02 Temmuz 2025 Çarşamba
KORKU TÜNELİNDEN ÇIKMALIYIZ
TÜRKÇE'NİN HAL Ü PÜR MELÂLİ
Bekar veya Evli Kadın Olmak ve Kariyer
Trakya Ultra Maratonu’nda birinci oldu
TARİH UNUTMAZ; BİRİ UTANÇLA, DİĞERİ SAYGIYLA ANILIR ...
Sanat yapıtında Özne Sorunu 4
Eski yıllarda bir çok şehirde fuar düzenlenirdi. Herkesin görmek istediği özellikle iki fuar vardı. Bunlardan biri İzmir, diğeri de Kocaeli Sanayi Fuarıydı. İkisi de uluslararası fuarlardı. Yabancı ülkelerin büyük ilgisi olur, onların ünlü firmalarının standlarını hayranlıkla gezer, broşür toplardık.
O fuarların en kalabalık yerleri birbirlerinden kıymetli sanatçıların sahne aldığı gazinolar, bir de çocuklar, gençler ve hatta yetişkinlerin koştuğu Luna parklardı. Dönme dolaplar, atlı karıncalar, dagadalar, akrobatların nefes kesen gösterilerini heyecanla izlediğimiz sirkler için sıraya girilirdi.
Ama en çok ürperdiğimiz hiç şüphesiz “korku tüneli”ydi. Tünelin zifiri karanlığında patlayan ışık spotları, üzerinize gelen vahşi hayvan animasyonları, çığlık attıran yırtıcı hayvan sesleri korkuları zirveye taşır, insanları kan ter içinde bırakırdı.
Ülkemde tanık olduğumuz olaylar bana o korku tünelini hatırlattı. Her gün yeni gözaltılar, tutuklamalar, susturulan televizyonlar, yasaklanan meydanlar, derdest edilen gençler, yolu kesilen, yürümeleri bile engellenen işçiler, köylüler, emekliler… Sanki bir korku tünelinden geçiyor gibiyiz. Hükümete muhalif olmak, aykırı bir düşünceyi açıklamak, eleştirel bir slogan atmak veya bir pankart taşımak, haksızlıklara karşı çıkmak suç olmamalı.
İktidara aday her parti ” 3Y “ ile mücadele edeceğini söyleyerek oy istiyor seçmenden. Nedir bunlar; “Yoksulluk, Yolsuzluk, Yasaklar” AKP de bunları vadederek iktidar oldu yıllar önce. Tek başına iktidar olmanın rahatlığı ile güzel uygulamalar da gerçekleşti. Ama geldiğimiz son merhalede koltuğu kaybetme korkusu AKP ve sayın R.T.Erdoğan’ı maalesef söylemleri ile eylemleri çelişen bir noktaya getirmiştir.
Bugün bir ikisi hariç Kurucu Üyeler bile ya partiyi terketmiş, ya da partiden uzaklaştırılmışlardır. Hatta AKP’ye en sert eleştirileri bugün onlar yapmaktadır. Yani bazı uygulamalara onlar bile karşı çıkmaktadırlar. Diğer partileri,” AKP düşmanı” gibi görebilir sayın Erdoğan, ama beraber yola çıktığı arkadaşlarının muhalefetini önemsemelidir.
Çok açık gözlemlediğimiz muhalefet hazımsızlığı AKP’yi giderek hırçınlaştırmaktadır. İş Adamlarının en büyük kuruluşu TÜSİAD yöneticileri bile düşünce açıklayamaz, siyasi parti genel başkanları kanaatlerini söyleyemezse, akademisyenler bildiklerini dile getiremez, gazeteciler yorumlarını özgürce yapamazsa bu ülkede katılımcı demokrasiden nasıl bahsedebileceğiz? AKP’nin ileri demokrasiden anladığı bu mudur?
