27 Mart 2025 Perşembe
Ramazan’ın ayının ritüellerinden biri de yatsı namazından sonra kılınan teravih namazıdır. Edirne halkı bunu teravi olarak söylemekte ve yazmaktadır.
Teravih, Ramazan’ın ziynetidir. İftarını açtıktan sonra kahvesini içip mahmurluğunu kıran Müslüman camiye koşar ve yatsı namazının ardından yirmi rekâttan oluşan teravih namazını kılmaktadır.
Eski yıllarda teravih namazına gidenlerin evde itibarı artar, harçlıklar daha bol verilirmiş. İftar için sevdiklerine daha çok dikkat edilir. Bayram elbiseleri, ayakkabılar vs. daha özenilerek alınırmış. Hele ağababalar, dedeler, nineler keseciklerinden çil onluklarını, yirmi beşlikleri seçer ve “Benim evladım teravilere de gitti.” diyerek gözyaşları içinde aldıkları hediyelerini sunarlarmış.
Teravih namazından sonra Ramazan geceleri Selimiye, Üç Şerefeli ve Eski Cami kapılarında birer Pazar kurulurmuş. Bilhassa Selimiye kapısında bekleyen yemişçi ve şekerciler çocuklar tarafından büyük ilgi görürmüş. Özellikle 5-6 cm. uzunluğundaki at, denizkızı, horoz şeklindeki içi boş şekerlerin isteklisi de çok olurmuş. Büyükbaba ve babalar teravih namazından sonra da çocukları Karagöz oyun alanlarına götürürmüş.[1]
Ramazan ayına özel yiyeceklerin başında pide gelmektedir. Eve dönüş yolunda fırınların önünde pide alma telaşı yaşanır, herkes sıcak pidesini ev halkına yetiştirmeye çalışır. Susamlı ve yumurtalı oluşuyla farklı bir lezzet sunan Ramazan pidesi, sofraların vazgeçilmezidir.
Edirne’nin kaybolan Ramazan lezzetlerinden biri de “Ramazan Helvası”dır. Bugün bu helvayı yapan kalmamıştır. Ramazan Helvasını en son yapan ustanın yedi yol ağzında bulunan İbrahim ustanın olduğu belirtilmektedir. Şahabettin Paşa Mahallesinde Hastane caddesinde oturan İbrahim ustanın kalfası da bu helvadan evinde yapıp tepsi içinde Arasta çarşısı önünde satmıştır. Ancak ustası kadar başarılı olamamıştır.
Bir diğer unutulmuş lezzet ise “Ramazan Makarnası”dır. Mayalı hamurdan yapılan bu yiyecek, fırında kısık odun ateşinde uzun süre pişirilerek kıtır hale getirilirdi. Beşli veya onlu bağlanarak fırınların camekânlarında satışa sunulur. Yemek olarak hazırlandığında, kırılıp tepsiye yayılır, üzerine et suyu eklenerek geniş bir mangalda yavaş ateşte kaynatılır. Kaynatılırken üstünün kurumaması için kapak konulur. İndirileceğine yakın daha önceden kavrulmuş kıyma dökülür. Son aşamada arzu edilirse üzerine sarımsaklı yoğurt dökülerek servis edilir. Besleyici ve lezzetli bir yiyecek olduğu belirtilmektedir.[2]
Ramazan ayının en kutsal geceleri Kadir ve Bayram geceleridir. Kadir Gecesi’nde bazı camilerde arife akşamında Sakal-ı Şerif ziyarete açılmaktadır. Peygamberimizin tıraş olurken saklanan saç telleri, yeşil bir örtü içinde muhafaza edilerek halkın ziyaretine sunulmaktadır. Selimiye, Üç Şerefeli, Süleymaniye, Defterdar Mustafa Paşa ve Eski Camii gibi camilerde Sakal-ı Şerif’in ziyarete açıldığı bilinmektedir.
Ramazan ayının son günü bayram hazırlığının heyecan ve telaşı vardır. Ev temizliği bir yandan sürerken diğer yandan da bayram yemeği hazırlıkları süregelir.
Bayram sabahı çocuklar için ayrı bir heyecandır. Çünkü yeni alınan bayramlık giysiler karyola veya yastık altında sabahın olmasını bekler. Erkenden kalkılarak bayram için alınan yeni kıyafetler heyecanla giyilir ev halkının erkek bireyleri bayram namazına gider, ardından da mezarlık ziyareti yapılmaktadır.
Camiden eve dönen ailesiyle bayramlaştıktan sonra aile büyüğünün evinde toplanır. Yapılan yemekler sofraya büyük bir özenle konur. Ailenin bütçesine göre yapılan yemekler içinde Edirne’ye özgü “Edirne Ciğer Sarma”, “Elbasan Tava” ve “Kandilli Mantı” gibi geleneksel yemekler tercih edilir. Çocuklar büyüklerin ellerini öpmek için sıraya girer. Sonra da sokağındaki komşuların kapıları çalınır ve bayramlaşma yapılırdı. Kimisi şeker, kimisi mendil, kimisi de para ve mendil verirdi. Çocukluğumuzun bayram heyecanı bir başka olurdu. Tabi ki, bayram sabahı davulcu da kapıları bahşiş için dolaşırken;
Besmele ile çıktım yola,
Selam verdim sağa, sola,
A benim güzel sultanım,
Bayramın mübarek ola.
Manisini söyleyerek bahşişini alırdı.
