eşya depolama
romabet romabet romabet
deneme bonusu veren siteler
bandstanddiaries.com
sakarya escort belek escort adana escort antalya escort ankara escort aydın escort bursa escort gaziantep escort istanbul escort samsun escort balıkesir escort mersin escort konya escort eskişehir escort izmir escort sınav analizi denizli vip transfer kocaeli escort malatya escortmaltepe escort muğla escort manisa escort sivas escort tekirdağ escort tokat escort uşak escort yalova escort yozgat escort trabzon escort afyon escort aksaray escort amasya escort ardahan escort artvin escort bartın escort bayburt escort bolu escort burdur escort çanakkale escort çankırı escort çorum escort edirne escort elazığ escort erzurum escort erzincan escort kırşehir escort van escort zonguldak escort giresun escort gümüşhane escort hakkari escort ığdır escort ısparta escort kahramanmaraş escort karabük escort karaman escort kars escort kastamonu escort kırklareli escort kütahya escort nevşehir escort niğde escort ordu escort osmaniye escort rize escort şanlıurfa escort siirt escort sinop escort şırnak escort tunceli escort yozgat escort tokat escort tekirdağ escort kütahya escort balıkesir escort aydın escort edirne escort sivas escort uşak escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort vergi konseyi görüntülü sohbet urla siyaset haberleri ankara magazin istanbul magazin yalova magazin kütahya magazin elazığ magazin adıyaman magazin tokat magazin sivas magazin batman magazin erzurum magazin afyon magazin malatya magazin ordu magazin trabzon magazin mardin magazin eskişehir magazin denizli magazin muğla magazin van magazin aydın magazin tekirdağ escort balıkesir magazin samsun magazin kayseri magazin manisa magazin hatay magazin diyarbakır magazin mersin magazin kocaeli magazin gaziantep magazin konya magazin sakarya magazin antalya magazin bursa magazin izmir magazin istanbul otomobil fiyatları istanbul ekonomi istanbul eğitim istanbul seyahat istanbul gezi rehberi antalya alışveriş merkezleri antalya ticaret
Ender Bilar

Ender Bilar

12 Ağustos 2025 Salı

VEFATI’NIN 8. YILINDA DR. RATİP KAZANCIGİL

VEFATI’NIN 8. YILINDA DR. RATİP KAZANCIGİL
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Edirne’nin sağlık, sosyal yardım, eğitim, spor ve kültür-turizm alanlarında derin izler bırakan, kentini bir ömür boyu sevgiyle ve adanmışlıkla kucaklayan değerli hocam Dr. Ratip Kazancıgil’in aramızdan ayrılışının üzerinden sekiz yıl geçti.

12 Mayıs 1920’de Malatya’da doğan Kazancıgil, eğitimini ve askerlik görevini tamamladıktan sonra 1946 yılında Aydın’da Sıtma Mücadele Merkez Tabipliği ile meslek hayatına başladı. 1950’de Edirne’ye atandığında, dönemin en genç Trakya Sıtma Savaş Bölge Başkanıydı.

1963 yılında Edirne Sağlık ve Sosyal Yardım Müdürü olarak göreve başladı. Bu dönemde özellikle çeltik ağalarıyla mücadele ederek halk sağlığını korumak için çaba gösterdi. Sıtma ile mücadelede elde ettiği başarı, köylere sağlık hizmetini yaygınlaştırma çalışmalarıyla taçlandı.

Edirne’nin yeşili, nehirleri ve tarihinden etkilenen Kazancıgil, kentin kültürel mirasını tanımaya yöneldi. Hafız Rakım Ertür ve Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver ile tanışmaları, Dr. Rıfat Osman’ın araştırmaları onun Edirne’ye olan sevgisini daha da büyüttü. Bundan sonra yalnızca bir hekim değil, Edirne sevdalısı bir kültür insanı olarak projeler üretti.