CHP sanki ABD’den de , Rusya’dan da ,İsrail’den de tehlikeli bir düşman gibi muamele görüyor. Cumhurbaşkanı adayı olduktan sonra Ekrem İmamoğlu’nun başına gelenleri hangi vicdan sahibi kabul edebilir. Sayın Erdoğan inançlı bir insandır. Hepimiz gibi o da bilir ki devletin dini adalettir. Yaşananlar ve bazılarına yaşatılanlarda adalet var mıdır? FETÖ yanılgısından da mı ders alınmamıştır diye düşünmeden edemiyorum. Ne güzel insanlar mağdur edilmişti Fetö kumpaslarıyla, unuttuk mu o günahları?
Kim suçlu ise cezasını çeksin, çekmelidir. Ama bu ülkede sadece CHP’li başkanlar mı suçludur. AKP’li başkanlar dönemine ait belediyelerde hem İmamoğlu, hem de Mansur Yavaş’ın hazırladığı yüzlerce yolsuzluk dosyası neden işlem görmedi? Ayrıca gözaltı operasyonlarının şekli tam bir itibar suikastı değil midir? Allah aşkına soruyorum; Cumhurbaşkanlığına aday olan ve tüm anketlerde Erdoğan’ın açık ara önünde olan birisi çağırsanız gelmez mi? Kazanacağı çok net olan birisi yurt dışına kaçar mı hiç! Kısacası “3Y” yeniden hatırlanmalı, onlara uygun adımlar atılmalıdır.
Ben CHP’li değilim. Herhangi bir parti taassubuyla da söylemiyorum bunları. Sadece sade bir vatandaş olarak üzüntümü dile getiriyorum. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, karpuz gibi ortadan yarılmış değil, kucaklaşmış bir toplum özlemimin yansımasıdır bu efkarım. Korku tünelinden çıkmamız hepimizin hayrına olacaktır.
Hani “İÇ CEPHE” yi güçlendirmemiz isteniyor ya . Bunun başka yolu var mıdır sizce? Hoşça kalın.
Türkoloji; “Türk dillerini konuşan insanların ve Türk halklarının dillerini, tarihini, edebiyatını, folklorunu, kültürünü ve etnolojisini kronolojik ve karşılaştırmalı bağlamda inceleyen bir beşeri bilimler kompleksidir.“ Üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü bu alanlarla ilgili eğitim verir ve öğrenciler yetiştirir. Mezunların çoğu benim gibi Edebiyat öğretmeni olmakla yetinir. Daha hevesli olanlar akademisyenliği tercih edip, ihtisas alanlarında kültürel çalışmalarına devam ederler.
Geçtiğimiz hafta iki gün Haliç kıyılarında dolaştık. İlkinde 50 yıllık üniversite arkadaşlarımızla Fener’de buluştuk. İstanbul’daki sınıf arkadaşlarımızla ayda bir, bazen iki defa bir araya gelmek, kadim dostlarla beraber olmak bize iyi geliyor. İnşallah sonbaharda uzaklarda olan arkadaşlarımızın ve hayattaki hocalarımızın da katılımıyla Fakültemizde bir büyük buluşmayı da gerçekleştirebiliriz.
Pazar günü Eyüpsultan’daki Yeni Dünya Vakfı’nda düzenlenen hocamız Prof.Dr.Necmettin Hacıeminoğlu’nu anma programına katıldık, Müslüm, Meral, İlker’le birlikte. Vakfın başkanı Mehmet Nuri Yardım da Türkoloji mezunu. Kendini kültürel ve edebi çalışmalara adayan, bu yoğun ve yorucu koşuşturmaları bir ibadet aşkıyla devam ettiren kardeşimize şükran borcumuz olduğunu söylemek isterim. Bu işlerin kolay olmadığını iyi bilirim. Enerjin ve gayretin ziyade olsun aziz kardeşim.
