Recep Çınar
Ekim ayında ülkemizde, yenidoğan 12 bebeğin ölüm skandalı yaşanmıştı. Türkiye’yi derinden sarsan Yenidoğan skandalında milyonları hayrete düşüren bu olayı basında takip etmeyen herhalde yoktur. Edirne halkını şaşırtan bir başka husus ise2007, 2011, Haziran 2015 ve Kasım 2015 Türkiye genel seçimleri ‘nde Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili olarak meclise giren ve Sağlık Bakanlığı görevinde bulunan Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun “Özel Avcılar Hospital Hastanesi”nin de bu olayın içinde yer alması olmuştu.
Bundan dolayı da daha önce Meriç Nehri’ üzerindeki Karaağaç’a bağlantıyı sağlayan ve Mehmet Müezzinoğlu’nun adı verilen yeni köprüden isminin kaldırılması ve köprüye LOZAN ismi verilmesi konusundaki bazı talepleri mahalli basında okuduk! Adı değişsin de, Ancak, köprünün yeni adının “Lozan” olması neyin nesi? Lozan, Türkçe bir kelime değil ki!
Ayrıca, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan “Lozan anlaşması” bizim için zafer mi, yoksa hezimet mi oldu?
Bu hala tartışılan bir konu! Anlaşmanın İmzalanmasının üzerinden bir asır geçti. O günden bugüne Lozan üzerine çok sözler söylendi, çok yazılar yazıldı. Hala da devam ediliyor. Bu gidişle de daha çoook edileceğe benzer!
Günümüzdeki yazılanlar, konuşulanlar yazan veya konuşanların çoğu bizzat yaşadığı tarihi bilgiler olmayıp rivayet (söylenti) lerdir. Bunda ise önemli olan kaynakların ne derece sağlam ve güvenilir olduğudur. Çünkü genelde insanlar olayları kendi siyasi ve sosyal bakış açısından yola çıkarak anlatıyor ve değerlendiriyor. Lozan antlaşması da günümüzde “bazılarına göre zafer, bazılarına göre ise hezimet” olarak anlatılır.
Bazı beceriksizlerin maceraperestliği uğruna yanlış saflarda girdiğimiz büyük cihan savaşından mağlup olarak çıktıktan ve dört senede “evet sadece dört senede” bir milyon ikiyüzbin kilometrekarelik “yani bugünkü ölçümlerle birbuçuk Türkiyelik” toprak kaybettikten sonra, Mustafa Kemal Paşa’nın Sultan Vahideddin Han’a tavsiyesi ve ısrarı üzerine antlaşma masasına oturmak ve Osmanlı haklarını korumak için Limni Adası’nın Mondros Limanı’na gönderilen Rauf Orbay’ın imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması’nın o berbat maddeleri gereğince, Anadolu toprakları karış karış işgal edilmiştir.
Vatan topraklarımızı düşman istilasından kurtarmak için Hükümdar Sultan Mehmet Vahidettin Han, Osmanlı Genel Kurmayı ile fikir birliğine vararak topraklarımızı düşman istilasından kurtarmak için olağanüstü yetkilerle donatılmış bir paşanın paravan, göstermelik bir görevle Anadolu kıtasına gönderilip onun başkanlığı ve yönetiminde Saray-Hükümet-Halk-Bürokrasi-Ordu işbirliği ile başlatılan bir milli mücadeleden sonra İstanbul’dan kurtarılamayan mukaddes vatanın kurtarılması sağlanacaktı. Nitekim dört senelik çetin ve zor bir ölüm-kalım mücadelesinden sonra kurtarıldı da. Sıra, cephede kanla, terle, duayla, maddeyle, manayla, sabırla, kazmayla, kürekle, tırnakla kazanılan bu zafer masada imzalanacak diplomatik bir antlaşmaya gelmiştir. Tarihler 1922 senesinin Ekim ayını gösterir. Savaşın galipleri olan İngiltere-Fransa-İtalya-Yunanistan şer bloğu, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının ve Sultan-Halifenin haklarını korumak için namus ve şereflerinin üzerine yemin edenler tarafından oluşturulan Ankara’daki TBM Meclisine bir davetiye gönderirler. Bu davetiyenin içeriği nerede olacağı kendileri tarafından belirlenen bir Avrupa semtinde bir Barış Antlaşması yapılacaktır.
GÖRÜŞME YERİNİ BİZ BELİRLEYEMİYORUZ!
