20 Ağustos 2025 Çarşamba
Türkiye’deki milli direnci kırmak için istihbarat oyunları oynandığını gördüğüm için 1997 yılında şu uyarıyı yapmıştım:
“Türkiye bir dönüm noktasındadır. Dünya dengeleri yeniden kurulmak isteniyor. Türkiye’nin yeri ne olacak? Türkiye, bir uydu gibi, süperlerin peşine takılıp kendi gücünü tamamen yok mu edecek, yoksa süperlerin arasına mı katılacak? İşte bu konular, sıcak olaylarla birlikte Türkiye’nin gerçek gündemidir. Türkiye, Cumhuriyet ile birlikte başladığı yolculuktan önemli oranda sapmış durumdadır. Fakat bu sapma, ancak Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecinden sonra anlaşılmaya başlandı. Şimdi Türkiye’nin hür ve bağımsız yaşaması için, hiçbir ayırım gözetmeksizin, bütün Türk aydınlarının, bir bileşkede buluşması gerekmektedir. Bu bileşkenin temelinde, elbette Türk varlığının ortak noktaları bulunmalıdır. Ve bu bileşkeyi sağlamanın liderliğini yapacak olanlar, Türkiye’ye de, bölgeye de yön verecektir. Türkiye, ABD’nin Irak’a, Ortadoğu’ya müdahalesi sürecinde, bir çıkmaz içindedir. Dünya yeniden kurulurken, Türk aydınlarının, aralarındaki bütün sorunları, görüş ayrılıklarını süratle dondurup, Türk Milleti’nin geleceği için ortak bir strateji geliştirmesi gerekir.
Türk aydınları, 20. yüzyılın başında, üstün fikri yakalayıp, Türk Milleti’ni çağın gerisinde bırakmadılar. Bir ulus-devlet kurdular… Bugünkü Türk aydınları da büyük düşünüp, büyük icraatlar yapmak zorundadır. Tarihi bir dönüm noktasında olan Türkiye’de, bir an önce, her türlü ayırımcılığı ortadan kaldırmak ve milli/ulusal birlik havasını oluşturmak, herkesten önce Türk aydınlarının görevidir. Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafyanın paylaşılmak istendiği şu ortamda, her Türk insanı, durumdan vazife çıkarmak zorundadır. Milli, dini veya insani bütün ülküler, böyle günler içindir. Kendisinde böyle bir vazife olduğunu görmeyenler, zilletin sonucuna katlanır. Zilletin sonu, şerefini kaybetmektir.
Vatanın, altlarından çekilmekte olduğunu göremeyecek kadar gaflet içinde ve emperyalizm güdümlü medya etkisindeki insanlar, silkinip uyanmak zorundadır.”
***
Türk Milleti’nin bütün direnç mekanizmaları AKP iktidarı döneminde birer birer düşürülmeye başlandı. Şimdi artık Türk devletini yıkıp yeni bir devlet kurmak için son sözü söylemeye hazırlanıyorlar. Bunu da açık açık söylüyorlar!
2014 yılında yaptığım bir değerlendirmede direnç gücünün nasıl korunabileceğini şöyle izah etmiştim:
“Var olan milliyetçi görünümlü teşkilâtlar, Türklerin direncini kırmakla meşguldür. Böylece Türklerin koyun gibi boğazlanmayı beklemesini sağlıyorlar. Bu büyük operasyon fark edilmesin diye iktidarla mücadele eder gibi yapıyorlar ama sıra önemli bir karar vermeye geldiği zaman hep karşı tarafa hizmet ediyorlar. Milliyetçiler böyle yönetilince, ortada hedef de kalmıyor! Hedef olmayınca, liderliğin de anlamı yoktur. Zira lider, insanları ortak hedefte buluşturandır.
Ortada lider olmadığına göre Türk Milleti’nin varlığını ve egemenlik haklarını korumak isteyen, gereken yetkinliğe sahip herkes, kendi gücü nispetinde Türklere liderlik etmelidir.
