eşya depolama
DOLAR 37,9303 -0.05%
EURO 41,0172 -0.06%
ALTIN 3.814,520,41
BITCOIN 32297490,96%
Edirne
10°

HAFİF YAĞMUR

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Ahmet Acaroğlu

Ahmet Acaroğlu

26 Mart 2025 Çarşamba

İMAMOĞLU  TSUNAMİSİ

İMAMOĞLU  TSUNAMİSİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sondan bir önceki yazımda “ İmamoğlu Geliyor (mu?) “ başlığını kullanmıştım. Parantez içindeki soru eki ve soru imi, olabileceklerin işaretiydi. Nitekim 15 gün sonra en kötü senaryo gerçekleşti. Ekrem İmamoğlu tutuklandı. Yolsuzluk ve rüşvet suçlamasının dışında terör örgütü ve kent uzlaşısı suçlamalarından tutuklama kararı çıkmadı. Dolayısıyla İBB’ye kayyum atanması şimdilik söz konusu değil. Şimdilik diyorum, çünkü Cumhuriyet Başsavcısı karara itiraz etti ve terör örgütü davasından da tutukluluk talep etti.

     Uzman hukukçuların bazılarına göre dosyaların içi boş. Gizli tanıkların beyanlarındaki duyuma dayalı ifadeler ayrı bir tartışma konusu. Bu tür gizli tanık beyanları ile bu ülkenin Genel Kurmay Başkanı ve silah arkadaşları da daha önceki Fetö kumpaslarında terörist ilan edilmiş, itibar suikastıyla mağdur ve mahkum edilmişlerdi. Sonradan beraat etseler ne yazar, sağlıkları ve itibarlarıyla oynandıktan sonra!

     Toplum iyice kutuplaştırıldı. İktidar dikensiz gül bahçesi istiyor. Tatlısu muhalefetine bile tahammül edemediler. Halbuki demokrasi çok seslilikle hayat bulan bir sistemdi. Tek kanatla uçulmaz ki! Ama  uçmayı beceremeyenler kanat kırmakta mahirdirler. Seçimi kazanabilmek için K.Kılıçtaroğlu’nu fotomontaj videolarla Kandil’de PKK militanlarıyla kol kola göstermekten bile çekinmediler. MİLLET İttifakını DEM’lenmekle , 6‘lı masayı gizli ortaklıkla, Hadep’le işbirliği yapmakla suçladılar. Apo katilini salıvermekle itham ettiler muhalefeti. Kazanmak için her şeyi mübah gördüler.

       Muhalefeti yok etmek için dün ne dedilerse, bugün aynı şeyleri, hem de misliyle yapıyor AKP ve ortakları. Barış ve kardeşlik sosuyla süsleyerek hem de. Ama muhalefet dün de düşmandı, bugün de hain. AKP ve MHP ise dün yaptıklarında da, bugün 180 derece tersini yaparken de hep vatansever. Böyle bir ayrışmayla birbirine hasım olanlar nerede ve nasıl bir ve beraber olabilirler? Böylesine  kutuplaştırılmış bir toplumda huzur ve mutluluk rüyalarda bile kolay elde edilecek bir şey değil.

      Sözü uzatmayacağım. Zaten ne diyeceğimi okurlarım anladı bile. CHP “erken seçim”, İmamoğlu da “Ben cumhurbaşkanı aday adayıyım” dediğinde kıyamet koptu. Diploma iptali dahil, dava üstüne dava!  Bu davalar siyasi değilse bugüne kadar neden beklediniz? ? Müslüman yalan söylemez. Allah için doğruyu söyleyin. Ekrem İmamoğlu kolay bir rakip olsaydı, anketlerde geride olsaydı bu davalar açılır mıydı? .

        Pazar günü ilginç bir önseçim yaptı CHP. Sadece partiye kayıtlı üyelerin oylarıyla Cumhurbaşkanı adayı belirlenecekti. Sonra karar değişti, bir de dayanışma sandığı konuldu halkın önüne. Hiç kimsenin beklemediği bir ilgi ve destek oluştu İmamoğlu’na. 15.5 milyon insan gönüllü olarak koştu sandıklara.    Ben de Üsküdar’da yaşadım o coşkuyu. Kaldırımlarda coşkulu kalabalıklar ellerindeki ayyıldızlı bayrakları sallıyor, kornalarıyla destek veren arabalara alkışlarıyla, marşlarla karşılık veriyorlardı. Gittikçe fakirleşen halkın, sabrı tükenen insanların bir umudun peşinden koşmasıydı bu. Açıkça bir Ekrem İmamoğlu tsunamisiydi yaşanan.

