2004 yılında Romanların sivil örgütlenmeye başlaması çok değerliydi. 2009’da AKP’nin Roman Dernekleriyle yaptıkları ilk toplantı da Roman Dernek başkanlarından meseleye ihtiyatlı davrananlar kadar, beklentiyi yüksek tutanlar da olmuştu. Bir de devletin sürekli dışarıda tuttuğu Roman vatandaşlar, nasıl bir siyasi politika ile karşılaşacaklarını merak ediyordu.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan Çingene algısı, Roman sivil toplum yapıları sayesinde kurtulabilecek miydi? 2010 yılında Roman Açılımıyla siyasi iradenin algıların tümden değişeceğine ilişkin açıklamaları gerçekleşebilecek miydi? Algının değişeceğini uman Roman Dernekleri gelişmeleri kendilerine bir lütuf olarak gördüler. Roman kimliğinin ana sorunu ‘ayrımcılık’ ve ‘dışlanma’ olarak gösterildi. Oysa tarihsel bir sonunun parçası olarak ‘dışlanma’ ve ‘ayrımcılık’ olarak gösterilmesi çok yetersizdi. Konuya çağdaş yaklaşımlar üzerinden gidilmedi, sığ kalıplar içinde bırakıldı. Oysa temel sorun; yoksulluk, kültürel ve kültürel sorunun nasıl aşılacağıydı. Romanların istihdam yetersizliği veya iş bulamama sorunları iç dinamiklerinde sorunu derinleştirdiği ön plana çıkarılmadı. Roman vatandaşlar için daha yakıcı olan bu sorun, tüm kimlikler için geçerlidir. Dışlanma, barınma, sağlık, eğitim yetersizliğinin ana kaynağı yoksulluk olduğu gerçeği hep görmezden gelindi. Yoksulluk, Roman/Çingenelerin tarihsel derinliğinden gelen ayrımcılığı ve dışlanmayı daha da kolaylaştırdığı hep göz ardı edildi.
Roman Dernekleri; tarihsel derinliği olan ve içinde çok karmaşık, sosyolojik, psikolojik eğilimleri olan Çingene topluluklara yönelik ortak bir yol haritası çizebildiler mi? Veya meseleyi içselleştirme gibi bir dertleri var mıydı?
Küçük parçalar halinde büyüyen Roman dernekleri kurumsallaşmaya yönelmelerine rağmen, gerçek anlamda kurumsal özellik kazanamamıştır. Roman sivil toplum yapıları, zaman zaman basında Romanlar hakkında çıkan ön yargı kalıpları, yine basın yoluyla protesto veya kınama bildirileriyle karşılık buldu. Bu eylem girişimleri hak arayışları değil, bir kimliğin algılanma biçimlerine yönelik tepkileridir.
Roman Dernekleri Roman toplumunun gerçek anlamda sesi olamamışlardır. Vizyon ve misyonu olmayan kişilerin oluşturduğu niteliksiz örgütlemeler olmaktan kurtulamamıştır. Yine çoğu halen “İndireGandi” peşindedir. Benim düşüncelerim herkesin genel kanaati olduğunu buradan yinelemiş olayım.
Türkiye’de gerçekten Çingene/Roman sorunu var mı? Tarihsel hafıza ne diyor; “Osmanlı idarecileri, gezginci Çingeneleri “kavm-i şenâat” (kötülük yapan kavim) olarak tanımlamış ve çeşitli asayiş düzenlemeleri ve zorunlu iskânla kontrol altına almaya çalışmıştır. Gerek devlet gerekse toplum katında Romanların fuhuş, cinayet, serserilik, hırsızlık, sahtecilik, avarelik, yağma ve karmaşayla özdeşleştirilmesi yaygındı. Romanların dinsiz ya da sözde dindar olduklarına ilişkin yaygın kuşku, onların dini cemaatler tarafından da dışlanmasına yol açmıştı. Bu topluluklara atfedilen açgözlülük, hilekârlık, hasislik gibi olumsuz ahlaki tutum ve davranışlar, kadınlara atfedilen gayri ahlaki cinsel tutumlar, müzisyenlik gibi toplumsal statüleri düşük meslekler, Romanları sapkın ve tehlikeli topluluklar olarak damgaladı. Osmanlı idarecileri gibi, Osmanlı toplumu da Romanları şüphe ve mesafeyle karşılamış ve aralarına almamıştır. Romanlar, kent ve kasabaların çeperinde kendilerine ait mahallelerde ya da kasabaların dışında çadırlarda ve derme çatma kulübelerde diğer topluluklarla karışmadan yaşamışlardır. Kıpti mahalleleri şehrin iç mahallelerine doğru bir hareketlenme önemli gerilimlere yol açıyor ve yeniden dışlanıyorlardı. Bazen de kentlerden tümüyle atılıyorlardı” Bu yazıların büyük bir çoğunluğu güncelliğini korumaktadır.
