15 Ocak 2025 Çarşamba
DUYGULAR BUZ TUTUNCA VEYA SİYASETİN KARAKIŞI
TÜRKÇE'NİN HAL Ü PÜR MELÂLİ
Z Kuşağı İş Gücünün Yükselişi: Dijital Yerlilerin Mobil Teknoloji İhtiyaçlarının Karşılanması
İpsala’da 10 milyon sazan yavrusu üretildi
BEYİN ÇÜRÜMESİ
Kolaj Nedir. 2
Bilinen resim tekniklerinin uygulama biçemi ( Bir eseri yapma ortaya çıkarma, sanatçıya özgü teknik. Uygulama tarzı.) kara kalem, mürekkep kalem, gravür, yağlı boya, suluboya, guvaş boya, pastel ve daha yeni bir malzeme olan akrilik boya vb dışında resmetme yada ifade etme açısından tüm bu geleneksel malzemelerin dışında kağıt işleri diye bilinen keserek yırtarak ve kopartarak yapıştırma yolu ile kolaj uygulamaları konsept ( Concept – Kavram)
olarak karşımıza çıkar. Kolaj Kübizmi de denilen, Sentetik Kübizm yada Bireşimsel Kübizm olarak da adlandırılan yöntemlerdir. 1911 – 1914 yıllarını kapsayan Sentetik Kübizmin çıkış noktası da düşünsel alt yapısı da geometriydi. Amaçları doğrultusunda doğadan yola çıkarak , ancak onun üstünde sanatsal argüman olarak estetik biçimlendirme açısından doğayı dışında bırakarak değişik nesneler ve enstrümanlardan yararlanarak farklı malzemelerle anlatım yoluna giderek KOLAJ uygulamaları bu nokta da karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda PİCASSO BRAQUE ve Juan GRİS gibi kimi sanatçılar boyadan başka çeşitli materyalleri kullandılar. Değişik renkli kağıtlar, kartonlar, matbuat türü gazete ve mecmua sayfaları, hatta hazır bulunmuş nesneler vapur yada tren biletleri gibi çok çeşitli nesneleri yüzeye yapıştırılması ile oluşan çalışma tarzına kolaj denilmektedir.
Kolaj uygulamalarında bizzat keserek yapıştırılan kağıtların yanısıra Objet Trouve ( İng. Found Object ) Bulunmuş Nesne ( dal parçaları cam metal atık nesneleri taş parçaları gibi) yada sanatçı tarafından seçilmiş nesneler, Ready Made, hazır nesne. Bulunmuş doğal nesne yerine bizzat hazır endüstriyel nesneler. Olduğu gibi kullanılan nesneler. Bulunmuş olsun, müdahalelerde yapılabiliyor, hazır nesne olsun ASSEMBLAGE deyimi ile üç boyutlu nesnelerinde yüzeye taşınması ve eklemlenmesidir. Bulunmuş nesneler ile Asamblaj uygulamalarına Jean ARP ın boyalı tahtaları üst üste yapıştırarak oluşturduğu Tristan Tzara nın portresi ile Yves KLEİN in süngerleri tuvale yapıştırıp boyamasıyla ortaya çıkan çalışmasını örnek vere biliriz (Yeni Gerçekçilik ve Sürrealistler ). Şunu da belirtelim. Kolaj sanatı Asamblaj dan doğup gelmiştir. İki boyutlu yapıştırmalar Kolaj, Üç boyutlu uygulamaları Asamblaj olarak geçer.
Değişik renkli kağıtlar, kartonlar, basılı gazete kağıtları, muşamba, ahşap kaplama plakları, vapur yada tren biletleri, etiketler, marka logoları, kumaş parçaları vb gibi çok çeşitli materyal kolajın çalışma alanına girer. Bizzat renkli fon kağıtlarını bir nesne yada şekil biçiminde kesip
( Dekupe ederek – Decoupage) yan yana yada çakıştırarak uygulama şeklini de Henri MATİS de göre bilmekteyiz. Hasta yatağında elinde uzun ince sopası ile duvara asılı pano üzerinde yardımcısına işaret ederek kestiği şekilli kağıtları raptiye tutturmasını söyler. Uyumsuz olmuşsa sökmesini ve yer değiştirmesini ister, böylece son şeklini verirdi.