       Bir kere daha anladık ki bu asil millet haksızlıklara, adaletsizliklere, dayatmalara tahammül edemiyor, boyun eğmiyor. Bu halk yıllar önce, bir şiir okudu diye siyasi hayatı bitirilmeye çalışılan R.T.Erdoğan’a sahip çıkmıştı, bugün de milyonların gönlüne girmeyi başaran Ekrem İmamoğlu’nu bağrına basıyor. İnsanları hapse atabilirsiniz, ama sevdaları çarmıha geremezsiniz. Kalbi durdurabilirsiniz, ama ruh  ölümsüzdür. Sandıkları ısıtan işte o ruhtu, Saraçhane’yi hınca hınç dolduran ve coşturan o ruhtu. Bazı arkadaşlar ya bu gerçeği göremiyor, ya da ön yargılarının prangalarından kurtulamadıkları için takdir yerine tekdir etmeyi tercih ediyorlar. Anlamıyor musunuz mesele Ekrem değil! Erdoğan’ın karşısında kim olursa olsun bu manzara değişmez. Her partiden insanlar, farklı düşüncelerdeki gençler vardı uzayıp giden o kuyruklarda. Akp yeni bir hikaye yazamıyor artık. Halk değişim istiyor.

       Tutuklanan kişilerle ilgili suçlamalar doğru da olabilir. Ona mahkemeler karar verecek. Kanun karşısında hepimiz eşitiz. Kimsenin ayrıcalığı olamaz, olmamalıdır. Ekrem İmamoğlu  da elbette yargılanabilir. Buna kimsenin itirazı yok ki. Yanlış yapan cezasına katlanır. 25 yıldır belediyelerin büyük çoğunluğu AKP’deydi. Sayın Erdoğan’ın görevden aldığı belediye başkanları vardı. Hangisi için dava açıldı? Bülent Arınç, İ.Melih Gökçek için “Ankara’yı parsel parsel sattı!” demişti. Anka Park için dinazorlara milyarlar harcanmıştı. Hangi savcımız acaba M.Gökçek için bir sorgulama yaptı merak ediyor insan.

       İmamoğlu kendinden önceki  AKP’li başkanlar için 28 dosyayı müfettişlerin önüne koyduğunu ama bugüne kadar tek bir işlem yapılmadığını söylüyor. Yargı adil ve tarafsız olmalı. Sorgulamalarda gizlilik esastır. Ama yandaş medya günler öncesinde olabilecekleri aynen yazıp, avukatların bile ulaşamadığı iddianameyi, açıklanmasından beş dakika sonra gazetelerine servis edebiliyor. Ümit Özdağ için iki aydır hazırlanamayan iddianame, İmamoğlu için dört günde hazır olabiliyor. Halk bu haksızlıklara, taraflı uygulamalara isyan ediyor.

      Bu saatten sonra İmamoğlu için açılan dosyaların içi dolu olsa bile artık halkı ikna etmeniz zor. Zannımca AKP böyle bir tepki beklemiyordu. Baskılar arttıkça direnişin daha da büyüyeceğini, ekonominin bu kaostan olumsuz etkileneceğini, bunun AKP içinde de yeni tartışmaların kapısını aralayabileceğini söylemek kehanet olmaz. Nitekim partinin kurucu üyeleri ve bazı eski milletvekilleri eleştirilerini açık açık dile getirmeye başladılar bile.

       Muhalefet cenahında uzun zamandır bir çaresizlik, tükenmişlik sendromu vardı. Ne yaparsak yapalım sonuç değişmiyor düşüncesi yılgınlığa yol açmıştı. Bu davalar ve tutuklamalar halkın silkinişine ve gençlerin direnişine, çaresizliğin umuda dönüşmesine vesile oldu. CHP’liler ve üniversite gençliği yeniden eylem pratiği kazandılar. AKP kendi eliyle İmamoğlu’nu liderlik makamına taşıdı. O, içeride de olsa, dışarıda da olsa artık güçlü bir siyasi figürdür.

Not: Değerli okurlarım, bunca olumsuzluğun yaşandığı bir dünyada yapabileceğimiz en güzel hayır barış ve kardeşlik için dua etmek, birbirimize sevgilerimizi iletmektir. Efendim, bayramınız mübarek olsun.

