eşya depolama
romabet romabet romabet
deneme bonusu veren siteler
bandstanddiaries.com
Ahmet Acaroğlu

Ahmet Acaroğlu

28 Mayıs 2025 Çarşamba

Basından Seçmeler

Basından Seçmeler
0

BEĞENDİM

ABONE OL

PKK İLE “BARIŞ”-MERİÇ’TE NATO TATBİKATI!

Arslan Bulut- Yeniçağ  Gazetesi-26 Mayıs 2025

PKK ile “barış”; Meriç’te NATO tatbikatı!

Halk, “Terörsüz Türkiye” gösterilerek özerk bölgelere dayalı bir Yeni Anayasa’ya ikna edilmek istenirken, Trakya’da Türkiye sınırına 30 kilometre mesafede ABD öncülüğünde sekiz NATO ülkesi Meriç nehrini geçiş senaryosuna göre tatbikat yapıyor!

“İmmediate Response” yani “Anında Cevap” adıyla, Türkiye sınırında ama Türkiye davet edilmeden yapılan tatbikatın amacı belli.

Buna karşılık, içerde iktidar, cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ve CHP’yi 60 milyar dolar bozdurma pahasına Türkiye için tehdit gibi göstermeye çalışıyor. Öyle ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bütün yetkilileri tutuklandı! Açılıma engel çıkarmasın diye Ümit Özdağ’a da daha önceden “önleyici tutuklama” uygulandı.

***

Açılım konusunda eski Başbakan Ahmet Davutoğlu da devreye girdi ve Kuzey Irak’ta beş gün süren temaslar yaptı. Neçirvan Barzani, Kubat Talabani ile Türkmen ve Arap liderlerle bir araya gelen Davutoğlu, Independent Türkçe Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek’e açıklamalar yaptı.

Ahmet Davutoğlu“Gezide gözlemlediğim hava, geleceğe dair umutlarımı artırdı. Silahların bırakılması sürecinin hızlandırılması gerekiyor. Süreç diken üstünde ilerliyor. Silah bırakıldıktan sonra geri dönüş mümkün değil,” ifadelerini kullandı. Davutoğlu, benzer bir sürecin Suriye’de de yürütülmesi gerektiğini belirterek, “Bu süreç başladığında arkası domino etkisiyle gelecektir.” dedi.

Hem Erbil hem de Süleymaniye’nin bu sürece tam destek verdiğini vurgulayan Davutoğlu“Neçirvan Barzani de, Mesut Bey de bu sürece dair ciddi bir heyecan taşıyorlar; bunu hissetmemek mümkün değil. Sorunun çözülmesi halinde gerçekten büyük bir mutluluk duyacakları açık… Ancak süreci anlamaya çalışıyorlar. 2013’te yaşananlarla bugünü karşılaştırıyorlar ve ‘Siz o dönemi de bu dönemi de yaşadınız, bu sürecin başarı şansı nedir?’ diye soruyorlar. Bahçeli’yi samimi bir şekilde merak ediyorlar. Ben de kendilerine Bahçeli’nin bu konudaki kararlılığını anlattım ve bundan memnuniyet duydular. Hatta ‘Bahçeli’nin sağlığı için dua ediyoruz’ dediler.

Bu süreç zaten gecikti, bunu açıkça belirtmek lazım. Her ne kadar süreç gecikmiş olsa da, daha fazla zaman kaybetmeden hayata geçirilmesi şart. En temel mesajım şu: Daha fazla gecikme, bazı bölgesel gelişmelerin her şeyi altüst etmesine yol açabilir. Çünkü arada birçok fitne odağı ve provokatör devreye giriyor. Bu süreçten rahatsız olan çok sayıda aktör var. Geçmişte, bu rahatsız olanlar 2013 sürecini sabote ettiler. Şimdi aynı aktörlere fırsat vermemek gerekiyor.” diye konuştu.