Bu teknik 20 yy da sanatta bir dönüm noktasıdır ve bu yüz yılın estetiğine etki etmiştir. Kübist sanatın dili bir anlamda da Kolaj aracılığı ile olmuştur. Batı sanatında 18 yy a kadar götürebileceğimiz bu tekniğin öncülerinden biride Mary DELANY ın kolajlarıdır. Siyah fon kağıdına renkli kağıtlardan kestiği yaprakları yapıştırarak yaptığı denemelerden oluşuyordu. Çok daha eski olan KAT’I sanatı. Türk sanatın da ince kağıt oymacılığı diye bilinir. Kağıt ve deri oyularak dekupe edilerek çıkarılan şekillerin, başka bir zemine kağıda yapıştırılması ile elde edilen geleneksel sanatlarımızdandır. içi erkek dışı ise dişi tabir edilerek yüzeye uygulanır. Yapıştırılan yüzey kağıt, deri, cam ve ahşap da olabilir. Dantel gibi oyulmuş çalışmalar olduğu gibi ebru kağıdından şahin, ağaç, bitki gibi çeşitli figürlerin kesilip yapıştırılması ile kompozisyonlar ortaya çıkar. 15 y.y da Herat da yetişmiş Abdullah KAAT olduğu belirtilir. 16 yy da İran dan Osmanlıya geçen bir sanattır. 17 y.y dan itibaren kağıt oymacılığı Bursalı Mevlevi FAHRİ DEDE en önemli temsilcisidir. Mevlevihanelerde gelişimini sürdürmüştür. Kat, kesme. Kat eden, kesen anlamında bu iş yapanlara Kattaan denir. Yapılan işlere de Mukatta denir. Edirne de Mevlevihane olan Muradiye camiinde de Katı çalışmaları olduğu biliniyor. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesinde kayıtlı, NAKŞİ…T.S.M…H. 2142-2294 E.H 2740 No larda kayıtlı Albümlerde oyma kıtaları. Özelliği Erkek oyma yazıları. ‘’ Darünnasri velmeymene,, Şehr-i Edirne ibaresi görülür. Yine, Halazade Mehmet. Şair ve hattat. Edirneli. XVIII yy .T.S.M ..H. 2288 . Çiçek oyma. E.H. 2850 Dört sayfalık ‘’ Manzume-i Veladiye,, . Görüleceği gibi KATI çalışmalarının Edirne de de yapıldığının tescil edilmiş olmasıdır. ( Gülbün MESARA ve Topkapı Müzesi eski Müdüresi Filiz ÇAĞMAN). Burada Ord. Prof. Dr. A Süheyl ÜNVER in oyma levhasına yer vermek istiyorum. Levhada ‘’ Aşk-ı Mevlana ile hayretzede, Mevlevi Seyyit Hasan Leylek Dede,, ibaresi yer alıyor.
Edirne de Edirnekari kadar önemli olan KATI konusu bugüne kadar hiç gündeme getirilmediği içinde çok üzgünüm.
Konuyu dağıtmadan yine TRT de yakın dönemde belgeseli yapılan Ukrayna da çekimi VİTİNENKA ( VYTYNANKY ) Bizdeki Katı benzeri bir tarz. Okullarında ‘’Wycinanki Poper Art ,, olarak tanımlanan kağıt kesme oyma çalışmalarının olduğunu, efsanevi konuların ve Halk bilim alanında uygulamalarının da yapıldığını öğrenmiş oluyoruz. Yine, Portekizli sanatçı Paula REGO un İstanbul Pera Müzesinde açılan sergisinde ki kolajlarına da değinmiş olalım. Teknik ve düşünce anlayışına dayanan kolaj, Kübizm den sonra asıl mevcudiyetini varlığını DADA ile duyurmuştur. 1. Dünya savaşı (Paylaşım savaşı) sonrası bir tepki olarak geleneksel resim malzemelerinin reddedilmesi ile Kolaj ın protest bir uygulama olarak ortaya çıktığı da bilinen bir gerçektir. Daha sonra da Gerçeküstücüler de (Sürrealizm) uygulamalarına tanık oluyoruz. Yeri gelmişken değerli öğretim üyesi sayın Doç. Dr. Figen GİRGİN hocamızın ‘’Çağdaş Sanat ve Yeniden Üretim ,, başlıklı, alıntı, öykünme, kolaj ve taklit içeriği ile yayınladığı kitabını da okumanızı öneririm. Akademik sanat eğitiminin önemli bir aşaması da eskim ustaların resimlerinin kopyalarını yaparak teknik beceriyi artırmaktır ifadesine yer vermiştir. İlginç yanı Bu kopya çalışmalarını kolaj yolu ile de denemelerini istemesidir. Bu çalışmayı çok önemsediğimi söylemeliyim. Tabi birde değerli öğrencim Eda ÇIĞIRLI nın Haliç Sanat 1 Galerisinde ( Fener – Balat. 28 .11. 2024/ 2. 3. 2025 tarihleri arasında ) ‘’Düşler,, konulu, dekupe edilmiş basılı kağıtlardan üretilmiş, insanın temel kaygılarına odaklanan Kolaj çalışmalarından oluşan etkinliğini de kutluyorum. Bende kağıt işlerine önem verdiğim için aynı duygu ve düşünceleri paylaşıyorum.
De kolaj Nedir.