Devamını Oku

EGEMENLİK ORTAK KABUL ETMEZ                 

EGEMENLİK ORTAK KABUL ETMEZ                 
0

BEĞENDİM

ABONE OL

     Ülkemiz yeni sınavlarla karşı karşıya. İstiklal mücadelemizi “Türk’ün Ateşle İmtihanı!” diye nitelemişti Halide Edip Adıvar. Çanakkale mahşerinden Mavi Gözlü, Sarışın Kurdun önderliğinde bağımsız bir vatan kazanarak çıkmayı başarabildik. Bir olduk, birlik olduk, dahili ve harici düşmanlara galebe çaldık. Tüm mazlum milletlere umut ışığıydı şanlı direnişimiz.

      Ne Amerikan Mandasını isteyenler masumdu, ne de İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni kuranlar. Ne Sevr paçavrasını imzalayanlar onurluydu, ne de İngiliz gemisine sığınıp memleketi terkeden Vahdettin. Emperyalizmin kanlı tuzaklarında şifa aradılar hep. Yanılmak, kandırılmak tesellileri oldu bazılarının. “Tarih üç şeyi yazmaz; Timur’un yenildiğini, Atsız’ın eğildiğini, Atatürk’ün yanıldığını.” Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, Kuva-yı Milliye’nin isimsiz kahramanları kanmadılar, kandırılamadılar. Onlar tarihe bir TÜRK MUCİZESİ armağan ettiler, bize hür ve bağımsız bir vatan hediye ettiler.

     “Su uyur, düşman uyumaz!” diye bir atasözümüz vardır bizim. Hatırladınız değil mi? Keşke sadece su uyusaydı. Milletçe derin uykulardayız nicedir. Bu millet, devletin başına geçireceği kişilerin seçimlerindeki hassasiyetini de kaybetti Ata’sını kaybettiği tarihten sonra. Tarih bilinci bunun için önemlidir. Kendimize güvenimizi yitirmiş gibiyiz. Celladına aşık olan millet psikolojisi bir ur gibi kuşatmaya başladı benliklerimizi. Kimimiz ABD, İngiliz, kimimiz Rus, Çin, bazılarımız da Vahabi Arap sevdalarıyla ayrıştık, düşman olduk birbirimize. Yabanıl rüzgarlarda savrulur olduk sap saman gibi. Nimetlerimiz onlara kaldı.

     Kanla irfanla kurduğumuz bu aziz Cumhuriyet’i hazmedemedi Batılı canavarlar. Yüz yıllık intikamın hesabıyla yine bir çılgınlık peşindeler Orta Doğu’da, yani bizim coğrafyamızda. Dün petroldü iştahlarını kabartan, bugün değerli madenler, yarın hiç şüpheniz olmasın su savaşlarında akıtacaklar mazlumların kanlarını.

      Makro milliyetçilikle dünyaya egemen olanlar, bilgi toplumu olamamış, sanayi devrimini  ıskalamış, refah seviyesine ulaşamamış, sosyal adaleti başaramamış  ülkelerde etnik veya mezhep temelli mikro milliyetçilikleri desteklemektedirler. BOP projesinin amacı da, özeti de budur. Bölgede oyunlarını bozabilecek tek devlet Türkiye Cumhuriyetidir. Çekindikleri binlerce yıllık devlet geleneği, yani yönetme kabiliyeti olan TÜRK MİLLETİ’dir.

      Yıllardır besleyip büyüttükleri terör örgütleri onların maşalarıdır. PKK; yıllarca bölge insanlarına kan ve gözyaşı, zulüm ve işkence ile hayatı zindan etmiş, 50.000 insanımızı katletmiş, ülkemize maddi manevi ağır bedeller ödetmiş, emperyalizmin beslemesi bir terör örgütüdür. Dünyada da birçok ülke tarafından terör örgütü ilan edilmiş, yasaklanmıştır.

       Gelin görün ki; bu terör örgütünün elebaşı İmralı canisi, bugün barış güvercini olarak takdim edilir olmuştur. Üstelik de bu işin öncülüğünü MHP yapmaktadır. İçimizi acıtan budur. Dün DEM’i vatan haini ilan edip kapatılmasını isteyenler, APO’nun asılması için meydanlarda urgan atanlar, CHP ve Millet İttifakını DEM’lenmekle suçlayanlar, bugün teröristbaşı katil Öcalan’ın tecridinin kaldırılarak TBMM’de konuşma yapmasını talep eder olmuşlardır.