Liderlik, illa da bir teşkilât kurup, onun başına geçmek ve mevcut siyasi yapılarla boğuşmak değildir. Liderlik, ateşin sönmemesi için elinden ne geliyorsa onu yaparken, yaktığın ateşin etrafına yeniden insanları toparlayabilmektir. Liderlik, eylemdir!
Öyleyse, her Türk beyi bulunduğu yerde bir birlik ateşi yakacak ve Türkleri etrafında toparlayacaktır. Yöntem budur. Bu bölgesel ateşlerin, Erciyes’te veya Ankara’da büyük bir Türklük ateşine dönmesi ancak bu adımlarla mümkün olabilir.
Ben bir dernek veya parti kurmaktan, onların mensuplarını da birilerinin kontrolüne vermekten söz etmiyorum. Her Türk beyi, bulunduğu ilde, ilçede, köyde, mahallede, hatta sokakta belirli bir hedef için bir Türklük ateşi yakmalı, bütün Türkleri o ateşin etrafında toparlamalıdır.”
***
Kimse bir Mustafa Kemal Paşa daha çıkmasını beklemesin. 3. Ordu müfettişi görevlendirecek bir karargâh da yok, Erzurum’da Kâzım Karabekir Paşa da yok!
Zaten mücadele “şimdilik” askeri değil, siyasidir ama Türkiye, büyük ölçüde ele geçirilmiştir. Artık sokak çeteleri, çocukları, gençleri katletmeye başladı! Bu olaylar da organizedir. Bu sebeple, bütün Türkler gövdelerini taşın altına sokmak zorundadır.
Arslan Bulut-Yeniçağ Gazetesi
16 Ağustos 2025
Sadece ağaçlar mıdır yanan? Nefes alan ve veren tüm canlılar yok oluyor. Cennet vatan cehenneme dönüyor. İster cehalet deyin, ister ihanet deyin fark etmez. İster anız yakan bir aymazı, ya da insanlıktan nasipsiz bir haini veya doymaz bir müteahhiti yakalayın suçüstü, sonuç değişecek mi?
Ahlak yoksunu bir insana edilecek beddua ve en sunturlu küfür sadece öfke katsayınızı çoğaltır. Trafo patlamaları veya kopan elektrik tellerinin neden olduğu yangınlarda bile insan kaynaklı kusurların olduğu bir gerçektir.
Bu yıl tüm zamanların sıcaklık rekoru kırılıyor birçok ülkede. Keza bizim ülkemizde de çok sıcak bir yaz yaşıyoruz. Yalnız her gün birkaç ilde ve birkaç noktada aynı anda çıkan bu yangınlara tesadüf gözüyle de bakılamaz. Hükümetin eksiklikleri meydanda. Yangın söndürmede kullanılan ve gece görüşü olan yeterli sayıda uçak ve helikoptere sahip değiliz. Bu net.
Bugün Çanakkale ve Edirne’deki orman yangınlarında da aynı sıkıntıları bir defa daha yaşıyoruz. Enez ilçemize bağlı Büyükevren ve Gülçavuş’ta çıkan yangına gelen bir helikopter hava kararınca dönmek zorunda kalmıştır. Çanakkale’deki alevler Kepez, İntepe ve Güzelyalı’yı esir almış, insanlar deniz yoluyla tahliye edilebilmiştir. Yarın sabaha kadar rüzgarın insafına teslim olmanın çaresizliği ile perişanız. Ben Enez sahilindeyim ama aklım yangın yerlerinde. Komşular, rüzgar yön değiştirirse buraya kadar gelir mi yangın acaba korkusu ve telaşı içinde.
Gün batımından az önce, havlular omuzumuzda, denizin tuzu üzerimizdeyken hem yürüyor,hem de şiddetli rüzgarın Büyükevren’den Enez semalarına taşıdığı kapkara dumanlara bakıyorduk. Arkadaşım; “Eğer bir kasıt varsa, müsebbiplerini hızlı bir yargılama sürecinden sonra en ağır cezaya çarptırıp, helikopterden, yanan ormana, ormanın alevlerine bırakacaksın arkadaş. Hainler için idam cezası geri gelmelidir!” dedi. Haksız mı?