Kolaj sanatına eklemlenen bir başka uygulaması da DEKOLAJ çalışmalarıdır. Konumuzun asıl vurgusu da Dekolaj ( İng. De Collage – De Kolaj ) uygulamasıdır. Kolajın tam tersi anlamına gelmektedir. Tersine Kolaj da diyebileceğimiz bu çalışma biçimi, renkli kağıt, afiş, broşür gibi farklı malzemelerin üst üste katmanlar halinde yapıştırılması sonrasında, bu materyallerin bazı yerlerinin kesilip yırtılarak, koparılarak çıkarılması ile oluşan görsellerdir. Duvarlarda buna çokça tanık olmaktayız. Aynı bu izlenime dayalı olarak sanatsal kompozisyonların oluşturulmasıdır. Yeni gerçekçilik olgusuna dayalı, bu görüşe uygun bir ifade biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak Kolaj dan pek farklı da değildir. Paralelinde gelişen ardılı bir eylemselliktir diyebiliriz.
Toplumsal bir fenomene dönüşen duvar yazıları, çok boyutlu olarak yansıyan toplumsal içerik taşıyan duvar yüzeyleri. Afişlenmiş yüzeyler, kimi kez protesto, kimi kez sinkaflı sözler, kimi kez de müdahale edilerek afişlere bilinç altının tezahürü olarak bıyık sakal çizmek, gözünü oymak ve yırtmak gibi tepkisel tutumların De Kolaj ın da ortaya çıkmasında ilk izlenimler olabileceği düşüncesine de vara biliriz. Bütün bu duvarlardaki eylemsellik Dekolaj ın fikir alt yapısını oluşturmaktadır. Dayanak noktası tepkisel kent kültürüne dayalı rengarenk İKONLAR ( Görsel Gösterge – Gösteren ile gösterilen arasında ki ilişki ) dünyasının yaratıcı zemininde imgelerle dolu soyut diyebileceğimiz kompozisyonlar sunmasıdır.
Her zaman pratikte konuların farkındalığına örnekler vermek, kavranılması için yerinde olduğu düşüncesindeyiz. Biz her sokağa çıktığımızda caddelerde reklam panolarına rastlarız. Açık hava reklamcılığı da denilen BİLLBOARD’lar. Üzerlerine afişleme yapılır. Belli bir süre sonra zamanı geçince bu afişler sökülür ve kimi kez de yırtılır. Kimi camekanlı kapalı ışıklı olup kimi de dışa açıktır. Sökülmüş Billboard’ları gözlemlediğinizde, doğaçlama ( Emprovize) soyut bir çalışmayı andıran, rastlantının verdiği kaotik bir düzenleme benzeri çok ilginç DE KOLAJ örneklerine rastlarsınız. Sanatsal bir kaygı olmaksızın bu tesadüfi oluşumların son derece estetik soyut kompozisyon tarzında izlenimler verdiğini göreceksiniz. Billboard’larda ilginç Dekolajların saklı olduğu gerçeğiyle kent sokaklarını ve duvarlarını gözlemlemeye davet ediyorum. Her ülkenin kentsel kültürel olgusunun ve toplumsal yansımalarının duvarlarda karşılığını bulduğunu unutmamalıyız.
Fransız sanatçı J. VİLLAGLE nin gözlemlere dayalı olarak sanatsal platforma taşıdığı Dekolaj çalışmalarının estetik bağlamda soyut birer çalışma olup toplumsal içerikli eleştirel yaklaşımını da zannediyorum kavramışızdır. Saygılarımla
Yüksek Ressam – Mehmet Enis ŞENSEVER
10 Ocak 2025
Pera Müzesi 3 Mayıs – 13 Temmuz 2008 yılında çok önemli bir sergiye daha ev sahipliği yapmıştı. Sosyolojik olarak irdelenmesi gereken duvarları konu alan bir sergiydi bu. Kolaj ve De kolaj çalışmalarıyla dünya kentlerinin duvarlarının dış yüzeylerine yansıyan yaşanmışlıklara bir göndermede bulunan ve sanat dünyasına da esin kaynağı olan yüzeylerin izinde ki iki usta sanatçıya kapılarını açtı. Burhan DOĞANÇAY ve Jacques VİLLEGLE. Sokağın dilini tuvallere aktardılar. Biçimsel olarak Soyut ve Soyutlamaya dönük olsa da Yeni Gerçekçilik doğrultusundaki bu çalışmalar (Nouveau Realisme) toplumcu ve sosyal içeriklidir.
Farklı kökenlerden ve kültürlerden gelen iki sanatçıyı kısaca tanıtmış olalım. 1929 İstanbul doğumlu olan B. DOĞANÇAY ile 1926 Quimper – Fransa doğumlu J. VİLLEGLE, ölümü 1922 Paris. B.DOĞANÇAY ilk eğitimini babası ressam Adil DOĞANÇAY ve Arif KAPTAN dan alır. Paris Üniversitesi’nde Ekonomi doktorası diplomasını aldı. Paris de olduğu dönemde
‘’ L’ Academie de la Grand Chaumiere ,,de resim çalışmalarına katıldı. 1962 de New York da diplomatik kariyerinin ardından 1964 de tamamen kendini sanata adamaya karar verdi ve New York’a yerleşti. Çeşitli kentlere yolculuk etme isteği ile şehirlerde neler olduğunu görmek istemesi, sanatsal yönelimlerinin bu yönde olmasını sağladı. Duvar yüzeyleri konu alanı oldu.
