Arapça kökenli bu iki kelime anlam bakımından birbirine yakın. Kayyım veya kayyum; yasalarla belirlenen bazı durumlarda, herhangi bir mal varlığını veya bir şirketi vekaleten yöneten kimse demektir. Kıyam ise, doğrulmak, ayağa kalkmak, ayakta durmak anlamındadır.
CHP İstanbul Başkanlığı’na Asliye Hukuk Mahkemesinin tartışılan karan ile Gürsel Tekin Kayyım olarak atandı. Kayyım tomalarla, 5.000 polisin canhıraş desteğiyle makamda, yüzlerce partili ise polise rağmen sokakta ve kıyamda. Davayı açanlar da suçlananlar da, kayyım olarak atanan da, kıyama durup polis kuşatmasına ve kayıma direnenler de aynı partinin üyeleri, yani CHP’li Gürsel Tekin’in girdiği il binasına, herhangi bir mahkeme karan da olmadan Milletvekilleri, Genel Başkan Yardımcıları giremiyor. Bugüne kadar bu ülkede görülmemiş uygulamalardır bunlar.
Kılıçdaroğlu’nun sinsilik kokan sessizliğine karşın, Gürsel Tekin bu rezilliği partisine yaşatmayı içine sindirebildi. İşin hukuk boyutunu mahkeme safhasında daha iyi anlayabiliriz ama, bence CHP’ye yapılan süreç, siyasi bir boğma operasyonudur. Sayın Erdoğan mahkemenin kararına uyulmasını isterken, YSK’nın da bir mahkeme olduğunu ve kararlarının kesin olduğunu bilmiyor olamaz. Çünkü daha önceki seçimde YSK mühürsüz zarf ve oy pusulalarının geçerli olduğunu açıkladığında, muhalefetin itirazlarına rağmen YSK’nın kararlarının kesin olduğunu söylemişti Erdoğan. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına neden uyulmuyor o zaman diye de sormamız gerekmiyor mu? CHP; ekonomik krizin halkta yarattığı tepki rüzgarını da arkasına alarak, yerel seçimlerde kazandığı başarıyı siyasi iktidar ile taçlandırmak istemektedir. Şansı var mıdır? Elbette vardır. Anketlerin tümünün de sahte olamayacağını göz önünde bulundurursak böyle bir sonuç sürpriz olmayacaktır. O nedenle zaten Özgür Özel AKP’ye meydan okumakta, hemen bir erken seçim istemektedir.
Oysa bunu eskiden AKP yapar, tek başına iktidarda olmanın bütün imkanlarını kullanarak seçimi bir formaliteye indirger, en yakın rakibi CHP’ye 20 puan fark attığını söyleyerek, diğer partilerle dalga geçerdi. Bugün rüzgar tersine dönmüştür. Yaşanan siyasi travmanın, muhalefete uygulanan kumpasların asıl sebebi budur.
AKP’nin ajandasında yeni bir söylem, halkı ikna edecek, umutlarını besleyecek yeni projeler yoktur. Esnaf can çekişmekte, dükkanlar kapanmaktadır. Sanayici dertlidir, çarkları döndürecek derman kalmamıştır. Ne yerli, ne de yabancı sermaye yaşanan hukuksuzluklar nedeniyle yatırım yapmamaktadır.
%20’lik mutlu kesimi bir kenara bırakırsak, halkın büyük çoğunluğu asgari ücrete ve sosyal yardımlara mahkum edilmiştir. İşçinin, memurun, emekli ikramiyesi ile bir konut, bir otomobil alması artık hayaldir. Gençlerin gelecek umutları yok edilmiştir.
Bilinen odur ki iktidar hırsı veya iktidarı kaybetme psikozu, merhamet, adalet, şefkat duygularının katilidir. Kaybetme paranoyası sadece egoyu besler. Kazanmak için her şey mübah olur o zaman. Bakın, paraya ve güce tapan Trump, “Savunma” kelimesi ile yetinmiyor, Savaş Bakanlığı olarak değiştiriyor tabelaları. “Kötülerin ittifak kurduğu yerde iyiler dayanışmazsa, bir kavganın küçümsenen kurbanları olarak birer birer yok olurlar..” diyor siyaset kuramcısı, yazar, filozof Edmund Burke. İyilerin ve iyiliklerin bir gün mutlaka kazanacağına inanarak yaşamalıyız hayatımızı.
Bugün R.T.Erdoğan ve ekibinin siyaset tarzı kendi paradigmalarıyla da çelişir durumdadır. Rakibi gördüğü veya ileride rakibi olabilecek kişileri siyasi mevta haline getirmek, muhalefeti demokratik olmayan metotlarla bitirmek hakkaniyetle bağdaşan bir tavır değildir. Söylemler ne kadar güzel olursa olsun, eğer eylemle örtüşmüyorsa orada güven bunalımı başlar ve her şeyin meşruiyeti tartışılmaya başlanır.
Ama CHP’de de buna teşne olabilecek o kadar omurgasız, TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ’ne düşman, ATATÜRK ülküsünden habersiz o kadar çok aydın (!) varken insan ne diyeceğini şaşırıyor. Kısa ve net söylemek gerekirse, CHP acilen fabrika ayarlarına geri dönmelidir. Bugün CHP’li bir arkadaşımla durum muhakemesi yaparken aynı şeyleri düşündüğümüzü dile getirdik. Ben CHP’li değilim. Ama demokrasimiz adına yaşananlardan üzüntü duyuyorum.
Eskilerin kullandığı “Devr-i sabık yaratmak” deyimi vardı. Erken veya zamanında, Hakk’a hukuka uygun, adaletli ve şeffaf bir seçim yapılır da CHP iktidara gelirse, kendisine yaşatılanları intikam arzusuyla AKP’ye yaşatırsa, yani devr-i sabık yaratırsa, ne olur bu memleketin hali? Düşününce ürperiyorum. Emperyalizmin de istediği bu değil mi zaten?
Bütün eksikliklerine rağmen, bedeller ödeyerek bugüne ulaştırdığımız aziz Cumhuriyet’imizin ve çoğulcu demokrasimizin kıymetini bilmeliyiz. Komşu ülkelerin rejimleri ve halklarının yaşadığı acılar gözümüzün önünde ibret vesikalan olarak dururken, milli birlik ve beraberliğimize zarar veren bu siyasi düşmanlıklara son vermeliyiz.
Güreşte kora kor, kıran kırana mücadele edilir ama yenilen kazananın elini öper. Mertlik, yiğitlik, dürüstlük bunu gerektirir. Siyasi mücadelede de aynı kurallar benimsenmeli, sandığın sonucuna herkes razı olmalıdır. Sonuçta hepimiz faniyiz. Ne diyor koca Yunus; “Sevelim, sevilelim. Bu dünya kimseye kalmaz.” Mahkeme kadıya mülk değil ki. Siyaseti daha fazla çirkinleştirmeyin lütfen. Milletin sükunete ve huzura ihtiyacı var.
GÜNDEM
10 Eylül 2025GÜNDEM
10 Eylül 2025GÜNDEM
10 Eylül 2025GÜNDEM
10 Eylül 2025GÜNDEM
10 Eylül 2025GÜNDEM
10 Eylül 2025GÜNDEM
10 Eylül 2025