30 Mayıs 2025 Cuma
Basından Seçmeler
TÜRKÇE'NİN HAL Ü PÜR MELÂLİ
Bekar veya Evli Kadın Olmak ve Kariyer
Seyfettin Selim’in yaptırdığı kreşte mezuniyet coşkusu
EDİRNE’DE TÜRK MUTFAĞI HAFTASI:SARAYDAN SOFRAYA LEZZET MİRASI
Sanat yapıtında Özne Sorunu 4
Anadolu’nun binlerce yıllık verimli topraklarında şekillenen ve farklı uygarlıkların katkısıyla zenginleşen Türk mutfağı, 2022 yılından bu yana her yıl 21–27 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen “Türk Mutfağı Haftası” etkinlikleriyle daha geniş kitlelere ulaştırılıyor.
Bu yıl 21–27 Mayıs 2025 tarihleri arasında hem Türkiye genelinde hem de dünyanın farklı noktalarında kutlanan Türk Mutfağı Haftası, “Türk Mutfağı’nın Klasik Yemekleri” temasıyla Edirne’de de çeşitli etkinliklerle gerçekleştirildi. Bu özel hafta, yalnızca lezzetleri tanıtmakla kalmayıp kültürlerarası etkileşimi de artırmayı hedefliyor.
Türkiye’de bu yıl dördüncüsü düzenlenen etkinlikler, dünya genelindeki benzer girişimlerle karşılaştırıldığında önemli bir kültürel hamle niteliğinde. Örneğin, İtalya 2024 yılında Türkiye’de dokuzuncu kez “İtalyan Mutfağı Haftası”nı kutladı. Japonya suşisini, Fransa tereyağını, Belçika çikolatasını, Çin Pekin ördeğini, Peru kinoasını, Amerika kahvesini ve İspanya paellasını uzun yıllardır dünya vitrinine taşıyor.[1] Türkiye ise bu yarışa yeni dâhil oluyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın koordinasyonunda yürütülen Türk Mutfağı Haftası, aslında sadece bir etkinlik takvimi değil; tarih boyunca pek çok medeniyetin izini taşıyan mutfak kültürümüzün sürdürülebilirliğine ve yerel lezzetlerin gelecek kuşaklara aktarılmasına yönelik uzun soluklu bir farkındalık projesidir.[2]
Bu kapsamda, tarihî ve kültürel zenginliğiyle öne çıkan Edirne’nin Türk mutfağındaki yeri oldukça önemlidir. Osmanlı’ya uzun yıllar başkentlik yapmış Edirne, saray mutfağının Anadolu ve Balkanlarla buluştuğu eşsiz bir gastronomi merkezidir. Edirne mutfağı tarihsel süreçte almış olduğu göçlerinde etkisiyle yemek kültürüyle harmanlanmış zengin bir çeşitlilik dikkat çekmektedir.
Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından coğrafi işaretle tescillenmiş Edirne Tava Ciğeri, Edirne Ciğer Sarması, Edirne Beyaz Peyniri, Deva-i Misk Helvası, Edirne Badem Ezmesi, Keşan Satır Et, Keşan Siğilli Bamyası, Keşan Mahmut Bey Kuru Fasulyesi, Koru Dağ Çiçek Balı, İpsala Pirinci, Meriç Yer Fıstığı ve Kara Kavun gibi ürünler, sadece Edirne’nin değil, aynı zamanda Türkiye’nin gastronomi kimliğine katkı sunuyor. Bu ürünler birer mutfak değeri olmanın ötesinde, kültürel diplomasi ve yerel kalkınma aracı hâline geliyor.
Edirne’nin zengin mutfak mirasını deneyimlemek isteyen ziyaretçiler için tematik “Edirne Gastronomi Rotaları”nın oluşturulması da büyük önem taşıyor. Bu rotalar, coğrafi işaretli ürünlerin üretildiği köylerden başlayarak kent merkezindeki tarihi lokantalara, geleneksel tatlıcı dükkânlarından yerel pazar tezgâhlarına kadar uzanan bir çizgide planlanabilir. Tava ciğerin doğduğu sokaklar, badem ezmesi ve Deva-i Misk helvasının üretildiği atölyeler, Trakya’nın özgün süt ürünlerinin tadıldığı köyler gibi noktalar bu rotalara dâhil edilebilir. Böylece hem yerel üreticiler desteklenir hem de Edirne gastronomi turizmine sürdürülebilir bir içerik kazandırılır.
Edirne’de Türk Mutfağı Haftası etkinlikleri, Edirne Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün öncülüğünde, Edirne Belediyesi, Trakya Üniversitesi ve sivil toplum kuruluşlarının iş birliğiyle düzenleniyor. Etkinliklerde yerel şeflerin gösterileri, geleneksel Osmanlı yemek sunumları, tadım etkinlikleri ve söyleşiler yer alıyor. Ancak bu haftayı sadece bir gösteri alanı olmaktan çıkarıp kalıcı bir etki yaratmak için stratejik adımlar atmak gerekiyor.
Öncelikle, geleneksel tariflerin yazılı ve görsel olarak belgelenmesiyle kapsamlı bir mutfak kültürü envanteri oluşturulmalıdır. Bu amaçla 1–3 Kasım 2024 tarihleri arasında Edirne Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce Trakya Üniversitesi Karaağaç Yerleşkesi’nde “Topraktan Sofraya Edirne” başlıklı bir festival düzenlenmiş, bu festival kapsamında toplanan geleneksel tarifler bir kitap hâline getirilerek ulusal kültür hayatımıza kazandırılmıştı.
Arşivlenen bu bilgi ve görsellerin bir veri tabanında toplanılarak çok dilli olarak bir dijital platformda dünya ile paylaşılması, Edirne’nin gastronomi tanınırlığını artıracaktır. Dolayısıyla kentin turizm değerinin artırılmasına da önemli katkı sağlayacaktır. Yürütülen tüm çalışmalara rağmen kentin gastronomi kültürünün tarihsel miraslarıyla buluşturulma çabası hala daha yeterli düzeyde değildir.