J. VİLLEGLE ise 1947 de Saint Malo da çevresinden topladığı nesneleri biriktirmeye başlar. 2. Dünya savaşından kalma Atlantik Duvarının kalıntılarından ele geçirdiği çelik teller ile tasarımlar yapar. Bulunmuş nesne – Objet Trouve. İng. Found Object. ( 1942 de Nazi Almanyası tarafından 1944 e kadar batı Avrupa kıyıları boyunca Büyük Britanya dan Avrupa ana karasına kadar beklenen Müttefik Devletlerin istilasına karşı savunma için inşa edilen kıyı güçlendirme hattı. Bombardımanlar nedeniyle yarım kalmıştır.) 1949 da yalnızca yırtık afişlere yönelir. 1954 de Yves KLEİN, Pierre RESTNAY ve Jean TİNGUELY ile 1. Paris Bienaline katılır. Yırtık posterleri ve dekolajları ile ünlü bir Affichistti olarak birlikte Nauveaux Realisttes gurubunu kurarlar. Paris’e yerleşir ve dekolajlarını üretir.
B. DOĞANÇAY ve Fransız sanatçı J. VİLLEGLE nin ikili sergisinde duvarların hikayesini sosyolojik bir serüven olarak izliyoruz. Kolaj ve Dekolaj bağlamında açılan sergilerine bir gönderme de ‘’ Duvarların görsel arkeolojisinin tezahürü olarak Jacques VİLLEGLE,, başlıklı makalesinde Haydar BALSEÇEN ( Batman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi) kent duvarlarındaki görsel kültür, topluma ve sanata sunulan bir ayna görevini sürdürmektedir yorumunu yapıyor. Ayrıca şunu da ekliyor. Her ne kadar bu dış mekan yüzeyleri gündelik yaşam pratiğinde sıradan ve anlamsız bir dünya gibi görünse de aslında bu yüzeyler bir toplumun sanatının, kültürünün ve bilimselliğinin göstergesidir. Arkeolojik kazı alanı gibi
( Toplumsal bir fenomene dönüşerek bilinç altının katmanlarında yatan protest söylem çeşitliliğinin su yüzüne çıkmış hali ) aynı zamanda metafizik söylemle ( Dekolaj ın nesnel bir ifadesi yoktur. Yırtılmış yüzeylerin soyut bağlamda ki görselliğini, ifade tarzını simgelemesidir) önemli bir olgu olarak sokağın dilinin estetik anlamda sanatçı aracılığıyla sanatsal propaganda vasıtasına dönüşmüş olmasıdır. Duvar edebiyatı da diye bileceğimiz hiciv ve yerginin iç içe geçtiği yüzeylerle mağara dönemi insanın tarih öncesi ( Prehistorik dönem – Altamira ve Lascaux hayvan çizimleri ) anlatımı arasında çok da fark olmasa gerek. Farkı kendi döneminin sorunsalı olmasıdır. Bugün ise çağın gereksinimi olan baskı yöntemleri ile afişler ve Grafiti gibi Kaligrafik yazı sanatına dayalı grafiksel düzenlemeler. 1980 lerden sonra bizde de görülmeye sorgulanmaya başladı. Boş duvarlar yol boyları gibi her mekânsal alanda izin verilmediği için zabıtaya karşı erkete bile tutan Grafiticiler. Daha sonra son yıllarda epey yol alan Mural / Duvar resimleri sanatı. Bu konu çok geniş ve her biri ayrı yazı konusu olabilecek türden.
Burhan DOĞANÇAY ın bugün Dolma Bahçe Sarayı Müzesi olan. Saray koleksiyonları Müzesinin altında Dolma Bahçe Kültür Merkezi olarak adı geçen yerde yıllar önce sergisi vardı. Orda birebir duvarlar yürüyen bir sistem üzerinde aynen canlandırılmıştı. Duvarlarda elektrik kabloları sokak tabelası, yapıştırlmış afişler duvar yazıları. Asamblaj ( Asssemblage) uygulaması. Doğal ve hazır malzemelerden oluşan sanat eserleri. Kentin varoşları ile mutena semtlerinin iz düşümlerini bu kadar iyi yansıtan sanatsal anlamda bizi bize sunan yüzleştiren bir sergi olgusu ile ilk kez karşılaşmıştım. Yinelersek 2008 yılında Pera Müzesinde bu iki değerli sanatçının ortak karma sergisinde yukarıda bahsettiğimiz gerekçeleri sergi mekanına taşımış olmalarıdır. Tamamen toplumsal içerikli bir sergi olduğunun altını çizelim. Burada kolaj ve Dekolaj hakkında bilgi verdikten sonra günümüzden örnekler vererek konunun daha iyi anlaşılmasını ve kavranmasını sağlamış olacağız.