TBMM haklı olarak bu antlaşma görüşmelerinin İzmir’de yani düşman işgalinden kurtarılan son Osmanlı toprağında yapılmasını taraflara teklif etti. Etti etmesine de bu teklif Avrupalı muhatapları tarafından ciddiye alınıp üzerinde görüşme bile yapılmadı. İngiltere’nin İstanbul Yüksek Komiseri Rumbold, 11 Ekim 1922’de Savaş Bakanlığı’na yazdığı bir telgrafta, Türklerin yalnızca Yunanlılara değil tüm müttefiklere karşı zafer kazandığı yolunda halk arasındaki yaygın inanca dikkat çekti. Ve şu bilgiyi bakanlığına sundu; “…Bu izlenim, eğer konferans bir Türk şehrinde gerçekleşirse daha da güçlenecektir. Bu öneriyi kabul etmek, Türklerin sadece Yunanlıları değil tüm müttefikleri yendiğini kabul etmek demektir. Eğer Türk tarafının konferansı bir Türk şehrinde yapma teklifi kabul edilirse, bir heyet üyesi Türk, konferans başkanlığı talebinde dahi bulunabilir. Bu, bir tavizdir.”
MİSK-I MİLLİ NAMUS VE ŞEREFTİR!
Ankara’dan Lozan’a gönderilen görüşme heyeti, Başkan İsmet İnönü, 1. Başkan Yardımcısı Dr. Rıza Nur ve 2. Başkan Yardımcısı Hasan Saka önderliğinde kalabalık bir grup olarak 13 Kasım 1922’de Lozan’a ayakbastılar. Mebusan üyelerinin hem de Ankara’daki TBMM üyelerinin namus, şeref ve haysiyetleri üzerine yemin edilen ve uğruna ölmekten çekinmeyeceğiz denilen “Misak-ı Millî”den (Milli Yemin) taviz verilmemesidir. İyi ama vatan uğruna can vermeyi göze alan yiğitlerin şereflerinin üzerine yemin ettikleri ve canlarından aziz bildikleri bu “Misak-ı Millî” nedir?
“Misak-I Millî”; İstanbul’da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından 28 Ocak 1920’de oybirliği ile kabul edilmiş ve 17 Şubat’ta kamuoyuna açıklanmıştır. Buna göre; Suriye’de Azez, Cerablus, Rakka ve Deyrizor (Fırat Vadisi); Irak’ta Sincar, Musul, Altınköprü, Erbil, Kerkük ve Süleymaniye Misak-ı Milli sınırları içindedir.
Doğuda ise “Vilayet-i Selase (Kars, Artvin ve Batum)” Ege’de Adalar, Batı Trakya, Hatay, Akdeniz’de Kıbrıs ve 30 Ekim 1918’de Türk ordularının kontrolündeki (Türklerle meskûn) Ahıska aynı şekilde Misak-ı Milli’ye dâhildir. İstanbul Hükümetinin kabul ettiği bu “Millî And”ı aynen virgülüne bile dokunmadan Ankara’daki meclis de kabul etmiştir. Lozan’a giden heyet’i Mustafa Kemal Paşa, bu sınırlara hassas olunması noktasında İnönü ve ekibini uyardığı tarihî kaynaklardan anlaşılmaktadır.
LOZAN’DA KARŞIMIZA 8 DEVLET ÇIKTI!
Bunlar; İngiltere, Fransa, Amerika, İtalya, Japonya, Romanya, Sırbistan ve Yunanistan!..
Toplantı günü 13 Kasım olarak kararlaştırılıyor, sonra da bir hafta erteleniyor. Bu ertelemeyi Türk heyetine bildirilmeyi tenezzül dahi etmiyorlar!
Toplantıda Fransızca, İngilizce ve İtalyanca resmi dil olarak kabul ediliyor, Türkçe ve başka dil konuşmak yasak! Komisyon Başkanlıklarına Türkler getirilmiyor. Türk heyeti asker, karşı taraf ise bürokrat kökenli. İngiliz istihbaratı Türk telgraflarını deşifre ediyor. Batı Trakya ve Trakya sınırı Yunanlıların istediği gibi belirleniyor.
LOZANDA FİTNECİBAŞI BİR YAHUDİ!
Lozan görüşmelerinde Türk delegeler arasında anlaşmazlık çıktı, Dr. Rıza Nur’un görevine son verildi. Ve görüşmeler yeniden başladı. Konuların gündeme getirilmesi, tartışmalar, teklifler sonrası onaylanan maddeler anlaşmanın kabul edilen hükümleri arasındaydı. Bu sırada ilginç gelişmeler oldu. İstanbul’daki Yahudi Hahambaşısı Haim Nahum Efendi, İsmet Paşa’nın danışmanı görevine getirildi! Toplantılara katılıyor, yabancı heyetlerin sözlerini Türkçeye çeviriyor, Osmanlı’dan kalan sorunların çözümü için tekliflerini sunuyordu. Ve aradan geçen aylar sonra 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan anlaşmasının kabulü ilan edildi. Türkiye’de Lozan anlaşması “Bağımsız Türkiye’nin güvencesi” olarak tanımlandı ve resmi tarih kitaplarına da bu yönde bilgiler yansıtıldı. Peki, Lozan görüşmeleri sırasında delegelerin ileri sürdükleri görüşler, ele alınan maddelere esas olacak açıklamalar ile ilgili gizli tutanak belgeleri yok muydu? Elbette ki vardı. Peki, Lozan anlaşmasının imzalanmasından sonra geçen uzun süre (94 yıl) (şimdi 100 yıl oldu) içinde Lozan anlaşmasının gizli belgeleri neden açıklanmaz, bir sır gibi saklanır!
