Kıymetli Okurlarım! En kalbi duygularımla Muhabbetle saygı ile özlemle sizleri selamlıyorum, Cumanız Mübarek olsun. Cuma Günü Gazetemizin köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel bir haslet.
Sözlükte “fert, kişi, birey” anlamındaki şahstan oluşturulmuş yapma masdar olan şahsiyyetin kökü şuhûs “yükselmek, uzaktan görünmek”, şahâset ise “irileşmek, büyümek” demektir. Aile ise; akrabalık ilişkisiyle birbirlerine bağlanan fertlerin bir araya getirdiği topluluk demektir. Ebû Hüreyre”nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî yapar…”
Irk, renk ve cinsiyet farkı olmaksızın her çocuğun iyiyi kabullenmeye ve güzeli benimsemeye meyilli bir tabiatta yaratıldığını açıkça ifade eden bu sözler, aynı zamanda onun eğitilmeye ne kadar hazır bir yapıda olduğuna da dikkat çekmektedir. Aslında çocuğuna değer veren ve bu sebeple onu en güzel biçimde terbiye etmek isteyen bir anne babanın, öncelikle bir gerçeği aklından çıkarmaması gerekir. Her ne kadar çocuk tümüyle ebeveynine muhtaç, onların korumasında ve denetiminde ise de gerçek anlamda, onlara değil Allah’a aittir. Dolayısıyla anne baba çocuklarının sahibi değil emanetçisidir. Kendilerine verilen bu emanete gözleri gibi bakmakla, onu örselemeden yetiştirmekle ve yıpratmadan hayata kazandırmakla yükümlüdürler. Emanet olduğuna göre, çocukları üstünde istedikleri gibi tasarrufta bulunma hakkına da sahip değillerdir. Onu doyururken, okuturken, ödüllendirirken, cezalandırırken, kısacası büyütüp kişiliğini şekillendirirken Yüce Allah’ın rızasına uygun hareket etmek zorundadırlar. Zira gün gelecek, emanetin sahibi ona nasıl davrandıklarını, neler verdiklerini ya da neleri esirgediklerini soracaktır.
Anne babalık vazifesi, sadece çocuğun karnını doyurup sırtını giydirmekle bitmemektedir. Bunun çok daha ötesine geçmekte, yavrunun terbiyesi gibi yuvanın sınırlarını aşarak tüm toplumu etkileyen bir alana ulaşmaktadır. Çocuk terbiyesi ise hassasiyet isteyen uzun bir süreçtir. Ama “insan yetiştirmek”, zorluğu kadar değerli, yoruculuğu kadar onurlu bir iştir. Zira sonuçta anne ve baba, alınlarını ağartan bir evlât yetiştirmekle üzerlerine düşeni yapmanın huzurunu yaşayacak, onunla cennette de bir arada olma şansı bulabileceklerdir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav): “Kim üç kız çocuğunun geçimini üstlenir, onları terbiye edip evlendirir ve onlara güzel davranırsa, ona cennet vardır.” buyurmuştur. Evlâdına yeterince emek vermeyen, onu ciddiye almayan ve Allah’ın rızasına uygun yetiştirmeyenler ise kıyamet günü hem kendilerini hem de yavrularını hüsrana sürüklemiş olacaklardır.
Eğitimin ilk basamağı, çocuğun varlığını tanımak, ona insan olmakla doğuştan hak ettiği saygıyı göstermektir. Muhatabına değer vermeyen ve onun kişiliğine saygı duymayan bir eğitimcinin başarılı olması imkânsızdır. Hz. Peygamber’in çocuklarla iletişiminde, “onları adam yerine koymak” şeklinde özetleyebileceğimiz bir itina derhâl göze çarpmaktadır. Fikirleri değer gören, duyguları dinlenen ve ihtiyaçları dikkate alınan bir çocuğun, anne babası ile sağlıklı bir ilişki geliştirebileceği, dolayısıyla terbiyesi için harcanan gayrete olumlu tepkiler vereceği açıktır. Bu bağlamda Sevgili Peygamberimizin çocuklara selâm vermesi, hatırlarını sorması ve tercihlerini öğrenmek istemesi, onları muhatap kabul etmesi anlamına gelmektedir. Yahudi bir çocuğu tıpkı bir yetişkin gibi dine davet etmesi ve çocukların kendisine biat ederek bağlılıklarını ifade etmelerine izin vermesi, geleceğin teminatı olan yavruların varlıklarına biçtiği değeri açıkça ortaya koymaktadır. Yine Allah Resul’ünün çocuklara özel dualar etmesi, onlara sır vermesi ve ikramda bulunması, dostluk bağına dayanan bir eğitimi nedenli önemsediğini göstermektedir.
Çocukların inşasında onlara karşı tutumumuzun önemi kadar aile içerisinde birbirimize karşı tutumumuzun da önemi büyüktür. Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de Rum Suresinde Rabbimiz, “ Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi de O’nun kanıtlarındandır. Doğrusu bunda iyi düşünen kimseler için dersler vardır.” buyurarak eşler arasında sevgi ve şefkat ile kaynaşma duygularının perçinlenmesini emretmektedir. Bu anlamda ailenin manevi iklimi bu sevgi ve şefkat ile inşa olmaktadır. Haliyle çocuğun yetişmesi de buna bağlıdır.
