eşya depolama
romabet romabet romabet
deneme bonusu veren siteler
bandstanddiaries.com
sakarya escort belek escort adana escort antalya escort ankara escort aydın escort bursa escort gaziantep escort istanbul escort samsun escort balıkesir escort mersin escort konya escort eskişehir escort izmir escort sınav analizi denizli vip transfer kocaeli escort malatya escortmaltepe escort muğla escort manisa escort sivas escort tekirdağ escort tokat escort uşak escort yalova escort yozgat escort trabzon escort afyon escort aksaray escort amasya escort ardahan escort artvin escort bartın escort bayburt escort bolu escort burdur escort çanakkale escort çankırı escort çorum escort edirne escort elazığ escort erzurum escort erzincan escort kırşehir escort van escort zonguldak escort giresun escort gümüşhane escort hakkari escort ığdır escort ısparta escort kahramanmaraş escort karabük escort karaman escort kars escort kastamonu escort kırklareli escort kütahya escort nevşehir escort niğde escort ordu escort osmaniye escort rize escort şanlıurfa escort siirt escort sinop escort şırnak escort tunceli escort yozgat escort tokat escort tekirdağ escort kütahya escort balıkesir escort aydın escort edirne escort sivas escort uşak escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort vergi konseyi görüntülü sohbet urla siyaset haberleri ankara magazin istanbul magazin yalova magazin kütahya magazin elazığ magazin adıyaman magazin tokat magazin sivas magazin batman magazin erzurum magazin afyon magazin malatya magazin ordu magazin trabzon magazin mardin magazin eskişehir magazin denizli magazin muğla magazin van magazin aydın magazin tekirdağ escort balıkesir magazin samsun magazin kayseri magazin manisa magazin hatay magazin diyarbakır magazin mersin magazin kocaeli magazin gaziantep magazin konya magazin sakarya magazin antalya magazin bursa magazin izmir magazin istanbul otomobil fiyatları istanbul ekonomi istanbul eğitim istanbul seyahat istanbul gezi rehberi antalya alışveriş merkezleri antalya ticaret
Ahmet Acaroğlu

Ahmet Acaroğlu

26 Kasım 2025 Çarşamba

BENCE ÖNEMLİ KONULAR

BENCE ÖNEMLİ KONULAR
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir Öğretmenler Günü daha geride kaldı. Aslında klasik seremoniler, ezberlenmiş mesajlar, bilindik programlar yine öndeydi ama öğretmenlerin dağ gibi sorunları, talepleri geride kaldı. Göstermelik işleri severek yapıyoruz da, derde deva olabilecek çözümler konusunda ya çok isteksiziz, ya da eylem tembeliyiz. Üstelik eğitim-öğretim alanında yapılacak o kadar çok iş varken…

“Bence ne yapılsa da iki insanın hakkı ödenmez. Bunlar; öğretmen ve annedir.” diyen Victor Hugo meseleyi can evinden yakalamıştır. Ama Bakanlık, hakları konuşmuyor, sadece bunaltıcı görevler yüklüyor öğretmenlerin omuzlarına.

“Öğretmen bir sanatkardır. Yarının temelini o attığı gibi, değerli kişilik hamuruna da o biçim verir.”  özdeyişi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e aittir. Fakat bunun için, törelerine saygılı, akıl ve bilime inanmış, ruh ve manayı kavramış, felsefi düşüncenin önemini idrak etmiş, tarihine hayran ama yarının diriltici soluğunu taşıyan öncü kadrolara ihtiyaç vardır. Yani önce öğretmen yetiştirme ilkelerini belirlemeli ve iyi öğretmenler yetiştirmeliyiz. Bunun için de iyi öğretmen yetiştirmeyi kendimize dert edinmeli, Milli Eğitim Programlarını ona göre yapmalıyız.

Bu iş öyle yalap şap olacak, kısa zamanda sonuç alınacak bir iş değildir. Önce öğretmen yetiştiren okullarda görev alacak kadrolar çağdaş disiplinlerle iyi yetiştirilmeli, öğretmen olma idealini rüyalarına taşıyabilen çok istekli öğrenciler daha ortaokulda iken fark edilmeli, liselerde bilimsel analiz ve testlerle seviyeler belirlendikten sonra da üniversitelere yönlendirilecek gençler özenle seçilmelidir. Çünkü öğretmen yetiştirme konusuna yeterince hazırlık yapmayan bir devlet yarınlarını ziyan etmiş demektir.

Ne ki, Atatürk Dönemi hariç, hiçbir siyasi iktidar bu konuyu ciddiyetle ele almamış, okulları ve öğretmenleri siyasi iktidarın bekası için sistemli bir biçimlendirmenin aparatı gibi görmüştür. Ne kadar parti varsa, eğitim işkolunda da o kadar sayıda sendika  olmasını başka türlü izah edebilir misiniz? Ve hatta eğitimciler bunca ayrışmışken hak aramada samimiyetten bahsedebilir misiniz?

