1 1
İnsan doğduğu ve doyduğu yeri unutamaz derler. Uzunköprü öyledir benim için. Şehir kültürü büyütür bizi. Şehirlerin de bir ruhu vardır çünkü. Zamanla benimser, tutkunu olursun o kentin. Özdeşleşirsin yörenin gelenekleriyle, masalları, türküleriyle. Nasıl unutabilirim? Unutmamak bir sorumluluktur aslında. Tam tersine, takvimler yılları öğütürken şehrin hafızası haline gelir insan.
Mesela; çocukluk yıllarımda, yağmurdan sonra balçığa dönen mahallenin toprak yolları hala gözümün önündedir. İlkokul yolunda çamura yapışan Dora marka naylon ayakkabılarımızı kurtarmak için verdiğimiz mücadeleyi gülümseyerek hatırlarım. Şimdiki çocuklar ışıklar içinde yüzüyor. Ne bilsinler gaz lambasını, lamba şişesini. Atatürk Mahallesi’nin Kamber Sokağı’nda doğduğum o kerpiç ev ise en unutulmaz anılarım arasındadır. Sokak da aslında netameliydi cinci Kamber hocadan dolayı. Uyumayan çocuklar için annelerin son çaresiydi o. Onun adını duyunca yorganın altına gömülürdük adeta.
Babam Romanya Silistre doğumluydu. Çocukluğu Tuna kıyısındaki köyün merasında koyun otlatarak geçmiş. Hep hasretle anlatırdı o coğrafyayı, Tutrakan’ı, orman içindeki Mesimler Köyü’nü, köyde bahçesi rengarenk çiçeklerle dolu iki katlı ahşap evlerini.
1938 yılında dayanılmaz baskılar ve iki ülke arasındaki anlaşmalar sonucunda göçe mecbur kalmışlar. Coğrafya kaderdir derler. Kaderi kötü noktalanmış o muzaffer yörüklerin, Evlad-ı Fatihan’ların.
Molla Ahmet dedemin mezarı Silistre’dedir. Çevre köylerde de tanınan, donanımlı bir imam, iyi bir hatipmiş dedem. Altı ay kaldığı İstanbul’da Beyazıt camii medresesinde önemli alimlerden ders aldığını söylüyordu babam. İsmigül babannem, beş çocuğu ile birlikte Molla Ahmet dedemin kabrini gözyaşları ile ıslatıp, mezar taşına son defa sarılıp, terk etmişler doğdukları toprakları. Talikayı çeken bir çift atın köpüklü nefeslerine karışmış hıçkırıkları, Köstence Limanı’na ulaştıklarında. Ellerinde kalan tek varlıkları at arabasıyla bindikleri vapur, onları Tekirdağ Limanı’na bıraktığında 14 yaşındaymış babam.
Vapurdan inenler, secdeye kapanıp susuzluktan çatlamış dudaklarıyla mübarek vatan toprağını öpmüş, onları anavatana davet ederek zulüm ve işkenceden kurtaran Atatürk’e dualar etmişler.
Romanya’dan gelen kafileler ülkenin ve de özellikle Marmara Bölgesi’nin değişik yerlerine yerleştirilmiş. Babamların tercihi Elmalı köyü ve Uzunköprü olmuş. Kim bilir, doğdukları topraklara yakın olmak, belki şartlar düzelirse yine geri dönmekti düşünceleri. Belki değil, kesin öyleydi. Çünkü babam öyle söylemişti bana. Öyle başlamış maceramız.
Devlet aile başına arsa vermiş, onlar da içine saman katarak yoğurdukları çamurla kerpiç kesip, evlerini yapmışlar. İki göz oda, bir bakla sofa, bir de evin arka tarafına eklenen ve kiler gibi kullanılan “indirme” dedikleri basık bir oda. Evin ön tarafına eklenen o sofaya biz sundurma derdik. Mahallenin bütün evleri bu bakımdan birbirine benzerdi.
Yerli halk Trakya şivesiyle “Macır” derdi muhacirlere. Annem yerlisiydi Uzunköprü’nün. Onlara “Gacal” deniliyordu. Halbuki annemin ailesi de, yani dedem “Pelvan İbraam” da Bulgaristan Filibe’den gelmişti daha önceki yıllarda. Dağlı Mahallesi de denilen Kavak Mahallesi daha çok Yunanistan’dan gelen muhacirlerin yerleşkesi olmuş.