Ne diyordu Fatih Sultan Mehmet; ”Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim.” Bırakın bir dalı, adam koca bir ormanı yakıyor yahu! Binlerce cana kıyıyor, ekonomimize darbe vuruyor. Bu bir ihanettir. Merhamet etmeyene merhamet edilmez.
Yangınlar da çeşit çeşit. En tehlikelilerinden birine daha değinmeden geçemeyeceğim. Azgın batının, iflah olmaz megaloman liderleri de yangın meraklısıdırlar. Bunlar da çeşitli metotlarla zayıf gördükleri veya güçlenip tehlikeli olabileceklerine karar verdikleri ülkeleri etnik veya mezhep çıralarıyla tutuşturup güzelim ülkeleri yangın yerine çevirebilmektedirler. Mesela Irak, Suriye, Mısır, Afganistan, Yugoslavya, Lübnan, Libya hemen aklımıza gelen örneklerden bazılarıdır. Adamlar BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)ile Ortadoğu’da 20 ülkenin sınırlarını değiştireceklerini açık açık beyan ettiler. Bugün o nedenle Ortadoğu halkları ateşin ortasında ve kardeş kardeşin boğazını sıkma humması içindedir. Sırada Türkiye Cumhuriyeti’nin olduğu bir gerçektir. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack; Osmanlı’nın millet modelini ve ümmetçilik anlayışını tavsiye etmekten utanmamaktadır. Yani Aziz Atatürk’ün ve ona inanan TÜRK milletinin kanla, irfanla kurduğu bu laik ve üniter devletin hedefte olduğunu anlamamız için daha ne demelerini bekliyoruz!
Derin uykularda güzel rüyalar gören insanlarımızın uyanması için daha başka hangi felaketlerin olmasını bekliyoruz? BOP bile aklımızı başımıza getirmemize yetmiyorsa eyvah eyvah!
Bir CIA ajanı olan Handy BARKEY, hem de 16 sene önce BBC’ye verdiği röportajında diyor ki; ”Bu Anayasa mutlaka değişmeli. Ulus devletlerin şehir devletlerine, yani eyalet sistemine geçmesinde anayasal engel istemiyorum.”
Bunlar yetmiyormuş gibi son günlerde içerde ne konuşulduğunu 10 yıl boyunca bilemeyeceğimiz tartışmalar yapılıyor, kararlar alınıyor bir komisyonda. Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu imiş adı. Bizim kardeşliğimizi ben bozmadım, demokrasiden ben vazgeçmedim, barışı ben dinamitlemedim ki! O cani İmralı’da.
Ben, bu güzel kavramları *iç eden eşkıyadan medet umamam heeey! İktidarın kayığına binen CHP’nin Genel Başkanı, sen de artık gözümden düştün. Çünkü anladım ki sen de büyük oyunun bir parçasısın. Senin Cumhurbaşkanı adayın Ekrem İmamoğlu da Silivri’den beyan etmiş niyetini. Demiş ki; ”Güzel dil Kürtçenin inkar edildiğini ve hor görüldüğünü de yaşadık. Kürtçe öğrenmeye gayret gösteriyorum, tarihi bir sorumluluğumuz var”. Ne kadar çok sahibi varmış bu Kürt sorununun yahu!
Ah aziz Atatürk ah! Atatürkçülük, kimlerin elinde ne hale gelmiş kalk da bir gör. Sen İmamoğlu, istersen kahir ekseriyetle o makama seçil, benim için artık bir umut değilsin.
“Beyhude gamlanma gönül !” diyor Sivas’lı Aşık Noksani. Rüzgar öyle kahpece esiyor ki, belli değil, kim dost kim düşman. Sevgili dostlar, beyhude midir içimdeki yangın?
İktidar neredeyse tellal gezdirip davul çaldıracak. ”Ey ahali, duyduk duymadık demeyin. Pkk silah bıraktı. Önder Apo barış havarisi oldu. Memleketimin dağlarına, ovalarına, kentlerin cadde ve sokaklarına barış geldi. Duyduk duymadık demeyin, yarın TBMM’de komisyon toplanacak ve çalışmalara başlanacak. Komisyona katılmayanlar barış istemeyenlerdir.”