Bayram parasını toplayan çocuklar soluğu Selimiye Camii etrafında kurulan bayram yerine gider ve burada paralarını harcardı. Şimdi artık bayram günleri, ailelerin yurtiçi ve yurtdışı seyahat planlarının yapıldığı günler haline gelmiştir. Böyle olunca da bu gelenekler unutulmaya yüz tutmuştur. Telefon ile konuşarak veya mesajlaşarak bayramlaşma yaygınlaşmıştır. Çocuklarımız gelecekte bayramlaşma geleneğini nasıl uygulayacaktır bilinmez!
Gelişen bilgi teknolojileri insanoğlunun toplumsal yaşamında bazı değişimleri beraberinde getirirken, yüz yüze birlikteliği, dolayısıyla sosyal yaşamını da etkilediği muhakkaktır.
Bu bağlamda Edirne’nin eski yıllarında halkla bayramlaşarak bahşiş toplayan bir grup daha vardır. O da itfaiye erleriymiş. Bayramın ilk günü öğlene doğru veya öğleden sonra şehrin itfaiye erleri bir koca tablayı bir sırığın ucuna çakar, üstüne şeker ile doldururmuş. Sonra da renkli bez ile örterek mahalleleri dolaşır ve ev sahiplerine şeker ikram eder, bayram bahşişi toplarlarmış.[3] Onların gezmeleri gayet sessiz sedasız olurmuş.
Edirne’nin eski Ramazanları, sadece ibadetle değil, aynı zamanda kültürel zenginlikleri ve toplumsal dayanışmasıyla da hatıralarda yer edinmiştir. Günümüzde bazı gelenekler unutulmuş olsa da, Ramazan’ın ruhu hala yaşamaya devam etmektedir.
Okurlarımız başta olmak üzere tüm Müslüman aleminin mübarek ramazan bayramını kutlar, sağlıklı ve mutlu nice bayramlar dilerim.
[1] Ataktürk, Ar. Rıza (1986) Teravih, Edirne Gazetesi, 13 Mayıs 196, s.2.
[2] Ataktürk, A. Rıza (1986) Ramazana mahsus yiyecekler, Edirne Gazetesi, 29 Mayıs 1986, s.2.
[3] Ataktürk, A. Rıza (1986) Ramazan Gülleri, Vatandaş Gazetesi, 17 Mayıs 1986, s.2
İslam dininin kutsal ayı Ramazan, oruç tutmanın farz olduğu ay olarak tanımlanmaktadır. Müslümanlar için ibadet, rahmet, sabır ve bereket ayı olarak kabul edilmekte olup toplumlar tarafından her yıl büyük bir coşku ve heyecanla karşılanmaktadır.
1900’lü yıllarda Edirne’de Ramazan Müslüman halk için Eski Camii, Üç Şerefeli ve Selimiye Camilerinde gündüz hafızların dini öğütler verdiği sohbetler ve Kur’an okumalarıyla geçerdi.
Yaptığımız araştırmalardan öğreniyoruz ki, Eski Cami’nin ünlü hafızı Aksekili Mehmet Efendi, Debreli Adem Efendi, Hadımlı Abdülbaki Efendi, Abdullah Efgani, Mesnevihan İzmirli İsmail Hakkı Efendi ile Papazdan dönme Sabri efendi ikindiden sonra halkımıza dini öğütler verirmiş.[1]
O yıllarda Edirne’ye henüz daha elektrik gelmediği için minarelerde, camilerin içi de kandillere konulan zeytinyağı yakılarak aydınlatılırdı. Mahya ustaları da kandillerle Selimiye Camii’nin minarelerini süslerdi. 11. yüzyıldan itibaren mahya ustaları Hacı Aliş Ağa, oğlu Mustafa, Abdullah Efendi ve 1931’de Kadir Efendi olarak bilinmektedir.
Bayram gecesi minareler, dönemin mahyacı ustaları Niyazi Usta ile Muhittin Çavuş tarafından kandillerle tepeden aşağıya kadar aydınlatılırmış. Selimiye Cami minareleri arasında anlamlı vecizelerden oluşan mahyalar ile süslenirmiş. Hele bayram gecesi o dönemin tüm imkânsızlıklarına rağmen minareler tepeden aşağıya kadar kandil ile donatılarak kaftan giydirilirmiş.
Edirne’nin Bulgarlardan geri alındığı günlerde Selimiye Camii’nin dört minaresi de kaftan giydirilmiştir. Muradiye cami kaftanı külahından küpüne kadar olurmuş. Edirne camilerinden mahfuz bayrak şekillerinden pençe, hilal, ekseriya altı köşeli yıldız, kuş, çadır, matrak, kılınç, yumruklu kol, ok, yay, top, gülle, kurt balık, gül, şebboy, lale, köprü, fiskiye şekilleri, besmele, Ya Hannan, çifte Vav, Allah, Ya Allah, Allah Muhammet, Ya Ali, Ya Muhammet Medet, Şefaat, Ya Resulallah, Lailaheillallah gibi yazılar yazılırmış. Gazi Mihal ve Yıldırım gibi tek minareli camilerde minareler bazı mukaddes gecelerde küpeli kandil dedikleri kandillerle süslenmiş. Tek minareli olan Muradiye (Mevlevihane) camiinde de şerefeye bir direk uzatarak mahya kurulmuştur. [2]
Cumhuriyet dönemi Edirne mahya ustaları olarak müezzin İsa Hatipler, mahyacı başı olan İsa Hatipler, Mustafa Hatipler,[3] Mustafa İşlekel, Lütfü Şeremet, Hasan Köylüoğlu, Bahaeddin ve Hüsnü Saçkesen’i sayabiliriz. [4] Günümüzde de milli ve dini günler ile Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali gibi özel günlerde Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde yetiştirilen mahyacı ustaları tarafından Selimiye Camisine mahya kurulmaktadır.