Deva mı yarın…
Sanatçı neyi resimler sorusunun cevabım olarak daha öncede bir yazı yazmıştım. Dışımızdaki gerçekliği daha doğrusu bizim dışımızda ki varlıkların bize yansıması. Antikite den beri söylenen ayna tutmak tabiri, bize yansıyanı yansıtmak ise ( Mimesis) Ustalık isteyen beceri dışında gerçek anlamda sanatsal bir ifade ve yorum olamaz. Akademik çalışmaların bir üst aşaması olarak ifade ve yorum. Sanatsal obje – sanat nesnesi olarak adlandırdığımız resim yüzeyine taşınan varlıkların imgesidir. Betimlemenin boyutu figüratif resimden soyutlama ve soyuta kadar giden yelpazenin tümünde ifade ve yorum vardır. Sanatçının kaygısı imgeyi resimlemektir. Hatta bunun için sanatçı en iyi Metafor ustasıdır tanımını hep kullanıyoruz. Bunun içinde güzel bir örneğimiz olacak. Prof. Dr. Caner KARAVİT. Edirne doğumlu sanatçımız, halen MSGSÜ, Temel Sanat Eğitimi Bölümünde görevine devam etmektedir.
Resimde gördüğünüz doğadan esinlenerek yola çıkılmış, ancak ifade amaçlı hem teknik hem de Üslup özelliğine ulaşmış yorumlar görüyoruz. Soyutlama boyutuna kayan figüratif unsurların ele alınış biçimi resminin karakteristik yanını oluşturuyor. Garipsenebilecek biçimler. Dış dünyaya yapmış olduğu göndermelerin çağrışımlarını bize taşıyabiliyor. Bizim genelde dış gerçekliği tasvir olarak nitelendirdiğimiz yansıtma, aktarma, benzetme şekliyle ortaya koymamıza natüralist denilen doğacı Doğaya özgü Ağaç ve bitki imgelerinin yorumsal yansımalarını alabiliyoruz. Bu çalışma için soyut diyemeyiz. Yazı konumuzun anlamını bu örneklerle daha çok kavrayabildiğimizi sanıyorum. Süje olgusu sanatçının düşünsel boyutunda ki tezahürleridir.
Yüksek Ressam Mehmet Enis ŞENSEVER. İDGSA. MSÜ Resim Bölümü mezunu. Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Emekli Öğretim Elemanı.
Akademi girişli olan sanatçı 5 yıllık eğitim süreci içinde okulunun adı değişerek Mimar Sinan Üniversitesi olmuştur. Temel Sanat Eğitiminden sonra Prof. Neşet GÜNAL hocanın Atölyesinde, hocasının emekliliğinin ardından Prof. Dr. Neş’e ERDOK hocanın Atölyesinde yeterli çalışmalarını tamamlayıp Yüksek Lisans ile mezun olmuştur. Akademik öğreti kökenli olup Figüratif ağırlıklı, Canlı modelden desen ve pentür sorunsalını çözümleyerek sanatsal ifade boyutunda çok daha sağlam basarak denemeleri giderek şekillenmiştir. Sağlam bir figüratif alt yapı olmadan üst aşamada yorum ve kurgulamalara gidilemeyeceğini 42 yıllık sanatçı ve sanat eğitimcisi olarak bizzat deneyimleri ona yol göstermiştir. Tuval üzerine yağlıboya çalışmasında Soyuta çok yakın ifade boyutunda ki uygulamasını görüyorsunuz. Resmin adı ÇIĞLIK. ( Resim
Resmin sağ tarafında geriye doğru yaslanmış bir insan figürü görülüyor. Uzaklara doğrun haykıran bir insan imgesi. Resmin içinde Sesi duyamayacağınıza göre sesi niteleyen ses dalgalarını çağrıştıran görsel plastik organik formlar yer alıyor. Bu kompozisyon kurgusu resmin konusu ile örtüşen bütünlük içinde. Resmin içsel serüveni bizi karabasanlarla çevrili bir melankoliye de götürebiliyor. Renk her zaman Psişik bir olgudur. O nedenle renk seçimi ilintili ve tamamlayan bir öğedir. Sarı ve Lacivert tercihi konu ile tam oturmuş olabilir mi. Onu da sanat tüketicisi izleyicinin alımlamasına bırakalım. Sergilerimizde çokça yaşadığımız bir faktördür. Resimlerimize izleyicilerden farklı farklı yorumlar alabiliyoruz. Tamda konu başlığımıza uyan bir neden. Süje – özne olarak izleyeninde bir bakışının olduğu gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzdur. Sanat kültürünün gelişmesi bireylerin nedensiz amasız sanat galerilerine müzelere bolca gitmeleri ile olur. Önce görsel hafızalarını geliştirmeleri gerekiyor. Tabi bu yetmez. Okumalar ve sorular sorarak edindikleri görsel hafıza ve bilgilerinin pekişmesi ile olacaktır. Hevesle severek her kes kendine göre denemeler yapabilir. Unutmayın her kes bir özne süjedir.
