Nihayet suya itilme sırası bizim gruba geldi. Ben dörtlü grubumuzun kenarındaydım. Tam suya düşerken bağımı koparmaya muvaffak oldum ve karşı sahile doğru yüzmeye başladım. Bulgarlar ay ışığında beni görmüştü. Arkamdan ateş etmeye başladılar. Ancak arada bir soluk almak için başımı çıkarıyor, sonra gene dalıyordum. Ancak kendimi kaybetmek üzereyken ayağım karaya değdi, karşıya geçmiştim. Sabaha kadar olduğum yerde kıpırdamadan bekledim. Gün ışırken sürüne sürüne o civarda ki bir Rum arkadaşımın evine gittim. Fakat o da Bulgarların korkusundan beni içeri almadı. Bütün gün çalılıkların arasında gizlendim. Akşama doğru kulaklarıma birtakım sesler çalındı. Dikkat ettim, bunlar sevinç haykırışlarıydı, dinledim; ahali çılgın bir sevinç içinde. ‘’Türkler …. Türkler geliyor’’ diye bağırışıyordu.
Artık kurtulmuştuk. Halbuki Türkler bir gün daha sonra bekleniyordu. Bulgarların bu haykırışları duyunca nasıl kaçıştıklarını bir görmeliydiniz. Ben doğru eve döndüm. Allah tan çoluk çocuğumuzu öldürmemişlerdi. Beraber ölüme mahkum edildiğimiz 45 komşunun dul karıları beni görünce etrafımı çevirip kocalarından haber sordular. Ne diyeceğimi ne edeceğimi şaşırmıştım. ‘’Sorguya çekiyorlar’’ diye kekelediğimi hatırlıyorum. Biliyorsunuz, birkaç gün sonra hepsinin cesedi nehirden çıkarıldı.
Duyduklarım saymakla bitmez. Bulgarların Türk harp esirlerine ne korkunç işkenceler yaptığını bana Fransızlar anlattı. Aç susuz bırakılan Türk esirleri dipçik darbeleri altında meçhul istikametlere götürülüyor, aralarında yere düşen olursa o anda süngülenip öldürülüyordu.
Doktorlar, göğüsleri süngüyle parçalanmış Rum kızları gördüklerini, Bulgarların sürüler halinde 8-10 yaşındaki küçüklerin ırzına geçtikten sonra öldürüp bıraktıklarını anlattılar. Romanya da tanınmış bir hanımdan bir mektup aldım. Bükreş e getirilen Bulgar esirlerin ceplerinden kesik kulaklar, küçük çocuk elleri çıkmış. Bunların mahiyeti sorulunca kendilerini haklı çıkarmak ister gibi, ‘’ Biliyorsunuz bu uğurdur, uğur olsun diye taşıyoruz ‘’ demişler.
Nihayet bana şehit bir Türk askerinin fotoğrafını gösterdiler. Bulgarlar eğlence olsun diye diri diri kafasını delmiş, başının derisini yüzmüşlerdi. Yüzünde sadece burnu ve bir gözü kalmıştı.
Bulgar Sefaretinin Tekzibine cevap.
Pierre LOTİ bu makalesi Fransız ve İngiliz basınında çıktığı zaman geniş tepkiler yaratmış, Avusturya ve Fransa da ki Bulgar sefaretleri tarafından tekzip edilmişti. Büyük Türk dostu yazar bunlardan birincisine şu cevabı vermişti.
Viyana da ki Bulgar sefiri Neu Freie Presse de yayınladığı tekziple bana cevap vermek lütfunda bulundu. Yazıda benim aldandığımı, yol boyunca gördüğüm harabelerin Türk köylerine değil, aksine Türkler tarafından yakılıp yıkılan Bulgar köylerine ait olduğunu söylüyorlar.
Demek ki camilerini harap eden, kubbelerin üstüne büyük abdestini yapan da Türkler öylemi ? Bu tekzip için yanız çocukça demek kafi değil. Yazı aynı zamanda hayasızca kötü niyet taşıyor. Gerçeklere böylesine zıt bir iddiayı çürütmek de sayın sefirin tahmin edemeyeceği kadar kolaydır. Bir defa Bulgarlara ait evler bütün Trakya da çok seyrek olarak dağılmıştır. Tamamen Müslümanların arasında bulunan bu evlerin hepsi ayaktadır. İşgal kuvvetleri onlara ellerini bile sürmemişler ( kurtlar birbirini yemez)Türkler ki, misilleme yapıp Bulgar evlerini tahrip etseler asla suç sayılmazdı, onlar büyük bir alicenaplıkla bu evlerin hiçbirine doukunmamışlardır. Herkes gidip görebilir.