Bu bağlamda bahar aylarında halk tarafından yetiştirilen Edirne Sümbülü saksı içinde camilere getirilerek konulmaktaydı.
Ramazan ayının önemli unsurlarından biri de sahurdur. Sahur, Ramazan ayında oruç tutanların gün doğmadan önce belirli bir saatte yediği yemektir. Türk dil kurumu yemeğin yendiği vakit olarak da belirtmektedir.
Ev halkının sahur yemeğinin ardından imsak topunun patlamasıyla birlikte oruç yani imsak saatinin başladığı, artık hiçbir şeyin yenilip içilmeyeceği duyurulmaktadır.
Edirneliler sahur vaktine “Temcid” kelimesini de kullanmaktadır. Temcid, birde Tanrı’nın büyüklüğünü ifade etmek için ama yalnız Recep, Şaban ve Ramazan aylarında sabah ezanından sonra cami minarelerinden okunan duaya denilmektedir.
[1] Demiray, Ekrem (1948) 1904’de Edirne’de Ramazan.- Damla Dergisi, 15 Aralık 1948, Sayı: 9, s.140.
[2] Ünver, A. Süheyl (2021) Mahya ve Mahyacılık.- Ord.Prof.Dr.A.Süheyl Ünver’in Kaleminden Edirne, Yay. Haz.:Ender Bilar, kitabının içinde (s.66-68) İstanbul: Hiperyayın No:834, s.;417.
[3] Sedef, Emre (2018) Mahya kurulacak mı? 18 Nisan 2018, Vatandaş Gazetesi.
[4] Ataktürk, A. Rıza (1986) Mahya.- Vatandaş Gazetesi, 2 Haziran 1986, s.2
Ramazan’ın olmazsa olmazlarından biri de Davul ve Davulcu geleneğidir. Davulcu ramazanın ilk gecesi davuluyla sorumlu olduğu mahallenin sokaklarını belirli bir ritimle gezerek halkı sahura kaldırmaktadır. Geçmişten günümüze de ulaşan bu gelenek ramazan ayı boyunca sürmektedir. Davulcu Pazvant Recep Aga 1947’lı yıllarda gecenin karanlığında davuluna tokmağıyla vururken her evin ışığı yanıncaya kadar davul çalıyor, aileyi uyandırınca diğer kapıya geçerek herkesin uyanmasını sağlıyordu. Diğer elinde tuttuğu kandilin ışığında gezerken davulun ahengi içinde;
“Besmeleyle çıktım yola,
Selam verdim cümle kula,
A benim devletli beyim,
Ramazan’ın mübarek ola.”
Davul ve mani sesiyle Uyanan mahalle halkı ve çocuklar gecenin sessizliğinde okunan maniyi can kulağıyla dinlerdi.[1]
Özellikle Edirne’nin soğuk kış gecelerinde bu gelenek daha önem kazanmaktadır. Çünkü evin en köşe odalarında ve çifte yorgan battaniye altında derin uykuya dalan bir kimseyi uyandırmanın güçlüğünü de düşündüğümüzde davulcu tokmağının şiddeti önemlidir.
Buna karşılık yaz aylarında ise özellikle erkeklerin sahur vaktine kadar kahvehanelerde eğlencelere katılması, davulla beraber kahvelerden çıkarak evlere gelmesi ev halkının da sahura kolay kalkmasını sağlamaktadır.[2]
Ramazan ayı boyunca mahalleyi gezen davulcu ramazanın on dördü ile on beşinci gecelerinde iftardan sonra bekçi ile birlikte gezerek bahşişlerini toplardı. Günümüzde davulcu bahşiş toplamayı yalnız kendisi gezerek yapmaktadır. İkinci bahşiş toplama da bayram sabahı başlamaktadır. Davulcu her evin kapısına geldiğinde mani okur ve ev sahibi de bahşişini vermektedir. Bilinen en eski manilerden birisi de;
Eski Cami Direk İster,
Benim Canım Börek İster,
Verin Beyler Bahşişimi,
Sırtıma Bir Gömlek İster.
Devam edecektir.
[1] Uğur, Hikmet Gökpınar (2005) Güllüsaraç.- İstanbul: s;39.
[2] Ataktürk, A. Rıza (1986) Sahur-Temcid, Edirne Gazetesi, 15 Mayıs 1986, s.2
İnsanoğlu doğduğu andan itibaren gelişen toplumsal değişim süreçlerinde öğrenip biriktirdiği bilgi ve deneyimleriyle yaşama tutunmaya çalışmaktadır.
Bu bağlamda bireyler bir taraftan yaşamlarını sürdürebilmek için göçler yoluyla yaşadığı kentleri kurarken diğer taraftan da kurduğu kentlerde inşa ettiği mimari eserleri, oluşturdukları gelenek ve görenekleri, araştırarak ürettikleri kültürel ve sanatsal değerleriyle hem kendi hem de kentlerinin kültürel kimliklerini oluşturmaktadır.