Kazancıgil, yalnızca sağlık alanında değil, sosyal ve kültürel hayatta da aktifti:

  • Edirne Musiki Derneği (1952) kurucusu ve başkanı
  • Edirne’yi Tanıtma ve Turizm Derneği (1962) kurucusu ve başkanı
  • Sağlık Kuruluşlarına Yardım Derneği (1965) kurucusu ve genel başkanı
  • Edirne’de Mühendislik ve Mimarlık Kurma ve Yaşatma Derneği (1976) kurucu ve başkanı
  • Verem Savaş Derneği başkanı (40 yıl)
  • Türk Tabipler Birliği, Türk Tıp Tarihi Kurumu ve Türk Kütüphaneciler Derneği’nde aktif görevler, vd.

Bunların yanında dönemler içinde Edirne Belediye Başkan ve Edirne Vali Vekilliği, Kültür ve Turizm Müdür Vekilliği, Meriç spor kulübü başkanlığı ve Edirne Beden Terbiyesi Müdürü gibi görevler de üstlendi.

1985 yılında İl Sağlık Müdürlüğü görevinden yaş haddinden emekliye ayrılarak Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalı Başkanlığına Yardımcı Doçent kadrosunda göreve başladı. Büyük hayali olan II. Bayezid Külliyesi’nin Sağlık Müzesi’ne dönüştürme gayretlerini hızlandırdı. 1987 yılında emekliye ayrıldı. Ancak, yine odasına giderek öğrencilere hiçbir ücret almadan ders verdi. 1991 yılında “Nusret Fişek Halk Sağlığı Hizmet Ödülü”yle hizmetleri taçlandırıldı.

Trakya Üniversitesi Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’ne dönüştürülmesi çalışmalarında önderlik yaparak 23 Nisan 1997 tarihinde müzenin kurulmasını gerçekleştirerek Sultan II. Bayezid Külliyesi’nin kentin kültür turizmine kazandırılmasını sağladı. Kent tarihinde büyük hizmetler vererek Edirnelilerin abisi olan Kazancıgil’e Edirneliler ne kadar sahip çıkabildi. Vefalı durabildi mi?

Yaşadığı Vefasızlıklar

Ne yazık ki, Edirne’ye verdiği bunca hizmete rağmen, hayatının ilerleyen yıllarında vefasızlıklarla karşılaştı:

  • 2010’da Edirne Valiliği tarafından TBMM Üstün Hizmet Ödülü’ne aday gösterildi, ancak siyasi oyunlarla ödülü alamadı.
  • İsminin verildiği caddeden ismi kaldırıldı. Başka bir mahallede bir sokağa verildi.
  • 1993’te bağışladığı kitaplarla kurulan “Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Dr. Ratip Kazancıgil Müze ve Kütüphanesi” vefatının ardından kapatıldı. Kitapları Merkez Kütüphane’nin deposuna taşındı.
  • Vefatının ardından Dr. Rıfat Osman’ın da yattığı Hacılar Ezanı Namazgahı Mezarlığı’na defnedilme isteği reddedildi. Oysa Topkapı Sarayı Müdürlüğü yapan Filiz Çağman 12 Ocak 2021 tarihinde buraya gömüldü.
  • T.Ü. Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’nde 2013 yılında başlatılan restorasyon sırasında, Dr. Rıfat Osman ve Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver adına düzenlenen oda ile kendisinin görev yaptığı odalar, müzeden kaldırıldı.

Yaşadığı tüm bu olumsuzlara karşın mutlu olduğu günlerde oldu. Kurduğu Sağlık Müzesi’nin 2004 yılında “Avrupa Müze Ödülü”yle taçlandırılması, 2005-2006 eğitim ve öğretim yılında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri tarafından yılın hocası seçilmesi, 13 Nisan 2017 tarihinde isminin Trakya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Derslik Binasına verilmesi onu çok mutlu etti.