Nezih bir salonda, çok veciz konuşmalarla yad ettik hocamızı. Akademisyenler, öğrencileri ve gönüldaşları ona ait hatıralarını anlattılar bazen hüzünlenerek, bazen gülümseyerek. Mehdi Ergüzel, Erol Ülgen, Vahit Türk hocalar, aynı ıstırapların mengenesinde çelikleşmiş iman ve ilim adamları olarak o günlerin hatıralarını canlandırdılar gönül ufuklarımızda. Hocamızın mücadelesini ve ideallerini anlatırken heyecanlandılar, duygulandılar, duygulandırdılar.
Müslüm hiç öğretmenlik yapmadı. Laleli’de bir lokanta işletti uzun yıllar. Lokantası Üniversite’nin yakınında olduğu için tüm hocalarımızla beraberliği ve dostluğu da yıllarca anılar biriktirerek devam etti. Yakacık’ı yazan İhsan arkadaşımız gibi Müslüm de o hatıraları bir kitapla ölümsüzleştirse ne güzel olur. Necmettin Hoca onun nikah şahidi olmuştu. Müslüm de bazı hocalarımızın defin merasiminde hepimiz adına veda şahidiydi.
Trakya Üniversitesi’nde 1985 yılında Türkoloji Bölümünün kurucusu Prof.Dr.Necmettin Hacıeminoğlu’dur. Yani Edirne’de Türkoloji’nin temellerinde onun emekleri, onun fedakarlıkları vardır. Oradan yetişen akademisyenlerin, o okuldan mezun öğrencilerin ruhlarında, bu fikir ve gönül adamının üflediği Devlet, Millet, Türklük ,Milliyetçilik ateşinin kıvılcımları vardır. O tam bir dava adamıydı.
1989 yılıydı. MAD. Ticaret Meslek Lisesi’nde Edebiyat öğretmeniydim. Edirne’de olduğunu öğrenmiştim. Uzunköprü Kültür Sanat ve Tanıtma Derneği’ni kurmuştuk ilçemizde. Önemli fikir adamlarını konferans için davet ediyor, halkımızla buluşturuyorduk. Hocamı ziyaret edip konferans için davet ettiğimde “seve seve” demişti. Derneğin düzenlediği liseler arası kompozisyon yarışması ödül törenini de o gün planlamıştık. İnanılmaz bir ilgi olmuş, salon dolmuştu. Özellikle gençlerin ve öğrencilerin çokluğu hocamı çok mutlu etmişti. Zaten konferansın konusu da;” Gençliğin Meseleleri” idi yanlış hatırlamıyorsam. O yıllarda bir kasaba okulundaki öğrenciler ünlü bir Profesörün elini sıkıyor, onun elinden ödül alıyorlardı. Benim mutluluğumu da siz tarif edin artık.
Konferans sonrası parkta bir grup ülkücü arkadaşla hocamızın etrafını sarmış, pür dikkat onu dinliyorduk. Çok sigara içiyordu. Zayıf parmaklarına sıkıştırdığı sigarasından derin bir nefes çektikten sonra ağzından daireler çizerek yükselen dumanlara bakarak;” Öğrencilerinin gözleri de senin ideallerin gibi pırıl pırıl. Onları görünce tüm yorgunluğumu unutuyorum. Gençlerimizi iyi yetiştirmeli, onları Türk Kültürü ile donatmalıyız.” demişti. Sonra bana dönüp ;” Acaroğlu, ben buradayken gel doktoranı yap, sonra da bölümün başına geçersin.” Sözleriyle beni onurlandırmıştı. Yanlış hesap mı, ufuksuzluk mu bilemiyorum ama, “Hocam, babam esnaf. Ben belki öğretmenliği bırakıp esnaflık yapacağım.” diyerek teşekkür etmiştim. Hayatımda yaşadığım pişmanlıklardan birisi de budur. Pazar günü Vakıf’ta yaptığım kısa konuşmada bu anektodu dile getirdim.
Fakat hocam müsterih olsun ki, kurduğu Türkoloji Bölümünde, başta Yüksel Topaloğlu, Ahmet Günşen, Recep Duymaz, Vahit Türk başta olmak üzere, hepsi birbirinden kıymetli akademisyenler, TÜRKLÜK meş’alesini ilelebet ellerinden bırakmayacak gençleri yetiştirmeye devam ediyorlar.
