25 Ağustos 2025 Pazartesi
Edirne Çevre Gönüllüleri Derneği, Enez’e bağlı Büyükevren, Küçükevren ve Gülçavuş köylerinde yapılması planlanan 14 türbinli, Depolamalı Rüzgâr Enerji Santrali (DRES) projesinin ‘ÇED olumlu’ kararına karşı çıktı. Edirne Çevre Gönüllüleri Derneği Başkanı Ayten Eren, “Bu karardan geri dönülmeli, bağımsız çevresel ve teknik incelemeler yapılmalı; halkın sürece aktif katılımı sağlanmalıdır. Unutulmamalı ki: Sürdürülebilir yaşam ve ekoloji, enerjiden çok daha değerlidir” dedi.
Eren, bu tür projelerde halkın görüşü alınmadan, yalnızca şirket yararına verilen kararların kamu yararına olmadığını kaydetti. Eren, dernek olarak bu projeye dair tüm süreci izlemeye devam edeceklerini ifade etti.
“Sürdürülebilir yaşam ve ekoloji, enerjiden çok daha değerlidir”
Eren, şunları kaydetti:
“14 Ağustos 2023’te başlayan ÇED süreci, 15 Ağustos 2025’te Bakanlıkça ‘ÇED olumlu’ kararıyla sonuçlandı. Ancak projenin ÇED raporunda bile, sahasının tarım ve orman alanı, Kültür ve Turizm Koruma/Gelişim Bölgesi, tabiatı koruma alanları ve 1. derece yol güzergâhı içinde yer aldığı açıkça belirtilmişti. Bu, projeye dair teknik fizibilite ve toplumsal kabulün yeterince sağlanmadığını göstermektedir. Projenin onaylandığı dönemde bölgede çıkan yangınlar, halkta ciddi kaygılara yol açtı. Bu tür şüpheler, yalnızca söylenti değil; halkın projenin zamanlamasına yönelik derin bir güvensizliğidir. Yangının ardından ‘Yangın kasıtlı mı çıkarıldı?’ sorusu, karar alma süreçlerindeki şeffaflık eksikliğini ortaya koyuyor. Muhtarların tebligat alıp itiraz sürecini işletmesi ve imzalı dilekçelerin teslim edilmesi, yerel direnişin en güçlü göstergeleridir. Bu karardan geri dönülmeli, bağımsız çevresel ve teknik incelemeler yapılmalı; halkın sürece aktif katılımı sağlanmalıdır. Unutulmamalı ki: Sürdürülebilir yaşam ve ekoloji, enerjiden çok daha değerlidir.
“Bölge halkında endişe uyandırmaktadır”
Gıda, yaşamın temelidir; elektrik değil. Yerel halkın dile getirdiği gibi: ‘Tarım alanlarımızı enerji santrallerine feda etmek kabul edilemez’ Bu köylere yakın mesafede kurulacak çok sayıda rüzgâr türbinlerinin düşük frekanslı gürültü ve ses ötesi dalgalar yayarak uyku bozukluğu, baş ağrısı, çarpıntı, dengesizlik, sinirlilik ve hafıza sorunları gibi semptomlara yol açabileceği konusunda bilimsel çalışmalar yapılmaktadır. Ayrıca ‘Rüzgâr Türbini Sendromu’ olarak adlandırılan bu sendrom, evlerini terk etmeye kadar varan ciddi sonuçlar doğurabilmektedir. Bu nedenle uzmanlar, bu tür projelerin kara yerine deniz içine kurulmasının daha güvenli olacağını vurgulamaktadır. Rüzgâr türbinlerinin, özellikle kuşlar, yarasalar ve arılar gibi yaban hayatı üzerinde olumsuz etkileri görülmektedir. Türbin kanatlarına çarpma, habitat kaybı ve stres kaynaklı popülasyon düşüşleri bilimsel literatürde yer almaktadır Tarımsal alanlar, verimli topraklar ve bölgenin ekolojik dengesine verebileceği zararlar, yeterince Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılmadığı endişeleri de RES projeleri için bölge halkında endişe uyandırmaktadır. Bu projelerde halkın görüşü alınmadan, yalnızca şirket yararına verilen kararlar kamu yararına değildir. Bölgede yaşayan halk muhtarlarıyla birlikte, proje alanlarına ilişkin yasa gereği bir aylık itiraz haklarını kullanmak üzere hazırlık yapmaktadır. Derneğimiz, bilgi toplantıları, yerel katılım ve şeffaf süreçler talep etmektedir; aksi halde bölgenin tarımsal, ekolojik ve toplumsal dengesi geri dönüşü olmayan bu RES projeleri, yerlerinde, bilimsel temelde ve halkla birlikte planlandığında doğru olabilir. Ancak, halkın onayı alınmayan, ekosisteme zarar verebilecek ve yeterince değerlendirilmemiş projeler, hepimize karşı sorumsuzluktur.” Haber Merkezi
Keşan Kent Konseyi Başkanı Dr. Uğur Özdağlı, susuzluk krizinin geleceğin en büyük tehditlerinden birisi olduğunu ifade etti. Özdağlı, susuzluğa karşı çözüm önerilerini de sıraladı.