       Ne olacakmış? Emir verecekmiş, silahlar bırakılacak, barış olacak, kan duracakmış, örgüt kendini lağvedecekmiş. Bir zamanlar “sayın” diyenlere bile dava açılırken, Devlet Bahçeli bugün 50.000 kişinin katili örgütün başındaki adama ” PKK’nın kurucu önderi” sıfatını yakıştırmakta bir sakınca görmemiştir. Apo ve İmralı postacıları ile bu kadar yarenlik bence hayra alamet değildir. Toprağın altında yatan şehitlerimiz ile toprağın üzerinde “Vatan sana canım feda” diyerek yaşayan kahraman gazilerimizin, onların yakınlarının, yetimlerinin yüzüne nasıl bakacaksınız?! Başbuğun “Teröristle müzakere yapılmaz, mücadele yapılır!” sözünü unutmuş olamazsınız. Ben devletim yahu! Terör örgütü hiçbir şart ileri süremez. Silahı ile birlikte teslim olur, suçu varsa her vatandaş gibi yargılanır, cezasını çeker. Burası bir hukuk devletidir.

       DEM Eşbaşkanı Bakırhan da, PKK’nın Kandil şefi Cemil Bayık da açıklamalarında; yapılan çağrıların başarılı olması için Apo’nun fiziksel özgürlüğünün sağlanması, Anayasa ve bazı yasaların değiştirilmesi gerektiğini söylüyorlar. Tuncer Bakırhan; bu seneki Nevroz’un kürtlerin özgürlük Nevroz’u olacağını ve 80 ayrı merkezde kutlanacağını dile getiriyor. Bu işler bu kadar kolaysa yıllardır biz neyin mücadelesini verdik diye sormak hakkımız değil midir?

       Cumhurbaşkanlığına soyunan Ekrem İmamoğlu da ;” Kürtler var diyorsa Kürt sorunu vardır kardeşim, çözüm yeri de Meclis’tir diyor, Amedspor flamasını  boynuna dolayarak. Sayın İmamoğlu ateşle oynama!  Neymiş o sorun? Herkes biliyor ne istendiğini. Anayasanın ilk dört maddesi değiştirilsin, kurucu iradeye ortak olunsun, kürtçe resmi dil olsun, yerel yönetimlerde özerklik olsun, bayrak yeniden çizilsin, devletin adından Türk ismi kaldırılsın. Bunları bilmiyorsan zaten o makama hiç aday olma. Eğer kazandığında bunlara evet diyeceksen çık karşımıza açık açık söyle. Bizim böyle bir sorunumuz yoktur. Var diyenlerin de niyeti bozuktur, onların Atatürk ve Türklükle sorunu var demektir.

         Yalnız bölücü eşkıya ve terörün gönüllü taşeronlarına, yabancı servislerin yerli işbirlikçilerine şunu hatırlatmadan da bitirmeyeyim dedim:” Bir bakın tarihe, Türk’e baş kaldıranların sonu ne olmuş. Aslan ve kaplan daha güçlü olabilir, ancak; bir kurdun sirkte gösteri yaptığına hiç kimse şahit olmamıştır.” Herkes hesabını kitabını ona göre yapsın.

Devamını Oku

İMAMOĞLU KOPTU GELİYOR (MU?)

İMAMOĞLU KOPTU GELİYOR (MU?)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

    CHP, tarihinde bir ilki gerçekleştirmenin, Cumhurbaşkanı Adayını ön seçimle belirlemenin çalışmasını yapıyor. Henüz bir erken seçim kararı verilmemiş olmasına rağmen CHP “Erken kalkan erken yol alır.” atasözünü rehber edinmiş gibi görünüyor. Bu erkenci davranış sebepsiz değil elbette. CHP, mevcut hükümetin ekonomideki başarısızlığından, gelir dağılımındaki kabul edilemez adaletsizlikten dolayı halkın yaşadığı geçim zorluklarının farkında. Kamuoyu yoklamalarında 1.parti konumunu yakalamış olması, zamanında veya erken yapılacak bir seçimde sandıktan da 1.çıkma umudunu pekiştirmiştir.

