26 Şubat 2025 Çarşamba
Edirne’de Kültür ve Sanat/
Edirne yaşamış olduğu istila ve savaşlar yoluyla birçok göç yaşamıştır. Dolayısıyla yaşanılan bu olaylar sonunda birçok aile yaşadığı kentleri terk etmek zorunda kalmıştır.
Bu göçlerden biri de 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşından hemen sonra gerçekleşmiştir. Türkiye’ye yerleşen yüzbinlerce göçmenden biri olan Abdullah oğlu Müderris Sait Hoca, Edirne’ye göç etmesinin ardından oğlu Kazım ve eşi Kamile Hanımla birlikte diğer aile fertleriyle yaşamış oldukları Bulgaristan’ın Karlıova şehrinden kaçak olarak Edirne’ye göç etmişlerdir.
Yaşamış oldukları coğrafya da elde ettikleri tüm taşınmaz mal ve eşyalarını bırakarak Edirne’ye gelen bu ailenin tek bir arzusu vardır. Özgürce yaşamak…
Sait Hoca, Edirne’de Eski Cami’nin medreselerinde hizmet ederken oğlu Kazım Bey’de Tunca nehrinin sol kenarında geniş bahçeli bir ev satın alarak yaşamını ailesi ile birlikte burada sürdürmeye başlamıştır
Kazım Bey’in (Gökpınar) Tunca Nehri’nin sol kenarında satın aldığı evin hemen yanında Evliya Kasım Paşa Camii yer almaktadır.
Sultan II. Murad ve Fatih’in vezirlerinden olan Kasım Paşa tarafından H:883-M:1478-1479 tarihinde yaptırılan cami, Tunca nehri kenarında cazip bir peyzaj içerisinde yontma taşlarla inşa edilmiştir. Tek kubbe ve minareden oluşan caminin önünde ahşaptan bir son cemaat yeri de bulunmaktadır. Caminin yakınında, cemaatin abdest almasını sağlamak için nehre on dört basamaklı bir taş merdiven de yapılmıştır. Cami’nin tamamlandığı yıl vefat eden Kasım Paşa da buraya gömülmüştür.
Caminin haziresinde Kasım Paşa’nın mezarıyla birlikte Kırkpınar Yağlı Güreşleri Başpehlivanı Adalı Halil’in de mezarı bulunmaktaydı. Dolayısıyla Kırkpınar Yağlı Güreşlerinin yapıldığı günlerde yurt içi ve dışından gelen ziyaretçiler tarafından mekan sıkça ziyaret edilirmiş. Böylesi bir tarihi mekanın yanında ev sahibi olan Kazım Bey’in 1908 yılında üçüncü çocuğu olur, adını Süleyman koyar. Ve Osmanlı topraklarında bir çocuğunun sevincini kırk gün kırk gece şenlikler düzenleyerek kutlar.
Kazım Bey ve ailesi Tunca nehrinin serinliği ve doğal manzarasının yanında seyrine doyum olmayan kıpkızıl gün batımının arasında gezinen ateş böceklerinin sesiyle sanki masal dünyasındaymış gibi yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ancak Kazım Bey annesinin vefatıyla bu evden taşınma kararı alır ve annesinin Bostanpazarındaki evine yerleşirler. Aile Tunca nehri kenarındaki bu evi de çay bahçesine çevirme kararı alır.
Tarih ve doğal güzelliğiyle etkileyici olan bu mekan, kısa zamanda kentin özel mekanları arasında yer almayı başarmıştır. “Güllüsaraç” adını taşıyan bu mekan, gündüz rengarenk kelebeklerin uçuştuğu geceleri de yanan mumların arasında dolaşan kaplumbağlar ve gramofondan yükselen şarkılar eşliğinde nehrin akışını sağlayan su sesiyle birleşerek konukların ruhunu okşamakta, güzel vakit yaşatmaktadır.
Aslında çay bahçesine ismini veren güller de alanın her bir köşesinde değişik renkleriyle müşterilere kokularıyla huzur ve rahatlık verirken, bahçenin ortasında yer alan balıklı fıskiyeli havuzda ayrı bir seyir zevki vermektedir.
Artık Güllüsaraç çay bahçesi kent halkının yoğun ilgisiyle kentin vazgeçilmez sosyal alanlarından biri olmuştur. Çay bahçesine gelenler böylesi güzel bir mekanda kahve, çay, süt, ayran limonata gibi içeceklerini yudumlarken börek, baklava, peynir, sucuk vd. yiyeceklerini de yiyebilme fırsatı bulabilmektedir.
Aslında Kazım Bey Bulgaristan’ın Karlıova şehrinde ikamet ederken landon çalıştıran kayınbabasının mesleğinden esinlenerek Edirne’de de landonlarla çevreye seferler yaptırarak, ziyaretçileri Güllüsaraç’a taşıtmıştır.
O dönemde Tunca nehrinin taşkınlığı çevreye zarar verecek düzeyde olmayışı bu çay bahçesinin kent halkına hizmet vermesini sağlamıştır. Yıllar sonra değişen iklim koşullarıyla birlikte Edirne’nin üç nehri de kentin yaşam alanlarını tehdit etmeye başlamıştır. Nitekim bir ilkbahar akşamında Tunca’nın hayat kaynağı olan suyu aniden kabarmış ve taşarak “Güllüsaraç Çay Bahçesi”ne büyük zarar vermiştir.
Güllüsaraç haftalarca su ve çamur altında kalmıştır. Kazım Bey yok olan her bir şeyi tekrar ayağa kaldırmak için çok çaba harcamıştır. Bahçeyi tekrar açsa da Tunca nehrinin taşkın suları artık bu hizmetin sürdürebilirliğini imkansızlaştırmıştır. Zaten bu su baskınlarından dolayı da Tunca nehri kenarındaki Kasımpaşa Camii yanında harap halde bulunan Adalı Halil’in mezarı da 31 Mayıs 1946 günü Edirne Gençlik Kulübü tarafından yeniden anıt şeklinde yaptırılmıştır.