***

Davutoğlu“Silahların bırakıldığına dair bir görüntü oluştuğu anda, PKK bir daha ‘silahla mücadeleye dönüyorum’ dese bile militan toplayamaz. Türkiye açısından da silahların bırakıldığı görülürse, sürece en karşı olanlar bile artık muhalefet edemez. Çünkü silah bırakmanın neyine karşı çıkacaksınız?” diye sordu.

İşte konunun en kritik noktası da bu zaten… Suriye’deki PYD/YPG ve İran’daki PJAK, Abdullah Öcalan’ın silah bırak çağrısının kendilerini kapsamadığını açıkladı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise Suriye’nin kuzeyinde silah bırakma yolunda hiçbir adım atılmadığını söyledi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da PYD/YPG’yi Kuzey Irak’tan giden PKK’lıların yönettiğini açıklamıştı…

Durum böyleyse, Türkiye’de ve Kuzey Irak’ta zaten etkisiz duruma getirilen PKK’nın silah bırakmasının ne kıymeti var? Suriye’nin kuzeyinde PKK, ABD tarafından 100 bin kişilik ordu haline getirilmedi mi? 2 bin yaşlı terörist emekli edilirken Suriye’de gençlerden 100 bin kişilik PKK ordusu kuran ABD, Dedeağaç’ta Meriç’i geçme tatbikatı yapıyor, Türkiye’de ise “Terörsüz Türkiye” sloganıyla neredeyse bayram yapılacak.

Kaldı ki PKK, silah bırakacağını ama Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini ve Lozan’ı tanımadığını ve mücadelenin yeni bir evresine geçildiğini açıkladı.

İktidar ise yargıyı kullanarak muhalefet üzerinde devlet terörü uyguluyor…

***

Bu şartlarda yapılan açılımı “barış” olarak göstermek; rejimi Yeni Anayasa yaparak değiştirmek ve Türkiye’nin yerine bir Orta Doğu Konfederasyonu kurmak için kaldıraç olarak kullanmaktır. Meriç’e yönelik tatbikat da bunun işaretidir. Kaldı ki barış, ülkeler arasına yapılır, terör örgütleri ise imha edilir!

Devamını Oku

19 MAYIS RUHU: KAFA VE İMAN

19 MAYIS RUHU: KAFA VE İMAN
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Pazartesi günü Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutladık aynı coşkuyla. Aynı coşkudan kastım; gençlik yıllarımın heyecanları. Cumhuriyetin ilk nesilleri ve bizim kuşaklar, Atatürk’ün emanetinin bizim omuzlarımızda olduğunun bilinciyle milli bayramlarda yeniden doğar, farklı duygular yaşardı. Sonraki yılarda bayramın adına “Atatürk’ü Anma” da eklendi. Oysa bırakın anmayı, biz 19 Mayıs’larda  O’nun ruhlarımıza üflediği ateşle birer Atatürk olurduk. Bu zindelik ve Kuva-yı Milliye kararlılığı o zor yıllarda kimleri korkuttuysa, bugün de onları tedirgin ediyor gençlerin Atatürk’e gönülden bağlılıkları.

      “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” diyen Atatürk, tarihimizin sadece Osmanlı’dan ibaret olmadığını, binlerce yıllık şanlı mazinin, kültür ve medeniyet eserlerinin,  damarlarımızdaki asil kanın kaynağı olduğunu herkese göstermişti. Yapılacak onca iş varken eğitimi öncelemesini, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nu hayata geçirmesini başka türlü açıklayabilir misiniz? Ne diyordu Kazım Karabekir Paşa,; “Tarihini bilmeyen milletlerin coğrafyasını düşmanları tayin eder.” Özellikle hilafet döneminde Saray çevresinde aşağılanan, horlanan Türklük, Mustafa Kemal’in bu çabalarıyla “atinin medeniyet ufkunda bir güneş gibi parlamaya” başlamıştır.