Edirne Ticaret ve Sanayi Odası’nın Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın Sosyal Gelişmeyi Destekleme Programı kapsamında Trakya Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle hayata geçirdiği “Gastro Akademi ile Gelecek Mutfakta” Projesi ile Edirne Valiliğinin öncülüğünde Trakya Gastronomi Aşçılar Derneği işbirliğiyle Karaağaç Mahallesi’nde, restore edilen Karaağaç İlköğretim binasında hayata geçirilen “Edirne Gastronomi Akademi” kentin gastronomi kültürüne yapacağı katkı çok değerlidir.
Ancak bu projelerin muhakkak sürdürülebilir hale getirilmesi, kurumsal bir kimlik kazandırılarak Osmanlı saray mutfağıyla Edirne’nin unutulmuş lezzetlerini gün yüzüne çıkartılması, alanında nitelikli, uzman şeflerin çoğalmasına katkı sağlaması açısından önemlidir.
11 yıldır aralıksız düzenlenen “Edirne Bando ve Ciğer Festivali”nin 2024 yılında yapılamaması, kentin gastronomi kimliği açısından önemli bir kayıp olmuştur. Edirne Tava Ciğeri’nin tanıtımında ve şehrin kültürel canlılığının sürdürülmesinde önemli bir rol oynayan bu etkinlik, aynı zamanda yerel ekonomiye de katkı sağlamaktadır. Festivalin aksaması, hem gastronomi turizmini hem de yerel üretici ve esnafı olumsuz yönde etkilemiştir.
Bu bağlamda, Edirne’nin yöresel mutfak kültürünü görünür ve sürdürülebilir kılmak amacıyla oluşturulabilecek “Edirne Lezzet Evi” ve “Edirne Mutfak Müzesi”, bu kültürel birikimi yaşanabilen, hissedilebilen ve deneyimlenebilen bir mirasa dönüştürebilecektir.
Edirne mutfağının yaşatılması, aynı zamanda Balkan coğrafyasıyla yürütülecek kültürel diplomasinin de temel taşlarından biri olma potansiyelini taşımaktadır. Tunca Nehri kenarında Edirne Sarayı’nın ihyasıyla birlikte, nehir boyunca yer alan kasırların da kentin yaşamına kazandırılarak “Lezzet Evleri”ne dönüştürülmesi, Kaleiçindeki tarihi konaklardan birisinin bu işlev ile donatılması, Edirne’nin kültür turizmine önemli ve anlamlı katkılar sağlayacaktır.
Sonuç olarak, Türk Mutfağı Haftası yalnızca bir kutlama haftası değil; yerel kimliğin tanınırlığını artırmak, kent kültürü ile kentlilik bilincini geliştirmek ve kültürel mirası gelecek kuşaklara aktarmak açısından etkili bir farkındalık aracıdır.
Edirne gibi tarihsel derinliği olan kentler, bu haftayı bir farkındalık fırsatına dönüştürebilecek potansiyele sahiptir.
[1] Başan, Ramazan (2022) Türk Mutfağı Haftası Başladı. 22 Mayıs 2022, Hürriyet Gazetesi,
[2] T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı (2025) Türk Mutfağı Haftası, https://turkishcuisineweek.com/tr/anasayfa
Edirne Kent Kültürü ve Bilincini Geliştirme Merkezi Derneği olarak, Edirne Belediye Başkanlığı’nın ev sahipliğinde 16 Mayıs 2025 Cuma günü düzenlediğimiz “Yağlı Güreş ve Kırkpınar Yağlı Güreşlerinde Gelenekselliğin Korunması ve Sorumluluğu” başlıklı panelimizi gerçekleştirdik. slotica
Yaklaşık dört ay önce bu fikir ilk filizlendiğinde, Gazi Üniversitesi’nden değerli akademisyen, bilim insanı Prof. Dr. Özbay Güven’e ulaşarak bir panel düzenlemek istediğimizi ilettik. Kendisi önerimize sıcak yaklaştı ve bu destekle hazırlıklara başladık. İlk iş olarak Trakya Üniversitesi Kırkpınar Değerleri Araştırma ve Uygulama Merkezi ile görüşerek işbirliği teklifinde bulunduk. Kırkpınar Kültürünü Tanıtma ve Yaşatma Derneği başkanına da davetimizi ilettik. Her iki yönetici de olumlu yanıt verdi ve konuşmacı olarak katılacakları konu başlıkları belirlendi.
Bu süreçte Trakya Üniversitesi’nde konu üzerine çalışmaları bulunan akademisyenlerle birebir temas kurduk; önerilerini aldık, Trakya Üniversitesinden resmi izinler sağlandı. Edirne Valisi Sayın Yunus Sezer ile görüştük, konu ile ilgili resmi yazımızı da ilettik. Edirne Belediye Başkanlığı, Türkiye Geleneksel Güreşler Federasyonu, Yağlı Güreş Düzenleyen Kentler Birliği, Edirne Tanıtım ve Turizm Derneği gibi kurumlar ile Kırkpınar Ağasına da resmi yazıyla panele katılım ve işbirliği çağrımızı ilettik. Bu bağlamda Başpehlivan Ahmet Taşçı’nın da panelist olarak katılımı konusunda girişimlerde bulunduk.
Başlangıçta T.Ü. Kırkpınar Değerleri Araştırma ve Uygulama Merkezi ve Kırkpınar Kültürünü Tanıtma ve Yaşatma Derneği gibi konunun merkezinde yer alan kurum yöneticileri panelist olarak katılarak destek vermeleri söz konusu iken zaman içinde bu destekler çekildi. Hatta ilgili merkezin müdürü telefonlarımıza çıkmadı ve mesajlara dahi cevap vermedi. Dernek başkanı panelist olarak katılmama gerekçelerini de bizlere sunarak katılmaktan son anda vazgeçse de, biz inancımızı ve kararlığımızı yitirmedik,
Edirne Belediye Başkanıyla yaptığımız olumlu görüşmeler neticesinde Edirne Belediye Başkanlığının ev sahipliğinde çalışmamızın önemine inandık ve hazırlıklarımızı tamamladık. Bu bağlamda yaşayan ve ulaşabildiğimiz tüm Kırkpınar Yağlı Güreş ağalarını da panelimize davet ettik.
