evden eve nakliyat
DOLAR 34,3869 0.47%
EURO 36,8522 -0.6%
ALTIN 2.968,04-0,25
BITCOIN 26433280,48%
Edirne

AZ BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Recep Çınar

Recep Çınar

07 Kasım 2024 Perşembe

KURTUBA’DAN AYRILIŞ VE ALMANYA’YA DÖNÜŞ!

KURTUBA’DAN AYRILIŞ VE ALMANYA’YA DÖNÜŞ!
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Ne güzeldi Endülüs, ne güzeldi Endülüs’ün unutulmaz tarkihi eserleri, Gırnata ve Kurtuba’da. Ne güzeldi İslam kardeşliği. Ancak zamanımız kısıtlı ve yavaş yavaş doluyordu. Zaten daha gezerek gidecek ve 2 gün sürecek yolumuz vardı, Almanya’nın Köln şehrine kadar.

Sonunda Endülüs’te kısa sürede tanıştığımız Müslüman kardeşlerimizden ayrılmak zorunda idik. Ayrılacağımız zaman kucaklaşıyor, helalleşiyorduk. Abdullah İmran’a sıra geldiğinde önce,  “ne olursunuz tüm Müslüman kardeşlerimiz olarak elinizden hiçbir şey gelmiyorsa, hiç değilse bize dua edin! Edin ki, Endülüs tekrar İslam’a dönsün” diyerek boynumuza sarıldı ve gözü yaşları dökerek ayrıldık.

İki arkadaş arabamıza binerek 2 gün sürecek olan yolculuğumuza başladık. Almanya’ya dönüşümüz değişik güzergâhtan oldu. Kurtuba’dan ayrıldıktan sonra Zaman zaman ben, zaman zaman da arkadaşım Eşref’in kullandığı aracımızla Toledo, Madrid, Zaragoza gibi İspanya’nın önemli şehirlerini birer birer geride bırakarak, İspanya ile Fransa arasında sınır teşkil eden meşhur Pirene dağlarını da aşarak Fransa’ya girdik. Ve Paris üzerinden Almanya’ya dönmüş olduk. Aslında gezilecek önemli bir şehir daha vardı “Sevilla”! ancak zamanımız yetersiz olduğundan oraya gidemedik.

Endülüs seyahatimiz bir rüya gibi böyle geldi geçti.  Böylece kitaplarda okuyup hayalimizde yaşadığımız Endülüs’ü Mevla’nın lütfu ile kısa da olsa gezip görme imkânına sahip olduk. Gezmek, görmek, tarih ile iç içe yaşamak ne güzel şey!

Daha sonraki yıllarda da kısa da olsa  2 defa daha İspanya/Endülüs Bölgesine gitmek nasip oldu! Birinde 4 arkadaş bir yaz tatilinde Türkiye’ye gelmeyerek arabamıza binip İspanya’da (Endülüs’ü) gezerek oradan da Fas’a geçip bilhassa Kuzey bölgeleri gezip,  dönüşte de Fransa’nın bazı şehirlerini 2 hafta kadar gezdik.

Bir diğerinde ise 30 kadar bir grup ile uçakla İspanya’ya gidip Endülüs’ü ziyaret ettik.

Endülüs: Her Taşı Bizim Tarihimiz!

Kurtuba, bir dağ silsilesinin eteklerinde geniş ve verimli bir vadi üzerinde kurulmuş bir şehir. Kurtuba’nın büyük ölçüde genişletilmesi, içtimai müesseselerle geliştirilmesi ve imarına “Ed Dâhil” ünvanı ile anılan 1. Abdurrahman zamanında başlanmıştır. Bu zat, evvela şehre civar dağlardan su taşımak için büyük bir su kemeri yaptırmıştı. Getirilen su kurşun borularla şehre dağıtılıyordu. Su depoları taştan veya demirden yapılıyordu.

Keza, 1. Abdurrahman devrinde Kurtuba’da meşhur Cami-i Kebir’in yapımına başlanmış, oğlu zamanında tamamlanmıştır.  Zamanın içinde bu cami, Batı İslam dünyasının en önemli mabedini oluşturmuştur. Kurtuba Camii, 93 adet haşmetli mermer sütunları ile ormana açılmakta ve dış avlusu ile gayet geniş bir alanı kaplamaktaydı. Başkent Kurtuba, 110 binden fazla evi, yüzlerce Camileri, Büyük Çarşıları, çok sayıda Dükkânları, yüzleri aşkın Otel ve Hamamları ve yarım milyonu aşkın nüfusu ile Abbasilerin başşehri Bağdat’la yarışıyordu. Avrupalı tarihçiler bu şehir için “Ziynet-i Alem: Dünyanın süsü” deyimini kullanmışlardı. Kaynaklarda yer alan bilgilere göre gelişmiş bir aydınlatma sistemine de sahipti. Geceleyin bir insan şehrin, sokak lambalarıyla aydınlatılmış belli başlı merkezlerinde yürüyebilirdi. Halk için park ve bahçe tipi gezinti yerleri hayli çoktu.

