Dönemin ANAP’ı belediye meclis üyeliğine bir Roman vatandaş Ergüder Güyümgüler’i dahil etti. CHP’ de Roman kökenli Remzi Ocak’ı  belediye meclis üyesi olmasını sağladı. Eşitlik sağlanmıştı. Dönemin siyasi koşullarında Romanların oylarını alabilmek için küçük çaplı da olsa el altından para dağıtımları vardı. Dönemin gogor başları bu para olayını kendileri için kullandıklarına ilişkin epey yaşanmışlıkları bizzat bilirim. Roman mahalleleri her seçim dönemlerinde eğlence merkezi haline dönüşürdü. Ayrı yönlerden müzik sesleri yükselirdi.  Her evin önlerine parti bayrakları asılırdı. Çünkü afiş asılması organizasyonunda paralar mevcuttu. Partiden para kopartanlar “üç bana bir sana” tüm mesele” İndirE Gandi”

Geçtiğimiz günlerde eski seçim günlerini anılara taşıdık. Bir dönemler CHP içinde siyaset yapan Ahmet Tükelman ile Roman mahallelerinde yaşanan seçim curcunalarından söz ediyorduk. Tükelman Roman olmasa da her seçim dönemlerinde Romanların sosyal kodlarını çözenlerden biridir. Romanlarla yakın diyalogları olmuştur.  Halen dilinde beş on Çingene kelimeler mevcuttur. En akılda kalanı “SİPALİ” yani paradır. Ahmet Tükelman bizim tabirimizle bir “gaco” ama kodlarımızı en iyi bilen iyi niyetli  gacolardan biridir.

Mahalledeki kişilerden söz ederken maşallah tanımadığı insan yokmuş. Sanki ikametgahı Menzilahir Mahallesi.  Mahalledekilerin isimlerini mesleklerini söylüyor; Tombalacı, hamal, işportacı, kahveci hepsinin isimlerini unutmamış.  Saydıkları isimler Anavatan Partisi gibi çoktan yaşama veda etmişlerdir. Ahmet Tükelman, benim de hatırladığım bir mevzuyu anlatmıştı. Seçim döneminin birinde parti afişlerini asmak için zindan altı denen yere gitmiştik.

ŞARAP PARASI YOK İSE AFİŞLER ÇÖPE

1983 yılı seçimlerinde parti üyesi bir arkadaş hatırına parti afişlerini asanlar arasında ben de vardım. Afişlerin asılması için partiden para aldığını biliyorduk.  Bizlere para vermemişti. Benim zaten paraya ihtiyacım yoktu.  Kendisinin hatırına bu işe girişmiştim, kendisinin partiden beklentisi olduğu açıktı. Seçimin hararetli günlerin birinde, gecenin karanlığında afişleri asarken karnımız acıkmıştı. İçimizdekilerden biri hızlıca partiye sızarak, “Aç karnında afiş asılmıyor,”  diyerek para istemişti. “Biz parayı falancaya verdik ondan isteyin” demeleri üzerine herkeste bir ekşime hali oluşmaya başlamıştı. Şarap ile dostluğu olan iki kişi, ellerimizdeki mevcut tüm afişleri toplayarak sinir ve küfürle yırtarak çöpe atmışlardı.  Sorduklarında “Afişlerin hepsini astık” demişlerdi. Ahmet Tükelman konuyu seçim gecesine getirerek, “Hatırlıyor musun seçimin bir gece öncesinden para kopartanları,” demişti. Kendisine “Hatırlamaz mıyım üç bana bir sana hikayeleri çok olmuştur. Kasa ile şarap, biralar yanında kangal sucuklar. Ama milletin illet olma halinde yine de bildikleri partilere oy atmışlardı,” diyerek yaşananları yeniden anımsamıştık.  

ROMANLAR GOL ÜSTÜNE GOL YİYORLAR

Şimdilerde eski neşeli, bol müzikli seçim günleri gerilerde kaldı. Sistem yine para ile işliyor. Birilerine beş Romanlara sıfır. Yerel seçime az kaldı. Memlekette yerel seçimin heyecansızlığı yaşanıyor. Adeta sipariş üzerine siyasetçi belirleniyor. Halkın istedikleri yok sayılıyor.  Çünkü halkın seçmek istedikleri kişilerde siyasette harcayacak paraları yok, sistem böyle işliyor. Zaten kokuşmuşluk ta burada başlıyor. Şimdilerde 1983-1990’lı yılların seçim heyecanları kimsede kalmadı.  ANAP’ın orta direk söylemi günümüzde yitip gitmiştir. Günümüzde Roman vatandaşlar, orta direkten sol beke, en sonunda kaleci durumuna düşürüldüler. Şimdilerde gol üstünü gol yiyorlar.

Devamını Oku

MEMLEKETİN KIRK HARAMiLERİ

MEMLEKETİN KIRK HARAMiLERİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ülkemiz maalesef tuhaf ve anlaşılması zor olaylarla karşı karşıya ….