Millî heyecan ve duygularımızla, toplumsal bilinç oluşturma hedefiyle tüm zorlukları aşarak o gün salonda yerimizi aldık. Heyecanlıydık; çünkü yıllardır yazdığımız, konuştuğumuz ama kamuoyunda yeterince yankı bulamayan bir konuyu bu kez bilimsel bir zemin üzerinde ve uzman isimlerle ele alacaktık. “Kırkpınar” gibi köklü bir mirasın yalnızca spor değil, kültürel ve toplumsal bir değer olduğunu anlatmak için en doğru zamanda bir araya geldiğimize inanıyorduk.
Ne yazık ki, bu önemli toplantının açılışı alana ilgi duyanların haricinde beklediğimiz düzeyde bir katılım görmedi. Bu durum bizleri fazlasıyla üzdü. Üstelik “Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri 2025 yılı Ağası”nın tutumu ve sergilediği tavır ile söylemleri de bizleri ve dolayısıyla toplantıya katılanları daha da üzdü. Ağa’nın “Ağa kıyafetini modaya uyduracağım” sözü salonda yankılanırken, henüz panelin başlığını bile içselleştiremediği, geleneksel kıyafetin taşıdığı kültürel mirasın ağırlığını yeterince kavrayamadığını ve belki de en önemlisi, taşıdığı unvanın sorumluluğundan ne kadar uzak olduğunu gösteriyordu.
Bir de toplantıya katılan çok değerli şahsiyetlerin niteliğine yönelik sözleri, toplantının ruhuna yakışmayan, küçümseyici ve dışlayıcı bir tondaydı.
Biz biliyoruz ki akademik etkinliklerin, bilimsel toplantıların geniş halk kesimlerince her zaman yoğun ilgi görmesi beklenmez. Fakat burada konu, sıradan bir spor müsabakasından çok daha fazlasıdır. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’nde yer alan, Edirne’nin tarihî ve kültürel kimliğini temsil eden bir değerdir. Bu nedenle en azından ilgili paydaşların ve kültürel sorumluluk taşıyan aktörlerin bu toplantıya ilgi göstermesi gerekirdi.
Panelde yapılan konuşmalar, yağlı güreşin yalnızca bir müsabaka değil, kültürümüzün taşıyıcısı olduğunu bir kez daha gösterdi. Panele katılan değerli akademisyenler; Kırkpınar’ın öncelikle Edirne’nin tarihî kimliğini besleyen, kültürel belleğini canlı tutan ve yerel ekonomiyi canlandıran çok yönlü bir etkinlik olmakla birlikte, aynı zamanda Türk tarihinin ve kültürünün önemli bir kültür mirası olduğunu vurguladılar. Ne var ki, panelde yağlı güreşin gelenekselliğinin yeterince korunamadığı ve bu konuda sorumluluk taşıması gerekenlerin bu sorumluluğu gerektiği gibi yerine getirmediği de belgelerle katılımcılarla paylaşıldı. Bu durum, böylesine kıymetli bir mirasın geleceği adına duyduğumuz endişeyi daha da artırdı.
Her yıl binlerce yerli ve yabancı turisti çeken bu gelenek, konaklama, yeme içme, hediyelik eşya, rehberlik gibi birçok sektöre doğrudan katkı sağlıyor. Sunumlarda; bu katkının sürdürülebilir hâle getirilmesi, gelenekle turizmin buluşturulması ve Kırkpınar’ın sadece bir “etkinlik” değil, bir “kültürel deneyim” olarak yeniden konumlandırılması gerektiği yönünde önemli çözüm önerileri paylaşıldı.
Ayrıca UNESCO mirası olan bu geleneğin Edirne’nin kültür turizmi potansiyelini nasıl güçlendireceği, ulusal ve uluslararası platformlarda tanınırlığını nasıl artıracağı da detaylı biçimde ele alındı. Kırkpınar’ın yalnızca geçmişin bir mirası değil, aynı zamanda geleceğe aktarılması gereken bir kültür değerimiz olduğu vurgulandı.
Panelde “Kırkpınar” adını taşıyan sivil toplum örgütlerinin UNESCO bünyesinde nasıl akredite olabilecekleri anlatılırken bu örgütlerin temsilcileri salonda yoktu. Zaten yöneticilerinin de böyle bir bilgiye ihtiyacı olduğunu sanmıyorum!
Edirne’nin sahip olduğu kültürel değerleri yalnızca kutlayan değil; bu değerleri koruyan, geliştiren ve gelecek kuşaklara aktaran bir anlayışı benimsiyoruz. Panelimiz bu anlayışın bir ürünüydü. Katılım düşük de olsa, konuyla ilgili kişilerin katılımıyla konuşulan her söz, çizilen her çerçeve ve paylaşılan her öneri bu sorumluluğun bir parçasıydı.
Şimdi artık yeni bir sorumluluğumuz daha var: Bu panelde yapılan tespitleri ve önerileri kamuoyuna duyurmak ve başta yerel yönetimler olmak üzere tüm paydaşlarla paylaşmak. Çünkü kültürel mirası yaşatmak yalnızca sahip olmakla değil, onu anlamak ve sorumluluğunu taşımakla mümkündür.
Stratejik konumuyla tarih boyunca imparatorlukların ilgi odağı olan Edirne, Bizans döneminde İstanbul’u koruyan, Osmanlı döneminde ise fetihlerin kapısını açan bir başkent olmuştur. Günümüzde ise Balkanlar’ın kültür başkenti olarak anılan şehir, eşsiz mimarisi, köklü tarihi ve zengin kültürel mirasıyla adeta yaşayan bir “tarih atölyesi” niteliğindedir.