Türk Dili’nin mücahidi, Türk Edebiyatının ve Türk kültürünün kara sevdalısı, ülkücü düşüncenin Kürşat’ı , özü sözü bir, vicdanı arı, gönlü duru hocam…Önünde saygı ve hürmetle eğiliyor, bir defa daha sana rahmetler diliyorum.
Artık yeter! Bunca cana kıydıktan, komşu ülkeleri tarumar ettikten, hak ve hukuku çiğneyip vicdanları perişan ettikten sonra bile ABD ve AB ülkeleri hala İsrail’in arkasında durup ona destek veriyorsa ; “ Artık yeter!” diye dünyanın ayağa kalkması gerekirdi. Bırakın dünyayı, İslam ülkelerinden bile güçlü bir kınama, arşı titretecek bir çığlık duydunuz mu? Olan biten nedir diye baktığımızda söylenebilecek tek şey vardır; bu sadece Yahudi azgınlığı veya vahşeti değil, olsa olsa insanlığın intiharıdır.
Genelde ulusal ve kültürel konularda yazmaya çalışıyorum. Küresel gelişmelerden habersiz kaldığımız, zamanın ruhunu ıskaladığımız tüm tarihi süreçlerde afalladık, şaşırdık, hakimiyeti elimizden kaçırdık. Eğer idealist bir öğrenci olabilirsek, tarih iyi bir öğretmendir. Ama tersi hep hüsrandır, yenilgidir, gözyaşıdır, acı ve ıstıraptır.
Bazen musibetler de bizim için diriltici muştular barındırır içinde. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ne güzel söylemiş:
Hakk şerleri hayr eyler / Zannetme ki gayr eyler
Ârif ânı seyr eyler / Mevlâ görelim n’eyler
N’eylerse güzel eyler.
Önemli olan; Hakk’ı hak bilip, Hakk’a uygun yaşamak, aklın ve bilimin rehberliğinde tedbirde kusur etmemektir. İnşallah İsrail’in sadece bölge değil, dünya barışını da ateşe atan bu ırkçı vahşeti, bu iğrenç şerleri de bir gün Hakk’ın sillesiyle yerle yeksan olur. Ama başta İran olmak üzere tüm İslam ülkelerinin ve elbette bizim de yaşanan savaşlar ve çatışmalar karşısında doğru ve derin analizler yapmamız gerekiyor.
BOP projesi tıkır tıkır işliyor. Orta Doğu emperyalist planlar ve iç çatışmalarla bir cehenneme dönüştürüldü. Ülkeler hallaç pamuğu gibi savruluyor, sınırlar yeniden çiziliyor. Sayın Tayyip Erdoğan BOP’un Eşbaşkanı olduğunu söylerken gururluydu. Ama bugün komşularımız paramparça olurken olaylara dahlimizin olmadığı apaçık ortadadır. Yapabildiğimiz, bir iki kınama mesajı ve taziye bildirmekten başka bir şey değildir. İran’dan sonra sıranın bize geleceğini söyleyen devlet adamlarının beyanları ise tam bir talihsizliktir.
Büyük Atatürk, ömrü cephelerde, savaş alanlarında geçen Gazi Mustafa Kemal, “Yurtta sulh, dünyada sulh” demişti. Cumhuriyetimizin dış politikası yıllarca bu inançla ve komşularımızın iç işlerine karışmama prensibine göre şekillendi. İçimizdeki siyasal ümmetçiler ve bazı laiklik karşıtları bunu bir acizlik gibi lanse ettiler kendi cemaatlerine. Halbuki Gazze’de dün, İran’da bugün yaşananlar gösterdi ki ; ne din, ne milliyetçilik, ne ideoloji toplumları tek başlarına güvenli kılmıyor. Ekonomin de, diplomatik misyonun da, Orduların da güçlü olacak. Anadolu zor bir coğrafya. Barışı savunurken savaşa da hazır olacaksın.