11 Eylül 2024
Süje – Özne ne demektir. ( Fra. Sujet, İng. Subject ) Bizim burada üzerinde duracağımız asıl konu sanatsal anlamda bireyin kendisidir. Düşünebilen yargılayan yorumlayan ve sanatsal yaratı boyutunda üretebilen anlamındadır. Özne olarak hem sanatçıyı hem de sanat alıcısını alımlayanı tanımlayan bir terimden bahsediyoruz. Bir sanat eserini üretebilen özne ya da değerlendirebilen yargılayabilen özne. Şunu demek istiyoruz, tekil anlamda bireyden bahsediyoruz. Bu üreten olarak sanatçı tüketen olarak sanat alıcısı. Her ikisi de Süje dir .
Her ikisi de kendi fevkinde ve boyutunda özgün bireylerdir. Yani özgün birer kişiliktirler. Toplumun bütün bireyleri birer öznedir. Her bir kişilik olarak birer öznedirler. Ben bir özneyim sende benim karşımda bana karşı bir öznesin. Özne konumunda olan birey için merkez kendisidir. Özne ve onu çevreleyen bir evren dünya söz konusudur. Önce bunu belirtelim. TDK ya göre Süjen nin Türkçe karşılığı Öznedir.
Felsefenin temel kavramlarından biri olan Süje, dilimize Latince den geçmiştir. İlk kez Platon (Eflatun), Aristotales ve Herakleitos gibi Antik Yunan filozoflarının eserlerinde kullanıldığı bilinmektedir. Tabi burada Estetik süje, estetik obje-nesne gibi kavramlar da devreye girer. Estetik alımlama ile ilgili olarak görebilen Estetik Özne. Yani sanatçı tarafından görsel olarak algılayıp yaratıcı boyutta estetik objeyi, sanat nesnesini estetik form dili ile plastik kaygılar ile üslupsal olarak ortaya koyabilen, betimsel anlamda kurgulayabilendir. Sanatsal ürünü okuyabilen, dinleyen, yorumlayabilen, yeniden üretilmiş sanat nesnesi ile ilişkiye girebilen, onunla bir bağ kurabilen sanat tüketicisi, yani alımlayan izleyici ve satın alan olarak öznelerden bahsediyoruz. Berna MORAN ‘’Edebiyat kuramları ve eleştirisi’’ adlı kitabında şu tabloyu çizmiştir. ‘’ Sanatçı, sanat ürünü, sanat tüketicisi ve hepsini içine alan çevreleyen fiziksel ve toplumsal çevre. Dışımızda ki dünya’’. Sanat nesnesi – objesine bir örnek verecek olursak (Dışımızda ki her varlık görsel ve plastik olarak ele alınıp değerlendirilirse sanat nesnesine dönüşür.) bir iskemle iskemle olarak bir zanaat ürünüyken artık sıradan bir iskemle olmaktan çıkar estetik obje, sanat nesnesi olarak nitelendirilmeye başlar.
Özne, yazın sanatlarında dil bilgisi kapsamında ise, bir cümlede -tümcede bildirilen işi yapan veya yüklemin ( tümcede iş, oluş, yargı, hareket bildiren sözcük ya da sözcük topluluğu. Örneğin ‘’ dün gördüğümüz arkadaş çok girişkendir’’ tümcesinde ‘’ girişkendir’’ sözcüğü yüklemdir) bildirdiği durumu üzerine alan kimse ya da şey demek. ‘’Ali geliyor ‘’ cümlesinde
‘’ Ali’’ öznedir. ‘’ Çocuk henüz uyudu ‘’cümlesinde ki ‘’ çocuk’ ’öznedir. Yinelersek bunlar dil bilgisi kurallarıdır. Sanatsal anlamda ve yaşamda özne bireyin kendisidir. Sanatsal yaratım sürecinde felsefi olarak, bilinci, sezgisi, düş gücü olan, dış dünya karşısında ona karşıt olan. Bu karşıt olma hali. Onu çevreleyen her şey özne için algılanılabilecek varlıklar demektir. Bakan bir çift göz, ben demektir ve öznenin kendisidir. Söz konusu Özne ise bu ben demektir. Şu an bu yazıyı yazan yorumlayan olarak özne benim. Beş duyu organıyla algılaya bilen, etkiye karşı tepki verebilen, Yukarda değindiğimiz gibi, fiziki ortam ve tüm çevresel faktörlere benim
( öznenin ) vereceğim tepkiler önemlidir. Süje konusuna biz, bu Felsefi ve sanatsal boyutlardan bakacağız. Sanatsal yaratım süreçlerinde ölçüt Süje nin yani öznenin bilgi deneyim ve yaratıcı gücüdür.