Gırnata şehri ve El-Hamra Sarayı!

Vadi ve tepeler üzerine kurulmuş bir şehirdir. 15. Asırda şehrin nüfusu 400 bine ulaşmıştı. El-Hamra Sarayı, Nasriler (Benü Ahmer) Hanedanından El-Galib (1232-1273) tarafından Gırnata’nın karşısındaki manzaralı tepelerden biri üzerine yaptırılmıştı. Yapımında kullanılan kızıl renkli taşlardan veya Hükümdarın lakabından yani, “İbnül Ahmer”  diye anılmasından dolayı “El-Hamra” denilmiştir. Zarif süslemeleri, mermer kaplama taşları üzerine işlenmiş arabesk tarzındaki kabartma desenleriyle bu saray, günümüze kadar ulaşabilmiştir. Saray, kırk bin kişiyi barındıracak kapasiteye sahipti.

Ziya Paşa öyle diyor; ”Ger Endülüs olmasa ziyadar,  Kim Avrupa’yı ederdi bidâr!                                                     

 (Eğer Endülüs ışık saçmasaydı, Avrupa’yı bilgisizlik uykusundan kim uyandırırdı?)

Asr-ı Saadet’ten günümüze 14 asırlık dönemde nice İslam Devletleri kurulmuş. Ama birlik ve beraberlik sağlanamayıp, medeniyet değerlerimizden uzaklaşılınca hep tarihin derinliklerine gömülmüşler!

Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde; “Seyahat edin sıhhat bulun” diyor. Bunun manasının şöyle olacağı söyleniyor; “İnsan ruhu, kâinatta geçerli olan hareket kanununa tabi olarak hareket etmekle istirahat eder, mutlu olur. Çalışan kimselerin, tembellik döşeğinde yatanlardan daha mutlu olmalarının hikmeti de budur.”                                                                                                                                                                       Ayrıca, her yenilikte bir lezzet vardır. Seyahatte de yeni mekânlar, yeni havalar, yeni insanlar, arkadaşlar, yeni meşgaleler olur. Bu çok yönlü yeniliklerden dolayı da ruhta bir ferahlık oluşur, bu da sağlığa yardım eder.

Kur’an-ı Kerim’de yeryüzünü gezmek ile ilgili 10’dan fazla ayet var! Onlardan bazıları şöyle;

  • “Peki, onlar hiç yeryüzünde dolaşarak, kendilerinden önce gelip geçenlerin sonu nasıl olmuş diye bakıp ibret almazlar mı? Allah onları yerle bir etmişti. Bu kâfirleri de aynı son beklemektedir!” (Muhammet Suresi-10. Ayet)
  • “De ki: “Yeryüzünde dolaşın da, daha öncekilerin akıbeti nasıl olmuş ibretle bakın! Onların çoğu Allah’a ortak koşan kimselerdi.” (Rum Suresi- 42. Ayet)
  • De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah’ın varlıkları ilk defa nasıl yarattığına ibretle bakın. Allah, kıyametten sonraki âhiret hayatını da işte böyle yaratacaktır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter. (Ankebut Suresi-20. Ayet)
  • Sizden önceki toplumların hayatında nice ilâhî kanunlar tatbik edilmiş ve bunların sonuçları yaşanmıştır. İsterseniz yeryüzünde şöyle bir gezip dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir bakın! (Al-i İmran;137)

Tabii ki, tarihte yaşanmış İslam Medeniyetlerini tanımak için geniş kapsamlı “İslam Tarihi” de okumak, mümkünse o coğrafyaları gezmek gerekir!

Allah (cc) seyahati arzu eden kullarına da inşallah nasip eder!

Dostça kalın…

Devamını Oku

MÜSLÜMANLARIN GARİP OLDUĞU YERLERDEYİZ!

MÜSLÜMANLARIN GARİP OLDUĞU YERLERDEYİZ!
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Vakit oldukça ilerlemişti. Bulunduğumuz odayı istirahat edebileceğimiz şekilde hazırladıktan sonra kendisi de odasında istirahata çekildi. Bütün gün gezmiş olmanın verdiği yorgunluğa ve de geç yatmış olmamıza rağmen o gece doğru dürüst uyuyamadık! Çünkü gece geç saatlerde sokaklarda başlayan sarhoşların naraları sabaha kadar sürdü. Bilhassa hafta sonlarında insanlar insanlığını daha da unutuyor, adeta hayvanlaşıyorlar. Ne kanun, ne kural tanıyorlar. Ahlaksızlık, içki, yankesicilik almış yürümüş. Dikkatimizi çeken yerlerden biri de hemen tüm evlerin bilhassa ilk katlarının pencerelerinin demir parmaklıklarla koruma altına alınmış olmasıydı. Bunun neden böyle olduğunu sorduğumuzda, “böyle olmazsa evleri soyarlar” dediler!