İran’da 45 yıldır din devleti var. Her kurum, Cumhurbaşkanı da dahil dini lidere bağlı. Rejim devrim muhafızları ile ayakta. Onlar da mollalara bağlı. Silahlı sivil güçler sokağın hakimi. Liyakat yerine torpil ve mollalara sadakat revaçta. Şah dönemine göre milli gelir arttı ama ambargoların da etkisiyle savunma ve güvenlik sistemleri modernize edilemedi. İstihbarat teşkilatındaki dağınıklığın faturası çok ağır oldu.
Elbette şunu da açıkça ifade etmeliyiz; İsrail bu pervasız ve vahşi saldırıları Batılı küresel güçler sayesinde sürdürebiliyor. İsrail Orta Doğu’da ABD’nin ve İngiltere’nin maşası, zulüm kırbacıdır. İsrail bu iki emperyal güç tarafından Filistin topraklarında kurulmuş korsan bir devlettir. O nedenle nereye saldırırsa saldırsın, onlar tarafından hep arkası sıvazlanmakta, katliamlarında bile alkışlanmaktadır.
İran nükleer silaha sahip olmamalıymış! Bence küresel güçler dahil, hangi ülkelerde nükleer silah varsa tümü imha edilmelidir. İsrail’in hedefi, Uranyumu işleme ve geliştirme tesisleri çalışan İran’ın, sonunda nükleer silaha da sahip olmasını engellemektir. Çünkü İsrail’in korkusu Müslüman ülkeler tarafından haritadan silinmektir. Ey Netanyahu, sende 90 adet nükleer silah varken sana mübah, ama İran’a yasak öyle mi?
Etrafımız ateş çemberiyle çevriliyken biz ne yapmalıyız? Elbette bizim inancımız, kültürümüz hep mazlumdan, mağdurdan yana olmamızı emreder. İran bizim komşumuzdur. Fakat Sünni Arap dünyasının, Şii mezhebi mensubiyetinden dolayı yalnız bıraktıkları İran için boyumuzdan büyük işlere kalkışmamalı, sahaya atlamamalıyız. Bugün savaşı önlemek için arabuluculuk, Cumhurbaşkanımızın söylemiyle “barışı ve müzakereleri kolaylaştırıcılık” rolü en akılcı yoldur. İngiltere’nin uluslararası politikada benimsediği bir kural vardır. Derler ki; “İngiltere’nin ebedi dostları veya ebedi düşmanları yoktur. İngiltere’nin ebedi çıkarları vardır.”
Biz komşularımızı severiz, zalime engel olmaya çalışırız, ama kendi ülkemizi de daha çok düşünür, kendi insanlarımızı da ateşe atmayız, atamayız. İran’ın dostları Rusya ve Çin gibi devlerin bile sessiz kaldığı bir hengamede, hem de Nato üyesi bir ülke olmamıza rağmen ABD’nin ve AB’nin karşısına dikilmek tam bir çılgınlık olur. O nedenle sayın Cumhurbaşkanımızın açıklaması isabetli olmuştur.
Dünya yeniden dizayn ediliyor. Küresel sermaye yeni bir faşizm türetti. İnsan insana düşman edildi. Hümanizm, insan sevgisi, demokrasi, büyüklere masallar olarak telaffuz edilmeye devam etse de çocuklar bile inanmıyor artık. Sermaye, Kabil kompleksini köpürtüp yeni tiranlar, dizginlenemez canavarlar yaratıyor artık. Sanki 3.Dünya Savaşı başlamış gibi. Bu coğrafyada bekamızın şartı, kardeşçe birbirimize kenetlenerek güçlü olmaktır.
Dini bayramlardan birini yaşayacağız dört gün boyunca. Kurban ve bayram kelimeleri yan yana gelince, belli çevrelerin bilindik tartışmaları da beraberinde gelirdi. Kurban denilince illa bir hayvanın boğazlanması mı gerekir? Allah’a yakın olmanın başka yolu yok mudur? Bu bir hayvan katliamıdır! diyerek eylem yapan hayvanseverler bile vardı.