     Osmanlı İmparatorluğu’nda tüm etnik aidiyetler kendi ırk adlarını açıkça ve övünerek söylerken, biz kendimizi Osmanlı olarak tanımlıyorduk. Arap Arap’tı, Rum Rum’du, Yahudi Yahudi’ydi, Ermeni Ermeni’ydi, Kürt Kürt’tü. Ama biz Osmanlı’ydık. Halbuki Osmanlı bir ailenin adıydı, milletin değil. Türk dediğimiz zaman ırkçı, kavmiyetçi oluyor, ümmeti parçalıyor, günaha giriyorduk. Arap’lar kavm-i necipti, yani soylu, üstün ırk. Herkes milli devlet peşinde koşarken bize milliyetçilik yasaktı. O ümmet, bize Sevr dayatılırken bile İngiliz ajanı Lawrence’in dualarına amin diyordu.

     Atatürk; “Benim yaratılışımdan gelen bir üstünlüğüm varsa o da, TÜRK olmamdır.” diyen ve TÜRK olmayı mutluluk sayan dahi bir önderdir. Türk Ocağı ateşini yakan ve onun duvarlarına iki değişik Ergenekon tablosu yaptıran çağımızın Bilge Kağanı’dır. O, hanedan yerine TÜRK milletini egemenliğin  sahibi yapmış, devletin adını Türkiye Cumhuriyeti koymuştur. Dahası , bu aziz Cumhuriyetin muhafaza ve müdafasını Türk Silahlı Kuvvetleri ile Türk Gençliğine en önemli görev olarak bırakmıştır. Çünkü onun umudu gençlerimizdi.

       Bakın sistem arayışlarıyla abandone olan eğitim sistemimiz, her iktidarın yaz-boz tahtası olmuş Talim Terbiye Kurullarımız, maalesef yerli ve milli hedefleri  heder etmiş, gençlerin moral motivasyonu ziyan olmuştur. Hele son dönemde fen ve teknoloji liselerinin yerine İmam Hatip furyası ile karşı karşıya bırakıldı gençler. Ama ne hikmettir ki deizm de o okullarda daha çok konuşulmaya başladı. Yani biz eğitimi kendi ideolojimiz veya dünya görüşümüze göre şekillendirirken akıl ve bilim bir yana, Türk töresi ve milli ruhu da veremiyoruz artık çocuklarımıza.

       Din adına da tarikatlar, cemaatlar revaçta. Ne kadar cemaat varsa sanki birbirinden farklı o kadar İslam var! Hepsi yeniden ümmet inşasında. Bir Horasan erenlerini, bir Ahmet Yesevi’yi düşünün, bir de holdingleşip rant paylaşım kavgası yapan günümüz tarikat ve cemaat baronlarını. Gençler de inanmıyor artık bu yapılara. Atatürk’ün umudu gençler umutsuz geleceklerinden. Gençlerin büyük çoğunluğu ABD veya Avrupa ülkelerine gitmek için fırsat arayışında. Pıtrak gibi özel üniversite açıldı bu iktidar döneminde ama mezunlar işsiz, gençler bunalımda. Cezaevleri gençlerle dolu. Özgürlüklere pranga vurulmuş. Buna rağmen gençler Atatürk’e bağlılıklarından vazgeçmiyor. Çünkü Atatürk demek; direnmek demek…Bütün imkansızlıklara rağmen milletine güvenmek, emperyalizme karşı koymak, teslim olmamak demek. Atatürk demek; umuda tutunmak demek, ele geçirilemeyecek ruh demek. 19 Mayıs ruhu direnişin gıdasıdır bu nedenle. Atatürk demek; kafasına koyduğunu yapabilen, kararından dönmeyi ölümle eşdeğer sayan irade demektir.