Müslümanların hükümran olduğu 5 asır öncesine kadar ahlak, medeniyet ve insanlıkta örnek olan Endülüs şehirleri bugün bu halde idi. Küfrün hâkim olduğu yerde ahlak mı kalır, insanlık mı?

Ancak şu unutulmamalı ki, ahlaken çöken toplumların ayakta kalması mümkün olmaz. Zira tarih bunun örnekleriyle doludur. Onun için aklımdan; “Endülüs yine İslam’a gebedir” demek geçti. Hele orada yaşayan 6 milyon insanın baskı ile zulüm ile … zarla,  zorla Hıristiyanlaştırılmış insanlarının (bir kısmı da olsa) nesilleri olduklarını düşünecek olursak, bu zan daha da kuvvet kazaanıyor. Herkesin bir hesabı var, Ama Allah’ın da hesabı var! Şaşmayan hesap Allah’ın hesabıdır!

O gece sarhoş naralarından yeterince uyuyamamış olmamıza rağmen sabah namazını kılmak üzere kalktık ve birlikte Mescide gittik. Günlerden Pazar olması hasebiyle Mescitte toplanan 20 kadar Müslüman ile birlikte sabah namazını eda ettik. Bu Müslümanların bir kısmı İspanyol, diğer bir kısmı da Kuzey Afrika ülkelerinden gelip oraya yerleşmiş insanlar.

Endülüs’ün Gururu; Kurtuba’ya hareket!

Sabah namazını kıldıktan sonra Endülüs İslam Medeniyeti’nin ilk ve önemli merkezi olan Kurtuba şehrine gitmek üzere helalleştik. Biri Filistinli, diğeri de Faslı olan 2 Müslüman kardeşimiz de işleri icabı kendi araçlarına, biz de kendi aracımıza binerek onlar önde, biz arkada birlikte yolculuğa çıktık. Kendileri yıllarca orada bulunduklarından çevreyi tanıyor ve bize rehberlik de ettiler. Gırnata ile Kurtuba’nın arası 170 Km.lik bir mesafe. Arazi engebeli. İki şehir arasındaki bu arazi zeytin ağaçları ile dolu. Kendimizi bir an Türkiye’nin Ege Bölgesinde zannettik! Zeytinlikler çok bakımlı ve düzenli idi.

Gırnata ile Kurtuba gibi iki önemli yerleşim merkezi arasında pek çok irili ufaklı yerleşim merkezleri mevcut. Bunların hemen hepsinde Endülüs’ten kalma çeşitli eserler gözünüze çarpar. Bunlar arasında en önemlileri ise, daha evvel Cami iken sonradan Kiliseye çevrilmiş eserlerdir. Yarı yolda çay molası verdikten sonra tekrar yolumuza devam ettik. Yaklaşık 2 saatlik bir yolculuktan sonra da öğle vaktine yakın Kurtuba şehrine ulaştık. Yollar  (o zaman) otoban olmamakla birlikte düzgün ve bakımlı idi.

Endülüs Medeniyeti’nin ilk merkezi Kurtuba’dayız!

Bize refakat eden 2 Arap kardeşimiz Kurtuba’yı iyi tanıdıkları için, adres falan sormaya gerek kalmadan bizi doğruca dillere destan meşhur Mescid-i Kurtuba’ya götürdüler. Araçlarımızı Camiye yakın bir yere park ettikten sonra birkaç yüz metre yürüyerek Caminin önüne geldik. Geldik ama ne görelim! Meşhur Cami, yaşlı ve yıpranmış haliyle mahzun bir vaziyette idi. Adeta kendisine uzanacak bir yardım eli bekliyor! Sıkça mermer sütunlar üzerine Endülüs mimarisi ile inşa edilmiş bu dev eser sanki sessiz çığlıklarla ağlıyordu, duyabilen için!

Onu o halde görünce hüzünlenmemek, onunla birlikte ağlamamak mümkün müydü? Beş asır öncesine kadar binlerce Müslüman’ın saf tutarak namaz kıldığı 1200 yaşındaki Cami, şimdi turistlerin ziyareti için ayakta tutulmaya çalışılan tarihi bir eser.

Kurtuba Camiini içinde dışında defaatle gezdik, uzun uzun seyrettik. Bir nakış gibi işlenmiş mihrap hala tüm canlılığını koruyor. Büyükçe bir bahçesi ile bahçe kenarında revakları da olan Camide minare bulunmuyor!