Bir inancın gereğini yerine getirmenin mutluluğunu yaşayan insanlar da, bu kişi veya gruplara, mezbahalarda her gün binlerce hayvan kesilirken unuttukları merhameti hatırlatıp, asıl amaçlarının din düşmanlığı olduğunu dile getirirlerdi.
Prof.Yaşar Nuri Öztürk öldükten sonra hızı kesildi bu tartışmaların. Kim bilir, belki de siyasi mürşitlerin cihadı ile fethi tamamlanmış medyanın, mahalle baskısına teslimiyeti gibi de düşünebiliriz bunu.
Şüphesiz her dinin, her inancın belli ritüelleri, ibadet şekilleri vardır. İnananların yaptıklarını inananlar tartışmalıdır. Zaten inanmıyorsa bir kişi, dini konularda fetva makamına da talip olmamalı, ukalalık yapmamalıdır. Kaldı ki; teoloji alanında ilahiyatçıların bile ne kadar farklı içtihatlar ortaya koyduğunu hepimiz görüyoruz. En iyisi din bilimlerinde ihtisasını tüm otoritelerin onayladığı birkaç alimin görüşlerini mukayeseli olarak incelemek ve muteber kabul etmektir.
İnsanlar ilk çağlardan beri üstün saydıkları varlık veya kişilere hep adaklarda bulunmuş, onların sevgisini ve yardımını kazanabilmek için kurban kesmişler, kan akıtmışlardır. Tarih öncesi çağlarda insan kurban eden toplumların ve inançların varlığı da bilinmektedir. Modern zamanlarda bunun adı artık cinayettir.
İslam’da Kurban’ın tarihçesi, günümüzdeki şekliyle Hz. İbrahim Peygamber’e kadar dayanmaktadır. Hz. İbrahim şayet bir oğlu olursa oğlunu Allah’a kurban edeceğine dair vaatte bulunmuştur. Hz. İbrahim’in bir oğlu olmuş ve oğlu belirli bir yaşa gelince kendisine bu adağı hatırlatılır. Hz. İbrahim oğlunu kurban etmek üzere müsait bir yere götürür ve İsmail’i yatırıp bıçağı boğazına vurur. Fakat bıçak Hz. İsmail’i kesmez. Bu sırada, Allah tarafından kendisine bir koç gönderilir. Bu koçu keserse, oğlunun yerine kabul edileceği bildirilir. Hz. İbrahim kurban olarak bu koçu keser. Sâffât suresinde Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in yaşamış olduğu bu hadise aktarılmaktadır.
Gözlemlediğim başka bir konuya da değinmek istiyorum. Çocukluk ve gençlik yıllarımın bayram coşkusu kaybolmuş gibi geliyor bana. Eskiden neredeyse her evde bir kurban telaşı yaşanırdı. Mahallelerin henüz apartmanlarla tanışmadığı yıllardı. Babam ya bayramdan iki üç gün önce, ya da arefe günü alıp getirirdi kurbanlık koyunu. Gündüz bahçedeki bir ağaca bağlanan hayvanı gece kömürlüğe bırakır, kaçmasın veya çalınmasın diye kapıya da kocaman kilidi takardık. Ona o kadar alışır, kuzenlerle birlikte onu o kadar severdik ki, kesilirken görünce üzülüp ağlardık. Sonraki yıllarda kasaplığa soyunduğumu da belirtmeliyim.
Kurbanın eti üçe ayrılırdı. Babam küçük bir kısmını eve ayırırken neredeyse tamamını akraba ve komşulara gönderirdi. Getir götür işi bana kaldığı için en çok ben yorulurdum. “Baba, götürdüğüm komşu da kurban kesmiş, ona niye verdik ki?” diye sorduğumda, “Olsun” derdi babam,” Bu bir hediyeleşmedir, hatırlamadır. Komşusuna yakın olmayan, Allah’a nasıl yakın olabilir ki!” Güzel günlerdi be. Kurban kesen de mutluydu, kurban eti için kapıya bakan da.