       Mustafa Kemal Boğaz’daki yabancı savaş gemilerini gördüğünde; “Geldikleri gibi giderler!” demişti dişlerini sıkarak. Samsun’a yola çıkmak için Rauf Bey ile Galata Rıhtımı’na gelirler. Sandallarla Kız Kulesi önlerine vardıklarında müttefiklerin gemide arama yaptıklarını görür ve “19 Mayıs ruhu”nun şifresi niteliğindeki şu sözleri söyler: “Ne kadar ahmaklık! Silahlar ile cephane arıyorlar. Biz ise kafamız ile imanımızı götürüyoruz.” 

       Gençler, Atatürk’e verdiğiniz sözü tutmak, bu Cumhuriyeti sonsuza dek yaşatmak ve yüceltmek için bu şifreleri kalbinizde, gönlünüzde özenle saklayınız. KAFA ve İMAN. Kafa; akıl, bilgi demek. İman ise inanmak ve eyleme geçmek. Göreceksiniz; o zaman hiçbir güç sizi yenemeyecektir.

Devamını Oku

BARIŞ MASALLARI ve TUZAKLAR

BARIŞ MASALLARI ve TUZAKLAR
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Karga ile tilkinin masalını bilirsiniz. Sofradan kalkan köylülerin gafletinden yararlanan bir karga, keskin bir dalışla, bir topak peyniri kapıp uzaklaşıvermiş. Epey uçtuktan sonra bir ağaca konmuş. Ormanda av aramaktan ve açlıktan yorgun düşen bir tilki, ağzında peynir olan kargayı görmüş. Sinsice ağaca yaklaşıp seslenmiş kargaya: “Dostum, o güzel sesinle bana birkaç şarkı söyle de kulağımın pası gitsin; ormandakiler de böyle bir sesle mest olsun.” demiş. 

      Bu güzel sözleri duyan karganın gururla tüyleri kabarmış; “Tilki doğru söylüyor. Benim kadar kim güzel şarkı söyleyebilir ki?” diye düşünmüş. Sonra, güzel sesini tilkiye ve tüm ormana duyurabilmek için:“Gaak! Gaak!” diye ötmeye başlamış. Başlamış ama ağzındaki bir topak peynir yere düşüvermiş. Karga, bir anda yaptığı hatayı anlamış ama çoktan iş işten geçmiş. Güzelim peyniri tilki afiyetle yutuvermiş.

       Önemli olan karşımızdakini iyi tanımak ve hata yapmamak, peyniri kaptırmamaktır. Son günlerde,  müthiş ama bir o kadar da tehlikeli, içeriğini ve kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıkları bilmediğimiz “Barış Süreci” gelişmelerine tanık oluyoruz. Bilen de konuşuyor, bilmeyen de. Ben de ne kadar bildiğimi bilemeden yazmaya çalışıyorum işte.

       Bazı kelimeler vardır; çağrışımları ile mutlu eder, bahar sevinci yaşatır bize. “Barış” kelimesi  onlardan biridir mesela. “Yurtta sulh, cihanda sulh!” diyordu Atatürk. Sulh, salah; barış, iyilik demek. Fakat salim bir kafayla süreci değerlendirdiğimizde barış için konuşanların pek öyle iyilik peşinde olduklarını söylemek de mümkün değildir. PKK ve destekçileri davul zurna çalmakta, halay çekmekte, zafer kazandıklarını haykırmaktadırlar.

       PKK terör örgütü lider kadrosu, yasal olmayan bir kongre toplayarak silah bıraktıklarını ve örgütü feshettiklerini ilan etmiş ve aldıkları kararları ve taleplerini içeren tutanağı devlet yetkililerine teslim edip basına servis etmişler. Üstelik örgütü kuran ve 50 yıldan beri halkımıza kan kusturan bu terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan ve Kandil’deki yöneticiler dahil, süreci yürüten DEM Partililere MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bir de teşekkür etmiş, şükranlarını sunmuş! Bebek katili çok kıymetli oldu. Kendisine “sayın“, “kurucu önder”, “beyefendi” diye hitap ediliyor artık.