Özdağlı, “Kurak yazlar, iklim krizi ve kontrolsüz büyüyen metropoller… Bugün yaşadığımız susuzluk tehdidi aslında yıllardır yapılan yanlışların sonucu” dedi.
Özdağlı, her yaz aynı tablonun ortaya çıktığını, “Şehrimizin suyu şu kadar gün kaldı, bu kadar gün kaldı” şeklinde olan söylemlerin önüne geçilmesi gerektiğini belirtti. Özdağlı, dünyada suyun planlamasında öncelik insan ve diğer canlıların olduğunu sonrasında tarım ve sanayinin geldiğini açıkladı.
“Su, kuraklık çağında dünyanın en stratejik kaynağıdır”
Özdağlı, şunları kaydetti:
“Susuzluk krizi geleceğin en büyük tehdidi. Kurak yazlar, iklim krizi ve kontrolsüz büyüyen metropoller… Bugün yaşadığımız susuzluk tehdidi aslında yıllardır yapılan yanlışların sonucu.
Ormanlar, tarım arazileri ve kıyılar; inşaat uğruna talan edilirken uyardık. ‘Doğayla mücadele edilmez, doğayla uyum içinde yaşanır’ dedik, duyan olmadı. Tarım arazilerinin ortasına RES ve GES dikmeyin dedik, anlatamadık. Maden çıkarırken binlerce litre temiz suyun harcandığını söyledik, ‘arazinin üstü altından değerlidir’ dedik, ikna edemedik. Bugün Uşak’ta bir maden şirketi koca şehrin suyunu tüketmiş durumda. Şehre yalnızca günde 3-4 saat su verilebiliyor. Her yaz aynı tablo: ‘Şehrimizin suyu şu kadar gün kaldı, bu kadar gün kaldı.’ Oysa dünyada suyun kullanımı planlanır: Önce insan ve diğer canlıların ihtiyacı, sonra tarım ve sanayi… Çorlu ve Çerkezköy sanayisinin su ihtiyacını karşılamak için DSİ, Meriç Nehri’nden baraj ve istasyonlarla su aktarmayı planlıyor. Ama Çakmak ve Hamzadere barajları bile hâlâ Meriç’ten yeterince su depolayamıyor. Edirne’de suyun önü kesildi, Meriç’te kano yarışları yapılırken, Enez’de tarım alanlarına tuzlu su gelmeye başlayınca panikle yeniden su verildi.
Köylerde büyük üreticiler çeltik için derin kuyular açıyor, köy çeşmeleri kuruyor. Bu sadece bugünün değil, geleceğin suyunu da çalmak demek. Su, kuraklık çağında dünyanın en stratejik kaynağıdır. Bu yüzden su savaşları çıkıyor. Bugün İsrail’in Golan Tepeleri’ne bakışını hatırlayın: Petrol değil, su en büyük güç. Dicle ve Fırat’ın suladığı Mezopotamya’da, Irak ve Suriye’de de durum aynı: Su petrolden daha değerli hale geldi. Tarım politikaları, küçük üreticiyi ayakta tutmak yerine onu yok etmeye, topraklarını büyük sermayeye teslim etmeye odaklı. Sanılıyor ki sermaye tarımı ele geçirince üretim artacak, fiyatlar düşecek. Dünyada bunun örneği yok. Evet, planlı üretim olmalı, ürün daha tarladayken fiyatı belli olmalı. Ama bugün samanı ithal ediyoruz, eti ve sütü ithal ediyoruz, zeytin satıp zeytinyağını dışarıdan alıyoruz. Çünkü zeytin ağaçlarını bile talan ettiler. Zeytin talanı yasası ile köylünün toprağına ‘stratejik yatırım’ bahanesiyle el konuluyor. Köylü dava açsa bile binlerce liralık masraf çıkıyor, davalar bilirkişiler değiştirilerek boşa düşürülüyor. Halk, kendi toprağında sermayenin ırgatına dönüştürülüyor. Maliyetler nedeniyle çiftçi ve besici tarımı terk ediyor. Boşluğu ise yabancı sermaye dolduruyor. Angus sığırları, Sırbistan’dan ithal etler, fonlarla soframıza geliyor. Üstelik tüketiciye uygun fiyatlı ürün satması gereken Tarım Kredi marketleri bile zarar ediyor.”