Yaşadığı kenti ve insanlarını bir ömür boyu sevgiyle ve adanmışlıkla kucaklayan Kazancıgil, yaşamı boyunca, insan odaklı çalışmaları ve öncü projeleriyle sadece hemşerilerinin değil, uluslararası camianın da takdirini kazandı. UNICEF’in, Edirne’deki aile planlaması çalışmalarıyla örnek gösterdiği bu kent sevdalısı, ardında sayısız başarı hikâyesi ve ilham veren bir miras bıraktı.

Onu tanıyan herkes, içten ve hiçbir karşılık beklemeden yardım eli uzatan yüreğini muhakkak ki hatırlıyordur.

Yalnızca görev aldığı kurumlarda değil, hayatın her alanında bir “Edirne gönüllüsü, Hemşerisi” olarak çalıştı. Sağlık hizmetlerinden eğitime, gençlerin sporda gelişiminden kültürel mirasın korunmasına kadar attığı her adım, kentinin yarınlarını daha aydınlık kılma çabasının bir parçası oldu.

Ülkemizin kültür hayatına kazandırdığı eserler ve bıraktığı bilimsel miras, kütüphane ve arşiv raflarında genç kuşaklara ışık saçarken, onun adını da zamanın ötesinde yaşatmaktadır.

Vefatının ardından yaşadığı evi “Dr.Ratip Kazancıgil Kültür Evi”ne dönüştürme heyecanımı gerçekleştirmenin mutluluğuyla tüm dostlarını kurduğumuz kültür evine sahip çıkmaya davet ediyorum.

Sevgili Hocam, mekanın cennet olsun. Işıklar içinde uyu…

Devamını Oku

SAYGINLIKLA TAŞINAN MAKAM

SAYGINLIKLA TAŞINAN MAKAM
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Toplumların kurumsal yapısını ayakta tutan en önemli unsurlardan biri, hangi unvanlarda olursa olsun makamlarda bulunan kişilerin taşıdıkları temsil sorumluluğunun bilincinde olmalarıdır.

Aslında makam sahibi bireylerin sahip oldukları unvan koltukları sadece bir oturma nesnesi değil; aynı zamanda o makama yüklenen değerlerin, halkın güveninin ve ortak iradenin simgesidir.

Bu nedenle makam sahipleri, şahsi çıkarları için değil, temsil ettikleri değerleri ve milleti önceleyerek davranmak zorundadır.

Çünkü koltuk, kişiye değil; kişinin görev aldığı süre içinde üstlendiği göreve ve sorumluluğa aittir. Sonuçta bireyler temsil ettikleri makam koltuklarından güç almayı değil, ahlaki değerleri, bilgi, deneyim ve tecrübeleriyle makamlara güç verebilmelidir.

Gerek memuriyet hayatımda, gerekse görev aldığım sivil toplum kuruluşlarında farklı makamları temsil etme onuruna eriştim. Temsil ettiğim her makamda, liyakati ve ahlaki değerleri ön planda tutarak adaletli bir yönetim anlayışını benimsedim. Çok şanslıydım, kentte saygı duyulan kişilerle birlikte olma şansını yakaladım. Çok değerli Vali, Genel Müdür, Genel Başkanlar ile kentimin yönetiminde bulunan il müdürlerini tanıma fırsatı buldum. En yakın olduğum ise asli görevi olan İl Sağlık Müdürlüğü’nün yanında Vali ve Belediye Başkan Vekilliği, İl Kültür ve Turizm ile Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüğü görevlerini de belirli dönemlerde yürüterek kentimizde izler bırakan Dr. Ratip Kazancıgil idi.

Dr. Ratip Kazancıgil, vizyon sahibi, örnek bir liderdi ve üstlendiği her görevde bunu başarıyla kanıtladı. Ekip kurmadaki yetkinliği ile ahlaki ve adaletli yönetim anlayışı, elde ettiği başarının en önemli dayanaklarıydı.