Göstermelik de olsa bu özel günleri önemsiyorum aslında. Eleştirilerim mesleğin daha itibarlı hale getirilmesi, öğretmenlerin ekonomik girdaplara itilmeden saygınlıklarını yeniden kazanmaları içindir. Öğretmen maaşları belirlenirken Atatürk’ün emrini biliyorsunuz: “Vali maaşının altında olmasın!”  diyor. Bugün var mı bu denli bir hassasiyet? Atama bekleyen binlerce öğretmenin hayallerini çarmıha gerecekseniz niye aldınız bu okullara?! Pazarlarda limon satmak da ayıp değil ama siz üniversitelere niye kaydettiniz, ne amaçla mezun ettiniz bu gençleri? Şehit öğretmenleri niçin koruyamadınız da ailelerine ateşler düşürdünüz?

Ellerini öpelim, ellerimiz öpülsün, aramızdan ayrılanları analım, yaşayanları hatırlayalım, dünyanın bütün çiçeklerini toplayalım götürelim, ya da getirsinler bize. Güzel şeyler bunlar, vefa duygusu, hatırlanlanmak, değer bilmek. Ama gerçek sorunlar halının altına süpürülmemek, çözümlenmek şartıyla. Bence önemli olan burası.

 **********************************************************************************

Dostlar içim çok dolu, ben usta kalemler gibi kısa da yazamıyorum. Bakın bir önemli konu daha var. Yazmazsam olmayacak. Gelin birlikte düşünelim. Bence bu da önemli çünkü.

Halk TV’de cumartesi ve pazar sabahları Serhan Asker’in sunduğu “Görkemli Hatıralar” adlı bir program var. Kültür sanat ağırlıklı bir program. Halk Tv iktidara muhalif bir kanal. Muhalif ama, özellikle Serhan muhalefeti sadece CHP’den ibaret biliyor herhalde. Varsa yoksa Chp, varsa yoksa Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve diğer devrimci gençler… Sanki solda Nazım’dan başka şair yok. Chp’ler bile ,gına geldi artık diyorlar.

Daha önce de eleştirdim kendisini ama o hızlı devrimci rolünü oynamaya devam ediyor. Kardeş yapma bunu. Bir daha uyarıyorum. 12 Eylül cuntası bir soldan, bir sağdan katletti bu çocukları idam sehpalarında. İşkence çığlıkları Mamak zindanın duvarlarında asılı duruyor. Sen sadece senin yoldaşlarına ağıtlar seslendiriyorsun. Haksız yere asıldığı sonradan anlaşılan Mustafa Pehlivanoğlu, Selçuk Duracık, Fikri Arıkan, Ali Bülent Orkan, Cengiz Baktemur ve diğer ülkücüler insan değil miydi? Onların canı yok muydu, onların ana babaları, eşleri, çocukları yetim kalmadı mı? 

Yeter yahu bu kadar ideolojik bağnazlık! Ülkücüler ve devrimciler, hangi karanlık ve iğrenç senaryoların kurbanı olduklarını, rutubetli karanlık mahpus odalarında aç susuz kaldıklarında, işkenceden bayıldıkları ıslak mermerlerin soğuk taşlarında yatarken, hayatı tespih yaptıkları maltada volta atarken anladılar, kardeş oldular. Ama sen bir türlü kurtulamıyorsun prangalarından. ABD, Mossad ve diğer istihbarat örgütleri aynı pis oyunları yeniden sahnelemenin telaşıyla ellerini ovuştururken, yeniden bir kardeş kavgasının fitilini ateşlemeye çalışırken sen nasıl bu kadar aymaz olabilirsin arkadaş!

Biz oy vermeseydik bunca belediyeyi kazanabilir miydi CHP? İmamoğlu olmazsa Mansur Yavaş CHP’nin adayı olmayacak mı? CHP’nin oyu Ankara’da belliyken ülkücü Mansur Yavaş sadece CHP’lilerin oyuyla mı kazandı zannediyorsun! Sen hiçbir şey bilmiyorsun o zaman.

Uzunköprü’de program yapıyorsun. CHP’nin Edirne milletvekili orda. Ama İYİ Parti’nin Edirne milletvekili Prof.Dr.Mehmet Akalın davet edilmiyor. Üstelik Akalın Uzunköprülü. Sen mi sorumlusun, TV kanalı mı, yoksa İYİ Partiden seçildiği halde seçmenine madik atıp CHP’ye transfer olan Belediye Başkanı Ediz Martin mi bilmiyorum. Edirne’deki programa da önceki dönem CHP Milletvekili Doç.Dr.Okan Gaytancıoğlu ile İYİ Parti Milletvekili Orhan Çakıroğlu davet edilmemişti. 

Ayıp yahu! Siz siyaseti böyle yapacaksanız iktidarı rüyanızda bile göremezsiniz. Bakınız eğer davet etseydiniz Mehmet Akalın vekilim, bir bilim adamıdır ve Edirne sevdalısıdır. Böyle bir programda Uzunköprü’nün artılarını ve geleceğini konuşur, partisini bırakıp giden Ediz Martin’i rezil etme nezaketsizliğini yapmazdı. O Üniversitesinde Dekanlık görevinde iken, kim geldiyse, yakasındaki rozete bakmadan, fikrini sorgulamadan tüm Trakyalı öğrencilere kol kanat germiş, yardımcı olmaya çalışmıştır. 