“Su biterse, hayat biter”
Özdağlı, çözüm önerilerini ise şöyle sıraladı:
“Sorun ortada: Su bitiyor. Ama çözüm de ortada. Sulu Tarımı Yeniden Planlamak: Açık sulamada suyun üçte biri boşa buharlaşıyor. Bunun yerine damla sulama hızla yaygınlaştırılmalı. Ayçiçeği, buğday gibi stratejik ürünlerde damlama sulama için özel destek sağlanmalı. Böylece aynı tarladan 2–3 kat daha fazla ürün elde edilebilir. Tarım kimyasalları azaltılarak suyun geri dönüşümü mümkün hale getirilmeli. Yağmur ve Yeraltı Sularını Değerlendirmek: Şehirlerin ve hayvancılığın yıllık su ihtiyacı planlanmalı. Kışın boşa denizlere akan yağmur suları göletlerde toplanmalı, yazın kullanılmalı. Büyük sanayi ve madenlere sınırsız su tahsisi yerine öncelik insan yaşamına ve tarıma verilmeli. Denizden Tatlı Su Üretmek: Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde, deniz suyundan içme ve kullanım suyu üretimi artık kaçınılmazdır. Güneş panelleriyle desteklenen entegre arıtma santralleri kurulmalı. Enerji ve su krizi birlikte çözülebilir. Yerli Üretimi Planlı Hale Getirmek: Ürün daha tarlaya ekildiğinde borsa ve piyasa fiyatları belli olmalı. Köylerde yeniden ziraat ofisleri açılmalı, modern tarım teknikleri öğretilmeli. Köylerde Üretim Çeşitliliği: Her köy kendi ihtiyacını karşılamak için seracılık faaliyetlerine yönlendirilmeli. Bu süreç muhtarlıklarca koordine edilmeli, köylerin gıda güvenliği sağlanmalı.
Son Söz: Suyun ve Toprağın Efendisi mi, Kölesi mi? Petrolün alternatifi var, elektriğin alternatifi var. Ama suyun alternatifi yok. Su biterse, hayat biter. Bugün alınacak akılcı, bilime dayalı kararlar; yarının kuraklığını önleyebilir. Eğer adım atmazsak, halk kendi toprağında hem susuz hem aç kalacak.
Ama suyu korur, tarımı planlar, denizden bile hayat üretirsek; bu toprakların efendisi olmaya devam ederiz.” Haber Merkezi
Uzunköprü ilçesine bağlı Türkobası köyüne güneş enerji sistemi kuruluyor.
Edirne İl Özel İdaresinden yapılan açıklamada, 2025 yılı yatırım programında yer alan Uzunköprü Türkobası köyü içme suyu kuyularında tüketilen elektriğin üretilmesi amaçlı güneş enerji sistemi kurulum çalışmalarının devam ettiği belirtildi. Yapım işleminin kısa sürede tamamlanacağı kaydedildi. (aa)
Edirne Dora Spor Kulübü, Türkiye Halk Oyunları Büyükler Türkiye Şampiyonası’nda Büyükler Geleneksel Düzenlemesiz Dalda Türkiye üçüncüsü oldu.
Türkiye Halk Oyunları Büyükler Türkiye Şampiyonası’nda Edirne Dora Spor Kulübü kenti başarılı bir şekilde temsil etti.
22-24 Ağustos 2025 tarihleri arasında Afyonkarahisar’da gerçekleştirilen Büyükler Türkiye Şampiyonası’nda, Edirne Dora Spor Kulübü Edirne’ye ödülle geri döndü. Şampiyona sonunda Edirne Dora Spor Kulübü, Büyükler Geleneksel Düzenlemesiz Dalda Türkiye Üçüncüsü olarak, Edirne’ye bu dalda ilk kez böyle bir derece kazandırdı. Haber Merkezi
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Edirne Şube Başkanı Celil Özcan, Büyük Taarruz’un 103’üncü yıl dönümü dolayısıyla açıklama yaptı. Özcan, “Büyük Taarruz, Türk Tarihi’nin en ağır bedeller ödenerek yazılmış en şerefli sayfası, taarruz planı da en cesur, en akıl, bilim ve deneyime dayalı, en dâhiyane planıdır” dedi.
