İnsanlık tarihinde yoksulluk önemli bir olgu olmakla birlikte yakıcı ve yıkıcı etkileri bulunmakta, bulunmaya da devam etmektedir. Ekonomik yoksunluk veya yoksulluk bir toplumun yozlaşmasında önemli bir faktördür. Bir anlamda baş aktördür. Yoksulluk bireyin veya toplumların en temel gereksinimlerini karşılayamaması olarak ta izah edilir. Yoksulluk zamanla birey/toplumlarda sosyal kırılmaların yolunu açar. Bu kırılma ahlaki, kültürel, yozlaşma ile bütünleşince etik değerler tümden yok olmaya başlar. “Etik” denilen kavram; insanların kendi aralarında kurduğu bireysel ve toplumsal ilişkilerin temelini oluşturan değerleri, normları, kuralları doğru-yanlış ya da iyi-kötü gibi ahlaksal açıdan araştıran bir felsefe dalı olarak tanımlanır. Ahlak; bir toplumun iyi ya da kötü olarak kabul edilen davranışları belirleyen yazısız kuralların bütünlüğüdür.
Günümüzde etik değerlerin hızla içinin boşaldığını görmekteyiz. Bunun ana temelinden biri, kişilerin birbirleriyle olumsuz gelişen sosyal ve ekonomik ilişkileri, sosyal ağların özgürce kullanılması ayrı bir yer tutmaktadır. Yaşanan bu süreçler aynı zamanda etik değerlerin ortadan kalkmasına neden olmaktadır.
Etik değerlerin ortadan kalkması, davranışsal örüntüleri(ahlaki) sıradanlaştırmaktadır. Sıradanlaşma, içselleşmeye dönüştüğünde önce sosyal yozlaşmaya, ileriki safhalarda sosyal çürümeye dönüşmektedir. Sosyal yozlaşmanın ortaya çıkışında farklı etmenleri görmek mümkündür. Sosyal çürüme, sadece toplumsal anlamda olmamakla birlikte siyasal uzantılı da olabilmektedir. Siyasetçilerin izlediği söylem dili zaman zaman toplumun bir kesimini memnun ederken, diğer bir kesim de ‘bu kadar da olmaz!’ anlayışıyla tepki gösterebiliyor. Örneğin: ‘Bir kereden bir şey olmaz’, ‘küçüğün rızası vardı’ gibi söylemler, yaşanan olayları önemsizleşme, içselleştirmeye yöneliktir. Bu süreçler, ahlaki normların dışına çıkılması anlamını da taşımaktadır. Bu yaklaşım doğal olarak ahlaki anlayışa da olumsuz yansımaktadır.
Yoksulluk olgusu, kişilerin temel ihtiyaçlarını gidermedeki zorluklar etik değerleri ortadan kaldırabilmekte, insanları yeni arayışlara, oluşumlara, farklı kazanç türlerine sürüklediğine çokça rastlanmıştır. Kimlik bazında incelediğimizde; İstanbul-Sulukule çarpıcı bir örnektir. Günümüzde eski yaşam varlığı ortadan kalkan İstanbul-Sulukule gece eğlence merkezlerinden biri olarak anıldı. Resmi emniyet raporlarına göre; mahalle de çok sayıda asayiş olayları, eğlence evlerinde gayri ahlaki işler dönüyordu. Mahallenin küçük bir bölümü kendi iç dinamiklerinde sosyal mekanlarında ticaret yapıyordu.
Romanların bir kısmı evlerinin bazı odalarını tipik bir meyhaneye dönüştürmüştü. Müzikli, dansözlü, alkol kokan odalardı. Bu işin ticaretini yapan Romanlar iyi de para kazanıyordu. Bu durumu gören diğer Romanlardan bir kısmı evini eğlence evine çevirmişti. Eğlence evleri kolay para kazanma aracına dönüşmüştü. Eğlence evlerinde neler yaşandığını mahalle sakinleri farkındaydı. Yozlaşma herkesin vicdanında saklıydı. Sokaklara taşan gürültüler ve hoş olmayan görüntüleri içselleştirmeyenlerden bazıları zaman içinde mahalleyi terk ettiler. Eğlence evleri yaşam tercihi ve aynı zamanda ticari tercihti. En anlaşılır şekliyle içselleştirilmiş bir ticari kazanç şekliydi.
Devletin güvenlik kuvvetleri adına sosyal yozlaşma demese de, yasal adıyla illegal işler yapılıyordu. İllegal yapılar ortadan kaldırılmalıydı. Bir zaman sonra önce eğlence evleri, 2000’li yılların ortalarına doğru hızla Kentsel Dönüşüm Planları altında mahalle yok edildiğine ilişkin onlarca yazı yazılmıştır. Romanların ticareti sona erdirilmiş, yaşam alanları değiştirilmiş, kamu eliyle rant düzeni yaratılmıştır.