Bu program Uzunköprü’nün tanıtımına yardımcı oldu mu zannediyorsunuz? Ergene kirliliği böyle mi anlatılmalıydı? İpsala pirincine marka tescili alınırken, aynı nehrin, Meriç’in sularıyla beslenen Ergene ovasında yetiştirilen çeltiğin kanser yaptığı analiz raporlarıyla teyit ediliyorsa ekimine nasıl izin veriliyor? Ya da bakan Eroğlu daha 10 sene önce burada balık tutup, Ergene’nin suyunu içecekti. Nasıl oluyor da bugün hala zehir akıyor ve iktidar bir türlü bunun önüne geçemiyor? Burada bir yanlışlık yok mudur? Çeltik üreticisinin isyanı herkesi bir gün yola getirir inşallah. Uzunköprü hep geri gidiyor. Sizce de önemli değil mi bu konu?

Devamını Oku

Fener Rum Patrikhanesi’nden Yeni Hamle

Fener Rum Patrikhanesi’nden Yeni Hamle
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, 25 Aralık 1922 tarihinde Fener Rum Patrikhanesi ile ilgili olarak dile getirdiği şu sözleri o günden beri güncelliğini ve geçerliliğini koruyor:

“Lakin bir fesat ve hıyanet ocağı bulunan, memlekette nifak ve şikak tohumu saçan, Hristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluk ve felaket sebebi olan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler gösterilebilir? Bu fesat ocağının hakiki yeri Yunanistan değil midir? Merkezî Hükûmetimiz bütün bu noktalar hakkında delege heyetimize Misakımillî hükümleriyle uyumlu düşer surette kati talimat vermiştir.”

Yazık ki Atatürk’ün dikkat çektiği bu tehlike unutulmuşa benziyor.

Oysa Atatürk’ün, Fener Rum Patrikhanesi’nin 1922’de tespit ettiği “nifak ve şikak tohumu saçarak, Hristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluk ve felaket sebebi olma” özelliği hâlâ sürüyor.

Fener Rum Patrikhanesi, Ergenekon kumpası sürecinde de rahat durmamış, sözde kendilerine yönelik provokasyonlarla hükümeti devirmeye çalışıldığı iddiasıyla Ergenekon toplantıları ile devlete, hükümete, AK Parti’ye ve Fener Rum Patrikhanesi’ne karşı toplantılar yapıldığını ileri sürmüştü.

Geçtiğimiz aylarda Fener Rum Patriği Bartholomeos, Beyaz Saray’daki görüşmesinde, “az sayıdaki Hristiyan’ın zulüm gördüğü” iddiasıyla Türkiye’yi Trump’a şikâyet etmişti.

Fener Rum Patriği Bartholomeos bu kez de resmî davetçi sıfatıyla Papa Leo’yu İznik’e davet etti. Katolik dünyasının yeni ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı olarak seçilen Papa XIV. Leo, davet üzerine ilk yurt dışı ziyaretini 27–29 Kasım 2025 tarihlerinde Türkiye’ye, İznik’e gerçekleştirecek. Bu ziyaret, yalnızca Hristiyanlık tarihinin en kritik dönüm noktalarından biri olan Birinci İznik Konsili’nin 1700. yıldönümüne denk gelmesi nedeniyle dini bir ziyaret değil.

Aynı zamanda PKK’nın da yeni çözüm sürecinde yeniden hedef aldığı Lozan Anlaşması’nı hiçe sayması nedeniyle ayrıca da oldukça dikkat çekici.

Lozan Antlaşması’na göre Fener Rum Patrikhanesi, Fatih Kaymakamlığı’na bağlı bir Türk kurumu ve yalnızca İstanbul, Bozcaada ve Gökçeada’daki Rumların dinî işleriyle ilgili. Buna karşın Patrik Bartholomeos, uzun süredir “Ekümenik Patrik” ve hatta son dönemde “Konstantinopol – Yeni Roma Başpiskoposu” unvanlarını kullanarak uluslararası alanda Ortodoks dünyasının ruhani lideri gibi davranıyor.

Vatikan da bu ünvanı Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Lozan Anlaşması’nı hiçe sayarak tanıyıp Bartholomeos’u “Konstantinopol Ekümenik Patriği” olarak anıyor. Türk hukukuna aykırı olan bu yaklaşıma yazık ki Türkiye’de Türkçü, ulusalcı ve bazı milliyetçi kesimlerin dışında tepki gösteren hiç kimse yok!

Bu arada Papa Leo’nun ziyareti öncesi dikkat çeken başka gelişmeler de yaşandı. 13 Ekim’de Antakya ve Tüm Doğu Patrikliği, Türkiye’de “Tarsus, Adana ve İskenderun (Hatay) Bölgesi Piskoposluğu” adıyla yeni bir patriklik kurulmasına karar verdi ve 105 yıl sonra yeniden Rum Ortodoks Metropolitliği kuruldu!

Bir arada değerlendirildiğinde, Fener Rum Patriği Bartholomeos’un Papa Leo’yu İznik’e davet etmesinin hem Batı Hristiyan dünyasının Doğu’yla birleşme projesi hem de Anadolu topraklarında sembolik egemenlik kurma girişimi olduğu ortaya çıkıyor.

Tüm bu gelişmeler, her geçen yıl Türkiye’nin dört bir yanında artan misyonerlik faaliyetlerinin oluşturduğu tehlike çerçevesinde daha da dikkat çekici. Unutulmaması gerekir ki Türk devletinin ve milletinin yok edilmesi amacıyla hareket eden dış güçlerin stratejik misyonerlik faaliyetleri dün olduğu gibi bugün de bir tehdit.