Sonraki yıllarda apartmanlar, gökdelenler, rezidanslar istila etti ıhlamur kokulu bahçeleri. Komşu komşuyu tanımaz oldu. Yardımlaşma unutuldu gitti. Birçoğumuz zahmete katlanmıyor, bir kuruma bağış yaparak yerine getiriyor bu ibadeti. Daha hijyenik oluyor belki ama o eski hazzı yaşayamıyor insan. Bir de insanımızın alım gücü düştü. Üretici satamıyor, vatandaş pahalı olduğu için alamıyor. Televizyon röportajında bir emekli; “Ne kurbanı, biz artık bir horoz bile kesemeyiz kızım!” diyordu.
Bayramlar sevinme, mutlu olma günleridir. Öyledir de, haksız yere cezaevlerinde tutulan gençlerin, alınterinin karşılığını alamayan işçinin, bitme noktasına gelmiş çiftçinin, iflas eden sanayicinin, esnafın, atanamayan öğretmenlerin, teröristbaşına umut hakkı konuşulurken içeri tıkılan Ümit Özdağ’ın, İmamoğlu’nun, rütbeleri sökülen genç teğmenlerin, aylardır iş bulamayan üniversite mezunu gençlerin, asgari ücrete mahkum edilen emeklilerin bayramda mutlu olmaları, ailelerinin neşeli bir bayram yaşaması kolay mı sanıyorsunuz?
Pkk terör örgütü elebaşına barış elçisi gibi bakılıp, önder diye hitap edilirken, “Bayram gelmiş neyime, gam damlar yüreğime” diyen şehit analarının, evlatlarını vatana kurban vermiş şehit babalarının ıstırabını hangi bayram dindirebilir?!
Efendim, her şeyin değerinin bilindiği, hakkın ve hukukun egemen olduğu, emeğin karşılığını bulduğu, bağımsız ve özgür yaşama arzusunun bayraklaştığı günlerin özlemiyle, kurbanlarınız makbul, Kurban Bayramınız kutlu olsun.
PKK İLE “BARIŞ”-MERİÇ’TE NATO TATBİKATI!
Arslan Bulut- Yeniçağ Gazetesi-26 Mayıs 2025
PKK ile “barış”; Meriç’te NATO tatbikatı!
Halk, “Terörsüz Türkiye” gösterilerek özerk bölgelere dayalı bir Yeni Anayasa’ya ikna edilmek istenirken, Trakya’da Türkiye sınırına 30 kilometre mesafede ABD öncülüğünde sekiz NATO ülkesi Meriç nehrini geçiş senaryosuna göre tatbikat yapıyor!
“İmmediate Response” yani “Anında Cevap” adıyla, Türkiye sınırında ama Türkiye davet edilmeden yapılan tatbikatın amacı belli.
Buna karşılık, içerde iktidar, cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ve CHP’yi 60 milyar dolar bozdurma pahasına Türkiye için tehdit gibi göstermeye çalışıyor. Öyle ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bütün yetkilileri tutuklandı! Açılıma engel çıkarmasın diye Ümit Özdağ’a da daha önceden “önleyici tutuklama” uygulandı.
***
Açılım konusunda eski Başbakan Ahmet Davutoğlu da devreye girdi ve Kuzey Irak’ta beş gün süren temaslar yaptı. Neçirvan Barzani, Kubat Talabani ile Türkmen ve Arap liderlerle bir araya gelen Davutoğlu, Independent Türkçe Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek’e açıklamalar yaptı.
Ahmet Davutoğlu, “Gezide gözlemlediğim hava, geleceğe dair umutlarımı artırdı. Silahların bırakılması sürecinin hızlandırılması gerekiyor. Süreç diken üstünde ilerliyor. Silah bırakıldıktan sonra geri dönüş mümkün değil,” ifadelerini kullandı. Davutoğlu, benzer bir sürecin Suriye’de de yürütülmesi gerektiğini belirterek, “Bu süreç başladığında arkası domino etkisiyle gelecektir.” dedi.