Yaşamı boyunca çalışma arkadaşları, öğrenci ve dostlarının mutlu ve hüzünlü günlerinde yanlarında olmayı bilmişti. Dönemler içinde çeşitli vesilelerle öğrenci ve dostlarıyla birlikte olmayı, yemeğe davet ederek ağırlamayı severdi. Özellikle her eğitim-öğretim dönemi açılışında onu odasında ziyaret eden öğrencilerini her yıl tanışma yemeğine davet ederdi. Onları yakından tanımak isterdi. Masanın kurallarına uyanlar masanın sürekli misafirleri olurdu. Onların eğitim-öğretim, kültür ve sosyal yaşamlarına dokunurdu. Ama kime ne yaptığını ben dahi bilemezdim. Büyük bir gizlilik içinde maddi ve manevi yardımlarını yapardı.

Misafirlerini genellikle Şaban Alabaş’ın işlettiği müesseselerde ağırlardı. Çünkü Şaban Bey onun sofrasını en iyi bilen kişiydi. Aralarında baba oğul ilişkisi vardı. Kurmuş olduğu bu sofranın bir kültür ve edep sofrası olduğunu belirtir, dedikodu yapılmasına izin vermezdi. Sporu belirli bir süre konuşabilirdin ama Edirne’yi konuşmakta sınır yoktu. Ancak sofrada geçen süre içinde dilinin dolanmaması gerekirdi. Buna çok özen gösterirdi. Eğer masada geçen süre içinde dilin dolanmaya başlamışsa, masadan başka bir masaya laf atıyorsan, bir kişi konuşurken dinlemesini bilmiyorsan bir daha o kültür sofrasına oturma şansın yoktur.

Meriç nehrinin ortasına masa kurduklarını, Villa Restorandın Meriç nehri kenarında yer alan salın üzerinde sabaha kadar Edirne’nin tarihi ve kültürel değerlerini konuştuklarını, kentin doğal güzelliklerini yaşadıklarını keyifle anlatırdı. Ancak saate bakmanın ve sarhoş olmanın yasak olduğunu belirtirdi.

Kentin yönetiminde olan kişilerin bu sofralardaki davranışlarını restaurantta bulunan diğer müşteriler tarafından dikkatli bir şekilde izlendiğini bilirdi. Onun için hem kendisi hem de misafirlerinin buna özen göstermesini isterdi. Hesabı masada misafirlerinin yanında ödemezdi. Ellerini yıkamak için misafirlerinden izin ister ve ücreti kasada öderdi.

Bir gün yine Yaşar Amca (Kunduracılar), Ender Görgün ve ben birlikte villaya gittik. Yemeğimizi yedik, sıra meyve bölümüne gelmişti. Ancak restaurantta bulunan bir müşteri hocanın masasına bir meyve tabağı ikram etmek istediğini şef garsona söyleyince garsonda mumlu ve gösterişli bir meyve tabağı hazırlayarak bizim masaya yaklaştığını gördüm. Hızlı bir şekilde müdahale etmek istesem de gösterişli tepsi masaya geldi. Tabi hoca hiddetli bir şekilde ayağa kalkarak bunun derhal alınmasını istedi. Bu siparişi veren vatandaş masaya gelerek kendisinin ikram ettiğini söyledi. Hoca masadan gelen mumlu meyve tepsisini kaldırttıktan sonra kişiye nezaketle teşekkür ederken; “İzin verirseniz misafirlerimi kendim ağırlamak istiyorum. Eğer beni ağırlamak istiyorsanız, uygun zaman ve mekânı belirtir, sizinle birlikte olma ve tanıma onuruna erişirim.” Cevabıyla vatandaşı uğurlamıştı.

Onunla yaşadığım her gün bir şey öğreniyor ve hayat tecrübesi kazanıyordum. Hem Edirne’yi, hem de toplum içinde doğru bildiğimiz yanlışları örnekleriyle yaşıyordum.