Bu tehdidi de, PKK’nın Türksüz Anayasa, Turgut Özal’ın “Türkiye Cumhuriyeti”ne “Anadolu Cumhuriyeti” adını vermek düşüncesi ve İstanbul’un ayrı, özel bir İstanbul devleti olarak yapılandırılma hedeflerinden ayrı düşünmek mümkün değil.

Fener Rum Patrikhanesi’nin Lozan Anlaşması’nı yok sayarak “ekümenik” sıfatını kullanmasının ve ekümen gibi hareket etmesinin son nihai hedefinin İstanbul’da Vatikan benzeri bir şehir devleti kurmak olduğunu da akıldan çıkarmamak gerek.

Vatikan’ın son yıllarda hız verdiği “Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki birliğin yeniden sağlanması” faaliyetleri kapsamında ABD Rum Ortodoks Kilisesi geçtiğimiz aylardaki toplantılarında “Ekümenik Patrik ile Papa’nın Hristiyanlıkta eşit kabul edilmesi” yönünde karar aldı.

Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki yakınlaşmanın yeni bir adımı olan Fener Rum Patriği Bartholomeos’un Papa Leo’yu İznik’e davetini Vatikan “tek Rab, tek inanç, tek vaftiz” ilkesi ile duyurdu.

Hristiyan âleminin el birliği ile İznik’i uluslararası dinî merkez hâline getirme çabaları bu hâlde sonuçta UNESCO üzerinden İznik için “özerk statü” taleplerini gündeme getirirse de hiç şaşırmamalı.

Adem Taşkaya

Yeniçağ Gazetesi

16 Kasım 2025

Devamını Oku

MTTB’NİN BOZKURT AMBLEMİNE NE OLDU?

MTTB’NİN BOZKURT AMBLEMİNE NE OLDU?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ben Üsküdar’da oturuyorum. Bazı derneklerin düzenlediği sohbet ve konferanslara katılmak amacıyla bazen haftada iki üç defa karşıya geçiyorum. Seviyorum kültür odaklı konuşmaları. Çok değerli sanat ve bilim insanlarını dinledikçe her defasında yeni bir kitap okumuş gibi dinginlik kazanıyor ruhum. Oralarda ülkü, fikir ve gönül birliği içinde olduğum bir çok dava arkadaşımı tanımak, onlarla birlikte olmak mutlu ediyor beni. Her biri kendi çapında bir efsane. Asırlık çınarlar gibi. Kaderin kıskacında yoğrulmuş her biri. Türk’lüğün yücelmesine adanmış ömürler işte.

Dönerken  Marmaray’a kadar yürüyoruz sohbet ederek. Cağaloğlu’ndan Sirkeci’ye inerken gördüğüm bir derneğin tabelası, beni hep yıllar öncesine götürür. MTTB’dir orası. Cağaloğlu’ndan geçenler hatırlar mutlaka. Milli Türk Talebe Birliği, başlangıçta gerçekten de adı gibi milli bir kuruluştu. 1916 yılında Türkçü-Turancı bir öğrenci derneği olarak kuruldu. 1960 darbesini takip eden yıllarda derneğin yönetiminde sol düşüncenin hakimiyeti  olsa da, sonraki yıllarda milliyetçi-mukaddesatçı  gençler  üstünlük sağlamışlardır.

Rasim Cinisli, “Bir Devrin Hafızası” adlı kitabında kendi başkanlık dönemini şöyle anlatır: “Benim dönemimde MTTB’de sağın her rengi vardı. Genel başkan olmak için Alaaddin Koçak, İsmail Kahraman, Halis Akaydın, Mustafa Ok (Komando Mustafa) gibi arkadaşlar adaylık çalışmaları yürütüyordu. Benim aklımda ise Mehmet Niyazi Özdemir vardı ama ısrarlarıma rağmen aday olmayı kabul etmedi. Sonradan öğrendiğime göre İsmail Kahraman, bir yolunu bulup CKMP Genel Başkanı olan ve gençlikle çok ilgilenen Alparslan Türkeş’le bağlantı kurup desteğini almıştı. İsmail Kahraman’ın genel başkan seçilmesinden sonra MTTB’nin fikir çizgisi ve Rüştü Ecevit’in genel başkanlığı döneminde MTTB amblemindeki “bozkurt” resmi “kitap” resmi ile değiştirildi.”

Kavgalı kongrede Mustafa Ok kaybedince Milliyetçi gençlerin yeni adresi Ülkü Ocakları olmaya başlamıştı. Benim tercihim de Ülkü Ocakları olmuş, MTTB ile yollarımız ayrılmıştı. Sağ cenahtaki ilk ideolojik ayrışma budur diyebilirim.

Dernekler önemlidir. Nesiller, dernekler ve dergilerle nefes alır, sosyalleşirler. Gençlerin dünya görüşleri ,ölümüne fedakarlıkları, arkadaşlıkları oralarda şekillenir. Dijital teknolojiler bugünün gençlerini daha çok bireysel yalnızlıkla mutlu olmaya zorlasa da, kurtuluşumuz kolektif emekler ve cemaat dayanışmasındadır diye düşünüyorum.

Geçen gün YENİÇAĞ Gazetesi yazarlarından sayın Arslan Bulut derneğin bu serüvenini anlatan bir yazı kaleme almıştı. Zevkle, ama aynı zamanda hüzünlenerek okudum o yazıyı. Bildiklerimin bazılarını belki ileride ben de ilaveler olarak yazabilirim. Ama bugün sizi Arslan Bulut ile baş başa bırakmak istiyorum.