Devletin bu mahallede sosyal yozlaşma var diyemediği günlerde 1974 yılında “arkadaş” filmin ilk sahnelerinde sosyal yozlaşmaya, ahlaki çöküntüye örnek olarak Sulukule eğlence evi gösterilir. Filmin kısa özetinde; eski arkadaşlar Cemil ve Azem(Yılmaz Güney) uzun yıllardır görüşmemişlerdir. İki arkadaşın normal bir meyhanedeki sohbeti, Sulukule eğlence evlerinden birine uzanır. Çalgılı çengili Sulukule eğlence evinde dansöz kızların üstleri çıplaktır.
Yoksulluktan zenginliğe adım atan Cemil’in sosyal statüsü değişmiş, yaşam kültürü de yozlaşmıştır. Bu yozlaşmada etik ve ahlaki değerler ortadan kalkmıştır.
POLİTİK YOZLAŞMANIN TOPLUMA YANSIMASI
Yozlaşma önce birey, sonra da toplumları etkisi altına alır. Örf, adet ve gelenekler tahrip olur. İnsanların birbirlerine güvenleri kalmaz. Deyim yerindeyse kimin eli kimin cebinde olduğu belirsizleşir. Kamusal alana yayıldığında toplumsal buhrana dönüşür. Devlet içinde toplumsal yozlaşmanın en tehlikeli olanı politik yozlaşmadır. Halkın devlete olan güveni büyük ölçü de güvensizliğe yol açar, mutsuz ve gelecek endişesi derinleşir.
Politik yozlaşma devleti zamanla güçsüzleştirir, yasa dışı unsurların büyümesinin yolunu açar; mafya denilen yapılar toplumda korku, huzursuzluk ve güvensizlik yaratır. Politik yozlaşmanın temeli; egemen olmanın para ekonomisidir. Politik yozlaşma karmaşık bir düzende; zimmet, siyasal kayırmacılık veya adam kayırmacılığı, lobicilik, rant düzeni, politik düzenbazlık en bilinenleridir. Bu özelliklerin ortaya çıkışı; ülkenin içinde bulunduğu yönetim sisteminin bir sonucudur. Kökleşmesi topluma yapılan en büyük kötülüktür. Politik yozlaşma devlet yönetiminin sağlıklı işleyişini etkiler, hak, hukuk, adalet mekanizmasının işleyişini zorlaştırır.
Yozlaşmanın siyasette derinlik kazanması bir toplum için en kötü olanıdır. İnsan damarlarındaki düzenli kan dolaşımının sekteye uğramasına benzer. Sosyal Yozlaşmanın diğer bir nedeni de toplumsal yoksulluğun büyümesidir. Yoksulluk günümüzde bir ülkede yaşanan yüksek enflasyonla orantılıdır. Yoksulluk konusunda merhum Süleyman Demirel’in sözleri siyasi tarihimizde örnek bir söylem dilidir. 1991 yılında enflasyon/yoksullukla mücadelede toplumsal tabakanın ağır etkilerine yönelik sözleri epey değerlidir. Bunlardan biri de “Avrupa yoksulluktan korkar” sözleridir. “Türkiye’de halk nasıl feryat etmesin, Türkiye’yi yönetenler enflasyonu politika haline getirmiştir. Bir devlet iki yakasını bir araya getiremiyorsa enflasyonun sebebini şurda burda aramayın, bizim devlet hesabını kitabını yitirmiştir. Bu hesabı derleyip toparlamak lazım. Bir kamu kesimi reformu lazım, finans reformu lazım. Bu kadar yüksek kredi maliyetiyle yatırım yaparak bir yere varamazsınız.” Sözleriyle ekonomik sorunları izah etmekteydi.
Günümüzde kamusal alanda derin yoksulluğun izleri görünmese de insanların kendi sosyal mekanlarında derin yoksullukla mücadelenin izleri bulunmaktadır. Halkın bir zamanlar “baba” lakaplı Süleyman Demirel’in sözlerini yabana atmamak lazım. “Bu hesabı derleyip toparlamak lazım, Avrupa en çok yoksulluktan korkar, enflasyon/yoksulluk, devletleri, milletleri yıkan bir hadisedir.” Sözlerinin köklerinde sosyal çürümenin izlerini saklar. İnsanlık tarihinde yoksul devletlerin sosyal refahını sağlamak için çokça mali kaynaklar geliştirdiğini ve sonuç olarak toplumsal bir refah sağladığını görürüz. Kapital kendini yenileyen bir olgudur. Sosyal Yozlaşmanın Sosyal Çürümeye doğru kayması toplumsal tehlikeye dönüşmesi anlamını taşımaktadır. Geriye dönüşü de pek mümkün gözükmemektedir.
Kaynaklar:
GÜNDEM
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024EKONOMİ
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024