Paris teki Bulgar siyasi ataşesinin yayınladığı tekzip büsbütün şaşılacak bir ifade taşıyordu. Tekzip de P. LOTİ nin bir romancı muhayyilesine sahip olduğu, bütün esirlerin çok iyi durumda olduğu ve bütün Türklere çok iyi muamele edildiği yazılıydı. P. LOTİ cevap olarak şu satırları yazdı.
Bu defa ki tekzip, Avusturya da yayınlanan tekzipteki kadar olsun mantıktan ve iyi niyetten mahrum. O halde bizzat temin edip gönderdiğim fotoğraflar da hileli! Burunsuz ve dudaksız esirler, kendi kendilerinin burunlarını, dudaklarını kestiler. Boğazlanmış olanlarda, sırf poz vermek için boğazını kestirmiş. Boğulan kocalarının cesetleri başında ki Rum kadınları rol yapıyorlar. Akıl almıyor bunu!…Gönül ister ki Bulgarlar bu akla , hayale gelmez işkencelerden sonra hiç olmazsa başlarını önüne eğip de sussunlar.
Aslında ben bizim memleketimizde çıkan mecmua ve gazetelerin de Türklere karşı neden böylesine kin dolu olduklarını anlamıyorum. Bizden Türkiye ye kim gittiyse daima iyi muamele görmüştür. Orada yaşayanlarımız en büyük hürmeti görüyor. Orada ki din adamlarımız yüzyıllardan beri en büyük bir hürriyet içinde çalışıyorlar. Türklere iftira atmadan önce hiç olmazsa bu din adamlarına sorsak olmazmı? Ben onlardan çoğu ile tanıştım, bir sual karşısında verecekleri cevabı da biliyorum.
Bulgarlar, Balkan savaşından sonra kapıldıkları hayallere veda etmek zorunda kalınca, Yunanistan da olsun, Türkiye de olsun, hem savaş esirlerine hem sivil halka akla hayale gelmez işkenceler yapmışlardı. Edirne yi işgal ettikleri zaman burada ele geçirdikleri esirleri Meriç teki bir adaya sürdüler. Esirler kızgın güneşin altında, açlıktan ölüme mahkum edildi. Korkunç açlık ıstırabını dindirebilmek için bu esirler ağaç kabuklarını yediler. Açlıktan daha büyük acılar içinde kıvranarak öldüler. Bu adadaki esirlerimizin hali fotoğrafla tespit edilmişti. Aynı vahşet, Kavala, Serez, Doksat, Demirhisar gibi şehirlerde ki Türk ve Rumlara karşı da tatbik edildi. Nihayet Türkler Edirne yi olsun Bulgar vahşetinden kurtardılar.
Bu kurtuluşu gene Pierre LOTİ nin kaleminden okuyor, aynı zamanda büyük edibin intibalarını öğreniyoruz.
Kurtuluştan Sonra .
Hür Edirne ye vardığım zaman vakit gece yarısıydı. İstasyonda asla beklemediğim bir kalabalık bizi karşıladı. Yere adımımı atar atmaz çalınmaya başlayan ‘’ MARSEİLLAİSE’’ (Fransa nın Marşı ) bir yandan, alkış sesleri bir yandan gözlerimi yaşartmıştı. Arabaya halkın arasından geçerken de büyük sevgi tezahüratına şahit oluyordum. Şehre girişimin teferruatını Türklerin kadir bilirliğini, temiz kalpliliklerini ifade ettiği için anlatıyorum. Sık sık duymuşumdur. Bana ‘’ Kara gün dostusun’’ derler. Evet, ben onların kata gün dostuydum ve Türkler böyle şeyleri asla unutmaz!