******

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Milli Türk Talebe Birliği maziden atiye kurulmuş bir köprüdür. Çanakkale’den Milli Mücadele’ye, güzel Türkçemizin korunmasından, Hatay’ın vatan topraklarına katılmasına, Kıbrıs meselesindeki milli duruştan Ayasofya’ya kadar milli ve manevi her alanda, talebe hareketlerinin en köklülerindendir. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bu ocakta yetişmiş bir talebeydi. Eskimez MTTB’liydi…” dedi. Yerlikaya, paylaşımında Milli Türk Talebe Birliği’nin Şahlanış Kampı görüntülerine de yer verdi.

Milli Türk Talebe Birliği, başlangıçta gerçekten da adı gibi milli bir kuruluştu. 1916 yılında Türkçü-Turancı bir öğrenci derneği olarak kuruldu. İsmail Kahraman’ın genel başkan seçilmesinden sonra MTTB’nin fikir çizgisi ve Rüştü Ecevit’in genel başkanlığı döneminde MTBB amblemindeki “bozkurt” resmi “kitap” resmi ile değiştirildi.

Milli Türk Talebe Birliği’nin 2011 yılı Anayasa önerileri arasında, “Etnik anlamda bir grubu temsil eden bir isimle tüm vatandaşların ifade edilmesi doğru değildir. Vatandaşların etnik kökenlerinin tayinine kadar varan bu ibareler anayasamızdan kaldırılmalıdır. Vatandaşlık temelinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı olduğu anayasada belirtilmelidir” deniliyordu. Yani adında Türk kavramı bulunan MTTB, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Türk olarak adlandırılmasına karşı çıkıyordu. O zamanki Yeniçağ’ın haber merkezinden Ahmet Demiröz “Milli Türk Talebe Birliği adından da Türk kelimesini kaldıracaklar mı?” diye sormuştu…

Ben de “Sahi o zaman ne diyecekler MTTB’nin adına? ‘Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı Talebeler Birliği’ mi diyecekler?” sorusunu sormuştum

“Gençlik liderleriyle röportajlar” çerçevesinde 1979 yılında, MTTB başkanı ile de görüşmüştüm. Bugünkü AKP’nin temellerini atan Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç gibi gençler de oradaydılar. Necip Fazıl’ın etkisindeydiler.

MTTB gençleri, artık, milli kimlik olan Türk Milleti gerçeğini kabul etmemekteydi…

Sonraki yıllarda TBMM Başkanlığı da yapmış olan İsmail Kahraman, Ankara’da 15 Aralık 1992 tarihinde yapılan Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 3. İstişare Toplantısı’nda “Biz bir hak fikrin, idealin, bir insan olmanın şuurunun idrakindeki insanlarız ve bizim için kavmiyet asla ve kat’a ön planda değildir, mühim değildir. Elbette ki hepimizin ailesi var ve soyu sopu var ama kuluz ve mü’min, mü’minin kardeşidir. Ve biz Osmanlı şuuruna sahip olmakla, düştüğümüz yerden kalkacağız, bugün tabii hudutlarımızda değiliz, daha ötelere gideceğiz.” demişti…

İsmail Kahraman, 2012 yılında Çorlu’da katıldığı bir programda, “Bizim dönemimizden iki dönem sonra Tayyip Erdoğan, Millî Türk Talebe Birliği kültür müdürüydü. MTTB İcra Konseyi Genel Sekreteri Abdullah Gül idi. Aynı icra kurulunun muhasibi Sami Güçlü Tarım Bakanı’dır. Ankara Hukuk dernek başkanımız Beşir Atalay, Bülent Arınç, Mehmet Ali Şahin. Bugün gördüğünüz şu kadro Millî Türk Talebe Birliği Akademisi’nden mezun olmuştur” demişti.

Erdoğan da sonraki yıllarda, “Türkiye’yi 1923’ten beri bir kısır döngüye hapsedenlerin amacı, coğrafyamızdaki bin yıllık varlığımızı, Selçuklu ve Osmanlı geçmişimizi bize unutturmaktır. 2016 yılında 1923’ün psikolojisiyle hareket edemeyiz” diyerek güvenlik anlayışının artık değiştiğini ve sorunların üzerine gidileceğini belirtmişti.

Güvenlik anlayışını gerçekten değiştirdiler ve ABD ile birlikte parçaladıkları Suriye, şimdi bir PKK devleti olmak yolundadır…

Sadece o kadar da değil, Suriye’deki stratejik yenilgi sonucu, Türkiye’nin nüfusunu da Arap nüfusu ile değiştirmeye başladılar ve artık Türk devleti yerine “Türk-Kürt-Arap devleti” fikrini yerleştirmeye çalışıyorlar. Terör örgütünün taleplerinin görüşülmesi için de Meclis’te komisyon kuruyorlar!

MTTB’yi dönüştürdükleri gibi günümüz bozkurtlarının bir kısmını da peşlerine takıp, muhalefete her türlü çamuru ata ata, cumhuriyetin 102’inci yılı biterken, ülkeyi felakete doğru sürüklüyorlar.