        Halbuki sayın Bahçeli ve sayın Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, son seçimlerde muhalefet partilerini ve MİLLET İTTİFAKI’nı  PKK ve Kandil’le birlikte hareket etmekle suçlamış , Apo’yu  serbest bırakacaklar diyerek hain ilan etmişlerdi. Ekrem İmamoğlu DEM parti ile kent uzlaşısı yaptı diye hakkında dava açılmadı mı? O zaman muhalefet için bu yalan ithamları yapanlar, ne üzücüdür ki, bugün terörist başına umut hakkı için ön almaya çalışmaktadırlar. Dün bu yalanları seçimi kazanmak için dile getirmekten utanmayanlar, acaba bugün hangi hesapların içindedirler?

         “Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.” diyen bir atasözümüz vardır bizim. PKK’nın barış için talepleri ortadadır. Anayasa değişikliği ile devletin üniter yapısına son verilerek fedaratif sistem adı altında egemenlik hakkımıza ortak olunmak istenmektedir. Demokratik siyaset ile kastedilen; ulus devletten vazgeçmemiz, etnik partilere temsil hakkı vermemiz, adem-i merkeziyet ile eyalet sistemine dönmemizdir. Bunları kabul etmeyi bırakın, aklından geçiren adamın bile Türklüğünden şüphe ederim!

         Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’na itirazın başka bir amacı olabilir mi? Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyetinin tapu senedi ve toplumsal barışın yegane güvencesidir. Bunlara karşı çıkanlarla, Atatürk’e ve Türklüğün değerlerine düşman olanlarla, uluslararası güçlerden sürece katkı isteyenlerle kalıcı bir barış mümkün müdür?

         Yahu biz zaten kardeş değil miyiz? 1000 yıldan beri bu coğrafyada birlikte yaşamıyor muyuz? PKK terör örgütü Kürt kardeşlerimizin tamamını temsil eden bir örgüt müdür ki, devlet bunlarla görüşüp pazarlık yapıyor?  Aklı başında olan herkes bilir ki, PKK batılı emperyalist ülkeler tarafından kurulmuş, beslenmiş ve silahlandırılmış, Siyonizmin değirmenine su taşıyan, ABD emrinde taşeron bir örgüttür.

         Ben bir vatandaş olarak bunları yazdığımda ve sorguladığımda, “Sen barışa karşı mısın?” sorusuna ifrit oluyorum. Barışı kim istemez ki?! Yeter ki samimi olunsun ve yeni Sevr tuzaklarına düşülmesin. Ayrıca biz bu vatanı barış masalarında kazanmadık. Kanla, irfanla, ateşle imtihandan geçerek kurduk bu kutsal Cumhuriyeti. Masa başında BOP’çulara armağan edecek değiliz. Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine aykırı olarak atılacak adımların sorumluları, tarih önünde vebal altında kalacaktır. Ne diyor Dedem Korkut; ”Alemde şer tükenmez!”  Bilelim ki; su uyur, düşman uyumaz. Dikkatli ve uyanık olmalıyız.

Devamını Oku

TÜRKÇÜLÜK GÜNÜNÜN ARDINDAN…

TÜRKÇÜLÜK GÜNÜNÜN ARDINDAN…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

3 MAYIS 1944 Türk milliyetçileri için önemli bir tarihtir. Bu tarih tek parti iktidarının siyasal popülizmine ve II.Dünya Savaşı’nın  seyri Rusya lehine gelişince sola savrulmasına bir başkaldırıdır. Sovyet yayılmacılığı bölge ülkelerini tedirgin etmeye başladığında iktidarın yalpalamasını çok yadırgamasak bile milliyetçi aydınlara reva görülen baskı ve işkenceleri kabul etmek ve unutmak mümkün değildir.