Dolayısıyla insanoğlu doğum sürecinden sonraki yaşam sürecini tamamlayıp yaşadığı evrenden ayrıldığında ürettiği kültürel ve sanatsal değerleriyle yaşadığı kentte ölümsüzleşmekte ürettikleriyle kentin tarihinde iz bırakabilmektedir.
Kadim Kent Edirne’nin tarihi sürecinde de iz bırakan krallar, padişahlar, komutanlar, valiler ve belediye başkanlarıyla kültür ve sanat insanları var olmuştur. Ve olmaya da devam edecektir…
Sonuçta kentler, onları yaşatan insanların renkli yaşamları, kültürel ve sanatsal değerleriyle ayakta kalmakta ve yaşamlarını sürdürmektedir.
Onun içindir ki; Mustafa Kemal Atatürk kurduğu Cumhuriyet ile ilgili olarak; “ Türkiye Cumhuriyeti’nin Temeli Kültürdür.” derken “Bir millet sanattan ve sanatkârdan yoksunsa, tam bir hayat malik olamaz” demiştir.
Kentimizin gerçek Cumhuriyet kadınlarından olup eğitimci, şair, ressam, yazar ve yönetici kimliğiyle kentin yaşamında yer alan Özlem Ağırgan çalışmalarıyla kentin kültür çınarı olmuştur. 18 Mart 2025 günü vefat ederek aramızdan ayrılırken ürettikleriyle kentin tarih yapraklarında bıraktığı izlerle yaşamaya devam edecektir.
Özlem Ağırgan benim bürokrasi yaşamımdaki ilk yöneticim idi. Kendisini Edirne İl Halk Kütüphanesinde Gezici Kütüphane Memuru olarak göreve başladığım 21 Eylül 1982 günü tanımıştım. Yöneticiliğinin ötesinde bir abla, bir anne şefkatiyle sizi mesleki tecrübeleriyle yönlendiriyordu.
Bu bağlamda Özlem Ağırgan benim bugünlere gelmemde filizlenip gelişip büyümemde emeği olan değerli yöneticilerimden, büyüklerimden biridir.
Edirne İl Halk Kütüphanesinde memur olarak göreve başladıktan sonra açık öğretim fakültesinde okumak için beni teşvik etmiştir. Hatta üniversite sınavlarına müracaatın son günü form bulamamıştım. Kendisi Edirne Sanat Okulu müdürü Sayın Zamir Bey’i aramış ve oradan bana bir form bulmuştu. Doldurup başvurduğum o form sayesinde ben üniversite sınavlarına katılmış ve açık öğretim fakültesi iş idaresi bölümüne kayıt yaptırmıştım. Dört yıl süren eğitim-öğretim dönemi sonunda da okuldan mezun olmuştum. Fakülte de üçüncü sınıfa geçtiğimde okuldan ön lisans bilgisi almış ve sonra kütüphane de müdür yardımcısı görevine atanmıştım.
Bana yöneticilik yolunu açan Özlem Ağırgan’dır. Bu bağlamda kamu yararına çalışan Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi Başkanı olmamı da teşvik etmiş ve dernek çatısı altında yaptığım çalışmaları her zaman desteklemiştir.
Edirne İl Halk Kütüphanesi Müdürü Özlem Ağırgan 1976 yılında Kültür Bakanlığı’nın talimatıyla halk kütüphanesinde şiir sohbetlerine başlamıştır. Yıllarca süren bu etkinliği, 1990 yılı sonunda İl Halk Kütüphanesi Müdürlüğü’nü eşinden devir alan Mehmet Ağırgan emekli olduğu 1996 yılı sonuna kadar devam ettirmiştir.
Şiir dinletilerinin kütüphanede düzenlenmesi sona erince şiir grubunda yer alan katılımcılarla etkinlikler devam ettirilmiştir. Başlangıçta emekli öğretmenler derneğinde yürütülen şiir dinletileri daha sonraları, Edirne Fotoğraf Amatörleri Derneği (EFOT-Maarif Caddesi) salonunda devam etmiştir. 1998 yılı sonuna doğru eğitimci-şair, yazar Necdet Tezcan, şiir dinletilerini bir bültenle topluma aktarılması teklifinde bulunmuş bülten için isim arayışı sırasında şair İsmail Alabayırlı’nın “Ozan Ağacında Yaşamak” şiirinin imgesi esas alınmıştır.
Dergi 1999 yılından itibaren “Ozan Ağacından” adıyla aylık olarak yayın hayatına başlamıştır. 23’ncü sayısından itibaren dergi, “Ozan Ağacı Kültür, Sanat, Edebiyat Dergisi” adıyla iki aylık süreli olarak yayın hayatına devam etmiştir. Dergi başarılı çalışmalarıyla takdir toplarken Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü tarafından da satın alınarak tüm il halk kütüphanelerinin okuyucu hizmetine sunulmuştur.
14 yıl yayın hayatını sürdüren dergi 85 sayı yayınlamıştır. Ekonomik güçlükler derginin sürdürülebilirliğini ortadan kaldırmış olsa da Ozan Ağacı Dergisi Grubu ve okuyucuları şiir etkinliklerini 15 günde bir sürekli olarak Edirne Lisesinden Yetişenler Derneği Lokalinde yaşatmışlardır. Ozan Ağacı Şiir Grubunun yaptığı çalışmalar ses getirmiş ülkemizin birçok vilayetinden davetler almış ve şiir günleri düzenlenmesini sağlamıştır. Aynı zamanda da kentimizin kültürel tanıtımına da hizmet etmiştir.