Genel olarak belirtmek gerekirse, ahlaki erozyon toprak kayması gibi kayıp gidiyor. Tarlaya  ayaklı fareler dadanmış, kamunun kaynaklarını kemirip duruyorlar. Toprak doyursun gözlerini.

Geçtiğimiz haftalarda milletvekili Turhan Çömez bir televizyon kanalında açıklamalarda bulundu. Çömez aynen şunları söylemişti:  “Konya Cumra Toprak Mahsulleri Ofisi silolarından 7 bin 500 ton buğday çalındı. Bakın ben köy çocuğuyum, biz buğday hasatı olurdu. Rahmetli babamla giderdik falan bizim orda gezginler vardır. Romen(Roman) vatandaşlar ufak tefek gelir harmanlardan bir teneke, 2 teneke buğday alırlardı. Biz bunu çalma olarak nitelendirmezdik. Bir bereket olarak görürdük. İhtiyaçları vardı götürürlerdi. Yahu bu bir teneke değil, araba değil, tır değil, 7 bin 500 ton kaçtır biliyor musunuz 300 tır. Bir daha söylüyorum, bütün Türkiye’ye duysun! Bunun üzerine kalktım Bandırma’daki Toprak Mahsulleri Ofisine gittim, yetkililerle görüştüm. Dedik ki; Arkadaş burda işler nasıl çalışıyor, bir buğday kamyonu çıkması için hangi işler yapılıyor. Dediler ki;  Bir önce tır gelir, buğday yüklenir, sonra kayıtlara girer tartılır.  

TMO’ nın ofislerindeki bürolarda laboratuvar tetkikleri yapılır, laboratuvar sonuçları alınır. Ondan sonra muhasebe müdürü onay verir. En sonra TMO’ nun işletme müdürü onay verir. Tam altı tane kademeden geçer. Bütün bu kağıtlara teker teker belgelere bekçi bakar çıkışına izin verir. TMO silolarında yapılarak kaç tır çıkabilir. Arkadaş bir günde bütün işlemler maksimum 30 tane tır çıkabilir, dediler. 300 tır on gün boyunca bu ülkenin serveti, bu insanların devlete, emanet ettiği buğday nasıl çalınır?” diyerek yaşananlara isyan ediyor. Araya giren gazeteci saygı Öztürk:  “Toprak Mahsulleri Ofisi bu duruma ne diyor? Diye sorması üzerine, ilgili milletvekili “demiyor bir şey,” diyerek konuyu özetlemiştir.

Turhan Çömez’in örnek verdiği Roman yoksulluğu bilinen bir gerçektir. Yoksul/ihtiyaç sabinin kendilerine yetecek kadar bir ürünü almanın (çalmanın) doğal olabileceğini ifade etmiştir.  Ancak, 7 bin ton 500 kg buğdayın çalınmasına anlam veremediğini söylemesi tuhaf ve anlaşılması zor bir durumdur.  Romanların aldığı velev ki çaldıkları buğday 10 teneke olsun. Mal sahibi tarafından helal edildiğini düşünebiliriz.   İyi ama çalınan 7 bin 500 kg buğday şahsın malı değil, Türkiye halkının malıdır. Yoksullar pazarda atık sebze, meyve topluyor, kırk haramiler saltanat sürüyor.

Burada söylenecek tek söz, “Haram zıkkım olsun, topunu açık havada yıldırım çarpsın!” Bu benzeri durumu, “Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı iştiha sizin” dizeleriyle akıllara kazınan

“Han-ı Yağma” şiirini anımsatıyor.  Şiirin yazarı Tevfik Fikret İttihat ve Terakki dönemindeki eleştirisel şiirini bir anımsayalım.  

HAN-I YAĞMA ŞİİRİ (ORİJİNAL OSMANLICA TÜRKÇESİ)

Bu sofracık, efendiler, ki -iltikama muntazır

Huzurunuzda titriyor- şu milletin hayatıdır;

Şu milletin ki muztarib, şu milletin ki muhtazır,

Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun, hapır hapır.

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı iştiha sizin;

Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler! Pek açsınız, bu çehrenizde bellidir;

Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı, kim bilir?

Şu nadi-i niam, bakın, kudumunuzla müftahir,

Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hakk da elde bir!

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı zi-safa sizin;

Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin, ne varsa ortalıkta say:

Haseb, neseb, şeref, şataf, oyun, düğün, konak, saray

Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay

Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı iştiha sizin;

Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı, yok zarar,

Gurur-ı ihtişamı var, sürür-ı intikamı var.

Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar;

Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar.

Yiyin efendiler, yiyin, bu han-ı can-feza sizin;

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa; malını

Vücüdunu, hayatını, ümidini, hayalini;

Bütün ferag-ı halini, olanca şevk-ı balini

Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helalini.