     Diğer yönden AKP’nin muhalefete ve neredeyse muhalif olan herkese takındığı itibarsızlaştırma, yasaklama ve yargı tehditleri de CHP’yi iyice germiş, seçmeni isyan noktasına getirmiştir. Gazetecilere, siyasetçilere, iş adamlarına, sendikacılara yapılan baskılar demokrasi kültürümüzü de tahrip etmeye, hak ve özgürlük alanımızı daraltmaya başlamıştır. AKP’ye oy veren bazı aklı selim sahibi insanlar bile bu durumdan rahatsızdır. Arenada roller değişmiş görünmektedir. Ön alan, hamle yapan, meydan okuyan parti artık CHP, savunmada olan, devletin bütün imkanlarını kullanmasına rağmen desteği azalan parti AKP’dir.

     Erken seçimi en çok Ekrem İmamoğlu istemektedir. Aday adaylığını açıklamış, şehir şehir dolaşarak seçim çalışmalarına başlamıştır. Görünen odur ki; başka bir aday adayı da çıkmayacaktır. Çünkü sadece partiye kayıtlı üyelerin oy kullanacakları bir ön seçimde ona rakip olabilecek başka bir isim de yoktur. Yani ön seçimim sonucu bellidir. O zaman, “İmamoğlu koptu geliyor!” diyebilir miyiz? Bunu sadece ön seçim için kullanabiliriz.

      Genel Seçim için kaotik bir ortam vardır ve süreç, siyasi ahlakla bağdaşmayan kumpaslar, kıskaçlar, tuzaklar ve badirelerle doludur. İmamoğlu için neredeyse her gün yeni bir dava açılmakta, yolu kesilmeye çalışılmaktadır. Nitekim Mansur Yavaş; vakit çok erken demiş ve sadece CHP’li üyelerin oy kullanacakları ön seçimde aday olmayacağını açıklamıştır. Bu, onun son safhada aday olmayacağı anlamına gelmemektedir. Mansur Yavaş kamuoyu araştırmalarında İmamoğlu’nun açık ara önünde çıkmaktadır. O nedenle ön seçim kendisi için doğru bir metot da değildir. Dolayısıyla Yavaş ileride kesinlikle aday olmayacak denilemez.

       Şüphesiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, uygulamada bir parti ve tek adam paradigmasını bize dayatmaktadır. %51 şartı hesapları karıştırmakta, parti ittifaklarını zorunlu kılmaktadır. İşte matematik burada partileri başka denklemlere zorlamakta, ilkelerinden tavizlere mecbur bırakmaktadır. Bu durumda sizce CHP’nin adayı ön seçimle mi, yoksa kamuoyu araştırmaları, genel anketlerle mi belirlenmeliydi? CHP’liler aday CHP kökenli olsun derken tabi ki İmamoğlu’nu, R.T.Erdoğan’ın kaybetmesini isteyen farklı partilere mensup seçmenler ise( buna bir çok CHP’li de dahildir) gözlemlerime göre Mansur Yavaş’ı o makamda görmek istemektedirler.

       Sayın İmamoğlu’nun siyaset tarzı ile sayın Erdoğan’ın siyasi tavırları birbirine çok benzemektedir. İkisinin de üslubu serttir, ikisi de meydan okumayı sevmektedir. İkisi de Karadenizli’dir, agresiftir, kararlarında ısrarcıdır. İkisi de İBB Başkanlığından sonra Cumhurbaşkanlığına talip olmuşlardır. Bu özellikleriyle İmamoğlu Erdoğan için zorlu bir rakiptir. Bu nedenle de siyasi etikle bağdaşmayan ve demokrasimize yakışmayan yargı kıskaçlarıyla yarış dışı bırakılmaya çalışılmaktadır. Fakat ne yapılırsa yapılsın İmamoğlu geri adım atmadığı gibi, reva görülen baskı ve tehditler halkın gözünde onu mağdur yapmakta, ona olan desteği arttırmaktadır.

Sayın Mansur Yavaş daha temkinli, daha sakin, daha olgundur. İmamoğlu şovu severken, sayın Yavaş kendi görev alanında, işinin başında ve daha bir devlet adamı asaletindedir. İmamoğlu DEM Parti ve sol tandanslı partilerin desteğini daha kolay sağlarken, Mansur Yavaş Erdoğan’ın hinterlandından, yani milliyetçi ve muhafazakar seçmenden daha kolay oy devşirebilmektedir. Türkiye’deki yelpazede sağ seçmenin %70 civarında bir potansiyele sahip olduğu düşünülürse, anketlerde Mansur Yavaş’ın birinci çıkması kimseyi hayrete düşürmemelidir. Hesaplar ona göre yapılmalı, bu iki aday küstürülmemeli, birbirine rakip olmamalıdır. Keşke aralarında bir protokol yapsalar da, şimdi Mansur Yavaş, sonraki seçimde de Ekrem İmamoğlu aday olsaydı.