Ancak bahçe kenarında takriben 40 metre yüksekliğinde bir minare gibi yükselen kule mevcut. Ne yazık ki bir zamanlar ezan seslerinin yükseldiği bu kulenin/minarenin tepesinde bugün, birkaç kişinin kaldırmaya güç yetiremeyeceği “çan” var!

Kurtuba Şehrinde Müslümanlarla tanışıyoruz!

İkindi vaktine kadar devam eden Cami ziyaretimizden sonra refakatçi kardeşlerimiz bizi, oradaki Müslümanlarla tanıştırmak üzere şehrin bir başka semtine götürdüler. Önce bir çay bahçesine vardık. Henüz havanın müsait olması münasebetiyle herkes bahçede masa etrafında sohbet ediyor ve çaylarını yudumluyorlardı. Bir masada oturan 3 kişiye selam vererek yanlarına oturduk.  

Bunlar kimi 4, kimi 6, kimi de 9 yıl kadar önce tebliğ neticesinde Müslüman olmuş İspanyol Müslümanlardı. Sünnete uygun sakalları vardı. Hemen kanımız ısınmış ve sohbeti koyulaştırmıştık ki, içlerinden Abdullah İmran isimli olan “vakit ilerliyor, kalkın bakalım eve gidelim hem ikindi namazını kılar, hem de bir çorba içeriz” dedi.

6 Arkadaş birlikte kalktık arabalarımıza binerek mahalle arasında 5-10 dakika yol aldıktan sonra Abdullah İmran’ın evine vardık. Bizi önce lokal gibi bir yere, oradan da arka kısımda hem mescit, hem de misafirhane gibi kullandığı mekana geçirdiler. Lokal diyorum, evinin zemin katı ve caddeye bakan kısmında kahvehane gibi bir yer vardı. Daha sonra hanımı evde hazırlamış olacak ki, fazla beklemeden yer sofrası kuruldu. Allah ne verdiyse yedikten sonra birlikte ikindi namazını eda ettik.

Kurtuba şehrinde 2 gün kalarak başta İslam dünyasının en eski ve en büyük Camilerinden biri olan Mescid-i Kurtuba’yı gezdik. Ne yazık ki müze olarak kullanılıyor! Gerek Gırnata şehrinde gerekse Kurtuba’da Endülüs Müslümanlarından kalan pek çok tarihi eserler var. Tabii ki maksadına uygun kullanılmayan! Camiler kilise yapılmış! İlme büyük önem verilen Endülüs’te Batılıların sadece Kurtuba’daki kütüphanelerde yaktıkları kitap sayısı 400 bin olduğu söyleniyor!                                                         

Nobel ödüllü fizikçi Prof. Pierre Curie; “Müslüman Endülüs’ten bize 30 kitap kaldı, onlarla Atom’u parçalayabildik! Yakılan yüz binlerce kitabın yarısı kalsaydı, çoktan Uzay’da Galaksiler arasında geziyor olacaktık” diyor.

Bir baka Fransız Prof. ise; “Biz icat ettiğimiz her şeyin patentini alırız. Onu, başkası kullanabilmek için bize patent ücreti öder. Müslümanlar bizden “sıfır”ın patentini isteselerdi, gömleğimizi satsak ödeyemezdik” diyor!

“Sıfır”ı bulan ise, Müslüman bilim adamı “El Harezmi”.

Devamını Oku

SABIRSIZLIKLA BEKLEDİĞİMİZ EL – HAMRA SARAYINDAYIZ! (9)

SABIRSIZLIKLA BEKLEDİĞİMİZ EL – HAMRA SARAYINDAYIZ! (9)
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Alman Müslüman kardeşimiz Abdurrahman’ın evinde yemeğimizi yedikten sonra Gırnata şehrinde ayakta kalabilmiş olan meşhur El – Hamra Sarayını gezmek üzere evden ayrıldık. Şehrin hemen kenarındaki manzaralı bir tepe üzerinde geniş bir alana kurulmuş olan El – Hamra Sarayı’na kısa bir zamanda ulaşmıştık. 7 Asır önce inşa edildiğinde 40 bin insanın ihtiyacına cevap verdiği rivayet edilen sarayın bahçesinde harabeye dönüşmüş pek çok yapının üzerine küfür bulutlarının çöreklenmiş olduğunu görmemek mümkün değildi! Tarihi özelliğinin yanı sıra tabii güzelliğinden de istifade edilerek turistik bir ziyaret yeri haline getirilmiş El – Hamra… Geniş bahçe içerisinde biri küçük diğeri daha büyük olmak üzere 2 ayrı saray ile yüksekçe bir kule günümüze kadar bütün güzelliklerini koruyarak ayakta kalabilmiş. El – Hamra bugün milyonlarca yerli ve yabancı turist ağırlayan ziyaret merkezi haline gelmiş. Saray binasının gerek duvarlarında ve gerekse tavanlarındaki işlenen sanat örnekleri görenleri adeta büyülüyor. O gün akşam geç saatlere kadar El – Hamra Sarayını gezdik. Sarayda sık sık göze çarpan bir yazı vardı! “La galibe illallah”! (Allah’dan başka ilah yoktur.)