Hem Erbil hem de Süleymaniye’nin bu sürece tam destek verdiğini vurgulayan Davutoğlu, “Neçirvan Barzani de, Mesut Bey de bu sürece dair ciddi bir heyecan taşıyorlar; bunu hissetmemek mümkün değil. Sorunun çözülmesi halinde gerçekten büyük bir mutluluk duyacakları açık… Ancak süreci anlamaya çalışıyorlar. 2013’te yaşananlarla bugünü karşılaştırıyorlar ve ‘Siz o dönemi de bu dönemi de yaşadınız, bu sürecin başarı şansı nedir?’ diye soruyorlar. Bahçeli’yi samimi bir şekilde merak ediyorlar. Ben de kendilerine Bahçeli’nin bu konudaki kararlılığını anlattım ve bundan memnuniyet duydular. Hatta ‘Bahçeli’nin sağlığı için dua ediyoruz’ dediler.
Bu süreç zaten gecikti, bunu açıkça belirtmek lazım. Her ne kadar süreç gecikmiş olsa da, daha fazla zaman kaybetmeden hayata geçirilmesi şart. En temel mesajım şu: Daha fazla gecikme, bazı bölgesel gelişmelerin her şeyi altüst etmesine yol açabilir. Çünkü arada birçok fitne odağı ve provokatör devreye giriyor. Bu süreçten rahatsız olan çok sayıda aktör var. Geçmişte, bu rahatsız olanlar 2013 sürecini sabote ettiler. Şimdi aynı aktörlere fırsat vermemek gerekiyor.” diye konuştu.
***
Davutoğlu, “Silahların bırakıldığına dair bir görüntü oluştuğu anda, PKK bir daha ‘silahla mücadeleye dönüyorum’ dese bile militan toplayamaz. Türkiye açısından da silahların bırakıldığı görülürse, sürece en karşı olanlar bile artık muhalefet edemez. Çünkü silah bırakmanın neyine karşı çıkacaksınız?” diye sordu.
İşte konunun en kritik noktası da bu zaten… Suriye’deki PYD/YPG ve İran’daki PJAK, Abdullah Öcalan’ın silah bırak çağrısının kendilerini kapsamadığını açıkladı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise Suriye’nin kuzeyinde silah bırakma yolunda hiçbir adım atılmadığını söyledi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da PYD/YPG’yi Kuzey Irak’tan giden PKK’lıların yönettiğini açıklamıştı…
Durum böyleyse, Türkiye’de ve Kuzey Irak’ta zaten etkisiz duruma getirilen PKK’nın silah bırakmasının ne kıymeti var? Suriye’nin kuzeyinde PKK, ABD tarafından 100 bin kişilik ordu haline getirilmedi mi? 2 bin yaşlı terörist emekli edilirken Suriye’de gençlerden 100 bin kişilik PKK ordusu kuran ABD, Dedeağaç’ta Meriç’i geçme tatbikatı yapıyor, Türkiye’de ise “Terörsüz Türkiye” sloganıyla neredeyse bayram yapılacak.
Kaldı ki PKK, silah bırakacağını ama Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini ve Lozan’ı tanımadığını ve mücadelenin yeni bir evresine geçildiğini açıkladı.
İktidar ise yargıyı kullanarak muhalefet üzerinde devlet terörü uyguluyor…
***
Bu şartlarda yapılan açılımı “barış” olarak göstermek; rejimi Yeni Anayasa yaparak değiştirmek ve Türkiye’nin yerine bir Orta Doğu Konfederasyonu kurmak için kaldıraç olarak kullanmaktır. Meriç’e yönelik tatbikat da bunun işaretidir. Kaldı ki barış, ülkeler arasına yapılır, terör örgütleri ise imha edilir!