Maalesef gerek geçmişimizde gerekse de günümüzde aile içinde kadına yönelik sözlü, fiziki veya manevi şiddet bu sevgi ve şefkati zedelemektedir. Oysa yüce dinimiz İslam’ın kadına verdiği değer son derece yüksektir. Rabbimizin Hz. Adem için annemiz Hz. Havva’yı yaratırken ona bir eş yarattığını söylemesi, kadının erkekle eşit olduğunun bir alametidir. Yine, Allah, Kerim Kitabında kadınlarla öyle ilgilenmiştir ki bir kadın kocasından şikâyetçi olması üzerine, ‘tartışan kadın’ anlamına gelen Mücâdile suresi nazil olmuştur. Ümmü Seleme, Âişe ve Zeyneb bnt. Cahş validelerimizin de aralarında bulunduğu muhacir ve ensar hanımlarından oluşan bir grubun Resûlullah’a gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü, bizler Allah’ın kitabında neden erkeklerle birlikte zikredilmiyoruz. Bizde bir hayır yok mu? Biz buna layık değil miyiz?” şeklinde serzenişte bulunmaları üzerine Ahzâb suresinde karşılık verilmiştir.
Şunun da altını çizmek gerekir ki, Kur’an-ı Kerim kadın konusunda getirdiği hükümlerin önünü açık bırakmıştır. Hz. Peygamberin sünneti de bu konuda nasıl bir mesafe katedilmesi gerektiğine dair mühim bir yol haritası olma özelliğine sahiptir. Fakat ahlakî bir tutumun kalıcı olarak yerleşmesi için uzun ve çaba gerektiren bir süreç gerekmektedir. Nitekim ashab-ı kiramın, Allah Resûlü’nün ahlâkını içselleştirme yolundaki sıkıntılarını Hz. Ömer’in oğlu Abdullah şöyle ifade etmiştir: “Biz Peygamber (s.a.s) zamanında hakkımızda vahiy indirilir korkusuyla, hanımlarımıza kaba davranmaktan ve onlara incitici söz söylemekten çekinirdik. Ama Efendimizin (s.a.s) vefatından sonra aynı duyarlılığı gösteremez olduk.”
Ne yazık ki tarih içinde Müslümanlar bizzat Kur’an-ı Kerim’in çizdiği çerçeveyi dahi yakalayamamış, İslam toplumlarında maalesef Kur’an öncesi kadın telakkileri hayatiyetini, üstelik İslam görüntüsü altında sürdürebilmiştir. Kadim din ve kültürlerin Müslüman toplumlara tesiri, yerleşik kültür ve geleneklerin dine baskın çıkması, dinin ve dinî metinlerin yanlış anlaşılması ve yanlış yorumlanması, Müslümanların ahlâkî zaafları bu tür düşüncelerin yaşayıp kökleşmesine zemin teşkil etmiştir. Oysa ki Allah Resulü veda hutbesinde, son sözlerinde dahi kadınları unutmamış tüm ümmetine kadınlar hakkında şu ikazı yapmıştır: “Onlar hakkında Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emâneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz!” (Müslim, Hac, 147)
Sonuç olarak belirtmeliyiz ki, hem Kur’an-ı Kerim’de hem de Hz. Peygamberin bize miras bıraktığı sahih hadis öğretilerinde kadın konusuna “cinsiyet” başlığı altında değil, eşref-i mahlûk olan “insan” başlığı altında yer vermiştir. Çünkü hem Kur’an’ın hem de Hz. Peygamberin muhatabı, kadınıyla erkeğiyle insandır. Yüce Kur’an’ın nüzulü insanlıkta bir ufuk sıçraması meydana getirmiştir. Kur’an, insanlığın kadın tasavvurunu değiştiren bir kitaptır. Sevgili Peygamberimizin rahmet mesajlarını dünyaya yaymaya başladığı günden itibaren Mekke ve Medine yıllarını incelediğimiz zaman görüyoruz ki, aslında İslam Peygamberinin en büyük mücadelelerinden biri, “kul” bilincine aykırı bir şekilde kadın-erkek ayrımı yapan; kadını kadın olduğu için aşağılayan ve hor gören cahiliye ideolojisiyle mücadele olmuştur. Maalesef tarihimiz boyunca yanlış yorumlar, ağır kültürel hasarlar, hiçbir sorgu ve eleştiriye geçit vermeyen kabuller dinin aydınlık mesajının kadınlarımızın dili olmasına yeterince fırsat vermemiştir.
Tüm bu durumlar elbette geleceğimizin teminatı olan nesillerin inşasında en büyük pay sahibi olan kadınların ezilmesine, dolayısıyla da nesillerin yanlış inşa edilmesine sebep olmuştur. Çocuklara bilinç aşılaması gereken annelerimizin fiziki, sözlü veya psikolojik şiddet görmesi çocuklarında bilinçten yoksun, İslam değerlerinden uzak bireyler olmasına sebep olmuştur. Bize düşen şey evvela kendi nefsimize dönüp yetiştiğimiz ailede şiddet var mıydı, varsa bu şiddetin bizdeki tesiri nasıl oldu sorularını sormak kendi benliğimizde eksik kalan yönleri tespit etmektir. Daha sonra ise kendi çocuklarımızı bu kötü manzaradan uzak tutarak Peygamberine yaraşır bir ümmet olabilmek için onu nasıl örnek alabiliriz sorusuyla baş başa kalmaktır.
GÜNDEM
30 gün önceGÜNDEM
05 Aralık 2025GÜNDEM
05 Aralık 2025GÜNDEM
05 Aralık 2025GÜNDEM
05 Aralık 2025GÜNDEM
05 Aralık 2025GÜNDEM
05 Aralık 2025