Bir öğrenci derneğindeki kadro değişikliği, ülkenin kaderini de değiştirebiliyor…

Devamını Oku

 EN BÜYÜK BAYRAM

 EN BÜYÜK BAYRAM
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Cumhuriyet coşkusu sarmalı dört bir yanı. Kutsal bir törene, şanlı bir şölene dönüşmelidir kutlamalar. Bir asrı geride bırakan Cumhuriyet’imiz 102.yılında bu coşkuyu fazlasıyla hak etmektedir. Kolay olmadı Cumhuriyet’in ilanı. Her devlet adamının göze alabileceği, düşünse bile uygulamaya koyma cesareti gösterebileceği bir atılım değildir bu. Cumhuriyet tam anlamıyla yapısal bir devrimdir.  Böyle tarihi kararları, Mustafa Kemal Atatürk gibi özgürlük tutkunları, yedi düvele meydan okuyan Milli Hakimiyet sevdalıları, Türklüğü yüceltmek için yaşayanlar başarabilirdi.

Kolay olmadı dedim.  Atatürk, Nutuk’ta “Uygulamayı bir takım safhalara ayırmak, olaylardan ve olayların akışından yararlanarak milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve kademe kademe yürüyerek hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur.” der.

 Daha savaş devam ederken Büyük Millet Meclisi’ni açanların gönlünde mayalandı, ruhunda filizlendi bu inançlar. Önce saldırgan emperyalist köpeklerin dişleri kırıldı mazlum vatanın mübarek dağlarında, ovalarında. Palikarya’nın denize dökülmesi, azmimizin ve kararlılığımızın suya vurulmuş perçini, Batılı ahlaksızların ise suya düşen hayalleriydi. Bildikleri bir gerçeği bir kere daha vahşice test etmişlerdi ama sonuç aynıydı: Türkleri öldürebilirsiniz, hatta yenebilirsiniz de, fakat asla boyun eğdiremez, teslim alamazsınız.

 Sevr bir şer paçavrasıydı. Antlaşma 10 Ağustos 1920 Salı günü Müttefik Devletler; Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Polonya, Portekiz, Romanya, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı, Çekoslovakya ile mağlup Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalandı. ABD, Osmanlı İmparatorluğu ile savaşmadığı, SSCB ise henüz Milletler Cemiyeti üyesi olmadığı için imza atmadılar. Atmadılar da emellerinden vaz mı geçtiler? Asla. Hep hinoğlu hinlik peşindeler.

Burada en iç acıtan imza elbette Hicaz Krallığı’na ait olandır. Çünkü onlar Kavm-i  Necip’ti, ümmetin en saygın mensuplarıydı. Bize öyle öğretilmişti. Hepsi İngiliz’in, Fransız’ın uşağı oldular. Bizim delegasyonu söylemeye dilim varmıyor. Onlar bu onursuzluğun altına imza koyma alçaklığına talip oldular. Vahdettin ve Damat Ferit’in ihaneti ise bugün bile bazı din bezirganlarının ve Hilafet özlemcilerinin iftihar vesilesi. Maalesef öyle.

İnsanlar gibi devletlerin de bir ömrü vardır. Zayıf düştüğünüz anda emperyalist ahtapotun kollarında nefessiz kalmaya mahkumsunuz. Dünya düzenini güçlüler belirliyor. Bu yeni değil ki. Tarih bu yok oluşun örnekleriyle doludur. Sürekli borç almaya alışan bir devlet, ödeme sıkıntısına düştüğü andan itibaren patronun emirlerine itiraz edemez hale gelir. Borca karşılık işgal, ayakta zor duran boksörün yediği nakavt yumruğudur. Sırtın yerdeyken tek sermayen, gökte saydığın yıldızlardır. Osmanlı da, diğer imparatorluklar da böyle battılar.

Türkiye Cumhuriyeti, “son nefesini verdi ve öldü” denilen bir imparatorluğun külleri arasında açan bir gelinciktir. ”Esir yaşamaktansa bu millet ölsün, daha iyidir!” diye ayağa kalkan ve sine üryan, ayak yalın, can havliyle düşmana saldıran serdengeçtilerin, vatanı namus bilenlerin, Büyük Önder Mustafa Kemal’in emrine ram olmuş çılgın Türkler’in yarattığı bir abidedir. Prof.Dr.Halil İnalcık ne kadar berrak ifade etmiş gerçeği: “ 70 yaşıma kadar 4 milyon Osmanlı evrakı inceledim, 98 yaşıma kadar 28eser yazıp bıraktım ve anladım ki, bugün buradaysak bunu tamamen Atatürk’e borçluyuz. Gazi Mustafa Kemal olmasaydı, biz de olmayacaktık.”

Aynı gerçeği Prof.Dr.Justin McCarty de şu cümlelerle dile getirmiştir: “Atatürk olmasaydı, Türk belki Özbekistan’da olurdu, ama Trakya ve Anadolu’da kalamazdı. 100 senede tüm civar coğrafyadan sürülmüş ve katledilmiş Türklerin, Konya Ovası’ndan da sürülüp atılmaları ne kadar sürerdi sanıyorsunuz?!”  Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’e ve kurucu kadroya karşı kin ve nefretlerini kusmaya devam eden hainlerin nankörlüğünü bu nedenle affetmeyiniz.