Özlem Hanım bu şiir günlerinin yanında “2024 yılında Edirne’de Edebiyat Günleri” adıyla aylık bir etkinlik düzenlenmesi için çaba harcamıştır. Edirne Kent Kültürü ve Bilincini Geliştirme Merkezi Derneği ile Ozan Ağacı Dergisi işbirliğiyle düzenlenen bu etkinlikler kapsamında kentimize edebiyat alanında hizmet eden edebiyatçılar anılmıştır. Kendisine de bir jübile yapılarak bugüne kadar yazdığı şiirler hem kendisi hem de katılımcılar tarafından okunmuştur. İlerlemiş yaşına rağmen tüm şiirlerini ezbere okuması takdir görmüştür. Şiirlerini okurken duyduğu heyecan ve yaşadığı ruh alemini dinleyicilerine aktarmaktaki başarısı çok değerlidir. Yaşadığı son güne kadar Ozan Ağacı Dergisi Şiir Grubu’nun etkinliklerini sürdürmesini istemiştir. Aslında bu etkinliğin yaşaması onu da hayata bağlıyordu.
En son birlikte yaptığımız etkinlik “Ozan Ağacı Dergisi”nin kuruluşunun 25. Yıl etkinliği olmuştu. Yaptığımız çalışmalar sonucunda 25 yıl logolu plaket yaptırmıştı. Derginin gelişmesinde ve şiir etkinliğinin gerçekleşmesinde emeği geçenlere hediye etmişti. Etkinliğin tüm masraflarını kendi bütçesinden karşılayan Özlem Ağırgan, kentin kültür ve sanat yaşamına hizmet etmenin mutluluğunu yaşamıştır.
Yeni yazdığı kitabıyla ilgili olarak 4 Mart 2025 günü beni arayarak kitabıyla ilgili görüş alışverişinde bulunmuş verdiği görevi yerine getirdiğimi bildirmek içinde 8 Mart 2025 günü geri dönüş yapmıştım. Edirne’nin kültür ve sanat yaşamına katkı sağlamak için son nefesine kadar çalıştı, emek verdi.
Ülkemizin kültür yaşamına kazandırdığı altı eser ile bilimsel alanda sunduğu bildiri ve makaleler ile gazete köşe yazıları, yaptığı resimler kentin tarih yapraklarında iz bırakarak gelecek kuşaklara ışık olacaktır. Pera Palas, Tekirdağ ve Kırklareli Antolojileri’nde şiirleri çıkmış, “Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi” nde özgeçmişi yayınlanmıştır.
18 Mart 2025 günü aramızdan ayrılan Özlem Ağırgan, 19 Mart 2025 günü Eski Cami’de kılınan öğle namazının ardından yeni şehir mezarlığına defn edilmiştir.
Oğlu Sevgili Özgür Ağırgan ve ailesi başta olmak üzere tüm dostlarına baş sağlığı diliyorum. Mekanı cennet olsun.
Edirne’de Kültür ve Sanat/
Edirne yaşamış olduğu istila ve savaşlar yoluyla birçok göç yaşamıştır. Dolayısıyla yaşanılan bu olaylar sonunda birçok aile yaşadığı kentleri terk etmek zorunda kalmıştır.
Bu göçlerden biri de 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşından hemen sonra gerçekleşmiştir. Türkiye’ye yerleşen yüzbinlerce göçmenden biri olan Abdullah oğlu Müderris Sait Hoca, Edirne’ye göç etmesinin ardından oğlu Kazım ve eşi Kamile Hanımla birlikte diğer aile fertleriyle yaşamış oldukları Bulgaristan’ın Karlıova şehrinden kaçak olarak Edirne’ye göç etmişlerdir.
Yaşamış oldukları coğrafya da elde ettikleri tüm taşınmaz mal ve eşyalarını bırakarak Edirne’ye gelen bu ailenin tek bir arzusu vardır. Özgürce yaşamak…
Sait Hoca, Edirne’de Eski Cami’nin medreselerinde hizmet ederken oğlu Kazım Bey’de Tunca nehrinin sol kenarında geniş bahçeli bir ev satın alarak yaşamını ailesi ile birlikte burada sürdürmeye başlamıştır
Kazım Bey’in (Gökpınar) Tunca Nehri’nin sol kenarında satın aldığı evin hemen yanında Evliya Kasım Paşa Camii yer almaktadır.
Sultan II. Murad ve Fatih’in vezirlerinden olan Kasım Paşa tarafından H:883-M:1478-1479 tarihinde yaptırılan cami, Tunca nehri kenarında cazip bir peyzaj içerisinde yontma taşlarla inşa edilmiştir. Tek kubbe ve minareden oluşan caminin önünde ahşaptan bir son cemaat yeri de bulunmaktadır. Caminin yakınında, cemaatin abdest almasını sağlamak için nehre on dört basamaklı bir taş merdiven de yapılmıştır. Cami’nin tamamlandığı yıl vefat eden Kasım Paşa da buraya gömülmüştür.