Sarayı gezerken bir ara kenarda bir bank üzerine oturmuş 55 yaşlarında bir erkek ile 12 yaşlarında mütesettir bir kız çocuğuna rastladık. Tereddütle kendilerine yaklaşırken, adam kalkıp “Selamün Aleyküm” diyerek yanımıza geldi. Tokalaştıktan sonra Arapça lisanı ile kendisinin Suriyeli Müslüman bir Prof. Olduğunu, kız çocuğunun da kendi kızı olduğunu, hanımını ise yorgun ve rahatsız olması sebebiyle hotelde bırakarak gezmeye çıktıklarını belirtti. Bunları bize anlatırken bazen Arapça, bazen de Türkçe kelimelerle ifade etmeye çalışıyordu. Yeterli olmamakla beraber zar zor da olsa anlaşıyorduk. Kendileri birkaç kez Endülüs’e gelip gitmiş biri olarak oraları tanıyordu. Dolayısıyla El – Hamra ‘yı gezip tanımada kendisinden de istifade ettik. Müslüman Türk olarak biz iki arkadaş, İspanya’da yerleşmiş Alman Müslüman ve El – Hamra’da karşılaşıp tanıştığımız Suriyeli baba ve kızı, üç ayrı ırk fakat aynı dinin mensupları, yani din kardeşi. İslam’da, imanda birleşmek kadar güzel bir şey var mı? Rabbimiz ne diyor? “Ancak Müminler kardeştir” (Hucurat 10. Ayet). İşte müşahhas bir örnek! Üç ayrı ülkenin üç ayrı lisanına sahip insanları olarak anlaşmamız son derece ilginç oldu. Suriyeli Prof.’un 12 yaşındaki kızı İspanyolca konuşabiliyordu (okulda yabancı lisanı imiş). Suriyeli Prof. gerek bize gerekse Müslüman Almana söylemek istediğini kızına Arapça olarak anlatıyor, kızı da babasının söylediklerini Alman Müslüman’a İspanyolca aktarıyordu. Alman Müslüman da İspanyolcayı iyi biliyor ve kızın İspanyolca anlattıklarını bize Almanca tercüme ediyordu. Böyle bir manzarayı yaşarken zaman zaman da gülmeden edemiyorduk!

İspanyalı Müslümanlarla gece sohbeti!

Vakit oldukça ilerlemiş ve akşam karanlığı çökmüştü. Zaten belli bir saatten sonra saray ziyarete kapanıyordu. Ziyaretler sabahları da belli bir saatte başlıyordu. Saraya girişler ücretli idi. El – Hamra’yı ziyaretten tekrar Alman Müslüman Abdurrahman’ın evine döndük. Biz eve vardıktan az sonra gündüz tanıştığımız İspanyol Müslüman Abdülkerim de oraya geldi ve saatlerce süren sohbete daldık. Kendilerinden İspanya’daki Müslümanlar hakkında bilgi aldık, biz de kendilerine Almanya ve diğer bazı Avrupa ülkelerindeki Müslümanlardan ve faaliyetlerinden bilgi verdik. 700 yıldan fazla milyonlarca Müslüman’ın (6 milyon) yaşadığı Endülüs’te, günümüzde gerek dışarıdan gelip yerleşen gerekse İspanyollardan Müslüman olanların sayısı 2 civarında idi (yıl 1989). Şu anda faaliyetleri ne durumda bilemiyorum ama bizim ziyaretimizde Müslümanlar arasında yeterli bağ olmadığı gibi yeterli dini bilgiye de sahip değillerdi. Çünkü ellerinde yeterince İspanyolca yazılı dini eser yoktu. Zaten Avrupalılar 1492’de Endülüs Emevi Devletini yıktıktan sonra kütüphanelerdeki ilmi kitapları yakmışlar, talan etmişler. Zira İslam ülkelerinden onlara pek yardım eli uzanmıyordu! Aradan uzun zaman geçti duyduğum kadarıyla daha düzenli ve planlı çalışmalar yapılıyormuş. Bu arada içinde yaşadıkları toplum içerisinde İslam’ı yaşamanın da pek kolay olmadığını belirtmişler, kendilerine yardım eli uzatıldığı takdirde Allah’ın izniyle Müslümanların sayısının her geçen gün daha da artabileceğini ifade etmişlerdi.