Kasım Paşa Camii yaşanılan bu taşkınlar neticesinde 1950 yılında ibadet ve ziyarete kapatılmıştır. Bu bağlamda 1956 yılında da Adalı Halil’in mezarı Pehlivanlar Mezarlığına taşınmıştır.
Edirnelileri sel baskınlarından korumak, taşkınlıkları önlemek amacıyla 1960-1974 yılları arasında ana seddeler ile birlikte diğer çalışmalar yapılmıştır. Osmanlı İmparatorluğuna başkentlik yapan kentin kültür miraslarından biri olan Kasım Paşa Camii, yapılan bu sedde çalışmalarında nehir kenarında bırakılmıştır. Dolayısıyla Camii ve Güllüsaraç mekanı da kaderine terk edilmiştir.
Yıllardır süren Kasım Paşa Cami’ni tekrar kentin yaşamına kazandırma hayalleri ve çabaları bir sonuç getirmemiştir. Ancak Yunus Sezer’in Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı görevinden 10 Ağustos 2023 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Atama Kararnamesiyle 21 Ağustos 2023 tarihinde Edirne Valiliği görevine atanmasıyla birlikte Edirne’nin kültür miraslarına duyarlı bir el uzanmış ve sahiplenilmiştir.
Yıllardır unutulan ve kaderine terk edilen Gazi Mihal Hamamı, Kasım Paşa Camii, Edirne Mevlevihanesi vd. kültür miraslarının kültür yaşamına kazandırılması projeleri kentte heyecan yaratmıştır. Edirne Sarayı’nın ayağa kaldırılması çalışmalarıyla birlikte Saraçlar Caddesi Sokak Sağlıklaştırma Projesi, Kaleiçi Evlerinin kentin kültür yaşamına kazandırmasının sevinç çığlığı kentin cadde ve sokaklarında yankılanmıştır.
Cami’nin tekrar kentin kültür ve sosyal yaşamına kazandırılması çalışmaları T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. Yürütülen projeyle caminin restorasyon çalışmalarının yanında cami haziresinin düzenlenmesi ve rıhtım alanının eski haline getirilmesi hedeflenmektedir.
Kasım Paşa Cami’nin çevre düzenlemesinde kentin sosyal yaşamında önemli yer tutan Güllüsaraç’ın da unutulmaması çevre düzenlemesi alanının “Edirne Gülleri” ve “Edirne Sümbülü” ile donatılarak “Güllüsaraç” çay bahçesinin, günümüz adıyla kafeteryasının hayata geçirmek güzel olmaz mı?
Güllüsaraç’ı ve yaşanılan bir göçün hikayesini Kazım Gökpınar’ın torunu ve Süleyman Gökpınar’ın kızı Hikmet Gökpınar Uğur, 2005 yılında yayımladığı “Güllüsaraç” adlı kitabıyla yaşamında biriktirdiği anılarıyla bizlere aktarmıştır. Kitabın her bir satırında eski Edirne’yi canlandıran bu eseri okumanızı öneririm.
2015 yılında vefat eden Hikmet Gökpınar Uğur ile kitaba konu olan aile büyüklerini, kentimizin tarihinde iz bırakanları rahmet ve minnetle anarken, yaşayanlara da şükran duygularımla uzun ömürler diliyorum.
Ressam Hasan Rıza’nın dediği gibi; “Edirne Memleket Değil, Tarih Kitabı”
Edirne’de Kültür ve Sanat/
Ülkemizin tıp tarihi başta olmak üzere kentlerin şehir tarihinde de izler bırakan Ord.Prof.Dr.Ahmet Süheyl Ünver, 17 Şubat 1898 tarihinde İstanbul Haseki’de dünyaya gelmiştir. Edirne’nin çıkmaz sokaklarına kadar gezen ve kent halkıyla ilişki kurarak kentin ruhunu özümseyen Süheyl Ünver, Edirne sevdalıları arasına girerek kentin tarih ve kültür değerlerini koruma ve geleceğe taşıma sorumluluğunu üstlenmiştir.
Ord.Prof.Dr.A.Süheyl Ünver’in Edirne ile olan ilişkisi 1923 yılında Dr. Rifat Osman Bey ile tanışmalarıyla başlamıştır. Dr. Rifat Osman Bey ile Süheyl Ünver Bey ilk defa ressam Ali Rıza Bey’in yanında tanışmışlardır. Dr. Rifat Osman Bey, 1926 yılında Süheyl Ünver’i Edirne’ye davet etmiştir. Bu davet sonucunda Süheyl Ünver, “Edirne çok uzun derin bir tetebbu mevzuudur” düşüncesiyle İstanbul’a dönmüştür. Yıllar sonra Dr. Rifat Osman’ın vefatının ardından Edirne’ye bir konferans için gelen Ünver;
“Ey beni bu hale sokan, artık beni bundan sonra Edirnemiz için yaşatan aziz Dr. Rifat Osman! Ruhun şad olsun. Edirne’yi, sarayını, ev ve konaklarını sen resimlerinle bugünümüze aktardın. Üç gündür davetli olarak Edirne’de, birlikte senin usulünce sokak sokak ruhuna ithafen dolaşıyorum.” diyerek dinleyicilerine seslenmiştir.