Caminin haziresinde Kasım Paşa’nın mezarıyla birlikte Kırkpınar Yağlı Güreşleri Başpehlivanı Adalı Halil’in de mezarı bulunmaktaydı. Dolayısıyla Kırkpınar Yağlı Güreşlerinin yapıldığı günlerde yurt içi ve dışından gelen ziyaretçiler tarafından mekan sıkça ziyaret edilirmiş. Böylesi bir tarihi mekanın yanında ev sahibi olan Kazım Bey’in 1908 yılında üçüncü çocuğu olur, adını Süleyman koyar. Ve Osmanlı topraklarında bir çocuğunun sevincini kırk gün kırk gece şenlikler düzenleyerek kutlar.
Kazım Bey ve ailesi Tunca nehrinin serinliği ve doğal manzarasının yanında seyrine doyum olmayan kıpkızıl gün batımının arasında gezinen ateş böceklerinin sesiyle sanki masal dünyasındaymış gibi yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ancak Kazım Bey annesinin vefatıyla bu evden taşınma kararı alır ve annesinin Bostanpazarındaki evine yerleşirler. Aile Tunca nehri kenarındaki bu evi de çay bahçesine çevirme kararı alır.
Tarih ve doğal güzelliğiyle etkileyici olan bu mekan, kısa zamanda kentin özel mekanları arasında yer almayı başarmıştır. “Güllüsaraç” adını taşıyan bu mekan, gündüz rengarenk kelebeklerin uçuştuğu geceleri de yanan mumların arasında dolaşan kaplumbağlar ve gramofondan yükselen şarkılar eşliğinde nehrin akışını sağlayan su sesiyle birleşerek konukların ruhunu okşamakta, güzel vakit yaşatmaktadır.
Aslında çay bahçesine ismini veren güller de alanın her bir köşesinde değişik renkleriyle müşterilere kokularıyla huzur ve rahatlık verirken, bahçenin ortasında yer alan balıklı fıskiyeli havuzda ayrı bir seyir zevki vermektedir.
Artık Güllüsaraç çay bahçesi kent halkının yoğun ilgisiyle kentin vazgeçilmez sosyal alanlarından biri olmuştur. Çay bahçesine gelenler böylesi güzel bir mekanda kahve, çay, süt, ayran limonata gibi içeceklerini yudumlarken börek, baklava, peynir, sucuk vd. yiyeceklerini de yiyebilme fırsatı bulabilmektedir.
Aslında Kazım Bey Bulgaristan’ın Karlıova şehrinde ikamet ederken landon çalıştıran kayınbabasının mesleğinden esinlenerek Edirne’de de landonlarla çevreye seferler yaptırarak, ziyaretçileri Güllüsaraç’a taşıtmıştır.
O dönemde Tunca nehrinin taşkınlığı çevreye zarar verecek düzeyde olmayışı bu çay bahçesinin kent halkına hizmet vermesini sağlamıştır. Yıllar sonra değişen iklim koşullarıyla birlikte Edirne’nin üç nehri de kentin yaşam alanlarını tehdit etmeye başlamıştır. Nitekim bir ilkbahar akşamında Tunca’nın hayat kaynağı olan suyu aniden kabarmış ve taşarak “Güllüsaraç Çay Bahçesi”ne büyük zarar vermiştir.
Güllüsaraç haftalarca su ve çamur altında kalmıştır. Kazım Bey yok olan her bir şeyi tekrar ayağa kaldırmak için çok çaba harcamıştır. Bahçeyi tekrar açsa da Tunca nehrinin taşkın suları artık bu hizmetin sürdürebilirliğini imkansızlaştırmıştır. Zaten bu su baskınlarından dolayı da Tunca nehri kenarındaki Kasımpaşa Camii yanında harap halde bulunan Adalı Halil’in mezarı da 31 Mayıs 1946 günü Edirne Gençlik Kulübü tarafından yeniden anıt şeklinde yaptırılmıştır.
Kasım Paşa Camii yaşanılan bu taşkınlar neticesinde 1950 yılında ibadet ve ziyarete kapatılmıştır. Bu bağlamda 1956 yılında da Adalı Halil’in mezarı Pehlivanlar Mezarlığına taşınmıştır.
Edirnelileri sel baskınlarından korumak, taşkınlıkları önlemek amacıyla 1960-1974 yılları arasında ana seddeler ile birlikte diğer çalışmalar yapılmıştır. Osmanlı İmparatorluğuna başkentlik yapan kentin kültür miraslarından biri olan Kasım Paşa Camii, yapılan bu sedde çalışmalarında nehir kenarında bırakılmıştır. Dolayısıyla Camii ve Güllüsaraç mekanı da kaderine terk edilmiştir.
Yıllardır süren Kasım Paşa Cami’ni tekrar kentin yaşamına kazandırma hayalleri ve çabaları bir sonuç getirmemiştir. Ancak Yunus Sezer’in Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı görevinden 10 Ağustos 2023 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Atama Kararnamesiyle 21 Ağustos 2023 tarihinde Edirne Valiliği görevine atanmasıyla birlikte Edirne’nin kültür miraslarına duyarlı bir el uzanmış ve sahiplenilmiştir.
Yıllardır unutulan ve kaderine terk edilen Gazi Mihal Hamamı, Kasım Paşa Camii, Edirne Mevlevihanesi vd. kültür miraslarının kültür yaşamına kazandırılması projeleri kentte heyecan yaratmıştır. Edirne Sarayı’nın ayağa kaldırılması çalışmalarıyla birlikte Saraçlar Caddesi Sokak Sağlıklaştırma Projesi, Kaleiçi Evlerinin kentin kültür yaşamına kazandırmasının sevinç çığlığı kentin cadde ve sokaklarında yankılanmıştır.