Dedem Korkut ne güzel söylemiş: “ALEMDE ŞER, OĞUZDA ER TÜKENMEZ.” Su uyusa bile düşmanlar uyumuyor. Sevr muhterisleri, yeni planlar, yeni tuzaklar, sinsi veya aleni emperyal projeleriyle başımıza çoraplar örmeye, varlığımıza kastetmeye devam etmektedirler. BOP, 21 ülkenin sınırlarını değiştirmek için uygulanan bir projedir ve bu şer planın hedefleri içinde Cumhuriyet’imiz de vardır.

Karşımızdaki şer ittifakını iyi tanımalıyız. İstisnasız hepsi vahşi bir canavardır. Övgüleri sahte, gülücükleri yalandır. Daha tehlikeli olanı ise, içimizdeki işbirlikçi hainlerdir. İstiklal mücadelemizde düşmanla kimler işbirliği yaptıysa, bugün de Batılı eşkıyalara, insafsız avcılara köpeklik yapanlar, birliğimize dirliğimize göz dikenler, Atatürk’e hakaret edenler onların torunlarıdır. Sevr’de çizilen haritayı bir göz önüne getirirseniz, bugün bize tebelleş edilen terör belasını da, Orta Doğu halklarına yaşatılan cehennemi de anlamakta zorlanmazsınız.

Bir makalede başka ne anlatabilirim. Aslında buraya kadar yazdıklarım bile beyhude diye düşünüyorum bazen. Ne dini bayramların hassasiyeti kaldı toplumda, ne de milli bayramlara saygı. Cumhuriyet kazanımları birer birer yok ediliyor. Yargı kararları da, sandık sonuçları da tartışılır oldu.

Atatürk’ün kurduğu Diyanet kurumunun camilerinde Atatürk’ün adı anılmıyor. Kahramanlarımıza dua edilirken Atatürk’e bir Fatiha çok görülüyor, Çanakkale Zaferi’miz övülürken sahabelerden, meleklerden bahsedenler, Anafartalar Kahramanının adını söylemekten kaçınıyor. Devlet büyüklerimiz milli bayramlarda protokollerde mutlaka bulunurlar, mutlulukları gözlerinden okunurdu. Oysa son yıllarda, ne hikmetse hep böyle günlerde hasta oluyor mübarekler!

Tarikatlar, cemaatlar bile birbiriyle kavga ederken, Atatürk düşmanlığında birleşiyorlar. 55.000 canın katiline “kurucu önder” sıfatı yakıştırılırken, Cumhuriyet’imizin kurucusuna, kahraman Atatürk ‘e hakaretler ediyorlar. İşin garibi, bunların çoğu ruhsal bozukluk raporuyla ceza almadan serbest bırakılıyor, aynı çevrelerce de kahramanlaştırılıyor. Atatürk’e sayıp sövmek, bazı karanlık mahfillerde İslam’ın 6. şartı gibi şırınga ediliyor genç beyinlere. Sanırım dünyada bir başka ülkede asla göremeyeceğimiz şizofrenik bir hastalıktır bu.

Kur’an’ın ruhundan, tebliğin inceliklerinden, Muhammedi nezaketten, İlahi adaletten, ilim ve fenden nasipsiz yobazlara soruyorum, Atatürk size ne yaptı? Bize bağımsız bir vatan, hür dalgalanan bir bayrak, ferahlık veren ezanlar, kaynağını hukuktan alan bir demokrasi, çağdaş bir yaşam, kenetlenmiş bir toplum, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller, Sultanın iradesi yerine Milli Hakimiyet armağan eden bir kahramana sadece saygı duyulur. Cumhuriyet fazilettir çünkü. Bunlara layık olmayanlar ise yıllardır nankörlüklerine doymuyorlar. İflah olmaz kindar Müslümanlık böyle oluyor demek ki!

Bir bayram yazısında daha güzel şeyler anlatmalıyım, biliyorum. Hatta hiçbir şey yazmayıp, bu sütuna sadece iki metin yapıştırmak belki daha da anlamlı olurdu. Birincisi Ata’mızın coşkuyla okuduğu ve dinleyenlerin ruhlarını tutuşturan “ONUNCU YIL NUTKU”, ikincisi de “GENÇLİĞE HİTABE”dir. Bu metinlerdeki mesajları öğrenerek büyüseydi çocuklarımız, inanın ATATÜRK’ün yaşadığı duygular ve heyecanlarla kutlardık bu “EN BÜYÜK BAYRAM”I.

O mesajları özümseyerek Cumhuriyeti sahiplenen, damarlarındaki kanın asaletinin farkında olan ve Mavi Gözlü Sarışın Kurt’un ışıklı yolunda yürüyen gençlerimize selam olsun. O’nun sözleriyle bitirmek istiyorum.

“Türk Milleti!

Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türk’üm diyene!”

Devamını Oku

Kenan Evren’in “eyalet sistemi” aklı, devlet aklı mıydı?

Kenan Evren’in “eyalet sistemi” aklı, devlet aklı mıydı?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hani “devlet aklı” deniliyor ya, Türkiye Cumhuriyeti’nde Genelkurmay Başkanlığı ve 7 yıl da Cumhurbaşkanlığı yapan Kenan Evren, 28 Şubat 2007 tarihli Sabah gazetesinde yayınlanan röportajda, “Bavyera’da üç bayrak gördüm. Nedir diye sordum, ‘AB bayrağı, Almanya bayrağı ve Bavyera bayrağı’ dediler. Biz, bölge valiliklerini eyalet olur diye düşünmüştük. Türkiye’yi 8 eyalet olarak planlamıştık. Türkiye ilerde eyalet sistemine geçebilir. Bölge valilikleri belki de eyalet olur diye düşünmüştük. Bundan korkmamak lâzım. Kaç senesi var bilmiyorum ama Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir.” demişti.

