Vakit oldukça ilerlemişti. Bulunduğumuz odayı istirahat edebileceğimiz şekilde hazırladıktan sonra kendisi de odasında istirahata çekildi. Bütün gün gezmiş olmanın verdiği yorgunluğa ve de geç yatmış olmamıza rağmen o gece doğru dürüst uyuyamadık! Çünkü gece geç saatlerde sokaklarda başlayan sarhoşların naraları sabaha kadar sürdü. Bilhassa hafta sonlarında insanlar insanlığını daha da unutuyor, adeta hayvanlaşıyorlar. Ne kanun, ne kural tanıyorlar. Ahlaksızlık, içki, yankesicilik almış yürümüş. Dikkatimizi çeken yerlerden biri de hemen tüm evlerin bilhassa ilk katlarının pencerelerinin demir parmaklıklarla koruma altına alınmış olmasıydı. Bunun neden böyle olduğunu sorduğumuzda, “böyle olmazsa evleri soyarlar” dediler!
Müslümanların hükümran olduğu 5 asır öncesine kadar ahlak, medeniyet ve insanlıkta örnek olan Endülüs şehirleri bugün bu halde idi. Küfrün hâkim olduğu yerde ahlak mı kalır, insanlık mı?
Ancak şu unutulmamalı ki, ahlaken çöken toplumların ayakta kalması mümkün olmaz. Zira tarih bunun örnekleriyle doludur. Onun için aklımdan; “Endülüs yine İslam’a gebedir” demek geçti. Hele orada yaşayan 6 milyon insanın baskı ile zulüm ile … zarla, zorla Hıristiyanlaştırılmış insanlarının (bir kısmı da olsa) nesilleri olduklarını düşünecek olursak, bu zan daha da kuvvet kazaanıyor. Herkesin bir hesabı var, Ama Allah’ın da hesabı var! Şaşmayan hesap Allah’ın hesabıdır!
O gece sarhoş naralarından yeterince uyuyamamış olmamıza rağmen sabah namazını kılmak üzere kalktık ve birlikte Mescide gittik. Günlerden Pazar olması hasebiyle Mescitte toplanan 20 kadar Müslüman ile birlikte sabah namazını eda ettik. Bu Müslümanların bir kısmı İspanyol, diğer bir kısmı da Kuzey Afrika ülkelerinden gelip oraya yerleşmiş insanlar.
Endülüs’ün Gururu; Kurtuba’ya hareket!
Sabah namazını kıldıktan sonra Endülüs İslam Medeniyeti’nin ilk ve önemli merkezi olan Kurtuba şehrine gitmek üzere helalleştik. Biri Filistinli, diğeri de Faslı olan 2 Müslüman kardeşimiz de işleri icabı kendi araçlarına, biz de kendi aracımıza binerek onlar önde, biz arkada birlikte yolculuğa çıktık. Kendileri yıllarca orada bulunduklarından çevreyi tanıyor ve bize rehberlik de ettiler. Gırnata ile Kurtuba’nın arası 170 Km.lik bir mesafe. Arazi engebeli. İki şehir arasındaki bu arazi zeytin ağaçları ile dolu. Kendimizi bir an Türkiye’nin Ege Bölgesinde zannettik! Zeytinlikler çok bakımlı ve düzenli idi.
Gırnata ile Kurtuba gibi iki önemli yerleşim merkezi arasında pek çok irili ufaklı yerleşim merkezleri mevcut. Bunların hemen hepsinde Endülüs’ten kalma çeşitli eserler gözünüze çarpar. Bunlar arasında en önemlileri ise, daha evvel Cami iken sonradan Kiliseye çevrilmiş eserlerdir. Yarı yolda çay molası verdikten sonra tekrar yolumuza devam ettik. Yaklaşık 2 saatlik bir yolculuktan sonra da öğle vaktine yakın Kurtuba şehrine ulaştık. Yollar (o zaman) otoban olmamakla birlikte düzgün ve bakımlı idi.
Endülüs Medeniyeti’nin ilk merkezi Kurtuba’dayız!