Kendisi giyim ve kuşamına da çok özen gösterirdi. Tatil günleri dahil kravatsız görmemişimdir. Cumartesi ve Pazar günleri de kurmuş olduğu Sağlık Müzesi’ne giderdi. Her sabah evinden alır akşamüstü de belirttiği saatte gidip külliyeden alır eve getirirdim. Yine ağustos ayının sıcak günlerinden biriydi. Evimden çıkıp onu almak için külliyeye gittim. Ancak ayağımda şort ve üstümde de askılı tişört vardı. Ben arabamdan inmeden güvenlik görevlisine rica edip hocaya geldiğimi söylemesini istedim. Hocam geldi ve arabaya bindi. Biner binmez beni öyle bir haşladı ki anlatamam. Suçum; neden böyle bir kıyafetle onu almaya geldiğimi eleştiriyordu. Bende arabadan dahi inmediğimi belirtsem de kendisi öyle bir mantıklı cevap verdi ki, ne söyleyeceğimi şaşırdım;

“Sen şu an Trakya Üniversitesi Daire Başkanı olarak görev yapıyorsun. Bu müzeden de sorumlu bir daire başkanısın. Bu kıyafetinle sorumlu olduğun bir birimi ziyaret edemezsin. Şimdi burada Rektör veya Vali Bey olabilir di? Ve bizi yemeğe davet edebilir di? Bu şekilde mi gelecektin? Hadi bakalım ver şimdi cevabı! Ve cümlesini şöyle bitirmişti;

“Sen bu kentin değer verdiği bir kişi olmakla birlikte Trakya Üniversitesi’nin önemli bir makamını temsil ediyorsun. 365 günün 7/24 saatinde bu makamı temsil ettiğini unutmayacaksın. Kılık kıyafetin, davranışların, oturup kalmanla örnek olmalısın…”

Günümüz Türkiye’sinde böylesi beyefendi kamu kurum ve kuruluş yöneticilerinden kaç tane kaldı bilemem. Ama etrafımızda gördüklerimi, yaşadıklarımız ve duyduklarımız zaten bize yeterli bilgi veriyor. Günümüzdeki bilgi teknolojilerindeki gelişmeler artık bilgi ve görüntü iletişimini hızlı bir şekilde yayılmasını sağlıyor. Masalarda konuşulanlar, şerefe kalkan kadehlerin sayısına kadar ayrıntılar daha o gece Edirne’nin konuşulanı oluyor.

Makam sahibi kişiler öncelikli olarak personelinin gözünde saygınlığını yitirmemelidir. Bilgi düzeyi, ekip kurma ve problemleri çözmedeki becerisi, çalışma arkadaşlarıyla kurduğu köprü, temsil yeteneği ve davranışlarıyla örnek olmalıdır. Yönetilmek için değil, yönetmek için o makamda olduğunu bilmelidir.

Sonuç olarak; kamusal sorumluluk taşıyan her makam sahibi, sadece oturduğu koltuğun değil, temsil ettiği kurumun da ağırlığını taşıdığını unutmamalıdır. Saygınlık, sadece unvanla değil; bilgiyle, ahlakla, duruşla ve davranışlarla kazanılır. Özellikle bilgi çağında gizlisi saklısı kalmayan bir dünyada, yöneticilerin attığı her adımın kamu vicdanında karşılık bulacağı unutulmamalı; yönetmek kadar, örnek olmak da esas alınmalıdır.

Değerli hocam Dr. Ratip Kazancıgil’i rahmet ve minnetle anıyorum.

Devamını Oku

BİR DİLEKÇE, BİR İLÇE: 1947’DE LALAPAŞA’NIN DİRENİŞİ

BİR DİLEKÇE, BİR İLÇE: 1947’DE LALAPAŞA’NIN DİRENİŞİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Edirne’nin idari yapılanmasında Osmanlı’dan kalan sancak ve kaza sisteminin etkileri sürmekteydi.

II. Dünya Savaşı’nın ardından ülke genelinde idari teşkilat yeniden şekillendirilmiş; ulaşım, güvenlik ve kamu hizmetlerinin daha verimli sağlanabilmesi için bazı yeni ilçeler oluşturulmuştur.