Evren, 1 Mart 2007 tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanan röportajda da aynı sözleri tekrarlamış ve “Aslında bu düşüncem yeni değil. Daha 1980’li yılların başında bunları düşündüm. Bölge idare mahkemelerini kurarken bu zihniyetle hareket ettik. Türkiye’yi birtakım bölgelere böldük. Yetkileri oraya devrettik. Türkiye bir gün mutlaka bu adımları atacak. Yoksa huzur bulmamız mümkün değil. Tutturmuşlar bir karış toprak vermeyiz diye. Bunlar dünyaya ayak uyduramayan insanlar. Huzur bulmak istiyorsak cesur adımlar atmalıyız.” diye konuşmuştu.

İşte dönemin “devlet aklı” buydu… Bu akıl, Türk aklı değildi, dolayısıyla Türk devletinin aklı da olamazdı.

***

Evren‘in sözlerine yüzde yüz paralel olarak da dönemin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, 2010 yılında Tunceli’de yaptığı konuşmada “Özerk Doğu Karadeniz olacak, Özerk Orta Karadeniz olacak, aynı zamanda Demokratik Türkiye Özerk Kürdistan olacak. TBMM devam edecektir. İstiklal Marşı, Türkiye’de okunmaya devam edecektir. Buna hiçbir itiraz yok Türk bayrağı Türkiye’de dalgalanmaya devam edecektir. Buna da hiçbir itirazımız yok ama bununla birlikte her bölgede bölgesel parlamento olacaktır. Bu bölgesel parlamentolardan bir tanesi de Kürdistan Bölgesel Parlamentosu olacaktır. Belediye binamızın önünde ay yıldızlı Türk bayrağımızla sarı kırmızı yeşil bayrağımız dalgalansa ne olur?” diye bir konuşma yapmıştı.

***

Aslında “Demokratik özerklik” projesini, bu açıklıkla ilk olarak dile getiren Abdullah Öcalan’dı ama projenin asıl sahibi, ABD idi…

Aynı dönemde ABD derin devleti bağlantılı düşünce kuruluşları uzun süreli bir hazırlıktan sonra, Türkiye’de bir kampanya başlatmış, basındaki adamlarına “Türk diye bir ırk yoktur, Türkiye’de Türklük oranı yüzde 10’dur” gibi garip yazılar yazdırmıştı. Kampanyaya Boğaziçi Üniversitesi de uyduruk bir araştırma ile destek vermişti. Dikkat edin, şimdi de aynı laflar ediliyor…

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Butros Gali, Habitat toplantısı sırasında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yanındayken, İstanbul’dan “İstanbul Federe devleti” ve Türkiye’den “Türkiye Federal Cumhuriyeti” diye söz etmişti!

Butros Gali“Dünya 200 devletli yapıdan 2000 devletli, 5000 devletli bir yapıya doğru gidiyor” demişti!

Eyalet sistemini Turgut Özal’a kimin telkin ettiğini ise dönemin etkili siyaset adamı Mehmet KeçecilerYavuz Donat’a açıklamıştı: “ABD kaynaklı bazı telkinler oldu.”

2001 yılında “Köklere Dönüş Projesi” dosyası ile birlikte Bartın’da dağıtılan haritaya göre şehir devletlerinden oluşacak federe devletlerin adları şöyleydi: Trakya, Bitinya, Misiya, Lidya, Karya, Likya, Pamfilya, Firikya, Kilikya, Kapadokya, Galatya, Paflagonya, Pont, Ermeniya, Antakya, Mezopotamya.

Görüldüğü gibi haritada Kürtlerin adı bile geçmiyordu! Kürtleri, işte bu haritayı hayata geçirmek için kullanmak istiyorlardı.

* * *

AKP döneminde de Türk kavramı etnik gruplardan biri gibi ifade edildi ve sık sık Türk kimliği yerine Türkiye kimliği konulacağından bahsedildi. Malazgirt’e, Çanakkale’ye ortaklar çıkarıldı! İşte Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi davalarla, ordunun belinin kırılmasının asıl sebebi buydu. Ordu, kuruluş ilkelerine bağlıydı ve federasyon düşüncesinin önünde en büyük engeldi…

Şimdi, AKP ve MHP, “Terörsüz Türkiye” diye hedef gösterirken, Abdullah Öcalan’a “kurucu önderlik” yakıştırıyor! PKK ile zaten 2009 yılında Oslo’da masaya oturmuşlardı…

Oslo’da koordinatör ülke temsilcisi, “Sizi buraya biz getirdik. Öcalan’ın talepleri Meclis’e getirilecektir” demişti.

AKP bu politikalar sonunda 2015 seçimlerini kaybetti ama terörle mücadele başlatarak erken seçimle yeniden iktidar oldu. Şimdi de 2009 politikasına geri döndüler ve Türk devletini, “Türk-Arap-Kürt devleti”ne dönüştürmeye çalışıyorlar.

“ABD kaynaklı bazı telkinler” şimdi telkin olmaktan çıktı, şantaj ve dayatma haline geldi…

Arslan BULUT

YENİÇAĞ GAZETESİ

21/10/2025

Devamını Oku
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler