22 Temmuz 2025 Salı
Ormanlar, çok yönlü işlevleriyle dünyanın en değerli doğal kaynakları arasında yer almaktadır. Ancak bu kaynak, nüfus artışı, kentleşme ve sanayileşme gibi beşerî etkenler nedeniyle ciddi bir baskı altındadır.
Günümüzde dünya kara alanlarının yaklaşık %25’i ormanlarla kaplıdır. Oysa yaklaşık 8 bin yıl önce bu oran 6 milyar hektar düzeyindeyken, zamanla %50 oranında azalarak günümüzde 3 milyar hektara kadar gerilemiştir.[1]
18. yüzyıldaki Sanayi Devrimi ile birlikte fosil yakıt kullanımı artmış, kırsal alanlardan şehirlere göçler yaşanmış ve bu durum kentleşmeyi, orman tahribatını ve yanlış toprak kullanımını beraberinde getirmiştir.
Sonuç olarak, günümüzde küresel bir tehdit haline gelen “küresel iklim krizi” ortaya çıkmıştır. Bu kriz, artan sıcaklıklar, aşırı hava olayları, kuraklık, orman yangınları ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi belirtilerle kendini göstermektedir. İklim değişikliği, tarımsal üretimi, balıkçılığı, temiz su ve gıda güvenliğini de olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla dünyanın her yerinde hava koşullarının değişmesiyle ısınma, kuraklık, orman yangınları, seller ve fırtınalar gibi felaketleri daha sık ve şiddetli yaşanır hale getirmektedir.
İklim krizi, sadece doğayı değil, insanların yaşamını da ciddi şekilde etkilemektedir. Öncelikle bu iklim krizinin anlaşılır bir şekilde topluma iyi anlatılması, çözüm yollarında halkın katılımının sağlanması, daha doğrusu halkın bu konuda bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
Son yıllarda gerek ülkemizde gerekse dünyanın dört bir köşesinde küresel iklim değişikliğinin getirdiği olumsuzlukların orman yangınlarının sıklığını ve şiddetini önemli ölçüde artırdığını göstermektedir.
Türkiye’de gerçekleşen orman yangınlarını incelediğimizde 1937-2024 yılları arasında 88 yıl içerisinde 126.268 orman yangınının çıktığı ve 1.907.265 hektar (ha) alanın yandığı ve yangın başına 15.1 (ha) alanın yandığı görülmektedir. Bu veriler ışığında 88 yıl içinde yıllık ortalama 1.435 yangının gerçekleştiği ve 21.763 (ha) alanın yandığını görmekteyiz.
2015-2024 yılları arasında gerçekleşen orman yangınlarını incelediğimizde de 27.332 yangının çıktığı 257.622 (ha) alanın yandığı görülmektedir. Bu veriler ışığında da son on yıllık süreçte ortalama yılda 2.732 yangının çıkarak 25.762 (ha) alanın yandığı belirlenmiştir. [2]
Bu verilerde göstermektedir ki, son yıllarda yıllara göre yangın ortalamasının yükseldiği ve buna paralel de yanan hektar alanın da genişlediği görülmektedir.
Yangınlara sebebiyet veren nedenleri incelediğimizde de insanlarımızın ihmal ve dikkatsizliğinden kaynaklı, anız, çöplük, avcılık, sigara, çoban ateşi, piknik vd. nedenlerden dolayı çıkan yıllık yangın oranının % 29,5 olduğu görülmektedir. Terör ve kundaklama %4,5 oranında yer alırken yangının çıkış nedeninin bilinmeyen oranı ise % 47.4’dür.
Türkiye’de çıkan büyük yangınları incelediğimizde de 1945 yılında çıkan 1.169 yangın sonucunda 165.307 hektar alanın yandığı görülmektedir. 2021 yıl en çok yangının gerçekleştiği yıldır. Toplam 2.793 yangın çıkmış olup 139.503 (ha) alan yanıp kül olmuştur. [3]
Edirne’de de 2025 yılının Haziran ayında 15 gün içerisinde gerçekleşen yangınlarda 50 dekar (yaklaşık yedi futbol sahası büyüklüğü) buğday ekili alan yanarken[4] 13 Temmuz 2025 günü Keşan’a bağlı Kadıköy’ün Susamdere bölgesinde biçilmiş buğday tarlasında çıkan yangın rüzgarın etkisiyle ormana sıçramış 40 hektarlık alan zarar görmüştür.[5] 17 Temmuz 2025 günü de Edirne merkez Kurtuluş Mahallesi TOKİ mevkinde yer alan tarım arazisinde çıkan yangında da 300 dekar tarım alanı zarar görmüştür.
Aslında ormanlar bir ulusun bir kentin akciğerleri olup kent halkının nefes aldığı, sosyal ve kültürel alanlardır. Birer turizm merkezleridir. Tarım alanları da bir ülkenin gıda güvencesinin, ekonomik bağımsızlığının ve doğal kaynaklarının temelidir. Bunları korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak da biz vatandaşların da görevidir.
Bu bağlamda bu konuda toplumu bilgilendirmek ve bilinçlendirme görevi de ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarındadır.
Türkiye Cumhuriyeti Tarım ve Orman Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü’nün “Türkiye İklime Dirençli Ormancılık Projesi” kapsamında yürüttüğü Paydaş Katılım Planı ile ilgili çalışmasında orman yangınlarıyla ilgili yaptığı anket çalışmasında yer verdiği birinci soru da; Orman yangınları ile ilgili farkındalık oluşturma faaliyetlerini yeterli buluyor musunuz? sorusuna şu yanıtlar alınmıştır;
Cevapların % 34 hayır, % 34’ü belki, %31’i evet, %1’de bir fikrim yoktur. Katılımcıların verdiği yanıtlar gösteriyor ki, konu ile ilgili halkımızda gerekli farkındalık yaratılamamıştır.
Ankette yer alan dördüncü soru; “Koruma alanlarındaki (milli park, doğal park vb.) bakım ve yangın önleme tedbirlerini yeterli buluyor musunuz?”. Bu soruya yanıt veren katılımcıların %42’si hayır, %34’ü belki, %20’si evet %4’ü de bir fikrim yok yanıtıdır. [6]
Yangınlar yalnızca ormanlarda değil, tarım alanlarında da hızla yayılmakta; ekolojik dengeyi bozmakta ve kırsal yerleşimler için ciddi risk oluşturmaktadır. Gözlemler, pek çok yangının doğrudan anız yakımından veya rüzgârla yeniden alevlenmesinden kaynaklandığını göstermektedir.
Edirne’de 44.405 hektar orman alanı bulunmaktadır.[7] Geçtiğimiz hafta Tekirdağ Şarköy’de başlayan yangının sonuçlarını hepimiz gördük. Edirne’de de özellikle anız yakılması ya da başka nedenlerden dolayı ciddi yangın tehlikeleri yaşanmaktadır.
Oysa Türkiye’de anız yakmak, 2872 sayılı Çevre Kanunu gereğince açıkça yasaklanmıştır. Bu yasa kapsamında, anız yakanlara her dekar için idari para cezası uygulanmakta ve bu ceza beş katına kadar artırılmaktadır. Buna rağmen, uygulamada denetimlerin yetersizliği, delil yoksunluğu ve çiftçilerin bilgi eksikliği nedeniyle cezaların etkinliği sınırlı kalmaktadır.
Edirne’de son zamanlarda artan vakalar, bu konuda hem toplumsal farkındalığın artırılması hem de cezai yaptırımların kararlılıkla uygulanması gerektiğini bir kez daha göstermektedir.
Bu nedenle, orman yangınlarının önlenmesi adına anız yakma başta olmak üzere diğer tehlikeler konusunda çiftçi ve halkımız bilinçlendirilmeli, denetimler sıklaştırılmalı ve cezai yaptırımlar tavizsiz uygulanmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, her önlenen yangın, doğanın ve insanların yaşam hakkının korunması demektir.
[1] Doğanay, H., & Doğanay, S. (2011). Türkiye’de Orman Yangınları ve Alınması Gereken Önlemler y. Doğu Coğrafya Dergisi, 9 (11). s;35.
[2] https://www.ormancilardernegi.org/Yangin
[3] a.g.e
[4] https://www.diken.com.tr/edirnede-yedi-futbol-sahasi-buyuklugunde-bugday-tarlasi-yandi
[5] https://www.milliyet.com.tr/gundem/kesanda-yanginin-aci-bilancosu-zarar-goren-alanlar-havadan-goruntulendi-7409902
[6] Orman Genel Müdürlüğü (2023) Türkiye İklime Dirençli Ormancılık Projesi – P179345 (İDOP) Paydaş Katılım Planı (PKP).-Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Tarım ve Orman Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü, ss.;26-33
[7] https://www.ogm.gov.tr/istanbulobm/ormanlarimiz/orman-varligi
Her yıl olduğu gibi bu yıl da Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’ni kazasız bitirdik. Kapanışın ardından belediye ve federasyon başkanı ile ağa festivalin başarıyla sonuçlandığını ifade ettiler. Tabi hepimizin Kırkpınar’a bakış açısı farklı oluyor. Başarı değerlerimiz de aynı o şekilde.
Aslında 664. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali hazırlıkları, bazı güreşseverler ile eski dönem ağa, pehlivan ve diğer aktörlerin, Türkiye Geleneksel Güreşler Federasyonu’nun aldığı bazı kararlarının, yağlı güreşin ve dolayısıyla Kırkpınar’ın gelenekselliğini zedelediği düşünceleri doğrultusunda yapılıyordu. Ağanın da festival öncesi ağa kıyafetini modaya uydurulması gerektiğine yönelik beyanatları festivalin önüne geçiyordu.
Dolayısıyla ağanın giyeceği kıyafet merak konusu olmuştu. Nihayet ağa karşılama töreninde ağanın giydiği kıyafet talimatlarda belirtilen yöresel kıyafetin dışında oluşu eleştiri konusu olurken sarayiçinde düzenlenen açılış töreninde ve diğer günlerde giymiş olduğu farklı kıyafetlerde ağanın gerçekten sarayiçi er meydanında defile yaptığı fikrini öne çıkarmıştı. Ve ağa üç gün boyunca giydiği dört çeşit kıyafetle “Parayı Veren Düdüğü Çalar” atasözünü bizlere hatırlatmıştı.
Bu bağlamda federasyonun da güreşler başlarken tüm boylarda çeyrek finalden sonra yeni bir uygulamayla puanlama öncesi güreşlerini galibiyetle kapatacak pehlivanlara para ödülü vereceğini açıklaması da şaşırtıcı olmamıştı. Çünkü gelen eleştirileri federasyon da en aza indirmek, pehlivanları puanlamaya kalmamaları için para ödülüyle teşvik ediyordu. Ancak para ödülünün yeterli olmadığı görüldü.
661, 662 ve 663. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’nin ardından yaptığımız anket çalışmalarında güreşseverlerin özellikle tribünlerde rahat güreşleri izleyemedikleri, sahada bir dev ekran görmek istediklerini sıklıkla belirtiyorlardı. Kırkpınar ağasının dev olmasa da bir ekranı saha içine koydurması, er meydanının tribün koltuklarının iyileştirme ve pehlivanların soyunma odalarında yenilikler yapması hem pehlivanlar hem de güreşseverler arasında memnuniyet yaratmıştı.
Ancak pehlivanların giriş kapısına da “Zeki Özünlü” tabelasının nasıl asıldığı da merak konusu olmadı değil? Diğer taraftan biletix’den veya diğer yolla ücret ödeyerek bilet alan güreşseverlerin bu yılda tribünlerde oturmak için yer bulamadığı konusunda şikayetlerin olduğu gözlenmiştir. Nitekim Edirne Emniyet Müdürlüğünce sahte bilet basımı ve karaborsadan bilet satışı ile ilgili şüphelilerin yakalandığı haberleri de gündeme düştü. Düşünün kişi iki gün için 2.500.-TL ödeyerek bilet alıyor ve tribünde numara yok ve oturacak yer bulamıyor.
Bu yıl Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’nin organizasyonunun düzenlenmesinde Türkiye Geleneksel Güreşler Federasyonunun ağırlığını hissettim. Cuma günü sarayiçine gittiğimde protokol tribününde ilk dikkatimi çeken TGGF yakalı kişilerin çoğunlukta oluşu oldu. Nitekim açılış töreni yaklaşırken protokol da sarayiçi alanına gelmeye başlayınca protokol tribününde bir kargaşa yaşandı. Bu tür etkinlikler Edirne İl veya Ankara protokol kuralları uygulanır. Edirne Belediyesi Özel Kalem görevlileri TGGF’da görevli olan beş arkadaşı yerlerinden kaldıramadılar. Protokol gereği onların orada oturma gibi yetkileri olmamasına rağmen görevlilere bu kadar zorluk çıkarmaları gerçekten çok üzücüdür. Acaba şu mesajı mı veriyorlar dı? “Artık Kırkpınar’ı biz düzenliyoruz…!
Güreşler süresince federasyon başkanı ile Gençlik ve Spor Bakanı’nın TRT Spor’a verdikleri canlı röportajlardan öğrendik ki, bir asırdır sarayiçi er meydanında düzenlenen festivalin üç yıl sonra sarayiçinde başka bir alana taşınacağı oldu.
Tarihi belgeler ışığında yürüttüğüm bilimsel çalışmalarımda, günümüzde güreşlerin yapıldığı alanın geçmişte Edirne Sarayı’nın Has Bahçesi olarak kullanıldığını; bu mekânın hem padişahlar hem de sonraki dönemlerde devlet erkânı tarafından halkla birlikte güreş, okçuluk, koşu gibi seyirlik etkinliklerin ve şenliklerin düzenlendiği bir buluşma alanı olduğunu belgeledim. Ne var ki, Edirne’nin bu konudaki sessizliği, bir asrı aşkın süredir Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri’ne ev sahipliği yapan bu alanın kendi yerinden koparılacağı gerçeğini görünür kılmaktadır. Bu durum, söz konusu mekânın, Kırkpınar’ın UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne kabulü sürecindeki etkisinin ve değerinin ne ölçüde dikkate alındığını da sorgulamamıza neden olmaktadır.
Ulusal kanallarda Edirne’de hotellerde yer kalmadığı haberlerini izleyince bu konuyla ilgili birkaç arkadaşımla görüştüm. Hotellerinde yer olup olmadığımı sorduğumda kaç kişilik, kaç oda istiyorsunuz cevabı alınca bu haberlerin de gerçek olmadığına şahit oldum.
Gerçek şudur ki, bu yıl düzenlenen 664. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, başta kentimizde ve ulusal alanda bir coşku yaratmadığıdır. Tribünlerin hangi koşullarda ve ne oranda doluluk oranına sahip olduğu gerçeğini kente yaşayan bu konuya ilgili her bir kişi biliyor. Canlı yayında da görüyoruz ki, tribünlerde tam doluluk oranı olmamasıyla birlikte dışarıda gezinen sayısının da çok düşük olduğudur.
Sosyal medya üzerinden yapmış olduğum “Bu yıl Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’ne Neden Katılmıyor sunuz? Sorusuna 320 kişi cevap vermiş olup katılanların % 41’inin Kırkpınar Yağlı Güreşlerinin gelenekselliğinin kaybetmiş olmasını düşündüğümden olmasını da düşünmemiz gerekiyor.
Sarayiçi alanının düzenlenmesinde de yeniliklere gidildiği ve bazı önemli eksikliklerin giderildiği önemlidir. Ancak kültür-sanat etkinliklerinin düşünülmemesi, daha önceki yıllarda hazırlattığım Kırkpınar ağa ve başpehlivanlarından oluşan fotoğrafların sergilenmemesi bu konudaki duyarsızlığın bir belgesi değil midir? Edirne’nin köklü kuruluşu EFOT ile işbirliği yapılarak Edirne ve Kırkpınar Sergisi yapılamaz mıydı? Türkiye Kürek Federasyonu ile işbirliği yapılarak Balkan Ülkeleri arası “Kırkpınar Kürek Yarışması”, “ Geleneksel At Yarışları”, Edirne gastronomi kültürünü öne çıkartacak ve geçmişte de düzenlenen “Edirne Ev Yemekleri Yarışmaları” vd. etkinlikler düzenlenmelidir.
664. Kırkpınar Yağlı Güreşleri’ne Edirne’den 19 pehlivan katılmayı hak kazanırken 17 pehlivanın kayıt yaptırması ve yalnızca deste küçük ile teşvik 2 boylarında kürsüye çıkabilmiş olmaları, ata sporumuz güreşi çocuklarımıza ve gençlerimize yeterince sevdiremediğimizi ve gerekli altyapıyı oluşturamadığımızı göstermektedir.
Bu bağlamda 2021 yılında 2.160, 2022’de 2.475, 2023 yılında da 2.376 pehlivan sarayiçi er meydanında kol bağlarken federasyonun almış olduğu kararlar doğrultusunda 2024 yılında bu sayı 852’ye 2025 yılında da 762’ye düşmüştür.
Şimdi soruyorum; Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, geleneksel yağlı güreşin olimpiyatı mı? yoksa sıradan bir spor etkinliği olma yolunda mı? Kırkpınar gittikçe değerini kaybetmiyor mu?
Öncelikli olarak yapmamız gereken kültür mirasımıza sahip çıkmak adına, Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali kanun veya yönetmeliğinin hazırlanması, bu hazırlık aşamasında Kırkpınar’ın kültürel kimliği, öğe ve ritüellerinin açık bir dille hiçbir yoruma açık olmayacak şekilde yazılarak yasalaşmasının sağlanmasıdır.
Emeği geçenleri ve sarayiçi er meydanında kol bağlayan tüm pehlivanlarımızı kutluyorum.
Kültürel miras yalnızca geçmişin hatırası değil, bugünün sorumluluğu ve yarının vicdanıdır. Onu görmezden gelenler kadar, yaşatmak için direnenler de tarihe not düşer.
Edirne’nin yaklaşık 8.300 yıllık geçmişinden bugüne taşınan kültürel miras, yalnızca mimari, sanatsal ya da tarihsel eserlerle sınırlı değildir. Aynı zamanda kentin ortak belleğini, geleneklerini ve zamanın izlerini taşıyan canlı bir hafızadır. Bu değerli miras, şehir tarihçileri ve kültür emekçilerinin katkılarıyla, çağın teknolojik imkânları kullanılarak geleceğe taşınmaktadır.
Taş Devrinden yapay zekâ çağına kadar uzanan süreçte, bilgi teknolojilerinin gelişimi yalnızca bilginin üretimini değil, paylaşımını da olağanüstü hızlandırmıştır. Bu bağlamda, Edirne’yi UNESCO Kültür Mirası Listesi’ne taşıyan en kıymetli değerlerden biri olan Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, sadece bir spor organizasyonu değil, kökleri insanlık tarihinin geçmişe uzanan bir kültür mirasıdır.
Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, Edirne’nin fethinden bu yana kesintisiz sürdürülen, 664 yıllık bir gelenektir. 2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Edirne Belediyesi’nin yaptığı çalışmalar sonucunda UNESCO tarafından “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası” listesine dahil edilen bu gelenek, “Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali” ismiyle tescillenmiştir. Bu ad, UNESCO beratında da açıkça yer almaktadır.
Ne var ki bugünlerde, bu uluslararası tescilli ismin resmi kurumlarca dahi yanlış kullanıldığını görmek üzüntü vericidir. “664. Tarihi Kırkpınar Güreşleri”, “Kırkpınar Pehlivan Güreşleri” “Kırkpınar Güreşleri” gibi ifadeler hem anlam kaymasına neden olmakta hem de belgelere aykırı bir dil üretmektedir. 664 rakamı zaten “tarihselliği” ifade ederken, tekrar “Tarihi” kelimesinin eklenmesi hem dil bilgisel hem de mantıksal bir çelişki yaratmaktadır.
Yapılan bu yanlış adlandırmalar, yalnızca UNESCO’nun prestijine gölge düşürmekle kalmaz; aynı zamanda tescilli resmi adın yeterince bilinmediği algısını oluşturarak UNESCO kimliğinin tanınırlığını zedeler. Bu durum, uluslararası platformlarda karışıklık yaratır ve kültürel mirasın gerçek değerinin anlaşılmasını engeller. Dolayısıyla, bu tür tutarsızlıklar yalnızca terminoloji meselesi değil; kültürel mirasın marka kimliğini zayıflatan ve Edirne’nin kültür turizmi potansiyelini doğrudan etkileyen ciddi bir sorundur.
Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’nin kültürel değeri yalnızca UNESCO ile sınırlı değildir. Avrupa Komisyonu tarafından geliştirilen EDEN – “Avrupa Seçkin Destinasyonlar Ağı” projesinde de Edirne, Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali ile ödül kazanmıştır. Bu derece önemli bir mirasın doğru temsil edilmesi, adının ve logosunun tüm organizasyonlarda yerinde ve bilinçli kullanılması bir zorunluluktur. Aksi, mirasın görünürlüğünü zedeler, hatta UNESCO nezdinde güvenilirliğini sorgulatabilir.
Üstelik son yıllarda alınan bazı kararlar, bu değerin festival kimliğini de aşındırmaktadır. Örneğin, 2023 yılından itibaren festival kortejinin programdan çıkarılması, kültürel hafızanın bir parçası olan ritüellerin yok sayılması anlamına gelir. Bu durumun, ICOMOS ya da UNESCO gibi uluslararası koruma kurumlarınca nasıl değerlendirileceğini kestirmek güç, fakat Edirne için bir zafiyet alanı oluşturduğu açıktır.
Edirne Belediyesi’nde danışmanlık yaptığım dönemde başlattığımız Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali Sayısallaştırma Projesi, bu kültür mirasını korumak ve dijital çağın imkânlarıyla geleceğe taşımak amacıyla hayata geçirildi. Bu proje, yalnızca teknik bir aktarım süreci değil; yaklaşık yüz bin belge, görsel, güreş kaydı ve afişin tarandığı, sınıflandırıldığı ve çok dilli erişime açıldığı kapsamlı bir kültürel hafıza çalışmasıdır.
Bu çalışmaların, 2014 yılında kurulan Edirne Belediyesi Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali Bilgi ve Dokümantasyon Merkezi çatısı altında yürütülmesi ise bilgiye erişimin demokratikleşmesi ve kültürel sürekliliğin sağlanması açısından projeye ayrı bir anlam ve değer kazandırmıştır.
Bu süreçte, üç ciltten oluşan “Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali Almanağı (1361–2016)” ile birlikte Edirne’nin tarih ve kültürüne dair kaleme aldığım 34 kitabın amacı da bu belleği diri tutmaktır. Çünkü bir şehrin mirası, yalnızca geçmişte değil, o geçmişi nasıl anlattığımızda da yaşar.
Dolayısıyla Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’nin dijitalleştirilmesi yalnızca bir arşivleme faaliyeti değil; aynı zamanda kültürel bir onarım, bir görünür kılma çabasıydı. Bu çalışma, Edirne’yi tanımak isteyen araştırmacılara ve güreş meraklılarına benzersiz bir kaynak sunarken, yerel hafızayı küresel kamuoyuna da açmıştır.
21. yüzyılın getirdiği küreselleşme süreci, toplumların geleneksel kültürlerini koruma ve gelecek kuşaklara aktarma sorumluluğunu her zamankinden daha önemli hale getirmiştir. Bu bağlamda, kentimiz açısından büyük bir değer taşıyan Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’nin gelenek, görenek, ritüel, öğe ve kimliklerinin korunarak yaşatılması için artık somut bir adım atılmalıdır.
Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali Kanunu ya da en azından kapsamlı bir yönetmelik hazırlanmalı ve yürürlüğe konulmalıdır. Bu yasal düzenleme, festivalin her bir bileşenini tanımlayan, yoruma açık olmayan ve uygulamada bütünlük sağlayacak şekilde net ve açık bir dille kaleme alınmalıdır. Böylece Kırkpınar yalnızca geleneksel bir etkinlik değil, aynı zamanda yasal güvence altına alınmış bir kültürel miras statüsüne kavuşacaktır.
Ancak kültürel miras, yalnızca yasal koruma altına alınarak değil; aynı zamanda doğru temsil edilerek, anlamı ve ruhu yaşatılarak varlığını sürdürebilir. Sahada ter döken pehlivanlar kadar, bu mirası belgeleyen ve anlatan kültür emekçileri de alkışı hak eder. Edirne’nin kültür mirasını boşaltanları da, bu mirası geleceğe taşımak için emek verenleri de tarih unutmaz; biri utançla, diğeri saygıyla anılır.
Bilginin izleri, sonunda görünür olur…
Ve bu izler, yalnızca geçmişi aydınlatmakla kalmaz; geleceğin nasıl şekilleneceğini de belirler.
Kırkpınar, sadece er meydanına çıkan pehlivanların güreşi değil; geçmişle bugün, gelenekle gelecek arasında kurulan bir köprüdür.
Her yıl Temmuz’un kavurucu sıcağında, cazgırın duaları eşliğinde peşrev yaparak bu kutsal topraklara çıkan pehlivanların teri, emeği ve onuruyla yoğrulan bu büyük organizasyon, yalnızca Türkiye’nin Başpehlivanı’nı değil, bir milletin belleğini de yeniden ayağa kaldırır.
Peki, yüzyıllardır süregelen bu büyük miras, bugünün izleyicileri ve yöneticileri için ne ifade ediyor? Kimileri için altın kemeri kazanma yarışı, kimileri için kemer kuşatma yarışı, kimileri için ağırlama mekanı, kimileri için ise sermayesini taçlandırma fırsatı…
661, 662 ve 663. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivalleri’nin ardından bu sorunun izini sürdük. Üç yıl üst üste düzenlediğimiz anket çalışmasına toplamda 1973 kişi katıldı. Katılımcı sayısı ortalama 657 kişi civarında seyretti. Bu çalışma yalnızca bir organizasyonun değerlendirilmesi değil, aynı zamanda Kırkpınar’ın bugünkü anlamına tutulan toplumsal bir aynadır.
Elde edilen veriler, memnuniyet düzeylerinin yanı sıra izleyicinin beklentilerini, eleştirilerini ve önerilerini de gün yüzüne çıkardı. Özellikle dikkat çeken bazı noktalar şunlardı:
Öte yandan, 2022 yılında yönelttiğimiz bir başka soruda; geleneksel ağalık kıyafeti dışına çıkan Kırkpınar Ağası’nın bu tutumunun mirasa zarar verip vermediği sorgulandı. Katılımcıların %58,8’i bu değişikliğin gelenekselliğe zarar verdiğini belirtirken, %28,3’ü bu durumu olumsuz bulmadı.
Anket sonuçları ve değerlendirmeleri ilgili kurumlarla resmi yazı ile paylaşılmış, derneğimizin web sitesinde de (www.edirnekultur.com) yayımlanmıştır. Ancak ne yazık ki elde edilen bu geri bildirimler dikkate alınmadan, her yıl aynı eksikliklerin tekrarlandığına tanıklık ediyoruz.
Düşünün ki, 664 yıllık bir geçmişe sahip olan, UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’nde yer alan bu büyük etkinliğin hâlâ bir sponsorluk dosyası dahi yok. Oysa sağlık, iletişim ve sosyal medya, kültür-sanat ve spor gibi farklı alanlarda sponsorluklar sağlanarak hem bu yapısal sorunlar çözülebilir, hem de belediyemizin ekonomik yükü hafifletilebilir.
664. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali öncesinde en çok tartışılan konulardan biri, Kırkpınar’da altın kemeri kuşanarak Türkiye’nin Başpehlivanı olmuş Recep Kara ile Fatih Atlı’nın bu yıl er meydanına çıkamayacak olmasıdır.
Türkiye Geleneksel Güreşler Federasyonu’nun bu yıl yenilediği kurallar çerçevesinde, yaş haddi kaldırılmış; ancak Kırkpınar’da Başpehlivan boyunda güreşecek toplam 40 (32+8) başpehlivanın, topladıkları puanlara göre belirlenmesi kararlaştırılmıştır.
Bu karar doğrultusunda, geçmişin altın kemerli Başpehlivanları Fatih Atlı ve Recep Kara, yeterli puanı toplayamadıkları için bu yıl er meydanında güreşme hakkı elde edemediler.
Kırkpınar’ın gelenekselliğiyle örtüşmeyen bir dizi uygulama ile puanlama sisteminin, Kırkpınar’a heyecan mı katacağı yoksa geleneksel ruhuna zarar mı vereceği ise önümüzdeki yıllarda daha net anlaşılacaktır.
Ancak görünen o ki, alınan bu önlemler, Kırkpınar’ın gelenekselliği ve ruhuyla örtüşmeyen; minder güreşini andıran uygulamalara kapı aralayarak, yağlı güreşin özgün yapısına zarar vermekte olduğudur. Bazı güreş otoriteleri ve bilim insanları da bu uygulamaların, yağlı güreşin seyir zevkini düşürdüğünü ve geleneği aşındırdığını ifade etmektedir. Kırkpınar Yağlı Güreşinin gelenekselliğinin korunması ve geleceğe taşınabilmesi için ivedilikle bir kanun veya yönetmelik çıkartılmalı ve her bir başlık ayrıntılı bir şekilde belirtilmelidir.
Bu bağlamda Sarayiçi Er Meydanı’nın, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile yapılan bir protokol çerçevesinde 25 yıllığına tahsis edilmesiyle birlikte planlanan düzenlemeler, her yıl “gelecek yıla” ertelenerek hayata geçirilememektedir. Oysa bu alan, hem pehlivanlar hem de izleyiciler için daha modern ve tarihî dokusuna uygun bir biçimde yeniden ele alınmayı fazlasıyla hak ediyor.
Kırkpınar’ın tarihi çok önceden belli olmasına rağmen hazırlıkların yine son iki aya sıkıştırılması düşündürücüdür. Yapılan araştırmalar, bu yıl otel ve restoran rezervasyonlarının geçtiğimiz yıla oranla belirgin biçimde düşük olduğunu göstermektedir. Kırkpınar’a dört gün kala festivalin resmî programının paylaşılmış olması da bir başka büyük eksikliktir.
2014 yılında kurulmasına öncülük ettiğim “Edirne Belediye Başkanlığı Kırkpınar Bilgi ve Dokümantasyon Merkezi” yeniden aktif hale getirilmelidir. Bu merkez hem çalışmaların bilimsel ve sistematik şekilde yürütülmesine katkı sağlayacak, hem de UNESCO’ya akredite edilerek kurumsal bir kimlik kazanabilecektir.
Bir hafta süren Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali etkinlikleri kapsamında, geçen yıl Kırkpınar Haftası’nda Türkiye Kürek Federasyonu ile iş birliği yapılarak Balkan ülkeleri arasında düzenlenmesi planlanan bir “Kırkpınar Kürek Yarışması” etkinliği için ilgili kurumlarla iletişime geçilmesi yönündeki dileğimi iletmiştim.
Düşünün ki, Türkiye’nin tek doğal kürek parkuruna sahip kent olan Edirne’de, doğal mirasımız ile Türkiye’nin Başpehlivanı’nın belirlendiği bu tarihî ve kültürel miras, böylesi bir spor organizasyonuyla bütünleşiyor…
Bu tür bütünleştirici etkinlikler, kentimizin uluslararası tanınırlığını artırmakla kalmaz; aynı zamanda kültürel çeşitliliğimizi ve çok yönlü spor potansiyelimizi de görünür kılar.
Sayın Belediye Başkanı Filiz Gencan Akın ve ekibinin 664. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’ni en iyi şekilde organize etmek için çaba gösterdiğini gözlemliyorum. Bu çabanın yeterli olup olmadığını ise yine halkımız ve güreşseverler en doğru şekilde değerlendirecektir.
Tüm emeği geçenleri kutluyor, pehlivanlarımıza başarılar diliyorum.
Ancak un da var, yağ da… Lakin hâlâ o helvayı yapmayı öğrenemedik.
Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, olimpiyatlardan sonra sürdürülen en eski geleneksel bir spor etkinliği olmasının yanında asırlardır bu topraklarda yoğrulan bir belleğin ve millet hafızasında yer eden ortak bir ruhun yeniden canlandığı kültürel mirastır.
Edirne’nin fethedildiği gün başlayan bu tarihi geleneksel miras; efsaneye göre iki yiğit askerin girdikleri güreşi sonlandıramadan canlarını verdikleri mücadeleyle anlam kazanmıştır.
İşte bu yüzden, 664 yıldır devam eden Kırkpınar Yağlı Güreşleri, son bir asırdır Sarayiçi Er Meydanı’nda pehlivanların onurlu mücadelesine ev sahipliği yapmaktadır. Çınar ağaçlarının arasından esen rüzgârın taşıdığı tarihî sessizlik ise, güreş severlerin kalbinde Anadolu’dan Rumeli’ye uzanan o kutlu yolculuğun derin huzurunu hissettirir.
Bu huzur, bizleri tarihimizin derinliklerine; Anadolu’dan Rumeli’ye at sırtında geçen o kutlu dönemlere götürür. Tarihimizin derinliklerine Tuna’da atlarını sulayan ve Viyana önlerine kadar uzanan atalarımızın dimdik, kendinden emin duruşları gözümüzde canlanır. Onların yiğit bedenlerinde yalnızca güçleri değil; kararlılık, soyluluk ve köklü bir mirasın izleri vardır. Kırkpınar, işte bu büyük yürüyüşün, yiğitlerin mirasını yaşatan, asalet ve cesaretle geleceğe uzanan kutlu yolun başlangıcıdır.
Kırkpınar, milletimizin belleğinde yalnızca gücün değil; çıkışın, ahlakın, alçakgönüllülüğün ve geleneğe bağlılığın simgesi olmuştur. Kırkpınar’da güreşen pehlivanlar kadar, bu kültürü taşıyan kişiler de önemlidir. Onlardan biri de hiç şüphesiz Kırkpınar ağasıdır. Ağa, sadece ihale ile seçilmiş bir kimlik değil; geçmişi omuzlayan, temsil görevini taşıyan kişidir. Onun varlığı, altın kemerle değil, sırtında taşıdığı geleneksel ağa giysisiyle anlam kazanıyor.
Ne yazık ki bu yıl, Kırkpınar’ın simgesel yüzü olan ağa, geleneksel ağa kıyafetini modaya uyduracağı konusunda çeşitli söylemlerde bulunurken geçtiğimiz gün de ağa kıyafetini giymeden CHP Genel Başkanı, Başkan Yardımcılarıyla Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanına davetiye takdim etmek için protokolde, belediye başkanı ve milletvekiliyle birlikte yer aldı.
Bu durum, geleneğe gereken saygının gösterilmediğini ortaya koydu. Oysa ağa kıyafeti sadece bir giysi değil, geçmişle bugünü birleştiren kutsal bir bağdır. Kırkpınar’ın özü, yalnızca er meydanında değil, onu kanıtlayan her davranışta, onun temsilinde yaşar. Ağa, halkın hayatında sadece para veren biri değil, tarihsel ve geleneğin taşıyıcısıdır. Bu görev büyük sorumluluk ve saygı gerektirir.
2010 yılında UNESCO tarafından İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası olarak tescillenen Kırkpınar Yağlı Güreşleri, sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda dünya kültürünün de mirasıdır. Bu unvan, gurur kaynağı olduğu kadar büyük bir sorumluluk da demektir. Temsil biçimleri, ritüeller ve semboller gelenekselliğin temel unsurlarıdır.
Bu bağlamda UNESCO’nun da bu kültür mirasını koruma amacı, yalnızca oyunların sürdürülmesi değil, onları kuşatan kültürel bağlarının da yaşatılmasıdır. Bu nedenle Kırkpınar Ağası gibi simgesel unsurların ortaya çıkışı artık ulusal ve uluslararası bakış açısıyla da değerlendirilmektedir.
Kültürel mirasın korunması, sadece bugünün sorumluluğu değil; gelecek nesillere bırakılacak olan paha biçilmez bir mirastır. Kırkpınar gibi kalıcı bir geleneğin yaşatılması, gençlerin bu geleneksel kültürün değerlerini anlamasıyla mümkün olur. Bu nedenle eğitim ve kültürel organizasyonlarda, toplumun her kesiminde gençlere yönelik bilinçlendirme çalışmaları büyük önem taşımaktadır.
Gençlere sadece mücadelenin teknik boyutunu değil, aynı zamanda ahlakı, dayanışmayı, saygıyı, mücadeleyi ve kültürel sorumluluğu da öğretmek gerekir. Gençler, bu ülkelerin geleceğinin temsilcileri olarak Kırkpınar’ın ruhunu koruyup, yaşatacak ve geleceğe taşıyacaklardır.
Unutulmamalıdır ki, Kırkpınar gibi derin köklere sahip bir kültür, sadece etkinliğin devam etmesiyle değil; ona anlam veren törenlerin, temsillerin ve gelenekselliğinin korunmasıyla yaşar. Ağa kıyafeti bir kostüm değil, bir duruşun, bir anlayışın simgesidir.
Eğer Kırkpınar’ın gücünü korumak istiyorsak, sadece pehlivanları değil, onları temsil edenleri de aynı bilinçle değerlendirmeliyiz. Çünkü Kırkpınar, oluşumla değil, içtenlik ve bağlılıkla yaşar; özü saygı, temsil bilinci ve kültüre sahip çıkmakla birlikte, geleceğe aktarılacak ortak bir değerler bütünüdür.
Kırkpınar Yağlı Güreşleri bu büyük yürüyüşün ve anlayışın yaşandığı yerdir. Unutulmamalıdır ki, bu ruh ve değerler yaşatılmadıkça Kırkpınar sadece geçmişin bir hatırası olarak kalır; ancak birlikte sahip çıkarsak geleceğe ışık tutan bir miras olur.