Savaşın seyrine göre yön değiştiren iktidar Nazi Almanyasından uzaklaşıp, sosyalist Rusya’ya şirinlik yapmaya başlayınca, aydınlar da komünist ideolojiye yönelmeye ve Rusya’ya övgüler düzmeye başlamışlardı. İktidardaki CHP önemli görevlere sosyalist düşünceli kişileri atamaya başlayınca Hüseyin Nihal Atsız çıkardığı ORKUN dergisinde Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na iki mektup yazar. İkincisinde Sabahattin Ali’nin komünist fikirler taşıdığını ve vatan haini olduğunu belirterek Milli Eğitim bakanı Hasan Ali Yücel’in görevden alınmasını ister.

Aslında o günlere gelinceye kadar Başbakan da, iktidar mensupları da açık açık TÜRKÇÜ olduklarını dile getirirken gelişen konjoktüre göre politikada makas değiştirirler. Sabahattin Ali Atsız’a hakaret davası açar. 3 Mayıs’taki ikinci duruşmada üniversiteli gençler mahkeme salonuna alınmayınca Ulus’a doğru sloganlar atarak yürüyüşe geçerler. Hükümetin emriyle gençlere şiddet uygulanarak nezarete götürülürler. Tutuklamalar başlar. Atsız ve Atsız’a yoldaş olanlar hapse atılıp, akıl almaz işkencelere muhatap olurlar. 65 oturum süren “IRKÇILIK-TURANCILIK” davası sonunda hepsi beraat ederler. Onların içerde, ailelerinin dışarıda çektiği ıstırap ve çileler yanlarına kar kalır. Türk milleti sağ olsun diyecek kadar bu millete adanmış ruhlardı onlar. Onlar Türk milletinin bekası için her şeyi göze alan yiğitlerdi.

Her 3 Mayıs , onların hatırasını canlı tutmanın, iktidarda olanlara Cumhuriyetin kurucu değerlerinin en başında TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ’nin olduğunu yeniden hatırlatmanın vesilesidir.

Bir çok milliyetçi kurum, dernek ve siyasi parti bu tarihte önemli anmalar tertiplerler. Uzunköprü Türk Ocağı’nın düzenlediği program da çok güzel, Ocak başkanı değerli kardeşim Murat Selvi’nin gönüllerimizi ısıtan, duygularımızı dalgalandıran konuşması da çok özeldi. Çanakkale Mehter Takımı ayakta alkışlandı. Hasan Efe Yücel kardeşimizin dombra dinletisi ilgiyle izlenirken, Ozan Ethem’in konseri gençleri coşturdu. Kompozisyon yarışmalarında ödül alan çocuklar sanırım bu geceyi ömür boyu unutmayacaklar, hayatları boyunca TÜRK olmanın gururunu yaşayacaklardır.

Gündüz Kırkkavak köyünde medfun Mora fatihi Gazi Turhan Bey’in türbesini ziyaret eden ve vakıf geleneğini yaşatarak etli pilav ikramında bulunan Türk Ocağımızın yöneticilerine, türbede Kuran tilaveti ve duada görevli Mustafa ve Necmi Hocalarımıza teşekkür ediyorum.

Sayın Muhtarım, ev sahibi olarak programa katılman ne güzel olurdu. Ama sen katılmayacağını, Uzunköprü belediyesinin ay sonunda yapacağı törende yer alacağını söylemişsin.

Türklük için gaza meydanlarında inanılmaz gayretler gösteren Turhan Bey ceddimizin mescidinde namaz saatini beklerken hep seni düşündüm. Davete katılıp katılmamak elbette senin bileceğin iş. Ama o mescidi temiz tutmak, hiç değilse turist kafileleri geldiğinde veya bir derneğin programı olduğunda özen gösterip temizletmek senin görevin değil midir?