     Şüphesiz Tayyip Erdoğan için en arzu edilen durum, her ikisinin de aday olması ve seçmenin kafası karıştırılarak, oyların Cumhur ittifakına devşirilmesi, T.Erdoğan’ın bir dönem daha ,hatta ölene kadar o koltukta oturmaya devam etmesidir. Fakat bu defa pabuç pahalıdır. Eğer hak hukuk ihlal edilmeden, harama helale dikkat edilerek, devlet imkanları partizanca kullanılmadan, Üsküdar’ı geçecek atlara prim verilmeden mertçe yapılacak bir erken veya zamanında seçimde, AKP’nin de, sayın Erdoğan’ın da işi zor gibi gözüküyor.

    Ha şimdi bir daha soralım: İmamoğlu koptu geliyor (mu?) Vallah yola çıktığı kesin de, gelip gelemeyeceği bence şimdilik meçhul. Bekleyip göreceğiz.

Devamını Oku

TİCARET LİSESİ’NİN  AKIBETİ

TİCARET LİSESİ’NİN  AKIBETİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Uzunköprü Mahmut Arif Dilmen Ticaret Meslek Lisesi ‘nden bahsediyorum. Şimdiki adıyla Mahmut Arif Dilmen Ticaret Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi. M.Arif Dilmen ilçemizin değerli iş adamlarındandı. Eşi Münevver Dilmen Hanımefendi Ticaret Lisesi yapılması kaydıyla mevcut arsayı Milli Eğitim Bakanlığı’na tahsis etmişti. 1978’de temeli  atılan,1982 yılında tamamlanan bu okul eğitime yaptığı katkı ve iş hayatımıza kazandırdığı ara eleman gücü ile ilçemizin en çok rağbet edilen okulu olmayı başarmıştı.

34 yıllık meslek hayatımın 30 yılını bu okulda geçirdim. Okulun temeli atılırken de, okul hizmete girerken düzenlenen törende de Edebiyat Öğretmeni olarak sunucuydum. Meslek liselerinin en parlak dönemleriydi. Puanı yüksek olan öğrencilerin kayıt yaptırabildiği, kontenjan dolunca ailelerin gözyaşlarıyla geri döndükleri günlerdi. Öğretmen kadrosu seçkin, öğretim kaliteliydi. Mezunlar hemen iş bulabiliyordu. Ben şahsen sınıfları bir üniversite amfisi gibi görüyor, dersleri o ciddiyetle işliyordum. Binlerce öğrencim şahidimdir. Onlarla öyle bütünleştim ki, emekli olurken, ben de onlar da gözyaşlarımıza engel olamamıştık.

 Her iktidarda tarumar edilen, hatta aynı parti iktidarında, atanan her Bakan tarafından denenen yeni eğitim modelleri bu okulları iyice gözden düşürdü. Her okul Anadolu Lisesi’ne dönüştürüldü ve başarılı öğrencilerin yüksek puanla girebildiği, neredeyse her mezun öğrencinin de iyi üniversiteleri kazandığı Anadolu Liseleri  sıradanlaştı. Meslek Liseleri de iyice gözden düştü, öğrenci sayıları azaldı. Bunun sıkıntısını en çok ticari kurumlar ve esnaflarımız  yaşamaktadır. Artık her yerde  Meslek Yüksek Okulu var ama ara eleman da, vasıflı işçi bulmak da zor.

Sanki Milli Eğitim Bakanlığı mesleki eğitimi yeniden canlandırmak için harekete geçecek gibi geliyor bana. İstanbul’da düzenlenen  iki toplantıda da mesleki eğitimin geleceğine dair görüşlerin tartışıldığını biliyorum.

Peki biz ne yapıyoruz? Söylentiler doğruysa, yerel yöneticiler Milli Eğitim Bakanlığı onayıyla Bilişim Teknolojileri Alanını Mimar Muslihiddin Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ne, Muhasebe Finansman Alanı ve Büro Yönetimi ve Yönetici Asistanlığı Alanı’nı da okul tabelası ile birlikte Kemal Unakıtan İmam Hatip Lisesi’ne taşımayı planlamaktadırlar.