CHP davulcudan mı, tellaldan mı etkilendi bilinmez ama son anda atladı şahın kayığına, katıldı barış kervanına. Sözüm ona kurtardı kendini, öyle mi?! Oysa İYİ Parti ve ona destek olan diğer muhalefet partileri “BİRİNCİ VAZİFEN” mitingine koşarak Bursa Meydanı’nda Atatürk ve O’na inananların komisyonunu gerçekleştirdiler. Komisyona üye vermeyerek milli bir duruş sergilediler.
Ama algı yönetimi Bremen mızıkacıları gibi. Dostluk, kardeşlik, mutluluk masalları ile derin uykulardayız artık. Son seçimlerde muhalefeti DEM’lenmekle suçlayıp, teröristleri affedecekleri yalanlarıyla itham edenler, bugün DEM’le yan yana oturup, İmralı canisinin önerileriyle barış tesis edeceklerini söylemekten utanç duymamaktadırlar.
Halbuki MHP ve Devlet Bahçeli’nin de önceki beyanatları ortada, Apo canisinin asılması için miting meydanlarında attığı yağlı urgan gözümüzün önündedir. Zannımızca doğru olan da odur. Bu kadar zikzak trafikte bile tehlikeliyken Bahçeli’nin dönüşlerine alkış tutmamız beklenemez. Siyasette doğrultu tutarlılığı lidere güvenin en temel ilkesidir.
MHP bu aziz Cumhuriyetin son kalesiydi. İdamı istenen Apo canisinin boynuna yağlı urgan yerine altından barış kolyesi takan el bizim elimiz olamaz. Onun nasibi 50.000 şehidimizin bedeninden çıkan kurşunlardır ancak. Ne diyor Rusya Devlet Başkanı Vlademir Putin:” Teröristleri affetmek Tanrı’nın işi, benim işim onları O’na göndermek.” Bu kadar net.
Kimse karşımıza dikilip;” Sen terörün bitmesini istemiyor musun, kanın durmasını, anaların gözyaşının dinmesini istemiyor musun?” diyerek algı yapmasın. Bunu istemeyen insan değildir, namerttir, alçaktır. Ama 50. 000 masumun katili ile barış tesis etmeye çalışmak da kahraman Türk milleti için ıstıraptır, züldür.
Zaten terör bitmemiş miydi? İçişleri Bakanı Süleyman Soylu; “Dağlarda 85 terörist kaldı. Pkk’yı Türkiye’de çökerttik. Ayakkabı numaralarına kadar biliyor, nefes alış verişlerini duyacak kadar enselerindeyiz.” dememiş miydi? O halde İmralı canisi ile neyin mutabakatı aranıyor, defalarca müebbet cezası alan bir katilin affı nasıl telaffuz edilebiliyor, Gazi Meclis’e davet edilip konuşma yapması nasıl teklif edilebiliyor!
Birkaç cümleyi de CHP’ye ayırdım. CHP komisyona girmemeliydi. Zaten CHP seçmeni de bu konuda ittifak sağlamış değildir. Komisyona girilmesini doğru bulup onaylayan da var, benim gibi düşünüp şiddetle karşı çıkanlar da var.
Milletvekili aday adayı olmuş bir CHP’li arkadaşıma dün sordum bu konudaki düşüncesini.
“Ben de kararsızım hocam, ama komisyonda yapılacak gizli görüşmelerde sakıncalı maddelere başka türlü müdahil olunamaz ki!” dedi. Partilerin komisyondaki üye sayılarına baktığımızda böyle bir müdahale şansının olmadığı çok açık. Üstelik R.T.Erdoğan; ”Terörsüz Türkiye süreci özellikle ana muhalefet partisi için geçmiş günahlarına kefaret olabilecek bulunmaz bir fırsattır.” sözlerini sarfederek davet ediyor CHP’yi. Burada sizce gerçekten bir iyi niyet var mıdır?Bir yetkili CHP’li de çıkıp “Neymiş bizim günahlarımız?” diye sormaz mı yahu!
Özgür Özel, komisyonda “nitelikli çoğunluk” teklifine tav olmuş durumda. Ey Özel, TBMM’de muhalefetin verdiği soru önergelerinin tamamı AKP ve MHP’nin çoğunluk oyları ile reddedilirken sizin üyeleriniz nitelikli değil miydi? Bakın siz bunları içinize sindiriyor, ama Bolu Belediye Başkanınız Tanju Özcan’ı “Şer ortakları ile aynı masaya oturmayalım.” dediği için “haddini aştı “diyerek paylıyorsunuz. Tanju Özcan iyi bir Kemalisttir ve merttir. Cevabı da o nedenle kılıç gibi keskin oldu:” Öte yandan Tanrılar kurban istiyorsa da, kendinizi zorda bırakmayın.” Adam daha ne desin.Kuvayı Milliyeciler için makam ve rütbeleri önemi yoktur. Aslolan vatanın bağımsızlığı, üniter devletin bekasıdır.
Sayın Özel, sen ikide bir CHP Atatürk’ün partisidir diye övünüyorsun ya. Ki öyledir ve çok özel bir ayrıcalıktır o. Ama komisyona gönderdiğin Sezgin Tanrıkulu ve Oğuz Kaan Salıcı gibi senin partinde Atatürk gibi düşünmeyen o kadar çok insan var ki, asıl sorun orada.
Ey umutlarımı hiç eden Özgür Özel, bırak laga lugayı da anlatsana nedir şu Kürt sorunu? Okul mu okuyamıyorlar? Mecliste mi yoklar? Meslek sahibi mi olamıyorlar? Darp mı ediliyorlar? Veya toplumdan mı dışlanıyorlar? Ben Kürtleri milletimden ayrı düşünmüyorum. Kürtlerin de bu Cumhuriyetle bir sorunu yoktur.
Kürt sorunu 100 yıllık bir emperyalizm tuzağıdır. PKK Kürt halkının temsilcisi değildir. PKK ,ABD ve Avrupa’daki bazı başat ülkelerin ve “vadedilmiş topraklar“ hayaliyle Büyük İsrail’i kurma histerisine kapılmış Siyonistler’in taşeron terör örgütüdür ve Türkiye’yi bölüp parçalama projesinin vahşi aparatıdır.
Sayın Özel, sen Atatürk’ün partisinin genel başkanıysan bilmelisin ki;Türkiye’de bir halk yaşar.Onun adı da TÜRK halkıdır. Bu topraklar tarihte TÜRK’tü, halde TÜRK’tür, gelecekte de TÜRK’ün olacaktır. TÜRK’e kefen biçenin ölümü korkunç olur. Biz Türkiyeli değil, TÜRK’ÜZ. Türkçe konuşur, Türkçe düşünürüz. Algılar bizi bağlamaz.
Enez’deyim yine her temmuzda olduğu gibi. Bu yıl her zamankinden daha sıcak bir yaz mevsimi yaşıyoruz. Televizyon haberlerine bakılırsa birçok bölgemizde sıcaklık rekorları kırılıyor birbiri ardınca. Yangınlar yok ediyor doğal hayatı. Yeni bir terör ile karşı karşıyayız. Küresel bir kuraklık felaketine doğru koşuyor gibiyiz.
Dert bir tane değil elbette. Bugün kendi vazettiği değerler manzumesini bile unutan Batı medeniyeti, Yontma Taş Devri’ne öykünerek, adeta hem insanlığın hem de dünyamızın başına bela olmaya başladı.
”EGO”nun doymak bilmez iştahı ve vahşi kapitalizmin durmak bilmeyen despotizmi küresel bir zorbalığa dönüştü. Gazze, insanlığın yok edildiği bir vahşet ve soykırım cehennemi… Eduardo Galeano’nun dediği gibi; “Dünya dev bir tımarhaneye ve dev bir mezbahaya çevrilmiş durumdadır.”