Vakıflara ait bir eserde biz izinsiz iş yapamayız demişsin. Tamer Bey, sen define kazısı yapmıyorsun. Duvarlardaki örümcek ağlarını aldırıp, halıyı süpürteceksin. Temizlik için izin almaya gerek var mı sayın Muhtarım? O tahrip edilmiş mescit ve mezbelelik olmuş türbenin ayağa kaldırılması, restore edilip ziyaretgah haline getirilmesi için ne mücadeleler verildiğini sen de bilirsin. Sana on dakikalık bir temizlik mi angarya geliyor? İnan ki ziyaretçilerin konuşmalarına tanık olunca senin adına ben utandım.

Tamer Bey Türk Ocağı’nı 2006 tarihinde ikinci defa biz açtık. İlk defa 1927 yılında açılmış. Bugün İlçe Halk Kütüphanesi olarak kullanılan bina TÜRK OCAĞI binasıdır. Atatürk’ün izni ve desteği ile hayat bulmuştur. Bilmiyor olabilirsin ama, bu derneğin siyasetle iştigali de tüzük gereği yasaktır. Bu şanlı Ocak, Cumhuriyeti kuranların kutsal ocağıdır.

 Atatürk döneminde valiler, kaymakamlar, daire müdürleri, devlet memurları Türk Ocağı’nın doğal üyesiydi. Biz kamu yararına çalışan bir dernek statüsündeyiz. Bugün bu bilinçle davetlerimize katılan, bizi bağrına basan, yanımızda olan vali ve kaymakamlarımız da bizim baş tacımız, şeref misafirlerimizdir. Onlarla gurur duyuyoruz. Korkmaya gerek yok sayın Muhtarım.

Devamını Oku

TURPINAN, ŞALGAMINAN OLMAZ!

TURPINAN, ŞALGAMINAN OLMAZ!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

CHP’nin Yozgat mitinginde Abdullah Ceyhan isimli bir çiftçimizin sözleri neredeyse vecize haline geldi. “Turpınan, şalgamınan devlet yönetilmez. Ülke adaletle yönetilir.” diyor sayın çiftçimiz. Traktörleriyle mitinge katılan çiftçiler “ Edirne’den Ardahan’a  hepimiz zor durumdayız. Hakkımızı arayalım, dertlerimizi dile getirelim. Korkmayalım, korkmayalım, korkmayalım!” diyerek ses yükselttiler.

Çok enteresan bir çıkıştır bu. Birkaç açıdan değerlendirilmesi gerekir. Şöyle ki; bir kere bu tepkinin CHP’nin zayıf olduğu Yozgat’ta yaşanması  çok ilginç. Çünkü Yozgat geçmişte MHP’nin, son dönemlerde de AKP’nin kalesi  idi. Yani oradaki seçmenler bile tahammüllerinin kalmadığını dile getirmeye başlamışsa  iktidar sandıkta son tangoyu oynamaya başlamış demektir.

Sanıyorum sayın Erdoğan,(yeniden aday olabilirse )cumhurbaşkanlığı seçiminde sayın İmamoğlu’ndan çekiniyor. Onu saf dışı edebilmek, yarış dışında bırakabilmek için hamleler yapıyor. Heybedeki turplardan bahsediyordu sık sık. Turplar boy boy.  İmamoğlu’nun 35 sene önce aldığı diplomanın iptali ve asla kaçmayı düşünmeyecek kadar cesur olmasına rağmen tutuksuz yargılanmayıp cezaevine konulmuş olması, kamu vicdanında rahatsızlık yaratmıştır. Bu hukuksuzluk birçok AKP’liyi dahi rahatsız etmiştir. Nitekim eski TBMM Başkanı AKP’li Bülent Arınç bile, Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesinin yanlış olduğunu belirterek “Kumpas kuruldu düşüncesine sahip olanlar haksız sayılmazlar” dedi.

Zaten Yozgat’lı çiftçiler de, CHP mitinglerinde farklı siyasi düşüncelere sahip  vatandaşlar da, adaletsiz uygulamalar ve ekonomik yetersizlikler, altından kalkılamayan ödemeler ve gittikçe artan yoksulluk nedeniyle sokaktadır. Turp ve şalgam heybede zayi edilmesin ama , hak, hukuk, adalet, refah payı, paramızın alım gücü ,içte huzur, dış politikada başarı da ekmek kadar önemli, makam koltuğundan daha değerli olmalıdır.