 Yapmayın derim. Her okul, o şehrin saklı mazisidir. Oradan yetişen binlerce öğrencinin anılar bulvarıdır. M.A.Dilmen Ticaret Lisesi Uzunköprü’müzün yarım asırlık değeridir. Ticaret Odamızın önceki Başkanı Ercan İhtiyar, yerel bir marketin sahibi Hakan Şenuz, mobilya sektöründeki Nadir Aslan ve isimleri bu köşeye sığmayacak kadar çok olan mezunlarımız ve başarılı iş insanlarımız bu gelişmeye karşı sessiz kalmamalıdırlar.

Ayrıca şartlı bağış yapılan bir arsa ve okul hukuken amacının dışında kullanılabilir mi? Doğrusu merak ediyorum. Her işin başka bir çözümü de bulunabilir. Yok etme yerine yaşatmayı tercih etmek, medeniyet ve iyi niyet göstergesidir. Hoşça kalın dostlar.

Devamını Oku

 SİYASETİN BURSA KUMAŞLARI

 SİYASETİN BURSA KUMAŞLARI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Siyasi partilerin birbirlerinden vekil veya belediye başkanı ayartmasını oldum olası doğru bulmadım. Bugün de aynı düşüncedeyim. Bunu parti bazlı değerlendirmiyorum. Bu ahlaki çürümüşlük ve seviyesizliğe hangi parti yeşil ışık yakıyor ve kapılarını açıyorsa, demokrasiye ve seçmenin oy emanetine ihanet ediyor demektir.

     AKP’nin son kongresinde bu transferlerin yeni örneklerine tanık olduk. İYİ Partiden CHP’ye geçenleri de unutmuş değilim. Siyasi tarihimizde başka pek çok örneği de vardır bu geçişlerin. Mesela; 11Aralık 1977’deki yerel seçimlerin ardından karizması yükselen Bülent Ecevit Florya Güneş Motel’de Adalet Partisi’nden istifa eden 12 milletvekiliyle gizlice buluşup görüşmeler yapmıştı. Bu transferlerin ardından Milliyetçi Cephe Hükümeti yıkılmış, bu sayede tek başına çoğunluğu sağlayan CHP iktidar olmuştu. Yani “tencere dibin kara, seninki benden kara” hikayesi. Sağ parti, sol parti farketmiyor. Yani ilk defa yaşanmıyor bunlar. Siyasi Partiler Kanunumuz değişmedikçe/değiştirilmedikçe muhtemelen bundan sonra da böylesi şaşkınlıkları yaşamaya devam edeceğiz.

 “Peki neden böyle?” diye düşündüğümde, yukarıda söylediğim ve derhal değişmesini arzuladığım Siyasi Partiler Kanununu birinci sıraya yazmam gerekiyor. Parti tüzükleri Genel Merkez sultasını aşılmaz kılıyor. Ön seçim olsa bile, sonuçta genel başkan kimi işaret ediyorsa o İl Başkanı oluyor, milletvekili sıralamasını Genel Başkanla birlikte o yapıyor. Tabi o süreçte başka kriterler de devreye giriyor. Mesela kimin cebi güçlüyse ilk sıralara onlar, başkanlara sadakatte güven kazanmış arkadaşlar, eş dostlar yerleştirilir. Sıralamayı onlar yapar, partisine gönülden bağlı seçmene de tıpış tıpış sandığa gidip oy vermek düşer. Ya da amacına ulaşamayanlar istifa edip “memlekete hizmet aşkı” ile yanıp tutuşarak başka partilerde kendilerine ikbal ararlar. Bunun adı da demokrasi olur bizim memlekette. 

      Sonra bir zaafımızı da belirtmeden geçemeyeceğim. Bizim insanımız maalesef haklıdan yana değil de güçlüden yana olmayı artık yadırgamıyor. Zaten dünyamızı şekillendiren küresel zorbalar da aynı felsefeyle hükümranlık peşinde değil mi? Oysa biz böyle değildik. Merhamet ve gözyaşı medeniyetinin mimarları olan şanlı ecdadımız Hakk’ın ve haklının davacısıydı. Günümüzde ise fırıldaklar revaçta!