Ruhsal motivasyonunu kaybetmiş, yüce ideallerden habersiz, sürü kompleksine mıhlanmış, her türlü etik değerden arındırılmış, alınterine yabancılaşmış ve ruhu sömürgeleştirilmiş insanlarla emperyalizmin bu vahşi ve vandal saldırganlığına direnmek de kadim zamanlardaki kadar kolay değil elbette.
Tabiatı da kendi barbarlıklarına kurban etti çağdaş firavunlar. Yağmurlar sevgilinin gözyaşları gibi çisil çisil, ılık ılık dökülürdü bulutlardan. Bereket yağardı baharda kışta. Tanrı bile esirgiyor rahmetini artık. Ya aylarca yağmıyor, yağdığında da gök devriliyor sanki üstümüze. Seller sular götürüyor betona hapsolmuş kentlerin cadde ve sokaklarını. Rahmet felakete dönüşüyor.
İklimler kendini inkar eder hale geldi. Yaz mevsiminde yağmura, kış aylarında kara hasretiz nicedir. Yol boyunca gördüğüm ayçiçekleri boylanamamış bile, ölgün, bitkin. Nehirler can çekişiyor susuzluktan. Belki de bundan sonraki zamanlarda su savaşları belirleyecek ülkelerin geleceğini. Su hayat çünkü. Hayatımıza bunun için kastedecekler istikbalde.
Yaz geldiğinde, yazlıkçılar sahildeki evlerine döndüğünde Enez’de her yıl aynı sorunla boğuşuyor insanlar. Deniz pırıl pırıl, berrak. Ama deryanın dibinde suya hasret kalmak kötü! Yeraltı suları daha derinlerde artık. Yazın nüfusu üçe dörde katlanan Enez’e yetmiyor su kaynakları. Belediyenin en önemli işi kenti susuz bırakmamak olmalı. Bunun tedbirleri daha imar planları yapılırken, nüfus patlaması yaşanmadan alınmalıdır. Yeni kuyular sezon başlamadan bulunmalı, su analizleri zamanında yapılıp kuyular devreye sokulmalıdır. Ama olmuyor işte.
Belediyenin önemli gelir kaynağı olmasına rağmen maalesef sahil bandında hiçbir çalışmasına şahit olamadık yine. Sitelere doğalgaz hattı için kazılan yollar olduğu gibi duruyor. Alt katlarda işimizi görecek kadar aksa da üst katlara çıkmayan sular halkı bezdirmiş durumda. Sivrisinekle mücadele çok yetersiz.
Muhalefet belediyelerinin imkanları sınırlı, kabul. Ama ben eğer tüm vergileri tıkır tıkır ödüyorsam, hizmetin de hakkım olduğunu söylemekten geri durmam.
“Ne kalem yazabildi halimizi,
Ne de cümleler anladı bizi.
Ünlem şaşkın,virgül eğri,
Bir noktaya gizledik dertlerimizi..” diyor. Cemal Süreya.
Ben tam tersine, gizlemiyorum dertlerimizi, yazıyorum işte; bazen içimi dökmek için, bazen de dertlerinize ortak olmak için.
Uğur Dündar, köşesinde alıntı yaptı; PKK terör örgütü elebaşlarından Behzat Çarçel, “Terörsüz Türkiye” sloganının kendileri açısından ne anlama geldiğini şöyle açıkladı:
“Biz Türk Cumhuriyeti’ni zorlayacağız. Dönüşmek zorundadır; başka bir yolu yoktur. Türkiye’de yasal, anayasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Hâlâ tam tanımlayamıyor. Yani sürekli ‘terörsüz Türkiye’ diyorlar. ‘Çatışmasız, şiddetsiz Türkiye ya da Kürdistan’ diyelim buna. Doğru ifade edelim. Yüz yıllık hatta iki yüz yıllık Kürt inkâr gerçekliği vardı. Şimdi varlık ispatlandı, yeniden inşa edilecek. Yeniden inşa edilirken Türkiye Cumhuriyeti devleti ya da Kürdistan demokratik ulusu içinde nasıl tanımlanacak? Kürtler kendini nasıl ifade edecek? Hangi yasal çerçevelere konulacak?”
PYD lideri Salih Müslim ise Erdoğan’ın “Türk Arap, Kürtlerin ümmet birliği” üzerinde durması hakkındaki sorusuna gülerek “Bu ümmet fikri, Emevi, Abbasi, Osmanlı dönemlerinde kaldı. Araplar dediğiniz zaman 22 devlettir. Hangisiyle birlik kuracaksın? Zamanı geçmiş bir fikirden bahsediliyor. Türkiye’deki halkların birliği için yapılabilir, ona bir diyeceğim yok ama federalizm olabilir, konfederalizm olabilir. Yalnız herkesin kendisini özgür hissetmesi gerekir…” diye cevap verdi.
Yani ister PKK açısından isterse Suriye PKK’sı olan PYD açısından “Terörsüz Türkiye”, “Terörsüz Kürdistan ve federasyon veya konfederasyon” olarak anlaşılıyor.
***
“Terörsüz Türkiye” denilerek aslında Türkiye’nin terörle mücadeleyi bırakması esas alınıyor.. Peki terör örgütü silah bırakacak mı?
Özdemir Paşa’nın İngilizlere karşı direnirken karargâh olarak kullandığı mağaranın önünde 30 tane silahı yakmak olsa olsa İngiltere’nin Türklerden rövanş alması anlamına gelir.
Yoksa terör örgütünün bütün silahları ile birlikte, PYD/YPG’ye katıldığı bir sır değil… Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Mart ayında, “PKK’nın Türkiye’den, Irak’tan, İran’dan gelmiş 2 bine yakın kadrosu şu anda SDG yönetiminin tepesinde oturuyor. Herkes zannediyor ki Mazlum var, Mazlum Suriyeli, Mazlum orayı temsil ediyor. Bu bir yalan. Mazlum ile siz bugün konuşun, Ahmet Şara ile konuştuğu zaman Mazlum gelip iki kişiye hesap vermek zorunda. PKK’nın askeri kanadı Suriye Komiseri Fehman Hüseyin, sivil kanat Suriye Komiseri Sabri Ok. Bunlara hesap vermek zorunda… Bunlar da bundan gelen bu hesabı alıp Kandil Dağı’ndaki PKK yönetimine anlatmak zorundalar. Şimdi bu örgütün bu hiyerarşik yapısı ortadayken, Amerikalıların, Avrupalıların hâlâ bunlara destek veriyor olmasının bir sebebi var: PKK’nın verdiği hapishane hizmetleri. DEAŞ tutuklularını hapishanede tutma karşılığında orada bir yalan üzerinden Suriye topraklarının üçte birini işgal ediyorlar.” demişti.
Son olarak da Abdullah Ağar, “Irak’taki 12- 13 bin PKK’lının Suriye’ye geçtiğine dair son derece önemli bir veri var” diye açıklama yaptı.
***
AKP, MHP ve DEM Parti, “Terörsüz Türkiye” sloganını, Türkiye’yi Türk Arap Kürt konfederasyonuna çevirmek için kullanıyor. AKP’nin bunu ümmet fikrine dayandırmaya çalışmasını, Salih Müslim bile gülerek karşılıyor! Devlet Bahçeli ise “yeni bir milli kimlik” ve “kurucu anayasa” diyerek, Erdoğan’ın söylemlerine zemin hazırlamaya çalışmıştı zaten.
CHP’nin de sadece “ümmet siyaseti”ne itirazı var!
Aslında bütün bu yapılanlar, Türkiye’nin Anayasal düzenini cebren ve hile ile değiştirme girişimdir. “Cebir nerede, hile nerede?” denilebilir. Devletin yönetim sistemini “hileli referandum” ile değiştirenler, devleti ve milleti tamamen yıkıp yerine başka bir devlet ve millet yapısı getirmek için “Terörsüz Türkiye” ve “ümmet birliği hilesi” ile yine devletin gücünü kullanıyor, daha ne olsun?
Arslan BULUT
Yeniçağ Gazetesi
19 Temmuz 2025