Cami’nin tekrar kentin kültür ve sosyal yaşamına kazandırılması çalışmaları T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. Yürütülen projeyle caminin restorasyon çalışmalarının yanında cami haziresinin düzenlenmesi ve rıhtım alanının eski haline getirilmesi hedeflenmektedir.
Kasım Paşa Cami’nin çevre düzenlemesinde kentin sosyal yaşamında önemli yer tutan Güllüsaraç’ın da unutulmaması çevre düzenlemesi alanının “Edirne Gülleri” ve “Edirne Sümbülü” ile donatılarak “Güllüsaraç” çay bahçesinin, günümüz adıyla kafeteryasının hayata geçirmek güzel olmaz mı?
Güllüsaraç’ı ve yaşanılan bir göçün hikayesini Kazım Gökpınar’ın torunu ve Süleyman Gökpınar’ın kızı Hikmet Gökpınar Uğur, 2005 yılında yayımladığı “Güllüsaraç” adlı kitabıyla yaşamında biriktirdiği anılarıyla bizlere aktarmıştır. Kitabın her bir satırında eski Edirne’yi canlandıran bu eseri okumanızı öneririm.
2015 yılında vefat eden Hikmet Gökpınar Uğur ile kitaba konu olan aile büyüklerini, kentimizin tarihinde iz bırakanları rahmet ve minnetle anarken, yaşayanlara da şükran duygularımla uzun ömürler diliyorum.
Ressam Hasan Rıza’nın dediği gibi; “Edirne Memleket Değil, Tarih Kitabı”
Edirne’de Kültür ve Sanat/
Ülkemizin tıp tarihi başta olmak üzere kentlerin şehir tarihinde de izler bırakan Ord.Prof.Dr.Ahmet Süheyl Ünver, 17 Şubat 1898 tarihinde İstanbul Haseki’de dünyaya gelmiştir. Edirne’nin çıkmaz sokaklarına kadar gezen ve kent halkıyla ilişki kurarak kentin ruhunu özümseyen Süheyl Ünver, Edirne sevdalıları arasına girerek kentin tarih ve kültür değerlerini koruma ve geleceğe taşıma sorumluluğunu üstlenmiştir.
Ord.Prof.Dr.A.Süheyl Ünver’in Edirne ile olan ilişkisi 1923 yılında Dr. Rifat Osman Bey ile tanışmalarıyla başlamıştır. Dr. Rifat Osman Bey ile Süheyl Ünver Bey ilk defa ressam Ali Rıza Bey’in yanında tanışmışlardır. Dr. Rifat Osman Bey, 1926 yılında Süheyl Ünver’i Edirne’ye davet etmiştir. Bu davet sonucunda Süheyl Ünver, “Edirne çok uzun derin bir tetebbu mevzuudur” düşüncesiyle İstanbul’a dönmüştür. Yıllar sonra Dr. Rifat Osman’ın vefatının ardından Edirne’ye bir konferans için gelen Ünver;
“Ey beni bu hale sokan, artık beni bundan sonra Edirnemiz için yaşatan aziz Dr. Rifat Osman! Ruhun şad olsun. Edirne’yi, sarayını, ev ve konaklarını sen resimlerinle bugünümüze aktardın. Üç gündür davetli olarak Edirne’de, birlikte senin usulünce sokak sokak ruhuna ithafen dolaşıyorum.” diyerek dinleyicilerine seslenmiştir.
Ünver konferansında “…eğer Rifat Osman Bey burada 25 sene yaşamasaydı, bugün Edirne’nin şu önümüze serilen güzel hatıralarını öğrenemeyecektik. Ve bulamayacaktık. Ben de burada tabi konuşamayacaktım. Eğer rahmetli hayatta olsaydı onun konuşması icap ederdi. Şimdi ben onun heyecanına ve bu çalışmalarına yer verebilirsem kendimi bahtiyar sayarım. Çünkü söyleyeceğim her şeyi ne yazık ki benim ağzımdan dinleyeceksiniz. Fakat mevzuun tamamen Dr. Rifat Osman tarafından olgunlaştırıldığını da hatırlatmak isterim. Ne söylüyorsam onun malıdır. Rifat Osman Bey doktordur. Doktorlar biliyorsunuz aşı da yaparlar. Ama hepimizin birbirimize kültür aşısı yapmamız icap eder. Bana Dr. Rifat Osman Bey çiçek aşısı yapmadı. Edirne’nin Kültürünü aşıladı. Ve öyle tuttu ki 1957 senesinde Üniversite haftası burada olmuştu. Bana da söz verdiler ve ben de artık Edirne için yaşıyorum dedim. Yani Rifat Osman Bey’in benim üzerimde yaptığı aşının tesirine bakın. Bu öyle bir aşı ki her sene daha azıyor diyebilirim. Ve Edirne’yi eserlerini Edirne’nin ruhunu aşıladı. Bu Edirne’nin aşıladığı ruh ile çok severek ve hepinizde birer koleksiyon bulunduğunu tahmin ederek 600 üncü yıl pullarını yine Rifat Osman’dan aldığım ilham ile yaptım.” demiştir.