     Şaşırtıcı olan şudur ki; dinsel algoritmaları referans yapan siyasi bir kadronun iktidarında, bu temel paradigmalar sanki anlamlarını iyice yitirmiş gibi geliyor bana. Nitekim 2013 yılında yaptığı bir açıklamada sayın R.T.Erdoğan, bu tür transferlerin ahlaki olmadığını belirtmiş, partisinden ayrılan milletvekilinin, milletvekilliğinden de istifa etmesi gerekir, demişti. Oysa bugün partisine geçen vekillere rozetlerini takarken ne kadar mutluydu.

     Meseleye değişik açılardan da bakılabilir. Mesela; iktidar, gücün temsilcisi olduğuna göre, bu trafikte çekim merkezi olmasını normal mi karşılamalıyız? Eğer siyasi etikle bağdaşmıyorsa bunu normal bir davranış gibi göremeyiz. Peki ama gücü elinde bulunduruyorsa, AKP niye o zaman bu kabullere izin vermekte, gelenlere özel görevlerle ikbal kapılarını açmaktadır? Ki bu durum, son yerel seçim yenilgisini bir kenara bırakırsak, her seçimden kazanarak çıkmayı başaran AKP için düşündürücüdür. Üstelik kim acımasızca eleştiriyor, kim fütursuzca saldırıyorsa transferde AKP’nin önceliği onlar oluyor. Bu da ince bir taktik bence.

   Görülmektedir ki, Sayın Erdoğan ne pahasına olursa olsun koltuğunu koruyabilmenin hesaplarını yapıyor. Sayın Ekrem İmamoğlu’nun rakibi olmasını engelleyebilmek için hukuk sopasını sallıyor, peş peşe davalar açıyor. Halbuki benim bildiğim Erdoğan önceki yıllarda arenaya büyük bir özgüvenle çıkar, rakip ayırmaz, herkese meydan okurdu. Bugün hem İmamoğlu’ndan, hem de Mansur Yavaş’tan çekindiği bellidir ve anketler de bunu teyit etmektedir. Yeni milletvekili transferleri dahil, Hüda-par başkanının Cumhuriyetimizin temel değerlerine hakaret içeren açıklamalarına sessiz kalmasını ve İmralı canisi ile diyalog arayışlarını sürdürmesini başka ne ile izah edebiliriz? Bunlar yetmiyormuş gibi medya sorumlularının, sendikacıların ve Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın tutuklanmaları, TÜSİAD yöneticilerinin darbe ithamlarıyla sorgulanarak muhalif olan herkese gözdağı verilmesi bir iktidar partisi için övünülecek bir durum mu, yoksa bir aczin yansıması mıdır?

      Anayasa değişikliğinin referanduma gerek kalmadan TBMM’de kabul edilmesi için 400 milletvekilinin oyuna ihtiyaç vardır. Cumhur İttifakının milletvekili sayısı bunun için yetersizdir. Bütün çabalar transferlerle bu sayıya ulaşabilmek içindir. Çünkü bazı kansızların talep ettiği değişiklikleri de içerebilecek bir yeni Anayasa teşebbüsünün referandumda halkımız tarafından reddedileceği kesindir.

       Netice itibarıyla bu transferlerin devamı gelebilir. Bazı vekiller seçmenlerinin helal oylarını mundar edip haram sofralara oturabilir, ahlaki olmayan davranışlar sergileyebilir. Ya da haklı sebeplerle de vekiller veya seçilmişler parti değiştirebilirler. Bunu yaparken gerekçelerini açıklayarak seçmenlerine hesap vermek ve helallık dilemek soylu bir davranıştır, erdemli bir duruştur. Çünkü vefa, güven duyulan insanların en belirgin karakter özelliğidir. Mevlana’nın dediği gibi olmalı insan;” Ya göründüğü gibi olmalı, ya da olduğu gibi görünmeli.” Üç günlük hayatta, on saniye sonrasına hakim olamadığımız bir dünyada fırıldak olmaya gerek yok!

    Son sözüm de sana ey İYİ Parti Grup Başkanvekili Buğra Kavuncu…Demişsin ki;” Biz bunca sadakatsız adamı nasıl seçmişiz? Hayretler içindeyim!” Şaşkınlıkla sorduğun bu sorunun doğru cevabını bulduğunuz gün inan ki taşlar yerine oturacaktır. Kimse bulunmadık Bursa kumaşı değildir. SADAKATİM SADECE TÜRK MİLLETİNE  ve ONUN  MİLLİ DEĞERLERİNEDİR diyen vatan sevdalılarına selam olsun.

Devamını Oku
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler