21 Eylül 2024 Cumartesi
ESAD’IN MEZESİ SEDNAYA CESETLERİ
DİL KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR DERTLEŞME (2)
Z Kuşağı İş Gücünün Yükselişi: Dijital Yerlilerin Mobil Teknoloji İhtiyaçlarının Karşılanması
Lise önünde bıçaklı kavga
EDİRNE’DE MAHALLE KÜLTÜRÜ -4-
Sanatta Özne Sorunu-2
Önceleri Pendik, daha sonraları da Kartal pazarlarından geç dönen Büyükbakkal Köyü köylülerini, babam arabasıyla köylerine götürürdü. Araba bazen beş altı kişiyle gider, kişi başına taşıma ücreti de düşük olurdu. Diyelim ki adam başı yüz elli kuruş. Ama babamın cebine giren para uygun olurdu. Bazen de gidecek olan iki, üç kişi bulunurdu. Ancak kişi başına alınan para değişmezdi; yine yüz elli kuruş. Bu para da köye gidiş gelişte kullanılan benzin parasına ancak denk gelirdi. Böyle, az kişiyle köye gittiğimiz bir gün, dönüşte babama sormuştum merakla. ” Yahu baba! ” demiştim. ” Arabayla az kişi götürdüğümüzde, onlardan kişi başına daha yüksek ücret talep etmemiz gerekmez mi? ” Biraz da kaşlarını çatarak şöyle cevap vermişti babam bana : ” Senin bu durumlara daha aklın ermez. İnsanlardan kazandığımız cebimize giren parayla zarar etmeyelim, yeter. Önemli olan insanları mutlu, huzurlu etmektir. Onun için ne kazanırsak kazanalım bize düşen ” Bereket versin.” demektir.
” Bereket versin. ” Günümüzde artık çok az kullanılan çok güzel ve anlamlı sözlerden biri. O günkü kazandığınla yetinip,ileriye yönelik bu kazancın daha da iyi olmasını dilemek, istemek. Ama önce insani ilişkilerin ayakta kalmasını dileyerek, isteyerek. Rahmetli Kasap Fethi Ağabey de,az ya da çok yapılan her alışverişten sonra, şöyle hafifçe bir burnunu çekerek,öylesine içten bir ” Bereket versin. ” çekerdi ki,anılmaya değer.
” Merhaba ” Farsça, güzel bir selâmlaşma nişanesi olan bu kelime ile de daha az yüzleşir olduk. Halbuki, Bodrum’u Bodrum yapan ünlü yazarımız Halikarnas Balıkçısı’nın ( Cevat Şakir Kabaağaçlı ) karşılaştığı her dostuna, canı gönülden ve çok yüksek bir sesle söylediği
” merhaba ” lar nasıl unutulur. Ya da Aziz Nesin’in ” merhaba ” diye başlayan unutulmaz, nefis yazısı. Her şey bir yana 1351 – 1422 yılları arasında yaşamış, 15. yüzyıl şairlerinden Süleyman Çelebi’nin Türk Edebiyatı’na hediye ettiği Mevlid’in, dinleyenlerin gözyaşlarını tutamadığı ” merhaba ” bahri, yani bölümü.Bence,yaşamak ve daha çok yaşatmak lâzım kültürümüzle ilgili bu hazineleri.
Allah rahmet eylesin kamyoncu Hulusi Amca. Kamyoncu deyince,öyle şehirler arası çalışan bir nakliyatçı anlamayın haaaaa! Hulusi Amca, kamyonuyla mahalli çalışan bir köylümüzdü. Bir zamanlar çok makbul olan dere kumunu çekerdi genellikle Ömerli’den. Zaman zaman da Samandıra’daki tuğla ocaklarından tuğla taşırdı ev yaptıranlara.
Yakacık.Otobüs Meydanı. Bir yaz sabahı, kuma gitmek için kamyonu-
nu kontrole gelen Hulusi Amca bir de bakar ki sağ ön tekerlek fısssss! ” Hay Allah, şimdi ne olacak? ” falan derken muavini belirir yanında. Tekerleği söküp tamir edeceklerdir etmesine de, bu iş de o kadar kolay değildir o zamanlar. Neyse. Yine o yıllarda otobüs meydanında tamirhanesi olan Mecit Usta’nın yanında çalışmaya gelen çıraklardan birini de çağırırlar yanlarına. Başlarlar uğraşmaya.
Dedim ya, o zamanlar kamyon lâstiği tamiri başlı başına bir iş. Önce kamyonun kasasına bağlı olan ” pehlivan kriko ” yu indirir muavin ve genç çırak zar zor. Krikoyu gereken yere yerleştirdikten sonra, kriko kolunu ıkına sıkına çevirerek tekerleği yerden iki karış yukarı kaldırırlar. Bu arada oluşan ter de gömleklerin rengini yavaş yavaş değiştirmeye başlamıştır.
Ama bu bir şey değil. Asıl sıkıntı bijonları sökmede.Epey bir zamandır sökülmemiş olan bijonlar iyice kaynamışlardır yerlerine. Sadece bijon anahtarı ile sökmek mümkün değildir bunları. Bijon anahtarının kolunun ucuna çelik bir boru geçirilerek kol uzatılır.
” Çıkın ulan ikiniz de kolun üzerine. Zıplayın bakalım, zıplayın. ” diye bağırır çocuklara Hulusi Amca. Çocuklar birkaç kere çelik borunun üzerinde zıpladıktan sonra
” gaaaaarç ” diye bir ses duyulur ve bijonun biri çözülür. Sonra aynı yöntemle diğerleri. Bijonların hepsi sökülür sökülmesine de, çocuklar ve onlara destek olan Hulusi Amca kan, ter içinde kalırlar ve sucuk gibi olan gömleklerini bir tarafa atarak atletleri ile çalışmaya devam ederler.
Lâstik bulunduğu yerden sökülmüştür. Ancak, işin sıkıntılı bir yanı daha vardır. Yanaklarından janta iyice yapışan lâstiği oradan kurtarmak. Bu da, oldukça pis, yorucu, sıkıntı veren bir iştir. Neyse, Hulusi Amca ve iki yardımcısı çekiçlerle, levyelerle dış lâstiği janttan kurtarma işine girişirler. Sonunda,lâstiği janttan kurtarırlar ama canları da burunlarına gelmiştir.
Alı al moru mor bir halde burnundan soluyan Hulusi Amca, ” Alın ulan iç lâstiği, pompayla şişirin de kontrol edin bakalım delik ya da delikler nerelerde? ” diye çıraklarına seslendiği sırada,bir anda yanında saka “Hayat” ı görür. Hayat,omuzluğundan yere indirdiği iki teneke suyla kendisine gülümsemektedir. ” Hay ömrüne bereket be Hayat. Seni Allah mı gönderdi? ” deyince, Hayat, bütün sâfiyetiyle tekrar tatlı tatlı gülümser onlara. Şoförler Kahvesi’nin set üstündeki yazlık kısmından olanı biteni izleyen, Hulusi Amca ve yamaklarının sıcakta çok darlandığını gören Hayat Mustafa’nın amcası Arif Ağa, iki teneke dolusu Çarşı Çeşmesi suyu yollamıştır onlara. Tenekenin biri ile ellerini, kollarını, yüzlerini,ayaklarını yıkayıp kalanını da birbirlerinin kafalarından aşağı boşaltırlar. Diğeriyle de kana kana su içerek yorgunluklarını atarlar Hulusi Amca ve avenesi.
” Ömrüne bereket. ” Ben bu deyişi duymuyorum artık günümüzde. Belki bu yazıyı okuyanlar arasında tek tük duyanlar vardır. Çok sıkıntılı bir anınızda size el uzatan bir kişi için, ömrünün artmasını, çoğalmasını dilemek,istemek. Eskilerin pek dillerinden düşürmedikleri bir güzellikti.
Haaaaa! Unutmadan söyleyeyim.Lâstik tamirinden sonra bir de elle çalışan pompa ile lâstik şişirmek vardı. Vallahi o da insanı canından bezdiren bir işti. Lâstiğe hava basayım derken, insanın içindeki hava boşalırdı acayip sesler çıkararak. Sahi, insan zayıflatmak için, bu el pompasıyla lâstik şişirtmeyi niye denemez spor salonu sahipleri? Bence zayıflatmak için bire bir alet.
Sabah, Kartal’a ilk trene götürdüğü Yakacıklı yolculardan Aşçıoğulları’ndan Salih Amca, ya da Taş Ocağı’na ( Yunus Çimento’nun ) sabah vardiyasına ulaştırdığı
tekkenin ” Hafız ” lâkaplı kişiler; hava çok kötü, fırtınalı, yağışlı veya yoğun kar tipisinin olduğu zamanlarda babama sorarlarmış kaygıyla: ” Emin Efendi! Bu havada acaba vaktinde varabilir miyiz istasyona ya da Taş Ocağı’na? ” diye. Babam, gayet sakin, kendinden emin bir şekilde cevap verirmiş onlara : ” Evelallah.”
Sevgili dostlar.Siz de Salih Amca, Tekke’nin Hafız gibi kaygılanmayın sakın. Benim de sağlığım yerinde olup,elim de kalem tuttuğu müddetçe, gerek yöremizde eskiden yaşadığımız güzelliklerden gerekse de insanlarımızı mutlu edecek,rahatlatacak dünya ahvalinden dem vurmaya devam edeceğim ” hem vallah hem billah. “
Bu yazıyı gündüz gözüyle okumak, işi akşama bırakmamak lutfunu gösterenlerin günü aydın, aydınlık olsun. Ancak, gündüz işlerini tamamlayıp, akşam el ayak çekildikten sonra, ” Bir ara rahat rahat yazıyi okurum. ” diyenlere de “Allah rahatlık versin. ” efendim.
Kalın sağlıcakla.
İhsan KÖSE
Kapaklı/ARMUTLU, 20 Temmuz 2018,Cuma.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.