Şehrin su deposu Habib Hoca Mahallesi’ndeydi ve ilçenin sembol yapılarından birisiydi. O nedenle Depo Mahallesi’ydi bir diğer adı. Su deposu bugün de dimdik ayaktadır. Ergene Nehri, bazen buz kütlelerinin kapattığı gözlerden dolayı ovayı denize çevirmiş, taşkınlarla yıkmış yakın evleri. Son taşkında Seylap evleri yapılmıştı mağdurlar için. O günlerin tanığıyım. Ergene’nin balıkları, kaç balıkçı ailenin rızık kapısı, kaç ailenin sofralarının tarifsiz lezzetiydi. Bugün sanayinin kimyasal atıklarının boşaltım kanalı olmuş, kara talihine isyan ediyor, eski bereketli günlerine hasret çekiyor Ergene.
Dünyanın en uzun taş köprüsü ünvanıyla başlı başına bir destandır Uzunköprü. O bir iradedir. Balkanlar’da kutlu bir medeniyetin inşası için atılan sağlam bir adım, muhteşem fetihlerin Bismillah’ıdır. Suya vurulan bir kement, Batıya bir meydan okumadır. Ceddim 2.Murat’ın azmi, Hacı Bayram-ı Veli’nin duası ile muhkemdir bu köprü.
“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik” o müstesna günlerde. Bir yaz günü şimşek gibi geçmişti Türk atlıları Ergene’den. Doludizgin atların toynaklarından çıkan kıvılcımların aydınlattığı gecenin mehtabında, askerler hangi türkülerle coşmuştu acaba? Ergene’nin coşkun sularına bakıp ne düşünmüştü Hünkar? Zaferin sihirli şarkılarını söylediğimiz o mutlu çağlarda biz hiç “Kızıl Elma”sız kalmadık da o nedenle soruyorum bu soruları.
Bülbül Korusu mesiresi daha çok “Dallık” diye bilinir çevrede. Bahar coşkusudur aslında sabahın dinginliğinde göveren meşelerin gölgesine kurulan sofralar. Neşelidir insanları Uzunköprü’nün. ”Telli Çeşme” sinden bir kez su içen kolay kolay ayrılamazdı bu ilçeden. Fakat azalan iş imkanları, daralan ekonomi, büyük şehirlere göçün hızlanması, eski cazibesini alıp götürdü ilçenin. Yaşlılar, emekliler kentiyiz artık. “Organize Sanayi Bölgesi göçü tersine çevirir mi acaba?” diye umutlanıyoruz biraz. Demirtaş Mahallesi ve Tren Garı yeniden cıvıl cıvıl olur, tren düdükleri yankılanır mı yine ovamızın derinliklerinde? İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar.
Bazen ben kovalıyorum yakalamak için ilhamları, bazen de “yaz gazeteci, bunları da yaz!” diyen fikirler bırakmıyor peşimi. Aslında yerel gazetelerin manşetleri çok güzel özetliyor kentte yaşananları. Alıp okursak elbette. Şu an sizin yaptığınız gibi.
Yeni hükümet binası için seçilen yer konuşuluyor. Memnun değil halk. Doğalgaz için açılan ama zamanında kapatılmayan berbat yollar ayrı bir dert. Uzunköprü’müzün tanıtımında marka değeri yaratabilecek Uzunköprüspor için kurumlarımızın ilgisizliği üzüntü verici. Bir türlü bitirilemeyen tarihi eser restorasyonları, Gazi Caddesi esnafının feryadı, hastanemizdeki eksik doktor kadroları, cami ve minare hoparlörlerinin, sokak düğünlerinin desibel çılgınlığı, imar planlarının revize edilmeyişi, Belediye’nin hizmetlerdeki ataleti, ideolojik bağnazlıklar ve kolektif hareketin iflası, halka bir şey sorulmaması, üretilen teorilere, yapılan önerilere kulak tıkanması… Neyse uzatmayayım daha fazla. Bunların her biri ayrı bir makale konusu ve iç burkuntusu.
Ben de sizi daha fazla üzmemek, içinizi karartmamak, moralinizi bozmamak için, siyah beyaz bir film gibi , eski Uzunköprü’yü anlatmaya çalıştım. O eski günleri arar gibiyiz. Fena mı oldu yani?
GÜNDEM
28 Ağustos 2025GÜNDEM
28 Ağustos 2025GÜNDEM
28 Ağustos 2025GÜNDEM
28 Ağustos 2025GÜNDEM
28 Ağustos 2025GÜNDEM
28 Ağustos 2025GÜNDEM
28 Ağustos 2025