Bize refakat eden 2 Arap kardeşimiz Kurtuba’yı iyi tanıdıkları için, adres falan sormaya gerek kalmadan bizi doğruca dillere destan meşhur Mescid-i Kurtuba’ya götürdüler. Araçlarımızı Camiye yakın bir yere park ettikten sonra birkaç yüz metre yürüyerek Caminin önüne geldik. Geldik ama ne görelim! Meşhur Cami, yaşlı ve yıpranmış haliyle mahzun bir vaziyette idi. Adeta kendisine uzanacak bir yardım eli bekliyor! Sıkça mermer sütunlar üzerine Endülüs mimarisi ile inşa edilmiş bu dev eser sanki sessiz çığlıklarla ağlıyordu, duyabilen için!
Onu o halde görünce hüzünlenmemek, onunla birlikte ağlamamak mümkün müydü? Beş asır öncesine kadar binlerce Müslüman’ın saf tutarak namaz kıldığı 1200 yaşındaki Cami, şimdi turistlerin ziyareti için ayakta tutulmaya çalışılan tarihi bir eser.
Kurtuba Camiini içinde dışında defaatle gezdik, uzun uzun seyrettik. Bir nakış gibi işlenmiş mihrap hala tüm canlılığını koruyor. Büyükçe bir bahçesi ile bahçe kenarında revakları da olan Camide minare bulunmuyor!
Ancak bahçe kenarında takriben 40 metre yüksekliğinde bir minare gibi yükselen kule mevcut. Ne yazık ki bir zamanlar ezan seslerinin yükseldiği bu kulenin/minarenin tepesinde bugün, birkaç kişinin kaldırmaya güç yetiremeyeceği “çan” var!
Kurtuba Şehrinde Müslümanlarla tanışıyoruz!
İkindi vaktine kadar devam eden Cami ziyaretimizden sonra refakatçi kardeşlerimiz bizi, oradaki Müslümanlarla tanıştırmak üzere şehrin bir başka semtine götürdüler. Önce bir çay bahçesine vardık. Henüz havanın müsait olması münasebetiyle herkes bahçede masa etrafında sohbet ediyor ve çaylarını yudumluyorlardı. Bir masada oturan 3 kişiye selam vererek yanlarına oturduk.
Bunlar kimi 4, kimi 6, kimi de 9 yıl kadar önce tebliğ neticesinde Müslüman olmuş İspanyol Müslümanlardı. Sünnete uygun sakalları vardı. Hemen kanımız ısınmış ve sohbeti koyulaştırmıştık ki, içlerinden Abdullah İmran isimli olan “vakit ilerliyor, kalkın bakalım eve gidelim hem ikindi namazını kılar, hem de bir çorba içeriz” dedi.
6 Arkadaş birlikte kalktık arabalarımıza binerek mahalle arasında 5-10 dakika yol aldıktan sonra Abdullah İmran’ın evine vardık. Bizi önce lokal gibi bir yere, oradan da arka kısımda hem mescit, hem de misafirhane gibi kullandığı mekana geçirdiler. Lokal diyorum, evinin zemin katı ve caddeye bakan kısmında kahvehane gibi bir yer vardı. Daha sonra hanımı evde hazırlamış olacak ki, fazla beklemeden yer sofrası kuruldu. Allah ne verdiyse yedikten sonra birlikte ikindi namazını eda ettik.
Kurtuba şehrinde 2 gün kalarak başta İslam dünyasının en eski ve en büyük Camilerinden biri olan Mescid-i Kurtuba’yı gezdik. Ne yazık ki müze olarak kullanılıyor! Gerek Gırnata şehrinde gerekse Kurtuba’da Endülüs Müslümanlarından kalan pek çok tarihi eserler var. Tabii ki maksadına uygun kullanılmayan! Camiler kilise yapılmış! İlme büyük önem verilen Endülüs’te Batılıların sadece Kurtuba’daki kütüphanelerde yaktıkları kitap sayısı 400 bin olduğu söyleniyor!
Nobel ödüllü fizikçi Prof. Pierre Curie; “Müslüman Endülüs’ten bize 30 kitap kaldı, onlarla Atom’u parçalayabildik! Yakılan yüz binlerce kitabın yarısı kalsaydı, çoktan Uzay’da Galaksiler arasında geziyor olacaktık” diyor.
Bir baka Fransız Prof. ise; “Biz icat ettiğimiz her şeyin patentini alırız. Onu, başkası kullanabilmek için bize patent ücreti öder. Müslümanlar bizden “sıfır”ın patentini isteselerdi, gömleğimizi satsak ödeyemezdik” diyor!
“Sıfır”ı bulan ise, Müslüman bilim adamı “El Harezmi”.
GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024EKONOMİ
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024