Saatler ilerlemiş ve yatma vakti gelmişti. Normal olarak biz iki arkadaş yine otelde geceleyeceğimizi söyledikse de İspanyol Müslüman Abdülkerim evlerinin müsait olduğunu ve bizi misafir etmek istediklerini söyledi. Alman Müslüman’ın evi pek müsait değildi. Esasen böyle bir teklif de beklemiyorduk. İki arkadaş birbirimize bakıştık! İslam’ın güzelliği bir kez daha kendini gösterdi! İlk olarak görüşen, ülkesi, ırkı, lisanı ayrı insanları evlerinde misafir edecek, onlara ikramda bulunabilecek kadar birbirine bağlıyor! Böyle bir hareketi İslam’dan başka dinlerde görmek mümkün mü?

Gece 23.00 sularında İspanyol Müslüman Abdülkerim’in evine gidiyoruz. İki evin arası sadece birkaç yüz metre mesafede.  Eve varınca içeri giriyoruz. Biz misafirleri için özel olarak tahsis ettiği müstakil bir odaya aldılar. Öğle yemeğini geç yediğimizden akşam yemeği yememiş, Alman Müslüman Adurrahman’ın evinde sohbet ederken çay ve çerezle yetinmiştik. Abdülkerim bunu bildiği için gece geç de olsa bir sofra hazırlatarak birlikte akşam yemeğimizi yedik.

Devamını Oku

GIRNATA’YA VARIŞ, YOKSA BURSA’YA MI GELDİK?  (8)

GIRNATA’YA VARIŞ, YOKSA BURSA’YA MI GELDİK?  (8)
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Şehre yaklaşınca, şehir öncesi tırmandığımız dağlardan inişe başladık. Şehre yaklaştıkça bir an kendimizi Uludağ’ın eteklerinde Bursa’ya iniyoruz zannettik! Benzerlik ancak bu kadar olur. Gırnata, Akdeniz sahillerinden 50-60 Km. kadar içerde vadi ve tepeler üzerine kurulmuş bir şehir. Akdeniz ile Gırnata şehri arasındaki Sierra Nevada dağları, İspanya’da kış sporlarının yapıldığı meşhur bir yer.

Gırnata şehrinin merkezine inip kendimize otel ve arabamıza da emin bir yer bulunca saat 24.00 oldu. Şehir bize yabancı, biz şehre yabancı! Onlar bizim dilimizden anlamaz biz de onların dillerinden anlamayız. Yorgunluğumuzu unutmuş, sabahın olmasını iple çekiyorduk. Sabah namazı için uyandığımızda güneşin doğmasına yarım saat kadar zaman vardı. Acele abdestlerimizi alıp, namazlarımızı kıldıktan sonra otelden ayrılıp “Gırnata kazan, biz kepçe” misali dolaşmaya başladık.

Tarihi eserleri gösteren levhaların da yardımıyla meşhur tarihi El-Hamra Sarayına yakın bir yere geldik. Güneş, birkaç mızrak boyu yükselmiş, ısı gittikçe artıyordu. İki gün önce Almanya’dan yola çıkarken pardesü giyme ihtiyacı duyarken, iki gün sonra İspanya’nın Gırnata şehrinde yazlık giysilerle dolaşıyorduk! Zira gündüzleri ısı 25 dereceyi aşıyordu. Hafta sonu olması hasebiyle (Cumartesi) gerek yerli, gerekse yabancı turistlerin çokluğundan arabamızı park edecek yer bulamadık. Bunun için de park yapılması yasak olan bir yerde arabamızı kısa bir süre için park etmek zorunda kaldık. Ancak her ihtimale karşı ben arabanın yanında nöbet tuttum,  arkadaşım Eşref ise sağa sola bir bakayım diyerek ayrıldı.

Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş!

Yüz yıllarca Müslümanların yaşadığı Gırnata ve Kurtuba gibi iki önemli yerleşim merkezinde az da olsa Müslümanlar olduğunu duyardık. Etrafı dolaşmak için ayrılan arkadaşım Eşref, bir süre sonra geri geldi. Filistinli bir Arap Müslüman’la karşılaştığını, onun vasıtasıyla da bir Müslüman İspanyol’la tanıştığını ve az ileride küçük bir mescidin olduğunu söyledi.  Cenab-ı Mevla kullarına nasıl da yardım ediyordu. Hani derler ya; “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş”. Gerçekten de öyle oldu.

Vakit öğle olmuştu, hemen İspanyol Müslüman Abdülkerim’in az ilerideki dükkânına gittik. Abdülkerim, bir başka İspanyol Müslüman’ın tebliği neticesinde 12 yıl kadar önce Müslüman olmuş ve elektronik eşya ticareti yapıyordu.  İhlâslı bir Müslüman. Ayrı ırktan da olsak, ayrı dili de konuşsak, Allah’ın selamı (Selamun aleyküm) diyerek selamlaştık. Böylece kalpler hemen birbirine bağlanıyor ve İslam kardeşliği perçinleniyor.

O da henüz öğle namazını kılmadığını belirterek hemen dükkânını kapatıp birlikte az ileride arka sokaktaki mescide gittik.  İki katlı bir binadan mescitleri altlı üstlü toplam 120 metre kareden oluşuyor. “Mescid-i Takva” adını verdikleri bu mescide Gırnata’da yaşayan bir avuç Müslüman vakit ve Cuma namazlarını kıldıkları gibi, 2 Moritanyalı Müslüman (Hoca) ile bir süre Arabistan’da dini eğitim görmüş İspanyol bir Müslüman’ın yardımıyla zaman zaman hem Kur’an okuma, hem de dini bilgileri öğrenmeye çalışıyorlar.

Endülüs Bir Zamanlar Medeniyetin Merkeziydi!

Takva Mescidi’nde öğle namazımızı eda ettikten sonra İspanyol Müslüman Abdülkerim bizi hemen 200 metre ilerdeki bir başka Müslüman’la tanıştırmak üzere oraya götürdü.

Meğerse tanışmak üzere gittiğimiz şahıs bir Alman Müslüman’mış! 35 yaşlarındaki bu kardeşimiz, 10 yıl kadar önce Almanya’nın Hannover şehrinden İspanya’ya gelmiş ve İspanyol bir bayanla evlenerek Gırnata şehrine yerleşmişler. İspanyolcayı da güzel konuşabilen Müslüman Alman Abdurrahman ve eşi de diğerleri gibi bazı Müslümanların kendilerine İslam’ı tebliğ etmeleri neticesi hidayete ermişler. Abdurrahman ile tanışmamız bizi çok memnun etti ve rahatlattı. Çünkü artık İspanya’da konuşup anlaşabileceğimiz birini bulmuştuk. İslam’da, imanda birleşmek ne güzel şey. Kendi nefsin kadar kardeşinin nefsini de düşünmek. Bunu bir başka dinde bulmak mümkün mü? Vakit öğle ile ikindi arası idi. Abdurrahman, “Siz misafirsiniz, vakit de ilerliyor. Öğle yemeğini yememişsinizdir, önce Allah ne verdiyse yemeğimizi yiyelim ve gezmeye sonra çıkarız” dedi.

Devamını Oku

İSPANYA SEYAHATİMİZ VE HAYAL GERÇEKLEŞİYOR! (7)

İSPANYA SEYAHATİMİZ VE HAYAL GERÇEKLEŞİYOR! (7)
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Müslümanların 7 asırdan fazla hüküm sürdükleri, çeşitli ilimlerde örnek teşkil edecek medeniyeti kurdukları Endülüs’ü öteden beri merak eder dururdum. Almanya’da bulunduğum 1989 yılı Ekim ay’ı idi. Türkiye’den yıllık izinden dönmüştük. Bir gün,  ayni kurumda (İslam Toplumu Milli Görüş) Seyahat işlerinde görev yapan bir arkadaşım bana, “İspanya’ya gider miyiz?” dedi. Beklemediğim bir teklifti. Bir an durakladım. Bu, uzun zaman düşündüğüm fakat bir türlü gerçekleştiremediğim bir arzumdu. Batı’da ABD, Doğu’da Avustralya’ya kadar 40 civarında ülkeye gitmiştim. İspanya ise Almanya’ya Türkiye’den daha yakın!

Arkadaş’a, “şaka mı söylüyorsun?” dedim. “Yoo! Ciddiyim. Yalnız, seyahatimiz 5-6 günden fazla olmamalı” dedi.  Kısa da olsa Endülüs Bölgesini şöyle bir gezelim ve yakından tanıyalım da belki ileride buraya seyahatler tertipleriz düşüncesi oluştu,  böylece anlaştık.

Bu benim için uzun zamandır hayal ettiğimi gerçekleştirmek fırsatı olmuştu. Kısa zamanda hazırlıklarımızı yaptık ve iki gün sonra (5 Ekim 1989) sabahı iki arkadaş arabamızla Endülüs bölgesini (İspanya) gezip görmek üzere Almanya’nın Köln şehrinden hareket ettik. Serin bir Sonbahar sabahı, sabah namazını müteakip Köln şehrinden başlayan yolculuğumuza Almanya’da Koblenz, Trier şehirleri üzerinden devam ediyoruz. Bir şehir büyüklüğünde olan ve “AB” ülkelerinin en küçüğü Lüksenburg’a varıyoruz. Lüksemburg’un ülkesindeki kısa yolculuğumuzdan sonra Fransa sınırına ulaştık. Arabamız Almanya plakalı olduğundan Fransız Gümrük Görevlileri pasaport kontrolüne dahi gerek görmediler. Böylece Fransa topraklarına giriyoruz.

