Müslümanların 7 asırdan fazla hüküm sürdükleri, çeşitli ilimlerde örnek teşkil edecek medeniyeti kurdukları Endülüs’ü öteden beri merak eder dururdum. Almanya’da bulunduğum 1989 yılı Ekim ay’ı idi. Türkiye’den yıllık izinden dönmüştük. Bir gün, ayni kurumda (İslam Toplumu Milli Görüş) Seyahat işlerinde görev yapan bir arkadaşım bana, “İspanya’ya gider miyiz?” dedi. Beklemediğim bir teklifti. Bir an durakladım. Bu, uzun zaman düşündüğüm fakat bir türlü gerçekleştiremediğim bir arzumdu. Batı’da ABD, Doğu’da Avustralya’ya kadar 40 civarında ülkeye gitmiştim. İspanya ise Almanya’ya Türkiye’den daha yakın!
Arkadaş’a, “şaka mı söylüyorsun?” dedim. “Yoo! Ciddiyim. Yalnız, seyahatimiz 5-6 günden fazla olmamalı” dedi. Kısa da olsa Endülüs Bölgesini şöyle bir gezelim ve yakından tanıyalım da belki ileride buraya seyahatler tertipleriz düşüncesi oluştu, böylece anlaştık.
Bu benim için uzun zamandır hayal ettiğimi gerçekleştirmek fırsatı olmuştu. Kısa zamanda hazırlıklarımızı yaptık ve iki gün sonra (5 Ekim 1989) sabahı iki arkadaş arabamızla Endülüs bölgesini (İspanya) gezip görmek üzere Almanya’nın Köln şehrinden hareket ettik. Serin bir Sonbahar sabahı, sabah namazını müteakip Köln şehrinden başlayan yolculuğumuza Almanya’da Koblenz, Trier şehirleri üzerinden devam ediyoruz. Bir şehir büyüklüğünde olan ve “AB” ülkelerinin en küçüğü Lüksenburg’a varıyoruz. Lüksemburg’un ülkesindeki kısa yolculuğumuzdan sonra Fransa sınırına ulaştık. Arabamız Almanya plakalı olduğundan Fransız Gümrük Görevlileri pasaport kontrolüne dahi gerek görmediler. Böylece Fransa topraklarına giriyoruz.
Ayni gün İspanya’dayız!
Yüzlerce Km. yolu geride bırakarak ayni gün Fransa’nın Nancy, Dijon ve Lyon şehirleri üzerinden sahil şehri Marsilya’ya uğramadan İspanya’ya doğru yol aldık. İspanya gümrüğüne vardığımızda akşam vakti yaklaşmıştı. Oldukça tenha olan gümrükte görevli memur bize kim olduğumuzu, daha doğrusu Alman mı olduğumuzu sordu. Biz kendisine, “Hayır, Almanya’da yaşayan Türklerdeniz” dedik. Şaşkın şaşkın baktıktan sonra, o da Fransa gümrüğünde olduğu gibi pasaport kontrolü yapmadan elinle işaret ederek “geçin” dedi. Gümrük memurunun bize “şaşkın” bakmasının sebebi herhalde İspanya’ya (karadan) pek az Türk’ün turist olarak gitmiş olmasından kaynaklanıyordu! Gün boyu arabamızla yolculuk yapmamızdan dolayı yorgun düşmüş, biran önce istirahat edecek müsait bir yer bulmaya çalışırken, bir taraftan da yolumuza hızla devam ediyorduk. Derken, İspanya’nın en önemli turistik sahil şehirlerinden Barcelona’ya yaklaştığımızı gördük. Şehir merkezine girdiğimizde saat 22.00’yi gösteriyordu. Hemen, gecemizi geçirecek müsait bir otel aramaya koyulduk. O günlerde Orta Avrupa’da havalar soğumaya başlamış olmakla beraber, bir Akdeniz ülkesi olan İspanya’nın bilhassa sahil boyunda henüz turistik mevsim sona ermemişti. Bu bakımdan baktığımız 2 otelde yer bulamayınca bir taksi şoförünün yardımıyla üçüncü bir otele gittik. Nihayet bu otelde 2 yataklı bir oda bulabildik.
Barcelona’da bir gece!
Otel’de yerimizi ayırttıktan sonra az da olsa bildiği Almancasıyla bize yardımcı olan taksi şoförü, arabamızı emniyet altına almamızı söyleyince; “Şehir merkezinde arabamıza bir zarar gelir mi” diye sorduk. “Burası İspanya, hele yabancı plakalı araba olunca kaşla göz arasında soyuverirler” dedi. (tabi olay 35 sene önceki İspanya’da geçti) Bize kapalı bir araba garajı buldu. Böylece aracımızı emniyet altına almış olduk.
Gün boyu yaptığımız araba yolculuğu bizi o kadar yormuş ki, uyuya kalmışız!
Ertesi gün sabah, yolculuğumuzun ikinci bölümüne başladığımızda hedefimiz olan Gırnata şehrine ulaşmak için yaklaşık 700 Km.lik yolumuz daha vardı. Üstelik sahil boyunca devam eden otobandan ayrılıp, biraz iç kısımlardaki karayolunu takip ediyoruz. Gerek yol boyunca, gerekse gezdiğimiz yerlerde zorluğunu çektiğimiz tek şey “lisan/dil” oldu! Çünkü İspanyollarla anlaşabilmek için ya onların lisanlarını bilmek, ya da Fransızca konuşabilmek gerekiyordu. Bizim konuştuğumuz Türkçe ve Almanca lisanlarını karşılaştığımız insanlar arasında bilen yoktu.
İspanya’nın 2 önemli ve büyük şehirleri olan Barcelona ve Valencia arasında yol alırken, kendimizi bir an Türkiye’nin Akdeniz sahillerinde hissettik! Sahil boyunca uzanan limon, portakal bahçeleri Türkiye’den farksızdı. Aralarında binlerce Km. olmasına rağmen, bilhassa coğrafi ve iklim bakımından İspanya ile Türkiye kadar birbirine benzer iki ülkeye az rastlanır.
İkinci, Almansa, Yeçla, Caravaca ve Baza gibi iç kısımlardaki karayolu üzerinde bulunan kasabaları birer birer geride bırakarak yolumuza devam ettik. Yol ilerledikçe adeta yorgunluğumuz azalıyordu! Buna karşılık heyecanımız artıyordu! Nihayet ikinci gün gece saat 22.00 sularında sabırsızlıkla beklediğimiz Endülüs İslam Medeniyeti’nin 2 önemli merkezinden biri olan Gırnata’ya vardık.
GÜNDEM
14 gün önceGÜNDEM
26 Aralık 2024GÜNDEM
26 Aralık 2024GÜNDEM
26 Aralık 2024GÜNDEM
26 Aralık 2024GÜNDEM
26 Aralık 2024EKONOMİ
26 Aralık 2024