Romanların/Çingenelerin tarihsel kodları tam bir sorun yumağıdır. Günümüzde halen Romanların yoksulluk ve kültürel davranışsal özelliklerin değişememe sorunu vardır. Bunların aşılmasında siyasi iktidarın yeterli çabayı göstermediği, Roman vatandaşlarında genelde hallerinden memnun oldukları yönünde bir görüntü ortaya çıkıyor. Sosyolojik bir karmaşa içinde yaşayan Romanlar, kendi içlerinde adı konulmayan bir sınıf değişimiyle karşı karşıyadır. Avrupa Birliğinin dezavantajlı olarak sınıflandırdığı Romanlar, Sosyal içerme (Dışlanma riski altında olan kişilerin, ekonomik, sosyal ve kültürel hayata tam katılımları ve yaşadıkları toplumda normal olarak kabul edilen hayat ve refah standardına kavuşmaları için gerekli olan fırsat ve kaynakları kazanmalarını sağlayan süreçtir) politikasını fon kullandırılarak yaşama geçirilmesini hedeflemeye devam etmektedir.
Roman Dernekleri AB projelerine pek eğilmediği ki, zorluğundan ötürü bu işi profesyonel olarak yürütebilen derneklerin elinde kalmıştır. Fon kaynakları yürütücülere ekonomik getiri sağladığı gerçeği açıkça ortadadır. Avrupa Birliği ve özelikle Avrupa Konseyi kendi iç anayasasından kaynaklanan ilkeler doğrultusunda Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakereleri kapsamında Roman sorunlarına eğilmiştir. Sıkça vurguladığımız hatta dilimize yapışan; istihdam, eğitim, barınma, sağlık sorunları temel haklardan yararlanamama anlamına gelmektedir. Roman sorunları, farklı konular işlenerek zaman zaman gündeme gelebilmektedir. Hatta ülkemizde çok sayıda Romanlar ile ilgili bilimsel ve sosyal çalışmalar yürütülmüştür.
Romanlar ve buna benzer kimlikler üzerinden Sıfır Ayrımcılık Derneği ve başkanı yıllardır AB projelerini yürütmektedir. Dernek kurumsal kapasiteye sahip olmasa da bu işleri en iyi bilen bir özelliği sahiptir. Derneğin hak temelli bir özne ile basında görünürlüğü bulunmaktadır. Derneğin başkanı Elmas Arus’u tanımakla birlikte uzun bir süre Roman yolculuğunda yer aldım. Çokça yaptığı toplantılara katıldım. Roman meselenin ana çizgisini göremedim. Yol haritasında Elmas Arus’tan başka bir şey çıkmıyordu. Konuların özü çok sığ ve çözüme odaklı değildi. Sürdürülebilir bir “Roman kalıbı” yaratmayı tercih etti. Çünkü buna muhtaçtır. Roman meselesini kendi aramızda öz eleştiri olarak konuşulmasını hiçbir zaman istemedi. Eleştirilerime hep kulak tıkadı. Gerçeklerle yüzleşmek değil, “Romanların haklarını savunuyor” görünümlü ancak, tarihsel kültürel gerçeğe nasıl bakılması yönündeki düşüncelere kapalı kaldı. Kendi döngüsünü döndürmeyi tercih etti. Yukarıda yazılı devlet ve toplumsal hafızanın silemediği ve halen mevcut olan Roman kültürel çıkmazların nasıl aşılacağından çok, kendince ürettiği “Roman kalıbı” ile kendine görünürlük sağlamaktadır. Tarihsel bir sorunun farklı şekillerde devam ettiğini, sürekli yeni sorunlar gibi lanse etmesi, hele de ajitasyon yüklemeleriyle gündeme getirmesi Roman toplumuna çare olmuyor. Elmas Arus, Roman sorunlarını kendine malzeme etmek yerine, kültürel sosyal gerçeğin nasıl aşılacağı üzerine projeler üretmesi gerekir. Adına görünürlük veya farkındalık denebilir, ancak bunlardan ne kamu yönetimi ne de toplum hafızası etkilenmiyor. Yıllarca fon kullanıldı, ortaya toplumsal bir proje konulamadı.
Roman Dernekleri, tarihsel kodlarının aşılmasında etkin bir rol oynayamadıkları kadar, sivilleşmeyi de öğrenemediler. Çoğunluğu Mide ideolojisine teslim oldular. Diğer bir anlatımla çoğunluğu “beygir cambazı” oldular. Roman kimliğini siyasete meze ettiler. Yoksulluğu da AB projelerinde kendilerine gelir kaynağına dönüştürdüler. Hiçbir Roman Derneği, Sıfır Ayrımcılık Derneği de dahil, Roman sorununu içselleştirmedi, meseleye parasal yaklaşımlarla baktılar. Sorunun sadece kimlik sorunu olmadığını, temel haklardan mahrum kalma olduğunu dillendirmediler. Hem kimliği, hem de temel haklar ve özgürlükleri beygirin nalı altında ezdirdiler
KAYNAK: Nurşen Gürboğa- Türk-Yunan nüfus mübadelesi ve devletin mübadil Romanlara ilişkin söylem ve politikaları
GÜNDEM
18 gün önceGÜNDEM
09 Şubat 2025GÜNDEM
09 Şubat 2025GÜNDEM
09 Şubat 2025GÜNDEM
09 Şubat 2025GÜNDEM
09 Şubat 2025GÜNDEM
09 Şubat 2025Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.