Bu tarihsel miras, günümüzde Edirne’nin kültür turizmi açısından sahip olduğu potansiyelin temelini oluşturmaktadır. Her yıl artan yerli ve yabancı ziyaretçi sayısıyla önemli bir turizm destinasyonu olma yolunda emin adımlarla ilerlemelidir. Özellikle tarihsel derinliği ve kültürel zenginliğiyle yalnızca bir miras alanı değil, aynı zamanda kültür temelli turizmin geliştiği önemli bir merkez hâline getirilmelidir.
Nitekim kültür turizmi, insanların geçmişin izlerini sürme arzusu ile doğmuş; 17. yüzyıldaki “Grand Tour” seyahatleriyle soylu sınıfın ayrıcalığı iken, Sanayi Devrimi sonrasında geniş kitlelere ulaşmıştır. 20. yüzyılda, özellikle UNESCO gibi kuruluşların desteğiyle, kültür turizmi önemli bir ekonomik ve kültürel alan haline gelmiştir.
Bugün dünya kentlerinin çoğu kültür turizmine yönelmiş durumdadır. Tarihî yapılar, gelenekler, sanatlar ve sosyal yaşam biçimleri, kentlerin kültürel kimliğini görünür kılan unsurlar bu turizm türünün temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla kentler, kültürel kimlikleriyle tarihsel yolculuğu yaşatabilmekte ve dünyaya sunarak turizm potansiyelini artırabilmektedir.
Bu farkındalığa sahip dünya kentleri, tarihsel süreçten günümüze taşıdıkları kültürel miraslarını, gelenek ve göreneklerini koruyarak yaşatmakta; böylece kendilerine özgü güçlü birer kültürel kimlik oluşturmaktadır.
Kentlerin kültürel kimliği, o kenti diğerlerinden ayıran ve tarihsel süreçte şekillenen maddi ve manevi değerlerin bütünüdür. Bu kimlik, kentteki tarihi yapılar, sosyal yaşam biçimleri, geleneksel sanatlar, dil, inançlar ile kentin hafızası gibi öğelerin birleşimiyle şekillenmektedir.
Bu noktada, Paris’in Eyfel Kulesi, Roma’nın Kolezyumu, İstanbul’un Ayasofya’sı, Kyoto’nun Altın Tapınağı ve Edirne’nin Selimiye Camii gibi simgeler; sadece birer mimari yapı değil, aynı zamanda kentlerin tarihsel belleğini ve kimliğini temsil eden güçlü sembollerdir.
Bu yapılar, ziyaretçilerin ilgisini yönlendiren cazibe merkezleri hâline gelirken, kültürel mirasın korunmasına da katkı sağlamaktadır. Dolayısıyla yerel kalkınma desteklenmekte, kültürel değerler yaşatılmaktadır. Kısacası, bir kentin kültürel kimliği ne kadar güçlü ve görünürse, kültür turizmindeki potansiyeli de o ölçüde yüksek olmaktadır.
Edirne, yıllarca kültür ve turizm kenti olma iddiasını sürdürmüş, ancak bu konuda yeterli adımları atamamıştır. Dolayısıyla kent sahip olduğu kültür hazinesini dünya turizmine kazandırma çalışmalarında yeterli düzeye erişememiştir.
Bana göre Edirne’de kültürel uyanışın ilk adımı, 1997 yılında Trakya Üniversitesi’nin rektörlük birimlerini, Lozan Antlaşması’yla Türkiye sınırları içinde kalan Karaağaç’taki tarihî gar binalarına taşıma kararıyla atılmıştır. Bu adım, kentin kültürel gelişimini hızlandıran önemli bir dönüm noktası olmuştur. Aynı yıl, Sultan II. Bayezid Külliyesi’nin Sağlık Müzesi’ne dönüştürülmesi ve 1998’de Lozan Anıtı, Meydanı ve Müzesi’nin kurulması, Edirne’nin kültürel kimliğini güçlendiren diğer önemli gelişmelerdir. 2000 yılında Fahri Yücel’in Edirne Valisi olarak atanması özellikle Kaleiçi semtindeki tarihi doku ve kültürel mirasların kentin kültür yaşamına kazandırma çabası başarıyla sürdürülmüştür. Bu bağlamda Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’nin Avrupa Konseyi tarafından 2004 Yılı Avrupa Müze Ödülü ile taçlandırılması kentin kültürel mirasının uluslararası düzeyde tanınmasını sağlamıştır.
Bu uyanışın ardında yapılan çalışmalarla 16 Kasım 2010’da Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, 29 Haziran 2011’de Selimiye Camii ve Külliyesi, 27 Kasım 2014’te “Ebru: Türk Kağıt Süsleme Sanatı” ve Aralık 2017’de “Bahar Kutlaması: Hıdırellez” UNESCO’nun Somut ve Somut Olmayan Kültür Mirası Listelerine dahil edilmiştir. Böylece, Edirne’nin UNESCO listelerinde dört kültürel mirası yer almakta, ayrıca iki eseri de aday listesinde bulunmaktadır. Bu durum, kentin uluslararası tanınırlığını artırmaktadır.
Edirne’de farklı dönemlerde yapılan bu çalışmalar kültürel mirasların yeniden kent yaşamına kazandırılmasına öncülük etmiştir. Gelenek ve göreneklerin yaşatılmasına yönelik çabalar artarken, geçmişi geleceğe taşıyan önemli eğitim merkezleri olan müzelerin sayısı da çoğalmıştır. Kentin inanç turizmindeki değeri, zengin gastronomisi, doğal güzellikleri ve denizle kurduğu bağlantı da kentin turizm potansiyelini öne çıkarmaktadır.