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı iştiha sizin;

Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak:

Yarın bakarsınız söner, bugün çıtırdayan ocak;

Bugünkü miğdeler kavi bugünkü çorbalar sıcak,

Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı pür-neva sizin;

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Devamını Oku

KALEİÇİNDE İNCİR AĞACI

KALEİÇİNDE İNCİR AĞACI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sonbahar mevsiminde yapraklar bulunduğu ağaç dallarını terk etmek zorunda kalır. Doğanın değişmez kanunudur. İnsanlarda bir gün olur ağaçtan kopan yaprak gibi yaşamdan koparlar. Osmanlı’nın gayrimüslimleri, Türkiye’nin azınlıkları olan Ermeniler, Rumlar, Yahudiler bir dönem Kaleiçi semtinde  sosyo- ekonomik yapının temel taşlarıydılar. Bu taşlar günümüzdeki ağırlığını kaybetse de geride bıraktığı izlerle kendilerinden söz ettirebilmektedir. Sosyo- ekonomik yapısı gelişmeyen, göçebe Çingeneler yıllarca konakladıkları yerlerde kendilerine ait izler bırakmamıştır. Bırakacak hiçbir özelliğe de sahip değillerdi.   

15 Ekim öğle sıcağında azınlıkların izleri olan tarihi yapıları fotoğraflamaya çalıştım. Bir anlamda terk edilmiş evlerinin bahçelerini saran incir ağaçların gölgesinde azınlıkların köklerini aradım.

Gazipaşa Caddesinde bulunan tarihi bir yapının sokak demir kapısını fotoğraflamak istedim. Demir kapının tam ortasında 5-6 yaşlarında bir incir ağacı kök salmıştı. Kapının dibinde beş kadın evlerinden getirdikleri beyaz plastik sandalyelerde yerlerini almışlardı.  Kendimi hissettirmeden, birazda uzakta kalarak tarihi yapının duvarlarını, kapı resimlerini çekmeye başladım. Kadınlara kibar bir dil kullanarak yanında oturdukları kapının fotoğrafını mutlaka çekmem gerektiğimi anlattım. Kadınların en genci 60 yaşındaydı. Diğerleri 80 yaşlarına merdiven dayamıştı.  Beş kadın da beni süzerek, “Hadi bakalım öyle olsun,” diyerek fotoğraf çekmem için sandalyeleriyle birlikte kenara çekildiler. Demir kapının fotoğrafını çekerken, “ Bu incir ağacının kapı ortasında ne işi var, buraya hiç bakmadılar,” Dememden etkilenen kadınlar sanki söz birliği etmişlercesine “sakın bu ağacı kestirme! Biz buraya devamlı geliyoruz, sohbet ediyoruz. Sakın kestirme!” diye sıkı tembihte bulunuyordu.

Kadınlara,“ Ben Hristiyanlarla ilgili tarih çalışması yapıyorum. Bu incir ağacını kestirme gibi bir niyetim yok! Zaten bu insanların evlerine yıllar önce incir ağaçları dikildi.” Dedim. Kadınlardan beyaz pantolonlu olanın konuşma şivesi çok farklı idi. Akıcı bir Türkçe konuşmasına sahip değildi. İçimden kadına “Sen hangi millettensin?” Diyeceğim geldi. Yine İçimden, “Aman yanlış bir şey söyleme burada beş kadın var, yanlış anlaşılırsam bu sohbetin sonu iyi bitmez!’ Diye düşündüm. Beyaz pantolonlu kadına nezaketli bir dil ile “Ablacığım sen hangi memleketsin? ‘ Diye sormam üzerine, “Ben Bulgaristan’da oturuyorum.” Demesi dil şivesini ortaya koyuyordu. Kadına, “Neden sordun?” Demesine fırsat vermeden düşük seviyeli/ kırık bir Türkçe ile “A be ablacığım ben Edirne’nin öz Çingenelerindenim, burada yaşayan Ermeni, Rum, Yahudilerle ilgili bir araştırma yazısı hazırlayacağım, benden çekinmenize gerek yok!” Dedim.  Yüzüme şaşkınlıkla bakarak konuştuğum şive onları güldürmüştü. Demir kapının fotoğraflarını çekip kenara çekildim. Kadınların hepsi yeniden incir ağacının gölgesine çöreklendiler.  Ancak bana tuhaf gelen tarafı kimse “Bu insanların evlerine yıllar önce incir ağaçları dikildi.” Sözünü neden kullandığımı sormamıştı. Kadınlardan birinin kesik Türkçesiyle Bulgaristanlı olduğunu söylemesi var olan bir göçün yıllara dayanmasıydı. Azınlıklarında bir dönem egemen oldukları bu sokak ve caddelerdeki varlığının sonlanmasıydı. Azınlıklara ait yapıların boş kalan bahçelerini incir ağaçları kaplamış durumda.

Günümüz koşullarına baktığımızda yoksullaşan derinlik, evlerimize büyükçe bir incir ağacı dikeceğe benziyor.

İncir Ağacı: “Birinin evini barkını dağıtmak” ve “Birinin varlığına ya da saygınlığına yönelik harekette bulunmak”

                                                                                                                           Turan Şallı

                                                                                                          Edirne Roman Sivil Toplum Gönüllüsü

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.