Mesele sadece İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı olması değildir. İmamoğlu , çaresiz bırakılan geniş halk kitlelerinin sesi olmayı başarmış, mağdur görüntüsü liderliğe evrilmiş bir simgedir artık. Hiç şüphe yoktur ki, iktidar kaş yapayım derken, göz çıkarmıştır. Cin şişeden çıkmıştır, korkunun cam tavanı kırılmıştır.

Bence sayın Erdoğan da, ona bu hamleleri tavsiye eden danışmanları da beklemedikleri bu gelişmelerden memnun değildir. Hatta tansiyonu düşürebilmek için belki de çare arayışındadırlar. Sayın Devlet Bahçeli’nin ve Prof.Mümtazer Türköne’nin açıklamalarını böyle okumak gerekir diye düşünüyorum.

Bir şeyi  daha farketmiş olmalısınız. Yozgatlı çiftçiler; “Hakkımızı arayalım, birlik olalım, korkmayalım!” diyerek de bir mesaj veriyorlar. Çünkü iktidar, muhalif olan herkesi  korkutmuş durumda. İş adamları da, işçiler de, gazeteciler de, akademisyenler de, öğrenciler de korku içinde. Konuşursam, yazarsam, bir yasal gösteriye katılırsam, destek olursam “ başıma neler gelir acaba?” diye soruyor ve korkuyor. Duyguları bastırılmış, düşünceleri  susturulmuş, adalet inancı çürütülmüş, gelecek umutları söndürülmüş insanlarla mutlu bir toplum yaratmak, çağdaş dünyada lider devlet olmak mümkün müdür?

Demokrasilerde iktidarın Mola Kasım’ı muhalefet partileridir. Farklı bakışlar, muhalif eleştiriler, iktidarları güç zehirlenmesinden ve telafisi olmayan yanlışlar yapmasından kurtarır. Yandaşların aldatıcı ve çıkar amaçlı riyakar alkışlarındansa, muhalefetin çözüm odaklı samimi eleştirilerini olgunlukla karşılayıp kendine çekidüzen vermek, iktidarlar için daha makbul olmalı diye düşünürüm. Muhalif olmak düşman olmak değildir. Ben daha faydalı olurum, ben bu ülkeye daha iyi hizmetler sunarım iddiasını taşımaktır. Bundan niye rahatsız olunur ki? Yandaşlar daha çok yapılanları alkışlarken, muhalifler yapılması gerekenleri, yapılamayanları dile getirirler. Demokrasi başka türlü gelişmezki. Kralın çıplak olduğunu haykırabilmek cezalandırılacak bir cesaret gibi değil de, alkışlanacak bir yurttaş sorumluluğu ve demokratik özgürlük olarak algılanmalıdır.

Bazı dostlarım benden farklı düşünüyor. Olabilir, hatta olmalıdır. Herkesin özgür iradesine ve özgün düşüncesine saygı duyarım. Üstelik bana zaman ayırıp yazımı okudukları ve yorumladıkları için onlara müteşekkirim. Ama lütfen, anlamak istediğiniz gibi okumak yerine, anlatmak istediğimi anlamak için okursanız inanın size minnettar da olurum.

Ne siyasi hedeflerim, ne de düşüncelerim değişti. Ben sadece hakkın ve hakikatin peşindeyim. Bu yaşta ne bir partinin kurşun askeri, ne bir ideolojinin robotu, ne de bir liderin sadık uşağı olamam. Düşüncem nettir: Güneş buz tutuncaya kadar TÜRK’ÜM, TÜRKÇÜYÜM, ATATÜRK’ÇÜYÜM.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

Marsbahis
deneme bonusu veren siteler