Son dönemde Selimiye Camii Çevresi ve Kentsel Tasarım Projesinin hayata geçirilmesi, Sayın Yunus Sezer’in Edirne’ye Vali olarak atanmasının ardından kaderine terk edilen kültür mirasları olan Gazi Mihal Hamamı, Kasım Paşa Camii, Peykler Medresesi ve Edirne Mevlevihanesi ile Edirne Sarayı’nın tekrar kentin kültür yaşamına kazandırılması, Kaleiçi semtindeki tarihi evler ile ilgili restorasyon çalışmaları kentin turizm değerini artıracak çalışmalardır. Saraçlar caddesinde gerçekleştirilen Sokak Sağlıklaştırma çalışmalarıyla da kentin çehresi değişmektedir.
Bu bağlamda yapılan çalışmalarla Meriç Nehri’nin olimpiyat standartlarında Türkiye’nin ilk ve tek doğal kürek parkuru haline getirilmesi, Kürek Federasyonu tarafından gerçekleştirilen ulusal ve uluslararası yarışmaların Edirne Meriç Nehrinde gerçekleştirilmesi kentimizin turizm potansiyeline önemli katkı sağlayacağı açıktır.
Saros Körfezi’nin Edirne sınırları içinde olması, kentin turizm potansiyelini stratejik ve çok yönlü biçimde artırmalıdır. Bu durum, Edirne’nin yalnızca tarih ve kültür turizmiyle değil, aynı zamanda deniz ve doğa turizmiyle de anılmasınımümkün kılmalıdır.
Bunca güçlü potansiyele rağmen Edirne, turizmde hak ettiği noktaya ulaşamamıştır. Saros Körfezi ve Gala Gölü Milli Parkı gibi eşsiz doğal kaynaklara, kültürel ve tarihî zenginliklere sahipken; bu fırsatları değerlendirmeyi engelleyen ciddi sorunlar kentte hâlâ çözüm beklemektedir.
Günübirlik alışveriş turizminin oluşturduğu baskı, tarihî dokuyu tehdit ederken; doğal alanların korunamaması ve turizm altyapısının yetersizliği, potansiyelin gerisinde kalmamıza neden olmaktadır.
Bu bağlamda Edirne’nin turizm potansiyelinin sürdürülebilirliği için, kent halkının kültürel değerleri sahiplenmesi ve kentlilik bilincinin artırılması büyük önem taşımaktadır.
Yıllardır dile getirilen ulaşım ve otopark sorunu ile esnafın kılık, kıyafet ve davranış standartlarıyla ilgili sorunların bir türlü çözülememesi de bu engelleri pekiştirmektedir.
Kentin turizm potansiyelinin sürdürülebilirliğinin sağlanması için gerçekçi stratejik planlar ortaya konulup uygulanmalıdır. Özellikle kültür turizminin ne olduğunun doğru anlaşılması gerekir.
Turizm bugün yaşadığımız süreçte olduğu gibi Bulgaristan ve Yunanistan’dan günübirlik gelen ziyaretçi sayısı değildir. Kentimizde konaklayan yabancı turist ziyaretçi sayılarına bakıldığında tüm çıplaklığıyla gerçekler görülmektedir.
Turizmi yalnızca Edirne Tava Ciğeri kuyruğundaki veya ulus pazarındaki kalabalıklarla ölçemeyiz. Şehrin eşsiz mutfağını yerel müzikle, sanatla, kültürel hikayelerle buluşturacak, kültürel kimliğimizi yaşatacak özgün mekânlar yaratabildik mi?
Kakava-Hıdırellez gibi yüzyıllık gelenekleri ve Kırkpınar gibi UNESCO mirası bir etkinliği bile hâlâ çağdaş bir organizasyon yapısına kavuşturamıyorsak, “turizm kenti” olma iddiası neye dayanır?
Edirne’nin göçlerle şekillenmiş tarihine ışık tutacak bir Göç Müzesi’ni, asırlık pehlivanlık kültürünü yaşatacak bir Kırkpınar Müzesi’ni hâlâ kuramamışsak, bu yalnızca bir eksiklik değil, aynı zamanda tarihimize, kimliğimize karşı ciddi bir vefasızlıktır
Kültürel değerlerimizi festivallerle buluşturamıyor, ziyaretçiye anlamlı bir hikâye sunamıyorsak, bir destinasyon değil, sadece bir uğrak noktası oluruz.
Edirne’yi dünya turizmine kazandırmak istiyorsak, önce bu kenti gerçek anlamda tanımayı; tarihini, kültürünü içselleştirmeyi öğrenmeliyiz.
Çünkü tanımadığın bir kenti tanıtamazsın.
Her mahallede bir kütüphane, her çocukta bir umut yaratır. Bilgi toplumuna ulaşmanın yolu, yerel düzeyde güçlü bilgi merkezleri oluşturmaktan geçmektedir.
Aslında günümüz dünyasında yer alan halk kütüphaneleri, halkın kültür, sanat, sosyal ve eğitim yaşamına katkı sağlayan bilgi merkezleridir. Avrupa da halk kütüphanesi uygulamalarını incelediğimizde her bir kent merkezinde bir veya birkaç merkez bir halk kütüphanesinin olmasının ötesinde kentin her bir semt veya mahallesinde de birer kütüphane yer almaktadır.
Bu uygulamayla halk kütüphaneleri ürün ve hizmetlerini halkın ayağına kadar götürebilmekte ve pazarlama çalışmalarını da başarıyla yürütebilmektedir.
Bugün kentimizde de hizmet veren birçok alış veriş merkezi (AVM) kentin merkezinde büyük bir şube açarken, her bir mahallede de daha küçük bir şubesini açmaktadır. Ürünlerini halkın ayağına götürerek pazar payından daha çok pay almaya çalışmaktadır.