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Edirne Şube Başkanı Celil Özcan, Büyük Taarruz’un tarihin en şerefli sayfalarından biri olduğunu belirterek, şunları kaydetti:
“26 Ağustos 1922; Anadolu Türk’ünün Malazgirt öncesine sürülmeyi reddinin olduğu kadar, çağ atlama ve çağdaş uygarlık seviyesini aşma azim ve kararının da dünyaya ilanıdır.
Büyük Atatürk’ü, Kuvayı Milliye kahramanlarını ve Kemalist Devrim kadrolarını minnetle, şehit ve gazilerimizi saygıyla anıyoruz. Büyük Taarruz’un 103. yıl dönümü kutlu olsun!
1. Dünya Savaşı galibi İtilaf Devletleri, 30 Ekim 1918’de Osmanlı Sarayı temsilcilerine imzalattıkları Mondros Mütarekesi ile fiilen devletsiz bıraktıkları Türk Milleti’ni vatansız da bırakarak Asya steplerine sürmek ve yok etmek amacıyla bir yandan yurdun dört bir yöresini işgal etmişler, bir yandan ordularını dağıtıp silahlarına el koymuşlar, bir yandan da donatıp destekledikleri Yunan ordusunu 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkarıp Polatlı önlerine kadar sürmüşlerdi. Ama tıpkı 4 yıl önce Çanakkale’de olduğu gibi yine Mustafa Kemal Paşa’yı ve Türk Milleti’nin söz konusu vatan olduğunda neler yapabileceğini unutmuşlardı.
‘KEŞKE YUNAN KAZANSA DİYENLER DE VARDI’
Emperyalizmi Çanakkale’de yenip savaşı 3 yıl uzatarak dünya tarihinin akışını değiştiren Mustafa Kemal Paşa ve Mehmetçik, bir yıl önce Sakarya’da durdurdukları düşmanı “Vatanın harim-i ismetinde boğmak” için 26 Ağustos 1922 sabahının ilk ışıklarını bekliyorlardı.
Onlar 3 yıl 3 aydır inandıkları zafere ulaşmak için dakikaları sayarken tersini bekleyenler de vardı tabii, hem de pek çok… 239 yıldır taarruz savaşı yapmamış Türk Ordusu’nun kazanmasının olanaksız olduğunu söyleyenler de vardı, Başkomutanı maceracı, yaptığı taarruz planını aşırı riskli bulanlar da. İstanbul’da, Ankara’da, hatta kurduğu mecliste yenilgi haberini hevesle bekleyen muhalifler de vardı, “Keşke Yunan kazansa” diye duaya çökmüş alçaklar da. Mütareke Basını’nın “Asıl kafası ezilecek eşkıya Ankara’daki Kemalistlerdir” diyen şeref yoksunu vatansızları da vardı, Teali-i İslam, İngiliz Muhipleri gibi işbirlikçi cemiyetlerde örgütlenmiş halkın kutsal din duygularını kullanarak emperyalist işgale direnişini kırmak için canhıraş çalışan şeriatçı yobazlar, sarıklı cübbeli hainler de… Nazım’ın “ Ateşi ve ihaneti gördük…” dediği günlerdi…
‘TÜRK TARİHİNİN EN ŞEREFLİ SAYFASI’
Ama Mustafa Kemal’in Ulusuna güveni tamdı. Bandırma Vapuru’na adımını attığından beri zafere ulaşacağından zerre kuşkusu yoktu. O kadar yoktu ki, Büyük Taarruz öncesi yaptığı son toplantıda komutanlara “Bütün sorumluluk benim, ‘Hücum’ emrini verip kamçımı indirdiğimden 15 gün sonra İzmir’deyiz.” diye garanti veriyor, 14 gün sonra 8 Eylül akşamı, Belkahve’de İsmet Paşa’ya “Bir gün yanıldım İsmet. Bu kadar hızlı kaçacaklarını hesaplayamamışım.”diyordu.