Ünver konferansında “…eğer Rifat Osman Bey burada 25 sene yaşamasaydı, bugün Edirne’nin şu önümüze serilen güzel hatıralarını öğrenemeyecektik. Ve bulamayacaktık. Ben de burada tabi konuşamayacaktım. Eğer rahmetli hayatta olsaydı onun konuşması icap ederdi. Şimdi ben onun heyecanına ve bu çalışmalarına yer verebilirsem kendimi bahtiyar sayarım. Çünkü söyleyeceğim her şeyi ne yazık ki benim ağzımdan dinleyeceksiniz. Fakat mevzuun tamamen Dr. Rifat Osman tarafından olgunlaştırıldığını da hatırlatmak isterim. Ne söylüyorsam onun malıdır. Rifat Osman Bey doktordur. Doktorlar biliyorsunuz aşı da yaparlar. Ama hepimizin birbirimize kültür aşısı yapmamız icap eder. Bana Dr. Rifat Osman Bey çiçek aşısı yapmadı. Edirne’nin Kültürünü aşıladı. Ve öyle tuttu ki 1957 senesinde Üniversite haftası burada olmuştu. Bana da söz verdiler ve ben de artık Edirne için yaşıyorum dedim. Yani Rifat Osman Bey’in benim üzerimde yaptığı aşının tesirine bakın. Bu öyle bir aşı ki her sene daha azıyor diyebilirim. Ve Edirne’yi eserlerini Edirne’nin ruhunu aşıladı. Bu Edirne’nin aşıladığı ruh ile çok severek ve hepinizde birer koleksiyon bulunduğunu tahmin ederek 600 üncü yıl pullarını yine Rifat Osman’dan aldığım ilham ile yaptım.” demiştir.
Edirne’yi, “Batı dünyasına açılan bir penceremiz ve bütün milli hasletlerimizi barındıran mübarek bir şehir” olarak adlandıran Ünver, Edirne’nin korunmasının bir mecburiyet olduğunu gözönünde bulundurmanın önemini ısrarla vurgulamıştır. Bu konudaki duyarlılığını da şöyle ifade etmiştir: “Şehirlerimiz arasında seviyece mühim bir mevkide gördüğüm Edirne ve eserleri beni çok sarmıştır. Bundan sonra bakımsız Edirne için yaşayacağım, diyebilirim. Bu arada ben nasıl ki artık Edirne için yaşıyorsam, Edirne’de bulunanların da bu konularla yakından ilgilenmelerinin çok yararlı olacağına işaret ederim” demiştir.
Ünver kentin sadece tarih ve kültür miraslarıyla ilgilenmemiştir. Kentin kültür miraslarını resm etmiştir. Kentin ulaşım sorunu ve gastronomi kültürü, festivaller ve esnafın davranışlarıyla ilgili de gözlemlerini ulusal gazetelerde köşe yazılarına taşımıştır. 12.10.1953 tarihli Vatan Gazetesinde yayımlanan “Edirne’den Geliyorum 1” başlıklı yazısında; Edirne-İstanbul seyahati ve kentin lokanta ve otellerinde yaşadığı sorunları şöyle anlatmıştır;
“…Yakınlığından kinaye olacak herhalde Edirne için daima “Burnumuzun dibinde” der dururuz. Ama bir defa yola çıkın da bir görün. Beş saatlik yolu, trenle 12 saatte tamamlayamazsınız. Yine de trenle yolculuk etmekten vazgeçemezsiniz. Çünkü Trakya ve Edirne’ye işleyen otobüslerin derbeder, perişan, elem verici hali; sizi bu çeşit bir yolculuktan vazgeçirebilir. Edirne’de yemek yenecek yerler, otelci ile lokantacının tek gayesi, ne pahasına ve ne türlü bir rahatsızlık mukabili olursa olsun para kazanmaktır. «Bu işi ileri götürelim, daha mükemmel yapalım da iki misli kazanalım» demezler. Tenkitte biraz ileri gidecek olsanız, kalbinizin kırılması mümkündür, Susar geçersiniz. Mümkün mertebe az ve makul şeyler yersiniz.” demiştir.
Nisan 1970 yılında da Edirne’ye yine konferanslar vermek için gelen Ünver, 17 Nisan 1970 tarihli Edirne Gazetesi’nde yayımlanan röportajında;
“… Edirne suyu akmayan bir çeşmedir. Selimiye’yi korumak iş değildir onu herkes korur bizde yıkılılık ruhu vardır bundan bir türlü vazgeçemeyiz. Bence asıl iş Selimiye gibi büyük eserleri değil küçük parçaları muhafaza etmektir. Bu küçük parçalardan birinin yıkılması bizi Edirne’den bir adım daha uzaklaştırır” demiştir.
Süheyl Ünver Dr.Rifat Osman’ın kendisine aşıladığı “Edirne Kültür Aşısı”nın etkisiyle Edirne sevdalısı olmuştur. Ünver’in Dr. Ratip Kazancıgil’e yaptığı “Kültür Aşısı” da tutmuş ve birlikte Edirne’nin hizmet yolunda yürümüşlerdir.
A. Süheyl Ünver Bey’in “Her Şey Biter, Edirne Bitmez” ve slogan niteliğindeki, “Ben Artık Edirne İçin Yaşıyorum” deyişleri kent yöneticilerimizin de söylevleri arasında yer almıştır.
14 Şubat 1986’da İstanbul’da vefat eden Süheyl Ünver’in bugün vefatının 39. yıl dönümüdür. T.C. Cumhurbaşkanlığı 2016 Yılı Kültür ve Sanat Büyük Ödül’üne layık görülen Ünver, kentimizde bir üniversite kurulmasını başarmak için çaba harcamanın yanında kentin birçok kültür mirasının korunması ve ayakta kalmasını sağlarken kültür hayatımıza kazandırdığı araştırmalarıyla da Edirne’yi bizlere öğretmiş, “Edirne Kültür Aşısı”nı bizlere aşılamak için gayret göstermiştir. Ancak biz ne yazık ki, bu Edirne Sevdalısı kültür insanına “Edirne Hemşehrilik Beratı” ile onurlandırmayı başaramadık. O bizleri Edirne’nin kültür yolunda bilgiyle yürümemizi sağladı. Ancak bugüne kadar hiçbir belediye başkanı bu hemşehrililik beratı ile kendisini onurlandırmayı önerilerimize rağmen düşünemedi.
Rahmetli A.Süheyl Ünver’in Edirne ile ilgili araştırmalarını geleceğe taşımak ve çalışmalarını bir kitapta toplamak amacıyla “Ord.Prof.Dr.A.Süheyl Ünver’in Kaleminden Edirne” adıyla bir kitabı hazırlayarak hiperyayın tarafından kültür hayatımıza kazandırılmasını sağladım. Dergi ve kitaplarındaki Edirne ile ilgili satırları kentin ruhunu yaşayarak okurken, kah heyecanlandım, kah duygulandım…
Vefatının ölüm yıl dönümünde dileğim odur ki; kendisi adına kızına “Edirne’nin Hemşehrilik Beratı”nın verilmesi üniversitemizde adına bir kürsü kurulmasıdır.
Mekanı cennet olsun, ışıklar içinde uyusun…
Edirne’de Kültür ve Sanat/
Oxford Sözlüğü 37 binden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirdiği anket çalışmasının sonucunda yılın kelimesinin “Beyin Çürümesi” olduğunu açıkladı.
Aslında oylamaya katılan bireylerin yaşadığımız evrenin içinde yaşayan kişilerden olduğunu düşündüğümüz de bu çürümenin farkında olan insanların da toplumumuzda varoluşunun çıkan sonuç kadar değerli olduğunu düşünüyorum.
Tabi biz buralara kolay gelmedik. Osmanlı imparatorluğunun sanayi devrimini geç gerçekleştirmiş olması, matbaanın ülkemize geç girmesi nedeniyle üretilen kitap, dergi ve diğer basılı materyallerin çoğaltılması aşamasındaki gecikmeler bireylerin kitapla buluşmasını engellemiş olması okuma kültürünün de gelişmesinin önüne geçmiştir.
Ne yazık ki, yaşadığımız bu çağda dahi toplumumuz hala daha sözlü kültür öğeleriyle kendisinin bilgi düzeyini geliştirme çabası içindedir. Yazılı kültürü yani okuma kültürünü edinemeyen bireylerin oluşturduğu toplumumuzda gelişen toplumsal süreçlerle birlikte yaşamımıza giren görsel ve dijital kültür kavramları havada kalmıştır.
21. yüzyılın getirmiş olduğu bilgi toplumu beraberinde küreselleşme ile birlikte görsel kültür ile tanışmamızı sağlarken hemen ardından da dijital kültür yaşamımıza girmiştir. İşte tüm bu gelişmelerle birlikte toplumlarda kültürel kimlik sorunu öne çıkmaya başlamıştır.
Bilim insanı Prof.Dr.Emre Kongar, Kültür ve Turizm Bakan Müsteşarı unvanıyla 7 Ekim 1993’de Edirne Halk Eğitim Merkezinde yapmış olduğu konuşmasında “Yazılı Kültürün Efendisi, Elektronik Kültürün Kölesiyiz.” Vurgusunu yaparken şiir, edebiyat veya hikaye kitabı okumakla televizyon seyretmenin ilişkisini şu sözlerle anlatmıştı;
“Televizyon büyük bir teknolojik gelişme ve tüm dünyanın yaşamını etkiliyor. Dünya’nın uzak bir köşesindeki bir olayı yemek yediğiniz veya yattığınız odanın içine getiriyor. Ama insan bilinci görsel olarak ve işitsel olarak ekranda gördüğü ve kulağı ile duyduğu olayı bir enstantane olarak yaşadığında aldığı izlenimin beynindeki ve tüm birikimine yansıtan ruhundaki sonuçları ayrıdır. Elindeki bir kitabı, dizeyi veya bir paragrafı okuduğunda, tekrar okuduğunda, düşündüğü anda beyninde aldığı izlenim onun bütün kültür yansımaları farklıdır. Kitaba egemen olan o kitabı okuyan insandır, okuyucudur. Bir defa okur, bir defa okur hatta üzerinde belli dizeler veya belli paragraflar üzerinde bir takım önerilerde bile bulunabilir. Elektronik kültür de bu şansımız yoktur. Elektronik kültürün kölesiyiz. Bunu hiç unutmayın.” diyerek konunun önemini daha 1993 yılında vurgulamıştır.[1]
Aslında sanayi toplumundan enformasyon yani bilgi toplumuna geçiş süreci toplumların üretim biçimlerini değiştirmiştir. Bu değişim dijital dünya da “e” ile başlayan bilgi ve değişim temelli birçok projenin önünü açmıştır. Bu değişim yaşamımızda bilgisayar okur-yazarlığı, internet okur-yazarlığı, dijital okur-yazarlığı kavramlarını da beraberinde getirmiştir.
Artık üretilen tüm kaynaklar e-dünya ile kullanıcılarına hızlı bir şekilde sunulabilmektedir. Ancak “okuma kültürü” burada yine karşımıza bir sorun olarak çıkmaktadır. Çünkü “yazılı kültürü” özümseyemeyen toplumlarda bilgi okur-yazarlığı da gelişemediğinden bilgisayar, internet ve dijital okur-yazarlığın bilinçli bir şekilde gelişmesi gerçekleşememiştir.
We are social Ocak 2024 dijital raporuna göre Türkiye 2024 yılında toplam nüfusa göre interneti benimseme bakımından yüzde 86,5 oranıyla dünyada 36. sırada bulunuyor. Bu bağlamda Türkiye’de interneti kullanılarak geçirilen süre incelendiğinde 6 saat 57 dakikayla dünya sıralamasında 20. sırada yer alıyor. Bu rakam dünya ortalamasının 17 dakika üzerindedir. 2024 yılında internette geçirilen süreler yaşa göre sıralandığında en yüksek kullanımı 16-24 yaşındaki kişiler oluşturuyor.[2] 2024 yılı itibariyle Dünya nüfusunun % 62’si yani 5.04 milyar kişi sosyal medya kullanırken, Türkiye’de 74,41 milyon internet kullanıcısı olduğu belirtiliyor. Bu, nüfusun yüzde 87.16‘sına denk geliyor. Toplam sosyal medya kullanıcısı ise 57 milyonu aşmış olduğunu görüyoruz..[3] Türkiye’de internet kullanımının başlıca 5 nedenini de kullanıcılar şöyle sıralamıştır; “İnternet kullanımımızın en yaygın nedenleri arasında bilgi bulmak, haber ve etkinliklerden haberdar olmak, bir şeyin nasıl yapılacağını araştırmak, ürün ve marka araştırması yapmak ile aile ve arkadaşlarla iletişimde kalmak gibi amaçlar”. Bu bağlamda 2023 yılındaki rapora göre, dünya genelinde her hafta çevrimiçi satın alım yapan internet kullanıcıları incelendiğinde Türkiye’nin e-ticarette yüzde 64,6’lık oran ile dünyada 3. sırada yer aldığını belirtiliyor:[4]
TÜİK’in yapmış olduğu araştırmalar ile 2024 yılında İnternet üzerinden son 3 ay içinde eğitim, mesleki veya özel amaçlar için öğrenme faaliyeti gerçekleştiren bireylerin oranı, 2024 yılında bir önceki yıla göre 4,9 puan azalarak %13,9 olduğu belirtilmiştir.
Aslında Avrupa ülkeleri bilgisayar ve akıllı telefonlar ile buluşmaya başladığında vatandaşların bu telefonları akıllı olması sağlayan e-uygulamaları bilinçli bir şekilde kullanabilmeleri için halka yönelik eğitimler vermişlerdir. Dolayısıyla toplumların bilinçli bir şekilde bilgi teknolojileriyle buluşmaları sağlanmıştır. Bizde böyle bir eğitim seferberliği gerçekleştirilmemiştir. Yine deneme yanılma yöntemleri, büyükbaba ve büyükanneler akıllı telefonları torunlarının gösterdiği ipuçlarıyla öğrenme yoluna gitmiştir. Ama devlet hemen hemen tüm uygulamaları e-devlet üzerinden istemektedir.
Sonuçta artık ilkokul çağındaki çocuklarımızda dahi akıllı ve en donanımlı telefonlar ellerinde yer alırken, sadece sosyal medya kullanımı için bu telefonları taşımaktadırlar. Aslında adı üstünde akıllı olan bu telefonları biz çürüyen beynimizde akıllı bir şekilde kullanamamaktayız. Küçük bir bilgisayar olan bu telefonlar dünyada üretilen milyonlarca bilimsel makaleyi, dünyaca ünlü yazarların yarattığı roman ve hikaye kahramanlarını, dünyanın en ünlü müzelerini parmağımızın ucuna taşımaktadır.
Toplumumuz artık sosyal medyada yer alan önemsiz ve zihinsel bir çaba gerektirmeyen içerikleri aşırı tüketmektedir. Böylesi bir tüketim sonucunda da toplumumuzu oluşturan bireylerin entelektüel ve zihinsel gelişimini etkilediği gibi bireyin sorunlar yaşamasını da sağlamaktadır. Ellerdeki telefon parmakların ucuyla gerçekleşen sonsuz kaydırmalar ile ulaşılan niteliksiz içerikler bireylerde artan zihinsel yorgunluğa sebep olurken dijital çağın karanlık yüzünü de ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda televizyon kanallarının izleyenlerine sunduğu sabah ve akşam programlarındaki kalitesiz içerikler, Türk kültür gelenek ve göreneklerine ait olmayan film ve dizilerin izlenim oranlarının artması “Beyin Çürümesi”ni beraberinde getirmiştir.
Sonuçta 2024 yılının kelimesi olan “Beyin Çürümesi” bireylerin düşünme ve sorgulama yetenekleri ile kültürel kimliğinin kaybolmasını sağlamış, toplumsal duyarsızlığı da beraberinde getirmiştir.
2025 yılının kelimesinin ne olacağıda şimdiden belli… “Silkeleyin…”
2025 yılının araştıran, okuyan ve sorgulayan bir toplumun oluşmasına katkı sağlaması dileklerimle, tüm hemşerilerimin yeni yılını kutluyorum.
[1] Kongar, Emre 1993) Uluslararası Doğu Avrupa, Balkanlar ve Karadeniz ülkelerindeki Çağdaş Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu Açış Konuşması, Oluşum Dergisi, Yıl:1, Sayı:4 s.;4
[2] https://omgiletisim.com/we-are-social-dijital-2024-global-raporu-yayinlandi/
[3] https://shiftdelete.net/turkiye-internet-sosyal-medya-kullanici-sayisi
[4] Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı; https://sgb.uab.gov.tr/haberler/nufusumuzun-yuzde-86-5-i-cevrimici-yuzde-93-8-i-mobil
Edirne’de Kültür ve Sanat/
Kentle bağını koparmadan, kendine has dokusunu yaratabilen ve korumayı başarabilen mahalleler, kentlerin ve nihayetinde ülkelerin geliştirdikleri tarihsel birikim ve kültürün kaynağını oluşturmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında, bir kentin veya ülkenin sahip olduğu farklı değerlerin anlaşılabilmesi, içerisindeki mahallelerin tarihsel, sosyal, kültürel ve fiziki gelişimlerini doğru şekilde okumak ve yorumlamaktan geçmektedir.[1]
Bu bağlamda bilgi toplumunda insan ne kadar bilgili, kültürlü ve bilinçli ise yaşadığı kentin kültür dokusu ve kimliğini koruma mücadelesinde o derecede yer alabilmektedir. Kentin dokusu ve kimliğinin özünden ne kadar uzaklaşmış ise de kentin sokak ve caddelerini, kentinin kimliği ve miraslarını yok etmiştir.
Bugün dünya kentlerini gezdiğinizde her bir sokağında insanlık tarihinin izlerini görürsünüz. Bunlar bazen mimari eser, bazen sanat, bazen de edebiyattır. Örneğin Paris gibi Avrupa kentlerini gezdiğinizde kentlerin ünlü yazar ve sanatçılarının yaşadığı evlerin birer müzeye, sanat atölyesine çevrilerek kültür turizmine kazandırıldığını görürsünüz.
Dr.Ratip Kazancıgil’in kaleme aldığı “Edirne Mahalleler Tarihçesi, 1329-1990” adlı kitap kentin kültürel dokusu ve kimliğini ortaya çıkaran çok değerli bir çalışma olup 1992 yılında Başkanlığını yaptığım Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi’nin yedinci yayını olarak yayımlanmıştı.
Aslında Ratip Hoca ile yollarımız da bu kitap ile buluşmuştu. Kendisinin de güvenini bu kitabın arka plandaki çalışmalarımla kazanmıştım.
Hocam kitabın basımından önce Edirne merkezdeki mahalle sınırları içinde yer alan tüm kültür miraslarını (camii, çeşme, mescid, türbe vd.) tek tek gezerek tespit etmemi, yıkılanların yerlerinde hangi yapıların olduğunu tespit etme görevini vermişti. Ben de Edirne’nin tüm mahallelerindeki sokakları gezmiş ve buralardaki tarih ve kültür miraslarının son durumlarını güncellemiştim. İşte bu kitap çalışması için gezerken de kentimizin mahallelerinde yaşayan halkımızın sokağında bulunan bir kültür mirasına ne kadar duyarlı olduğunu, bu kültür mirası ile ilgili bilgi düzeyini ölçme fırsatım olmuştu.
Bundan sonraki çalışmalarımda da öncelikli olarak kent halkına okuma alışkanlığı kazandırma, kentin tarihi ve kültürel değerlerini tanıtmak amacıyla projeler üreterek katkı sağlamaya çalışmışımdır. En son kurduğumuz “Edirne Kent Kültürü ve Bilincini Geliştirme Merkezi Derneği” de bunlardan birisidir.
Dernek çatısı altında gerçekleştirdiğimiz projelerden birisi de “Edirne’nin 28 Mahallesinde 28 Bilgi Merkezi” adlı çalışmadır. Kentimizde bu farkındalığı yaratmak amacıyla da Dr. Ratip Kazancıgil’in yaşadığı ev, “Dr. Ratip Kazancıgil Kültür Evi” olarak düzenlenmiş, kütüphanesi, çalışma odası ve kentin şehir tarihçileri ile kültür miraslarını anlatan panolarla “Müze-Kütüphane” görevi yüklenmiştir.
İşte bu çalışmanın bir örneğinin Karaağaç Mahallesinde “Şehit Ressam Hasan Rıza Kültür Evi”, Kaleiçinde “Dr.Rifat Osman Kültür Evi, Osman Nuri Peremeci Kültür Evi, (Bilgi Merkezi) gibi kentimizin kültür ve sanat yaşamında izler bırakan değerlerimizin mahallelerde kurulacak bilgi merkezlerinde yaşatmak, kentimizin her bir mahallesindeki halkımızı bilgiyle buluşturma çabası içine girdik.
Koca Sinan Mahallesinde gerçekleştirdiğimiz “Dr.Ratip Kazancıgil Kültür Evi”ni Sayın Valimiz Yunus Sezen ve Belediye Başkanımız Sayın Av. Filiz Gencan Akın evi gezdiler ve takdirlerini ifade ettiler. Bizde bu projemizi kendilerine anlattık. Ancak bu tür isteklerin halktan, halkın temsilcisi mahalle muhtarlarından gelmesi gerekmektedir.
Aslında bir düşünülse, mahallelerdeki çocuk ve gençler, bugün ders çalışacak bir mekan bulamamakta bilgiye erişim konusunda sıkıntı çekmektedir. Çocuk ve gençlerimizin sosyalleştiği yerlerden birisi de bu bilgi merkezleri değil midir? İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin geçmişten bu güne kurmuş olduğu “Millet Kütüphaneleri”, “Bilgi Merkezleri” 7/24 öğrencilere hizmet vermektedir. Öğrenci ve halk buralardan yararlanmakta ve sosyal etkinliklerde bulunabilmektedir. Edirne ne yazık ki, bugüne kadar bunu gerçekleştirememiştir.
Yazımın daha önceki bölümlerinde de vermiş olduğum verilerde de görüleceği gibi kentimizin nüfus ve buna bağlı olarak demografik yapısındaki değişiklikler aslında kentimizin kültürel değerlerini geleceğe taşıma noktasında yaşanılacak sıkıntıların uyarısını bize bildirmektedir. Önemli olan bu gelişmeler doğrultusunda gerekli eylem planlarının yapılıp uygulamaya konulmasıdır.
Geçmiş yıllarda Edirne Belediyesi’nin uygulamasıyla her hafta bir mahalle sakinleri kentin tarihi ve kültür mirasları bir rehber eşliğinde gezdirilirdi. Orada gördüğümüz tablo bizleri hem utandırır hem de mutlu ederdi. Çünkü çoğu insan mahallesindeki kültür değerlerinin farkında bile değildi.
Bugünlerde Edirne Milli Eğitim Müdürlüğü’nün “Şehrimiz Edirne Projesi” ile Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü tarafından “Mahalle Futbol Ligi”nin kurulması çocuklarımızın kentlerini tanımaları, sosyalleşmeleri ve kötü alışkanlıklardan uzak tutulması açısından değerlidir. Ancak yeterli değildir.
Derneğimizce yürütülen çalışma kapsamında hazırlanan proje’nin “Edirne’nin Zaman Tüneli: Mahallelerdeki Miraslar” mottosuyla uygulanabilmesi için kaynak araştırmalarımız sürmektedir. Amaç kentimizin mahallelerindeki kültür miraslarını mahallenin sokaklarında yaşayan halkımıza tanıtmak ve korunup sahiplenmesini sağlamaktır.
Bu bağlamda kentimiz imar planlarının uygulanması çalışmalarında mahallelerde çok katlı apartmanların plansız, otoparksız bir şekilde inşa edilmesi, çocuklarımıza oyun alanı bırakmamıştır.
Bu bağlamda son yıllarda mahallelerin sokak aralarına kurulan zincir marketler, sokak ve caddelerde otopark sorununu beraberinde getirmiştir. Ayrıca çocuklarımız için açılan park ve oyun alanlarının bulvar ve cadde kenarlarında olmamasına özen gösterilmelidir. Kentin imar planları yapılırken kentin tarihi ve kültürel dokusu dikkate alınmalıdır.
Şu unutulmamalıdır ki; gerek kentlerin gerekse insanlığın yaşam kaynağı olan kültür; yaşamın bütünü olup insanın ortaya koyduğu, içinde insanın varolduğu tüm gerçekliktir.[2]
Kent kültürü, o kentte yaşamış bütün medeniyetlerin sosyolojik, psikolojik, politik ve ekonomik olarak yapmış olduğu etkinliklerin gerek kentsel dokuda yer bulması, gerek toplumsal yaşamda kendini göstermesiyle ortaya çıkan bir bütünlüktür. Kentli olduğunun farkında olan bireyler bu kültürü kendiliğinden edinilebilmektedir. Kente sonradan gelenler veya bu kültürü kendiliğinden edinemeyenler için kültür oluşturma çalışmaları yapılması gerekmektedir.[3] Kentimizde yaşayan her bir vatandaş Edirnelidir. Önemli olan her bir vatandaşımızın kendisini Edirneli hissetmesi, doğduğu ve/veya doyduğu kentin kültürel değerlerine, kültürel doku ve kimliğine sahip çıkarak hizmet etme çabası içinde olmasıdır.
Gündeme taşımaya çalıştığım bu yazı dizisiyle kentimizin mahalle, dolayısıyla kent kültürünün gelişen göçler ile değerini yitirdiği, kentin kültürel kimliğini geleceğe taşıyarak, kentin kültür turizmine etkisinin olumsuz yönde etkileyeceği konusundaki duyarlılığımı siz değerli okurlarımla paylaşmaktı…
Son söz olarak şunu söyleyebiliriz ki Kentler; yaşamlarını sürdürerek korudukları, barındırdıkları ve gelecek kuşaklara taşıdıkları değerleriyle kent kimliğinin çerçevesini oluştururlar.
[1] Bulut, C., & Savaş Yavuzçehre, P. (2022). Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyokültürel Yapısı İle Mahalle. Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (48), s.282
[2] Uygur, Nermi (1996) Kültür Kuramı.-İstanbul: Yapı kredi yayınları, s.17.
[3] https://www.ekremozturk.com/kent-ve-insan/
Edirne’de Kültür ve Sanat/
Yarınlarımızın teminatı dediğimiz çocuk ve gençlerin yetiştirilmesinde önemli merkezlerin başında eğitim kurumları gelmektedir. Toplumsal gelişmenin önemli unsuru olan eğitim, kalkınmanın, ekonomik büyüme ve gelişmenin temel taşı olduğu da bilinmektedir. M. Kemal Atatürk’te “Eğitimdir ki; bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.” diyerek bizleri yıllar öncesinden de uyarmıştır.
Bugün eğitim kenti olarak da adlandırılan kentimizde öğrencilerimizin sosyalleşeceği bilgi merkezi, kütüphane sayısı çok, çok yetersizdir. Düşünün Atatürk Cumhuriyeti kurduktan sonra ele aldığı önemli konulardan birisi de halkevlerinin kurulması değil miydi?
Halkevleri toplumun bilinçlenmesi, milli kimliğin halk tarafından anlaşılması ve tanınması amacına hizmet etmek amacıyla 1930’lı yılların başlangıcında kurulmuş bir yaygın eğitim kurumudur. Edirne’de 24 Haziran 1932 tarihinde kurulan Edirne Halkevi bünyesinde okuma-yazma ve meslek edindirme kursları açılmış, spor, kültür ve sanat etkinlikleri düzenlenmiştir. Döneminde Edirne’de yedi halkevi ve yirmi dört halkodasının faaliyet gösterdiğini hatırlatalım.[1]
Kasım 2024 ayı itibariyle kentimizde merkez ilçe de bir şube kütüphanesi ile ilçe kütüphanesi olarak 7 ilçe kütüphanesi olmak üzere toplam 8 halk kütüphanesi bulunmaktadır. Bu sayıların ne kadar yetersiz olduğu da görülmektedir. Kentimizin özellikle merkeze uzak mahallelerinde birer bilgi merkezinin açılması çok değerli ve önemlidir. Yöneticiler çocuk ve gençleri okumuyorlar diyerek suçlarken öncelikle bu çocuk ve gençlerimizi bilgi merkezleriyle buluşturmak için ne proje üretip hayata geçirdiklerini sorgulamaları gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyetinin geleceğinin teminatı olarak gördüğümüz çocuklarımız ancak okuyarak, araştırarak, öğrenecekler ve kendilerini geliştireceklerdir. Çocuklarımızın bilgi dünyası ile buluştuğu ve sosyalleştiği alanlar kütüphanelerdir, bilgi merkezleridir.
Her mahallenin sokağında yer alan evleri yıkıp yerlerine birer apartman koyarken kentin yaşam kültürüne birer hançer sapladığımızı göz ardı eden yine bizler olmadık mı? Kentin mahallelerinde tek katlı olan evlerin yerine 3’er veya 5’er katlı apartmanlar inşa ederken kentleşmenin normlarına uymayarak kentlerin mahalle kültürlerini alt üst ettik. Otopark alanı olmayan apartmanlar günümüzde mahalle sokak ve caddelerinde trafiğin yaşanmaz bir hale gelmesini sağlamıştır. Geçmişte çocukların oyun alanı olan mahalle meydanları günümüzde araç parkı haline gelmiş durumdadır. Aslında çocuklar sokaklarında oynayarak, sosyalleşerek mahalle kültürünü gelecek kuşaklara aktarmaktaydı.