Durum böyle iken öğrenci kenti olan Edirne’de çocuklarımız kafeteryalarda ders çalışır hale gelmiştir. Siz kitaptan dolayısıyla bilgiden uzak bir mahallede yaşayan bir çocuk veya halk olmak ister misiniz? Edirne’nin uzak mahallelerinden olan Karaağaç, Yıldırım, Yeniimaret, Kıyık ve Kaleiçi Semtlerinde yaşayan binlerce çocuk kitap ve bilgiden yıllardır uzak yaşamaktadır. Zaten okumuyorlar diyerek bu sorumluluktan kaçınamazsınız. Önce hizmet vereceksiniz. Ne üzücüdür ki, yıllardır bu semtlerimizde yaşayan çocuk ve halkımız kitap ve bilgiden uzak yaşamaktadır. Bu semtlere öncelikli olarak birer şube halk kütüphanesi kurma çalışması gerçekleştirilmelidir.
Aslında 1978 yılında Karaağaç ve Yıldırım semtlerinde bu çalışma yapılmış olup 1979 yılında “Uluslararası Çocuk Yılı” etkinlikleri kapsamında Edirne İl Halk Kütüphanesi Müdürlüğü ile Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi’nin gayretli çalışmalarıyla Edirne’nin Yıldırım semtinde bir halk kütüphanesinin açılışı yapılmış ancak kısa süre sonra da kapatılmıştır.
Restorasyonu tamamlanmasına rağmen yıllardır kapalı tutulan Kaleiçi semtinde yer alan İtalyan Kilisesi neden böyle bir hizmet için kullanılmaz… Bu bağlamda Trakya Üniversitesi Rektörlüğü’nün tahsisinde olan bina Edirne Araştırma ve Uygulama Merkezi olarak hizmet vermesi düşünülemez mi? Edirne konulu kitap vd. materyallerden oluşan koleksiyonuyla da kent araştırmacıları için önemli bir merkez haline getirilebilmelidir.
Kentimizin 28 mahallesinde bilgi merkezlerinin kurulmasına yönelik bir proje Edirne Kent Kültürü ve Bilincini Geliştirme Merkezi Derneği tarafından yapılmıştır. Kentte bir farkındalık yaratmak amacıyla da bu proje kapsamında Dr. Ratip Kazancıgil’in yaşadığı ev kültür evine dönüştürülmüştür. Ancak kent yöneticileri tarafından bu proje ilgi görmemiştir. Kentimizin Kaleiçi, Karaağaç, Yıldırım, Yeniimaret ve Kıyık semtlerinde oturan çocuklarımız ne yazık ki, kitapla dolayısıyla bilgiyle buluşmasına öncülük etmesi gereken mahalle sakinleri, muhtarlar, iş insanları ile yöneticiler sessizliğini korumaktadır.
Edirne Belediyesi kuruluşundan bugüne böyle bir projeyi hayata geçirmek için hiçbir çaba harcamamıştır. 2016 yılında Bill Gates Vakfının maddi desteği ile Türkiye’deki yerel yönetimlere bağlı kütüphanelerin toplumsal dönüşümde daha etkin yer almalarını amaçlayan “Herkes için Kütüphane” projesinde Edirne Belediye Başkanlığının da yer alması için tarafımdan girişimlerde bulunulmuştur. Proje kapsamında bilgi teknolojileri belediye başkanlığına gönderilmesine rağmen geçen süre içinde kütüphane kurulamamıştır. Edirne Belediyesi Atatürk Kültür Merkezi ve Belediye Konservatuvarı binasının açılışı 9 Ağustos 2022 günü yapılmıştır. Ancak kültür merkezinin kütüphane ve sanat galerisi bulunmamaktadır.
Aslında Edirne İl Halk Kütüphanesi hizmetlerini halkımızla buluşturmak amacıyla Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi Başkanlığınca kentimizde birçok olumlu çalışmalar gerçekleştirilmiştir. 1985 yılında “Televizyon ve Videolu Kütüphane Kampanyası” ile çocuk kütüphanesine masal dinleme ve anlatma köşesi ile video ve televizyon kütüphaneye kazandırılmıştır.
Edirne Halk Kütüphanesinde İngilizce dil kursları açılmış, Edirne’nin ilk kitap fuarı yine bugünkü Kırkpınar Halk Kütüphanesi salonunda 18 yayınevinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir.
1995 yılında düzenlenen “Bir Kitap Oku, Bir Tişört Kazan” kampanyaları halkımızda büyük takdir görmüş hatta ulusal basın tarafından da ilgiyle takip edilmiştir.
Yine 1994 yılında Türkiye’de ilk internete bağlanan kütüphane Edirne İl Halk Kütüphanesi olmuştur. 1980’li yıllardan yayımlanan Edirne İl Halk Kütüphanesi Bülteni, Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi tarafından 15 yıl yayımlanan “Oluşum” adlı süreli yayını ile kentin kültür hayatına kazandırılan Edirne konulu 42 kitap kentin kültür yaşamında iz bırakan çalışmalar olmuştur.
Bugün Edirne İl Halk Kütüphanesi bünyesinde yer alan Gezici Kütüphane aracı belirli gün ve saatlerde belirlenen mahalle ve yerlere hizmet götürmektedir. Bu bağlamda Edirne 1. Murat Mahallesinde inşa edilen yaklaşık 9 bin metrekare alana sahip modern bir kütüphane binasının yapımı da hızla ilerlemektedir. İnşası tamamlanıp hizmete açıldığında Edirne’nin modern bir merkezi halk kütüphanesi olacaktır.
Halk Kütüphaneleri sosyal adaletin temeli olup sadece kütüphane materyalinin ödünç alınıp verildiği yerler değildir. Kütüphaneler aynı zamanda toplumda fırsat eşitliği sağlayan, bilgiye erişimi herkes için mümkün kılan, kültürel, eğitsel ve sosyal gelişimin önünü açan çok önemli kamu kurumları olduğunu bilmeliyiz.
Kütüphaneler sadece salonlarda dizilen raflar değildir. Onlar bugünün çocuk ve gençlerini geleceğe taşıyan omuzlardır. Eğer halkımızı kütüphaneler ile buluşturmayı başaramazsak toplumda susar. Çünkü okumak; geliştirir, özgürleştirir ve bilinçlendirir.
Edirne’de bilgi sürgün, kitaplar mahallesiz olmaması için bilgi uzmanları ve yöneticiler ile kentin kültür insanları, projeler üreterek ve/veya üretilen projeleri destekleyerek kentin her bir köşesinde halkımızı bilgi merkezleriyle buluşturmalıdır.
Bilgi merkezleri sadece raflardaki kitaplardan ibaret değildir; onlar geleceği taşıyan fikirlerin doğduğu yaşam alanlarıdır. Edirne’de yaşayan her bireyin bu geleceğe eşit erişimi olmalıdır.
Şimdi susmak değil, mahallemize bir kütüphane kazandırmak için ses olma zamanı!
Unutulmamalıdır ki; “Kütüphane Yoksa Bilgi İnsanı ve Bilgi Toplumu da Yoktur.”
Uygarlık ve kültür olgusunun çekirdeği olan bilgi,[1] yazı öncesi dönemlerde oluşmaya ve kullanılmaya başlanmıştır. Tarih öncesi, efsane temelli kültürlerde bilgi, ilkin doğal gereksinimlere dayalı ön plana çıksa da, zamanla yaşamın bir parçası olmuş; bilgiyi elde etme, bilgiyi kullanma yönünde girişimler genellikle büyücüler kanalıyla yürütülmüştür. Günümüzün efsane temelli toplumlarında (ilkel/vahşi toplumlar) da bu durum değişmemiştir.[2]
Bu bağlamda Sümerler tarafından M.Ö. 3.200 yıllarında Mezopotamya’da icat edilen yazı, insanoğlunun düşüncelerini ifade edebilecekleri her bir şeyin düzenli bir göstergesi, simgeler ve semboller bütününü oluşturmuştur. [3]
Yazının bulunmasıyla büyünün yerini dinin alması ve yazılı belgelerin ‘insan eylemi, duygu ve düşüncesini de içermesi; Kütüphane’nin vazgeçilmez öğesinin bilgi olduğu varsayımını da pekiştirmiştir. Kütüphanenin somut nesnesi olan bilgi ilk olarak taş, daha sonraki süreçlerde kil tabletleri, ağaç kabuğu, yaprak, deri, papirüs, parşömen, kumaş, kağıt vb. gibi işlenebilen malzemelerde yer almıştır.[4]
İlkel toplumlarda insanlar doğa ile iç içe olmuşlar ve öğrenmelerini deneme yanılma yoluyla gerçekleştirmişlerdir. Tarım toplumunun oluşmasıyla da toprağın işlenmesini keşfetmişler ve sonuçta tarımda yerleşik hayatı başlatarak küçük köyler oluşturmuşlardır. Buhar makinesinin icadıyla da sanayi devrimi başlamış ve sermaye güç olmuştur.[5]
Tarım ve sanayi toplumlarında “güç” insan ve makine gücünü elinde bulundururken bilgi toplumunda ise “güç”, “bilgi” olmuştur.[6] Dolayısıyla bilgi toplumuna geçişte “sermaye” stratejik kaynak olmaktan çıkmış “bilgi” güç olmuştur.[7] Amerikalı Bilgi Bilimci ve kütüphaneci Shera da, insan yaşamı için gerekli dört öğe olan hava, su, güneş ve besine beşinci öğe olarak “Bilgi”yi eklemiştir.
Ancak bilginin güç haline gelebilmesi, bilgiye erişmek ve onu yaygın biçimde kullanmakla doğru orantılıdır. Eskiden gelişmiş olduğu kabul edilen ülkeler sanayi alanındaki başarılarıyla değerlendirilmekteydi. Günümüzde ise bilginin üretimi ve yaygın olarak kullanımları, ihracıyla ilişkilendirilmektedir. Çünkü artık bilgi alınıp satılan bir meta haline dönüşmüştür. Bilginin ham maddesinin yine bilgi oluşu gerçeğini de düşündüğümüzde bilginin hayati önemi daha iyi anlaşılmaktadır.[8]
Üretilen bilgi, kağıt ve matbaanın icadıyla birlikte sözlü kültürden yazılı kültüre geçmiştir. Bilgi bu süreçte “çoğaltma-biriktirme” aşamasına gelmiştir. Dolayısıyla tarihi süreçte üretilen her türlü bilgi kaynağını (kitap ve süreli yayınlar ya da başka her türden çizgisel, görsel, işitsel yayınlar) toplayıp derleyerek düzenli koleksiyonlar halinde okurların bilgi, araştırma ve eğitim amaçları doğrultusunda kullanımlarını sağlayan “Kütüphaneler” toplumların hizmetinde yerini almıştır.
Küreselleşme ile birlikte bilgi teknolojilerindeki gelişmeler bilginin üretim ve erişim süreçlerini değiştirmiştir. Bilgi artık sayısallaştırma teknikleriyle, sınır tanımadan elektronik ortamda bilgi kullanıcısına ulaşır hale gelmiş ve e-dünya’yı yaşamımıza getirmiştir.
Toplumumuz ne yazık ki, hâlâ sözlü kültür öğeleriyle bilgi sahibi olma alışkanlığını sürdürmektedir. Halkımızda okuma kültürü yok denecek kadar az olup “okur-yazar” başarısını görmeden “bilgisayar-okuryazarı” veya “internet-okuryazarı” olmalarını beklemek hayaldir.
Edirne’de son yıllarda gelişen bazı olaylarda çocuklarımız okul bahçelerinde, ellerinde silah veya kesici aletlerle birbirlerine zarar verir duruma gelmiştir. Oysa biz onları kitaplarla buluşturmalıyız. Çünkü bilgi, şiddetin ve karanlığın yerine ışık bırakacak yegâne güçtür. Geleceğe, yalnızca okuma alışkanlığı kazanmış, bilgiyi ve anlayışı kendine yol gösterici kılmış bireylerle ulaşabiliriz.