Büyük Taarruz, Türk Tarihi’nin en ağır bedeller ödenerek yazılmış en şerefli sayfası, taarruz planı da en cesur, en akıl, bilim ve deneyime dayalı, en dâhiyane planıdır, dense yeridir.
İnebolu’dan yükledikleri kutsal emanetleriyle “Ayın altında Akşehir üstünden Afyon’a doğru” giden dünyanın ilk ve tek kağnı taburlarını yöneten yiğit Anadolu kadınlarının, Ilgaz dağlarında donarak şehit düşen Şerife Bacıların, Demirci Akıncıları’ndan Gördesli Makbulelerin, Kara Fatmaların, Çete Emir Ayşe Efelerin, Çiğiltepe’yi söz verdiği saatte ele geçirememeyi gururuna yediremediği için yaşamına son veren Albay Reşat Çiğiltepelerin, sıtma krizi geçirirken Yunan hatlarının gerisine sarkan Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Altayların, ölüme gülerek giden binlerce neferin, kadını, erkeği ve çocuğuyla topyekûn bir halkın özgür bir ulus olma azminin ete kemiğe büründüğü andır 103 yıl öncenin o puslu Ağustos sabahı.
‘TÜRK ULUSU BÜTÜN EMPERYAL SALDIRILARI DEFEDECEK’
Bu anın değerini anlamak için; Düzenli Ordunun hangi güçlükler aşılarak kurulduğunu, 1. ve 2. İnönü Zaferlerinin anlamını bilmek gerekir. Bursa’nın işgali üzerine Büyük Millet Meclisi kürsüsüne örtülen Puşide-i Siyah’ı bilmek gerekir. Kütahya, Eskişehir muharebelerinde Orduyu 100 kilometre geri çekmenin nedenini, emperyalist işbirlikçisi Saray talimatı ve İngiliz altınlarıyla çıkarılan onlarca isyanı bastırmak için cephelerden birlik çekmek zorunda kalmanın yarattığı güçlükleri bilmek gerekir. Kuvayı İnzibatiye alçaklığını, milletin tepesine İngiliz uçaklarından yağdırılan ve “Yunan Ordusu Halife Ordusudur…” diyen Padişah tuğralı zillet mektuplarını, İngilizlerin kurdurduğu Teali-i İslâm Cemiyeti’nin İskilipli Atıf haini imzalı Milli Mücadele düşmanı bildirilerini, Vahdettin’in, Damat Ferit’in, Ali Kemal’in utanmadan Rahip Frew kuyruğunda üye oldukları İngiliz Muhipleri Cemiyeti şerefsizliğini, Mustafa Kemal ve yol arkadaşlarının boyunlarına idam fermanı geçirme alçaklığını bilmek gerekir. Polatlı’dan başlayarak Sakarya Meydan Muharebesi coğrafyasını adım adım dolaşırken dünya savaş literatüründe yeni bir sayfa açan “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk edilemez!” emri kulaklarında çınlayanlardır ancak bu vatanın ekmeğini, suyunu hak edenler. 22 gün 22 gece kıpkırmızı akan Sakarya’yı yüreği pır pır duyumsayan, Dumlupınar şehitliğinde gördüğü 8 yaşındaki şehit 1914 Bozkır doğumlu Ömer oğlu Hüsnü’nün kısacık gömüt kitabesini okurken boğazı düğümlenen, dudakları titreyen, gözleri nemlenenlerdir ancak aziz şehit ve gazilerimizin canları ve kanlarıyla vatan ettikleri bu toprağın ekmeğini, suyunu hak edenler. Unutulmamalıdır!
26 Ağustos 1922; Anadolu Türk’ünün Malazgirt öncesine sürülmeyi reddinin olduğu kadar, çağ atlama ve muasır medeniyet seviyesini aşma azim ve kararının da dünyaya ilanıdır.
Türk Ulusu; Mustafa Kemal Paşa komutasında Büyük Taarruz ile neyi başardığını hiç aklından çıkarmadan bütün emperyal saldırıları defedecek, bütün tuzakları bozacak, işbirlikçilerin bütün ihanetlerini aşacak, Kemalizm pusulasıyla Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne mutlaka ulaşacaktır.
Atatürkçü Düşünce Derneği olarak Büyük Taarruz’ un 103. yılında Mustafa Kemal Atatürk’ü, Kuvayı Milliye kahramanlarını ve Kemalist Devrim kadrolarını minnetle, şükranla anıyor, şehit ve gazilerimizin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz.” Haber Merkezi