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre 2023 yılsonu itibarıyla Türkiye’nin toplam nüfusu 85 milyon 372 bin 377 kişi iken 15-24 yaş grubundaki genç nüfus 12 milyon 872 bin 39 kişi olmuştur. Genç nüfus, toplam nüfusun %15,1’ini oluşturmuştur.[2]
Edirne’nin nüfusu 419.913 olup nüfusumuzun 59.276’sı genç nüfusu oluşturmaktadır. Edirne’de genç nüfusun toplam nüfusa oranı % 14.1’dir. Görüldüğü gibi Edirne’de genç nüfusun toplam nüfusa göre oranı Türkiye ortalamasının altında yer almaktadır.
TÜİK verilerine göre Türkiye’den göç eden kişi sayısı bir önceki yıla kıyasla yüzde 42,5 artış göstermiştir. 2022 yılında ise bir önceki yıla göre % 62,3 artmıştır. Türkiye’den göç eden nüfusun yaş gruplarına bakıldığında, en fazla göç edenlerin %15,8 ile yine 25-29 yaş grubunda olduğu görülmüştür.
Edirne’den de 2022 yılında yurtdışına göç eden kişi sayısı bir önceki yıla göre % 45.32 artış gösterdiği[3] TÜİK kayıtlarından görülmektedir.
Edirne’nin 1980-2022 yılları arası net göç hızını TÜİK’in İllerin aldığı, verdiği göç, net göç ve net göç hızı verileriyle incelediğimizde kentimizin 1980-1985 yılları arasında göç hızının ‰ -16.5, 1985-1990 döneminde ‰ -21.2, 2007-2008 döneminde ise ‰ -7.7, 2008-2009 döneminde ise ‰ 5.8 olmuştur. Edirne’nin aldığı göç ile verdiği göç arasındaki fark ile oluşan kent hızını incelemeye devam ettiğimizde 2009-2010 döneminde ‰ -2.1, 2012-2013 döneminde de ‰ -1.9 olarak gerçekleşmiştir. Görüleceği gibi bu dönemlerde Edirne’nin aldığı göç sayısı verdiğinden az olduğu için kentin göç hızı da eksi olarak gerçekleşmiştir. 2020-2021 dönemi incelediğimizde göç hızı oranının ‰ 8.8, 2021-2022 döneminde de ‰ 8.5 olarak gerçekleşerek aldığı göç sayısı verdiği göç sayısından fazla durumu geçmiştir.[4] 2023 yılında da Edirne’nin net göç hızının ‰ 5.1 olduğu görülmektedir.[5] Görüldüğü gibi kentimizin 1980’li yıllarda net göç hızı eksilerde olurken 2022-2023 döneminde ise artıya geçmiştir. Yani kentimiz göç alan kentler arasında yer almaya başlamıştır ki, önceki yazılarımızda hangi illerden ne oranda göç aldığımızı da belirtmiştik.
Yaşanılan bu göçler ile birlikte Edirne’nin doğum hızının da düşük olması kentin demografik yapısında önemli değişimlerin yaşanmasını sağlamaktadır. Kenttin demografik yapısında yaşanılan bu değişimler Edirne’nin “Mahalle Kültürü”nü dolayısıyla Edirne’nin kent kimliği ve kültürünü de etkilemektedir. Tüm yaşanılan bu değişim rüzgârına gerek devlet, gerekse yerel yöneticiler yeterli stratejik plan ve proje geliştirememiştir.
Bugün ne yazık ki, çocuklarımızı kentimizin kültür değerleriyle yetiştirememekteyiz, “Protez Kültür” kentin her bir sokağında kendisini hissettirmektedir. Kentimizde az da olsa yaşanılan bazı olaylarda da görüldüğü gibi bazı semtlerdeki okul bahçeleri, sokak ve meydanlar çocuklarımız için tehlikeli hale gelmiştir.
TÜİK’in 2020 verilerine göre suçun işlendiği kente göre ceza infaz kurumuna giren ve yüz bin kişi başına düşen hükümlü sayısında ilk beş sırayı Aydın (509,9), Edirne (507,4), Antalya (503,9), Isparta (491,5), Denizli (483,7) almıştır. Türkiye’de yüz bin kişi başına düşen ceza infaz kurumundaki kişi sayısı 390’ı ceza infaz kurumunda yer aldığını düşünürsek Edirne’deki 507,4 verisi düşündürücüdür.[6]
Çocuk ve gençlerimiz “Dijital kültürün kölesi, Yazılı Kültürün Efendisi” olmuştur. Yaşadığı kentin mahallesinin tarihi ve kültürel değerlerini öğrenemeden, büyüyen genç neslin geleceğin “Tarih, Kültür ve Sanat Kenti Edirne” mottosunu nasıl koruyup geliştireceğini düşünmek, yeni projelerin üretilmesini gerekli kılmaktadır. Bu bağlamda kent kültürünü olumsuz yönde etkileyen bu gelişmelerin yakın gelecekte kentin kültür turizmini de ne derecede etkileyeceğini düşünmeliyiz.
[1] Aydın, Mehmet Korkud (2021) Edirne Halkevi’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri, Eğitim ve Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 2 (3), 115-149
[2] 17.05.2024 tarih ve 53677 sayılı haber bülteni.
[3] TÜİK, İllere ve vatandaşlığa göre Türkiye’ye gelen ve Türkiye’den giden göç, 2016-2022
[4] TÜİK, İllerin aldığı, verdiği göç, net göç ve net göç hızı, 1980-2022, Genel Nüfus Sayımı sonuçları, 1980-2000 ve Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçları, 2008-2022
[5] Akdemir, Hasan (2024) Türkiye İstatistik Kurumu Sayılarla Türkiye TR21 Tekirdağ, Edirne, Kırklareli Ağustos 2024 Raporu.
[6] Eren, Mustafa (2021) “Uyuşturucu” suçları 10 yılda 7 kat arttı.-24 Kasım 2021.- https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/253819-uyusturucu-suclari-10-yilda-7-kat-artti (Erişim: 27.11.2024)