Nuri TEMİZSOYLU nun,’’ Renk ve resimde kullanımı’’ adlı kitabında rengin tanımı için gözün görme edimini açıklamış. Görmenin gerçekleşmesi için, Fiziksel sistemde renk, fizyolojik sistemde renk, psikolojik sistemde renk şeklinde sıralamış. Işığın ölçüler ve rakamlarla incelendiğinde dışımızda gelişen fiziki olaylar. Işığın göz retinası üzerinde ve sinirlerde meydana getirdiği değişim. Fizyolojik olarak görüntülerin sinapslarla ( Nöronlara, sinir hücrelerine taşınması hadisesi) beyne taşınması. Dikkat edilmesi gereken şey, buna rağmen görüntünün görselleşmesi için rengin tanımı gereği çeşitli ışık etkilerinin beyinde uyandırdığı etkiler şeklinde izah eder. Yani görüntünün fiziksel olarak beyne nöronlara taşınması yetmiyor. Beyinde uyandırdığı etkiden bahsediyor. Bu şu demektir. 3. Aşama olan Psikolojik algı boyutudur. Bizi biz yapan değerler, kültürümüz, eğitim düzeyimiz, dünyaya bakış açımız, yönelimlerimiz ile bu beyne gelen görüntülerle işin algılama boyutu devreye girer. Biz bununla birlikte görme edimini gerçekleştirmiş oluruz. Dolayısıyla görme Psikolojik bir sürece tekabül eder. Bu görme edimi ve algılama boyutu, kişiliğimiz ve kimliğimizle, tercihlerimizle ben ( egomuzu ) yani öznemizi oluşturur. Özne nin bakışı son derece özgül ve özgün ( spesifik ) bir yapıdır. İşte şimdi bir kez daha felsefi ve sanatsal boyutların ne olduğunu gelmiş oluyoruz. Aslında biraz karmaşık gibi gözüken aslında çok rahat kavranılabilen bir olgunun çözümlemesi yapılmış oluyor.
Sanatın öznelliği, özne olarak ( Süje) sanatçı, sanatçının dünyası, düşüncesinde var olan kavranılan bir dünya. Sanatın da öznesini oluşturmaktadır. Bunun görselleştirilmesi, sanatın nesnesidir. Sanat denilen kavramın öznesi olan sanatçı, mucize bir dünya yarattı. Görünür olanın da ötesinde bir dünyanın da yaratıcısı idi. Dış dünyanın bir yansıması değil. Sanatçı tarafından taklidin de ötesinde dönüştüren ve bu mucize dünyanın içinde kuran ve kurgulayanı da oldu. İçeriği olmayan hiçbir biçim yoktur. Bu konusuz resim yoktur demek anlamına gelir. Konusuz resim demek de bir konunun metaforik tanımı gibidir. Süje- özne objelere (nesnelere) yönelir. Bazen de Süje, süjelere yönelir ve nesneleştirir. Bir başka insan, model olarak sanatçının konu alanına girdiği zaman sanatçının süjesi karşısında o kişinin öznesi yoktur.
Sanatçının çalışması için gerekli gördüğü ve yöneldiği malzemelerin oluşturduğu seçilmiş nesneler, sanat nesnesine dönüşür. Süje nin yönelimi sonucu ortaya çıkar. Burada anlatım -ifade ile ilgili olarak sanatçı belli konulara yönelir. Konu ancak sanatçının ona verdiği anlamla bir değer kazanabilir. İçerik- öz dediğimiz şeyin esası da budur. ( Öz ve biçim sorunu ) Toplumsal yaşamın her aşamasında sanatçı tarafından ele alınan konular tinselliğiyle, içeriği yansıtan tematik ögesidir. Konu, temanın somutlaşmış halidir. ( Prof. Ayla ERSOY ). Konu, sanatçının herhangi bir neden den dolayı, özellikle söz etmek istediği, anlatım olarak yer verdiği seçtiği şeylerdir. Sanatçının bir şeyden söz etmek istemesinin, yani konu olarak seçmesinin özel anlamı da olabilir, ya da bunun nedeni salt görsel kaygılarda olabilir. Sanatçının seçtiği konu soyut yada somut da olabilir.
Tema – ( Fr. Thema ) tematik kelimesi gibi Fransızca kökenlidir. Örneğin ‘’ Belli bir tema etrafında oluşan ve gelişen’’ şeklinde ifade ettiğimiz gibi yine biz yazı ve konuşma dilimizde bu konuda deriz ama bu temada gibi bir ifade kullanmayız. 1. Bir hikayede öğretici veya edebi bir eserde işlenen düşünce, görüş. 2. Herhangi bir sanat eserinde işlenen konu. Tablonun teması nedir veya Anıtın teması kurtuluş savaşıdır gibi. 3. Müzik de de bir besteyi oluşturan temel motif, müzik eserinin temasına dair. Ayla ERSOY hocamızın anlatımıyla birlikte temanın tanımına karşın biler genellikle konu tabirini daha çok kullanıyoruz. Süje nin yöneldiği konu öznenin kendini ifade edebildiği seçilmiş anlatımlardır. Buna çok anlamlı bir örnek verelim. İtalyan ressam ve Baskı resim sanatçısı Giorgio MORANDİ .