Ayni gün İspanya’dayız!

Yüzlerce Km. yolu geride bırakarak ayni gün Fransa’nın Nancy, Dijon ve Lyon şehirleri üzerinden sahil şehri Marsilya’ya uğramadan İspanya’ya doğru yol aldık. İspanya gümrüğüne vardığımızda akşam vakti yaklaşmıştı. Oldukça tenha olan gümrükte görevli memur bize kim olduğumuzu, daha doğrusu Alman mı olduğumuzu sordu. Biz kendisine, “Hayır, Almanya’da yaşayan Türklerdeniz” dedik. Şaşkın şaşkın baktıktan sonra, o da Fransa gümrüğünde olduğu gibi pasaport kontrolü yapmadan elinle işaret ederek “geçin” dedi. Gümrük memurunun bize “şaşkın” bakmasının sebebi herhalde İspanya’ya (karadan) pek az Türk’ün turist olarak gitmiş olmasından kaynaklanıyordu! Gün boyu arabamızla yolculuk yapmamızdan dolayı yorgun düşmüş, biran önce istirahat edecek müsait bir yer bulmaya çalışırken, bir taraftan da yolumuza hızla devam ediyorduk. Derken, İspanya’nın en önemli turistik sahil şehirlerinden Barcelona’ya yaklaştığımızı gördük. Şehir merkezine girdiğimizde saat 22.00’yi gösteriyordu. Hemen, gecemizi geçirecek müsait bir otel aramaya koyulduk. O günlerde Orta Avrupa’da havalar soğumaya başlamış olmakla beraber, bir Akdeniz ülkesi olan İspanya’nın bilhassa sahil boyunda henüz turistik mevsim sona ermemişti. Bu bakımdan baktığımız 2 otelde yer bulamayınca bir taksi şoförünün yardımıyla üçüncü bir otele gittik. Nihayet bu otelde 2 yataklı bir oda bulabildik.

Barcelona’da bir gece!

Otel’de yerimizi ayırttıktan sonra az da olsa bildiği Almancasıyla bize yardımcı olan taksi şoförü, arabamızı emniyet altına almamızı söyleyince; “Şehir merkezinde arabamıza bir zarar gelir mi” diye sorduk. “Burası İspanya, hele yabancı plakalı araba olunca kaşla göz arasında soyuverirler” dedi. (tabi olay 35 sene önceki İspanya’da geçti) Bize kapalı bir araba garajı buldu. Böylece aracımızı emniyet altına almış olduk.

Gün boyu yaptığımız araba yolculuğu bizi o kadar yormuş ki, uyuya kalmışız!

Ertesi gün sabah, yolculuğumuzun ikinci bölümüne başladığımızda hedefimiz olan Gırnata şehrine ulaşmak için yaklaşık 700 Km.lik yolumuz daha vardı. Üstelik sahil boyunca devam eden otobandan ayrılıp, biraz iç kısımlardaki karayolunu takip ediyoruz. Gerek yol boyunca, gerekse gezdiğimiz yerlerde zorluğunu çektiğimiz tek şey “lisan/dil” oldu! Çünkü İspanyollarla anlaşabilmek için ya onların lisanlarını bilmek, ya da Fransızca konuşabilmek gerekiyordu. Bizim konuştuğumuz Türkçe ve Almanca lisanlarını karşılaştığımız insanlar arasında  bilen yoktu.

İspanya’nın 2 önemli ve büyük şehirleri olan Barcelona ve Valencia arasında yol alırken, kendimizi bir an Türkiye’nin Akdeniz sahillerinde hissettik! Sahil boyunca uzanan limon, portakal bahçeleri Türkiye’den farksızdı. Aralarında binlerce Km. olmasına rağmen, bilhassa coğrafi ve iklim bakımından İspanya ile Türkiye kadar birbirine benzer iki ülkeye az rastlanır.

İkinci,  Almansa, Yeçla, Caravaca ve Baza gibi iç kısımlardaki karayolu üzerinde bulunan kasabaları birer birer geride bırakarak yolumuza devam ettik. Yol ilerledikçe adeta yorgunluğumuz azalıyordu! Buna karşılık heyecanımız artıyordu! Nihayet ikinci gün gece saat 22.00 sularında sabırsızlıkla beklediğimiz Endülüs İslam Medeniyeti’nin 2 önemli merkezinden biri olan Gırnata’ya vardık.

Devamını Oku