Edirne’yi, “Batı dünyasına açılan bir penceremiz ve bütün milli hasletlerimizi barındıran mübarek bir şehir” olarak adlandıran Ünver, Edirne’nin korunmasının bir mecburiyet olduğunu gözönünde bulundurmanın önemini ısrarla vurgulamıştır. Bu konudaki duyarlılığını da şöyle ifade etmiştir: “Şehirlerimiz arasında seviyece mühim bir mevkide gördüğüm Edirne ve eserleri beni çok sarmıştır. Bundan sonra bakımsız Edirne için yaşayacağım, diyebilirim. Bu arada ben nasıl ki artık Edirne için yaşıyorsam, Edirne’de bulunanların da bu konularla yakından ilgilenmelerinin çok yararlı olacağına işaret ederim” demiştir.
Ünver kentin sadece tarih ve kültür miraslarıyla ilgilenmemiştir. Kentin kültür miraslarını resm etmiştir. Kentin ulaşım sorunu ve gastronomi kültürü, festivaller ve esnafın davranışlarıyla ilgili de gözlemlerini ulusal gazetelerde köşe yazılarına taşımıştır. 12.10.1953 tarihli Vatan Gazetesinde yayımlanan “Edirne’den Geliyorum 1” başlıklı yazısında; Edirne-İstanbul seyahati ve kentin lokanta ve otellerinde yaşadığı sorunları şöyle anlatmıştır;
“…Yakınlığından kinaye olacak herhalde Edirne için daima “Burnumuzun dibinde” der dururuz. Ama bir defa yola çıkın da bir görün. Beş saatlik yolu, trenle 12 saatte tamamlayamazsınız. Yine de trenle yolculuk etmekten vazgeçemezsiniz. Çünkü Trakya ve Edirne’ye işleyen otobüslerin derbeder, perişan, elem verici hali; sizi bu çeşit bir yolculuktan vazgeçirebilir. Edirne’de yemek yenecek yerler, otelci ile lokantacının tek gayesi, ne pahasına ve ne türlü bir rahatsızlık mukabili olursa olsun para kazanmaktır. «Bu işi ileri götürelim, daha mükemmel yapalım da iki misli kazanalım» demezler. Tenkitte biraz ileri gidecek olsanız, kalbinizin kırılması mümkündür, Susar geçersiniz. Mümkün mertebe az ve makul şeyler yersiniz.” demiştir.
Nisan 1970 yılında da Edirne’ye yine konferanslar vermek için gelen Ünver, 17 Nisan 1970 tarihli Edirne Gazetesi’nde yayımlanan röportajında;
“… Edirne suyu akmayan bir çeşmedir. Selimiye’yi korumak iş değildir onu herkes korur bizde yıkılılık ruhu vardır bundan bir türlü vazgeçemeyiz. Bence asıl iş Selimiye gibi büyük eserleri değil küçük parçaları muhafaza etmektir. Bu küçük parçalardan birinin yıkılması bizi Edirne’den bir adım daha uzaklaştırır” demiştir.
Süheyl Ünver Dr.Rifat Osman’ın kendisine aşıladığı “Edirne Kültür Aşısı”nın etkisiyle Edirne sevdalısı olmuştur. Ünver’in Dr. Ratip Kazancıgil’e yaptığı “Kültür Aşısı” da tutmuş ve birlikte Edirne’nin hizmet yolunda yürümüşlerdir.
A. Süheyl Ünver Bey’in “Her Şey Biter, Edirne Bitmez” ve slogan niteliğindeki, “Ben Artık Edirne İçin Yaşıyorum” deyişleri kent yöneticilerimizin de söylevleri arasında yer almıştır.
14 Şubat 1986’da İstanbul’da vefat eden Süheyl Ünver’in bugün vefatının 39. yıl dönümüdür. T.C. Cumhurbaşkanlığı 2016 Yılı Kültür ve Sanat Büyük Ödül’üne layık görülen Ünver, kentimizde bir üniversite kurulmasını başarmak için çaba harcamanın yanında kentin birçok kültür mirasının korunması ve ayakta kalmasını sağlarken kültür hayatımıza kazandırdığı araştırmalarıyla da Edirne’yi bizlere öğretmiş, “Edirne Kültür Aşısı”nı bizlere aşılamak için gayret göstermiştir. Ancak biz ne yazık ki, bu Edirne Sevdalısı kültür insanına “Edirne Hemşehrilik Beratı” ile onurlandırmayı başaramadık. O bizleri Edirne’nin kültür yolunda bilgiyle yürümemizi sağladı. Ancak bugüne kadar hiçbir belediye başkanı bu hemşehrililik beratı ile kendisini onurlandırmayı önerilerimize rağmen düşünemedi.
Rahmetli A.Süheyl Ünver’in Edirne ile ilgili araştırmalarını geleceğe taşımak ve çalışmalarını bir kitapta toplamak amacıyla “Ord.Prof.Dr.A.Süheyl Ünver’in Kaleminden Edirne” adıyla bir kitabı hazırlayarak hiperyayın tarafından kültür hayatımıza kazandırılmasını sağladım. Dergi ve kitaplarındaki Edirne ile ilgili satırları kentin ruhunu yaşayarak okurken, kah heyecanlandım, kah duygulandım…
Vefatının ölüm yıl dönümünde dileğim odur ki; kendisi adına kızına “Edirne’nin Hemşehrilik Beratı”nın verilmesi üniversitemizde adına bir kürsü kurulmasıdır.
Mekanı cennet olsun, ışıklar içinde uyusun…