Yaşamının çoğunda durağan ve sessiz, soğuk ve ıssızlığı çağrıştıran şişeler ve keramik kaplarla kompozisyonlar oluşturmuştur. Genelinde arka plan – fon olarak bir duvar ve düşey bir düzlem. Denge amaçlı ve kısmen hareketi yansıtan kısa ya da uzun formlardaki objeler. Sıkılmadan üşenmeden belki de kendini tekrar eden biçimler. Görme ediminin asıl gerçekleştiği algının psikolojik aşaması. MORANDİ nin özellikle seçilmiş sanat nesneleri. Süje nin içsel dünyasının açık tezahürüne somut bir örnek olarak karşımızda gördüğümüz natürmort çalışmasıdır. ( Sitill Life) Resimlerinde Sürrealist- gerçeküstü bir anlayışın olabileceğini belki söyleyemeyiz ancak objelere yönelik fantezisi açısından Metafizik bir yaklaşımdan bahsede biliriz.
Vaziyet son derece ciddidir. Ama henüz iş işten geçmiş değil. Avrupa bu eşsiz ibadet abidelerini merhametsiz barbarlara terk etmemeli, bu insanları ölüme mahkum etmemelidir.
Türk Camileri Peri Masallarındaki Saraylara Benzer.
Edirne de kaldığım sırada ilk yaptığım işlerden biri Selimiye Camii ni gezmek oldu. Çok kalabalıktı. Hiç kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Civar köy ve kasabalardan kaçmış şehit hanımları buraya, Allah ın evine sığınmışlardı. Yanlarında bir sürü de çocuk vardı. Ama ne bir oyun görebilirdiniz, ne de gülüşme. Bunlar son günlerin, yeni savaşların öksüzleriydi. Artık ağlamıyorlardı da. Dört yaşında bir küçük gösterdiler. Hayatta hiç kimsesi kalmamış ve kendiliğinden bu güzel camie gelip sığınmıştı. Güvercinlerin, kırlangıçların da geldiği gibi…Mevsim nispeten müsait olduğundan camie sığınanlar revak altlarında yatabilyorlardı.
Camiinin içine girince, Edirne nin başında bir taç gibi duran bu şaheserin ihtişamını bir defa daha anladım. Şimdiye kadar bu camii hep geceleri, namaz vaktinde görmüştüm. Binlerce Müslümanın hep birlikte secde edip Allah ın adını anmaları muhteşem kubbede bir fırtına uğultusu yaratırdı. Şimdi burası bomboştu. Sadece birkaç ihtiyar sütun diplerine oturmuş, Kur an okuyor, uçuşan kuşların kanat sesi duyuluyordu.
Ayak seslerini boğan halılarda yürürken camiinin taklidi imkansız camlarının mavi ve kırmızı rengini seyrediyorum. Ne çiçekler yapılmıştı onlarla. Bizim kiliselerimizdeki hiçbir heykelin, insanlarda bu camii işleri kadar beşeriyet duygusu uyandırmasına imkan yoktu.
Birden camiinin ağır meşin örtüsü aralandı… İçeriye bir gurup çocuk ve aralıktan güneş ışığı doldu. İçeri girenler sevinçle gülüşerek oynuyorlardı. Bunlar matemli değildi besbelli. Oğlanlar fes giymişti, kızların başında zarif birer örtü vardı. Önce fazla gürültü etmeden saklambaç oynadılar. Sütunların arkasına saklanıyor, koşuşuyorladı. Sonra hep beraber şahane kubbenin altındaki kutsal çeşmenin başında toplandılar.
Artık namaz vakti geldi. Dışarıda Müslümanlar ibadet için toplanıyor …Türkiye camileri peri masallarındaki saraylara benziyor.
Kapıları günün hiçbir saatinde kapanmayan, sık sık kuşların ve küçük çocukların gelip gittiği peri saraylarına…
16 Ağustos 2024
Resim alt yazıları.
Bulgarların Meriç e attıkları rehinelerin cesetler çıkarıldıktan sonra .
Bulgarların kaçarken kuyuya attıkları Türk harp esirlerinin çıkarılışı. Fotoğrafın altında
P. LOTİ nin el yazısı
Edirne nin kurtuluşu sıralarına denk gelen Ramazan Bayramı. Selimiye Camii ve salıncakta sallanan çocuklar
Türk kumandanlarının Kurtulan Edirne ye girişi. Ortada şişman olan İzzet Paşa. Yanında ise Hurşit Paşa ve Enver Paşa
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.