PEKİ, HAİM NAHUM KİMDİR?
Haim Nahum, 1872-1960 yılları arasında yaşadı. İzmir’de doğmuştu. Yahudi dini ve kültürünü esas alan okullarda okuduktan sonra Sorbon Üniversitesinde Doğu dilleri üzerinde diplomasını aldı. Dilbilimci, tarihçi ve filozof olarak mezun olmuştu. 1909 yılında İstanbul’da Osmanlı Yahudileri dini liderliği olan (Hahambaşılık) görevine getirildi. Ve aynı yılda Osmanlı Harb Okulunda siyaset bilimi ve tarih üzerinde dersler vermeye başladı. İttihat ve Terakki harekâtına katılan genç subayların yetişmesine, yönlendirilmesine önemli katkıları oldu. Aradan geçen yıllar sonra Lozan görüşmeleri esnasında İngiltere temsilcisi Lord Curzon’a karşı ikna yeteneği olan Haim Nahum Efendi’nin Türk resmi danışmanı olarak görev alması düşündürücü bir konuydu! Ve bu şartlar altında Lozan anlaşması imzalandı. Bundan sonrası Haim Nahum’un hayatında yeni bir dönem başladı. Haim Nahum, Mısır’a gitti. Kahire’de Yahudi cemaatinin teşkilatlanması çalışmalarını yürüttü. 1920 ve 30’lu yıllarda Filistin topraklarında Yahudi Siyonist hareketlerinin gelişip güçlenmesine önemli katkılarda bulundu. Ve 1948 yılı içinde İsrail Devleti kuruldu. Bu tarihten sonra Nahum Efendi, dünya Yahudilerinin İsrail’e olan desteğinin sürmesi çalışmalarını yürüttü.
İsmet Paşa, anlaşıldığına göre, Lozan’da İngilizlerle bir nev’i gizli arabuluculuk rolü oynayan İstanbul’un Hahambaşısı Haim Nahum Efendinin telkinleriyle, Hilafet’in artık ne şekilde olursa olsun Türkiye’de devamına müsaade edilmeyip derhal atılması lüzumu fikrini tamamıyla benimsemiş bulunuyordu. Peki, ya dört-beş ay evvelki Hilafet’e bağlılık hatta Hilafet’in kuvvetlendirilmesi düşünce ve kanaati ve bu yoldaki kat’i ifadeler ve İslam âlemine bunun duyurulması hususundaki telaş ve heyecan ne olmuştu? Her şey Lozan görüşmeleri sırasında oldu. Birçok kaynaklarda “gizli bir antlaşma ile İsmet Paşa’nın İngilizlere Hilafeti kaldırma sözü verdiği” belirtiliyor. Yakın Tarih Ansiklopedisinde de bu tez birçok belge ile teyid edilmektedir.Peki,Hilafet’in kaldırılması Allah’a savaş açmak değil de nedir?
Kazım Karabekir’in hatıralarında belirttiğine göre Nahum, Batılı ülkelere “Türklerin İslami bünyesini değiştirerek onların Protestanlığı kabul etmelerinin kolaylaştırılacağını” anlatmıştır. Gerçekten de Lozan sonrası gelişmeler çok ilginçtir. Batılılara ve azınlıklara birçok imtiyazlar verilirken, okullardaki İslam tarihi, Osmanlı tarihi kaldırılarak Yunan Medeniyeti tarihi konmuş, Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) Batı klasiklerini tercüme ettirerek, ardından ders kitaplarını Yunan ve Batı düşüncesi doğrultusunda yenileyerek ve de alfabemiz değiştirilerek bu emele hizmet edilmiştir. Yakın Tarih Ansiklopedisi’nin 3. cildinde yer alan (sahife 62) bir belgeye göre Haim Nahum, Gurzon’a “Siz Türkiye’nin mülki tamamiyetini kabul edin, ben onlara İslamiyet’i ve İslam temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum” demiştir!
Netice; İsmet İnönü Lozan kahramanıdır ve Halife sınır dışına gönderilmiştir. Tek Parti iktidarının İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûn gibi iki mühim silahı vardır artık. Ve Türkiye Cumhuriyeti yeniden biçimlendirilmektedir. Bu kez Kurtuluş Savaşı ruhuna karşı yeni bir ütopya, devlet zihniyetine hâkimdir.
Devamı yarın…
GÜNDEM
23 Kasım 2024GÜNDEM
23 Kasım 2024GÜNDEM
23 Kasım 2024GÜNDEM
23 Kasım 2024GÜNDEM
23 Kasım 2024EKONOMİ
23 Kasım 2024GÜNDEM
23 Kasım 2024