Üretilen bilginin büyük hızla artması, gelişen bilgi teknolojileriyle de hızla paylaşılıp yaygınlaşması, bilgiyi toplayan kütüphanelerin de giderek biçim ve içerik değiştirmesine, amaçlarının da değişik yönlerde gelişmesine neden olmuştur.
Kütüphaneler insanların yaşamlarını daha iyi sürdürebilmeleri için toplumun fertlerini bilgilendirmek, toplumda bilgi edinme bilincinin gelişmesine katkı sağlayarak bilgi toplumunun oluşmasına katkı sağlamalıdır. Araştıran, üreten, düşünen ve sorgulayan bir toplum oluşumunda toplumsal önemi olan halk kütüphaneleri, düşünce özgürlüğünün ve fırsat eşitliğinin yaratılmasının da temel taşlarından birisidir.[9]
21. yüzyılda “Bilgi İnsanı”nın yetişmesinde ve halkın sosyalleşmesinde önemli yeri olan halk kütüphanelerinin 2023 yılı sonu itibarıyla Türkiye’deki toplam sayısı 1.295’dir.[10], 2016 verileriyle Türkiye ile yakın nüfuslara sahip Fransa’da 16.100, İtalya’da 6.042 ve Almanya’da ise 5.021 halk kütüphanesi hizmet vermektedir. Türkiye’den çok daha az nüfuslu Polonya’da 8.050, Romanya’da 2.406 ve Çekya’da 6.245 halk kütüphanesi,[11] 2014 yılı verileriyle Bulgaristan da ise 2.722 kütüphane (Bölge, Belediye ve Çitalişte Kütüphanesi)[12] yer almaktadır.
Osmanlı döneminde Edirne’de 4 padişah vakıf kütüphanesi yer almıştır. Bu vakıf kütüphanelerinden günümüze sadece Selimiye Camii içinde yer alan Sultan Selim Kütüphanesi erişmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Edirne’de kurulan Halkevi sayısının 1947 yılında 8, Halkodası sayısı da 35’dir. Günümüzde ise Edirne’de merkez ve ilçelerindeki açık olan toplam kütüphane sayısı 9’dur.
Yukarıda verdiğimiz verilerde görüldüğü gibi Avrupa ülkelerindeki halk kütüphaneleriyle ülkemiz halk kütüphane sayıları arasında fark olduğu görülmektedir. Bu farktan da anlaşıldığı üzere Türkiye’deki halk kütüphanesi sayıları yetersizdir.
Bugün Edirne merkez ilçe de var olan halk kütüphanesi sayısı 1’dir. Edirne’nin yalnızca bir halk kütüphanesiyle yetinmek zorunda olması, kitaplara ulaşamayan çocukların hayalleriyle birlikte bilgiye olan mesafeyi de büyütmektedir. Kentin 28 mahallesinde yaşayan her yaştaki halk kitap, dergi vb. kültür yayınlarıyla dolayısıyla bilgiyle buluşamamaktadır. Bireyin sosyalleşmesini sağlayan, bilgi insanı olmasına katkı sağlayan böylesi bilgi merkezlerinin azlığı geleceğimiz açısından çok üzücüdür.
Her mahallede bir kütüphane, her çocukta bir umut yaratır. Bilgi toplumuna ulaşmanın yolu, yerel düzeyde güçlü bilgi merkezleri oluşturmaktan geçmektedir.
…..
Yarın Devam Edecektir.
[1] Soysal, Özer (1998) Türk kütüphaneciliği/Bilginin Yazgısı.Ankara: Türk Kütüphaneciliği Derneği, s.208.
[2] Keseroğlu, H. S. (2005). Kütüphanenin Tözü: Tarih Öncesi Dönemde Bilgi. Türk Kütüphaneciliği, 19(3), 297-307.
[3] Özkaral, Tuğba Çevriye (2015) Eskiçağda Yazı, kitap ve Kütüphanenin oluşum süreci; Günümüz Eğitimine katkıları, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:2015, Sayı:34, s.373
[4] Keseroğlu, H. S. (2005). Kütüphanenin Tözü: Tarih Öncesi Dönemde Bilgi. Türk Kütüphaneciliği, 19(3), 297-307.
[5] Bilar, Ender (2004) Küreselleşen Dünya’da Bilgi Paylaşımı ve Kütüphaneler, Edirne:Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi, s.50.
[6] Tonta, Y. (1999). Bilgi toplumu ve bilgi teknolojisi. Türk Kütüphaneciliği, 13, 363-375.
[7] Tonta, Y., & Küçük, M. E. (2005). Sanayi Toplumundan Bilgi Toplumuna Geçiş Sürecinde Temel Dinamikler. Türk Kütüphaneciliği, 19(4), 449-464.
[8] Yurdadoğ, Berin (2004) Kitap Hakkında, (Küreselleşen Dünyada Bilgi Paylaşımı ve Kütüphaneler kitabı içinde s.5.) Edirne: Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi Yayınları No:, 38, s.148
[9] Sağlamtunç, Tülin (1997) ulusal bilgi politikası ve bilgi merkezi olarak kütüphanesi, 33. Kütüphane Haftası Bildirileri içinde Yay. Haz. Bülent Yılmaz, sf.32.- Ankara: Türk Kütüphaneciler Derneği Yayınları No:25, s.173.
[10] https://kygm.ktb.gov.tr/Eklenti/123668,2023-yili-istatistik-bilgileri-pdfpdf.pdf?0
[11] https://www.ntv.com.tr/sanat/dunya-kutuphane-haritasinda-turkiyenin-durumu-ne,pHbBbcN6zkybR5BLahxyxQ
[12] Altay, Ahmet; Yankova, Ivanka (2016) Türkiye’de Ve Bulgaristan’da Halk Kütüphanesi Hizmetleri: Nicel Bir Karşılaştırma, Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 1, Temmuz 2016, s. 9.