İstasyondan şehre kadar olan yolu yarım saatte aldık. Gecenin ilerlemiş saatine rağmen halk sokaklardaydı. Binlerce fenerle aydınlatılan caddelerde toplanan Türkler kırmızılı beyazlı Türk bayraklarını sallayarak beni selamlıyor! Türkler, Hıristiyanlar ve Yahudiler ‘’ Yaşasın Fransa ‘’ diye bağırışıyorlardı. Matem içinde bir şehre gelmiştim, ama hem kurtuluşun sevincini, hem de o güne rastlayan Ramazan Bayramı halkı saadete boğmuştu. Dünya da hiçbir milletin Türkiye de gördüğüm hüsnü kabulü bana bir defa bile gösteremeyeceğine emindim.
Ertesi günden itibaren facialara şahit olanları dinlemeye başladım. Bir defa daha belirtmek isterim. Eğer yalnız Türkleri dinlesem birçoklarında onların mübalağalı konuştuğu zehabı uyana bilirdi. Onun için daha çok Rum ve Yahudilerden dinlediğimi nakletmekle yetineceğim. Edirne deki ilk işlerimden biri şehirde ki Rum Metropolitini ziyaret etmek oldu. Bana bir Bulgar generaliyle olan konuşmasını nakletti ve yazmama izin verdi. Bu General, Metropolite — ‘’Türkleri sever misiniz’’ diye sormuş.
– ‘’Evet. Çünkü dört yüz yıldan beri bize aralarında rahat ve mesut yaşama imkanı verdiler’’
– ‘’Demek öyle …O halde seni idam ettireceğim’’
– ‘’ Öldürün beni, ne duruyorsunuz’’
– Şimdi değil. Daha sonra Keyfim ne zaman isterse. Defol karşımdan şimdi’’
Generalin yanından çıktım. Binanın başka odalarına da bütün Rum ileri gelenleri doldurmuştu ve Bulgarlarla aralarında aşağı yukarı aynı mealde konuşmalar geçiyordu. Allahtan Türklerin yıldırım gibi yetişmesi hepimizi kurtardı.
Türkler Geliyor
Gerçekten Bulgarlar, Türklerin geleceğini biliyor ama bu kadar çabuk yetişeceklerini tahmin etmiyorlardı. Sabah şafakla beraber ilk Türk birlikleri şehrin kapılarında görününce ‘’Türkler !Türkler geliyor’’ çığlıkları ağızdan ağıza bir anda bütün şehri kapladı. Halbuki Bulgarlar şehirde hiç olmazsa bir gece daha kalacaklarını ve cinayetlere devam edeceklerini umuyorlardı. Ama Türk kuvvetleri bir mucize yaratmış, 80 kilometrelik yolu 24 saatte alarak imdada yetişmişlerdi. Artık Edirne kurtulmuştu. Rumlar ve Yahudiler sevinç göz yaşları döküyordu. Öte yandan Bulgarlar giderayak birkaç savaş esirini daha kuyuya atmayı ihmal etmediler. Bu arada genç bir Türk subayının, FUAT Bey in oğlu REŞİT Bey in gözlerini oydular. Kollarını kestiler. Ve nihayet bir daha bu şehirde hiçbir cinayet işleyememek üzere kaçtılar.
Beni bir ziyafete çağırdılar. Valinin verdiği ziyafete Türkler bütün başka azınlıklarla yan yana, diz dizeydi. Yüksek rütbeli paşaların, subayların yanında Hahamlar, Hocalar göze çarpıyordu. Rum Metropoliti solunda oturan dervişle şakalaşıyor, herkes tam bir anlaşma içinde kurtuluşu kutluyordu. Ama hepsinin içinde de yarının korkusu var. Avrupa neye karar verecek ? Edirne gene Bulgarlara mı verilecek. En güzel sesli müezzinlerin ezanlar okuduğu Selimiye Camii ne barbarlar mı dolacak gene? Böyle bir şey olursa bu kuduz insanların tekrar gelişlerinde Edirne de taş taş üstünde bırakmayacaklarına muhakkak nazarıyla bakabiliriz.
GÜNDEM
15 gün önceGÜNDEM
29 gün önceGÜNDEM
05 Şubat 2025GÜNDEM
05 Şubat 2025GÜNDEM
05 Şubat 2025GÜNDEM
05 Şubat 2025GÜNDEM
05 Şubat 2025Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.