Edirne’nin Lalapaşa ilçesinin, 1 Ağustos 1945’te ilçe statüsüne kavuşmasının 80. yılı vesilesiyle ilân edilen “Lalapaşalılar Günü” bu yıl ilk kez Anıtkabir’de kutlandı.

Lalapaşa Belediye Başkanı Zafer Sezgin Geldi ve beraberindeki heyet, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi huzuruna çıkarak çelenk sunumunun ardından Anıtkabir Özel Defterine Cumhuriyet’e olan bağlılık ve minnet duygularını sundular.

Lalapaşa, ilçe olmadan önce Edirne Merkez’e bağlı bir bucak (nahiye) statüsünde yönetilmiştir. 25 Haziran 1945 tarih ve 4769 sayılı “Yeniden 9 İlçenin Kurulması” hakkındaki kanun, 3 Temmuz 1945 tarihli ve 6047 sayılı Resmî Gazetede yayımlanmıştır. Kanunun birinci maddesinde, “Adları bu kanuna bağlı (1) sayılı cetvelde yazılı (9) ilçe kurulmuştur.” ifadesi yer almaktadır.

(1) sayılı cetvel incelendiğinde, Edirne’de Lalapaşa İlçesi’nin de bu kanun kapsamında kurulduğu görülmektedir. Edirne’nin tarihi ilçelerinden biri olan Lalapaşa, 1 Ağustos 1945 tarihinde yürürlüğe giren bu kanun kapsamında ilçe statüsüne kavuşmuştur.

Lalapaşa ilçe statüsüne geçtikten iki yıl sonra Lalapaşa’nın ilçe statüsünden çıkartılıp başka bir yere bağlanmasına yönelik girişimlerin olduğunu öğreniyoruz.

Başbakanlık Devlet Arşivleri Cumhuriyet Arşivlerinde bulduğum bir belgeyi incelediğimde; “…Ancak kanunla ilçe merkezi olarak kurulmuş olan bir yerin ilçelikten çıkarılarak başka bir yerin yeniden ilçe merkezi kurulmasındaki müşkülat ve bunun doğuracağı iktisadi, içtimai (toplumsal) ve siyasi akisler (tepkiler) gözönüne alınıp bizlerde yüksek idarecilerimizin bu müşkül işteki tetkikat (incelemeler) ve etüdlerine (ön çalışma)  âcizane bir yardımı dokunacağı ümit ve emeli halisanemizle (içtenlikle) bu husustaki düşünce ve mülâhazalarımızı (düşüncelerimizi) Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, Yüksek Umum Müfettişliğine, Parti Genel Sekreterliğine ve Vilayet Makamına arz ve iblağına karar vermiş bulunuyoruz.”

Lalapaşa İlçesi Belediye Başkanı Hasan Balkan ile Lalapaşa İlçesi Cumhuriyet Halk Partisi İlçe Başkanı Hasan Güney’in1 adına Avukat Hüseyin Özder tarafından dört sayfa olarak yazılan bu dilekçe 05.09.1947 tarihinde “Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliği Yüksek Makamına” hitaben yazılmıştır.

Yazılan bu resmi dilekçeyi incelediğimizde Lalapaşa İlçesi’nin ilçe statüsünde bulunduğu iki yılın ardından Süleoğlu ilçesine bağlanması ile ilgili gelişmelerin duyulması üzerine yazıldığı anlaşılmaktadır.

Nitekim yazıda “…Görülüyor ki; Lalapaşa’nın ilçe merkezliğinden çıkarılarak Süloğlu’na naklini makul ve haklı gösterebilecek kuvvetli ve mantıklı hiçbir delil ve esbap mevcut değildir ve bulunamaz,…. Lalapaşa ilçe merkezi olmaktan çıkarılıp Süloğlu’na nakledildiği takdirde bundan tahaddüs (meydana gelecek) iktisadi, içtimai ve siyasi buhran dolayısıyla maruz kalınacak mahsur ve zararları affınıza sığınarak aklımızın erdiği kadar sıralamaya çalışalım.” denmektedir.

Lalapaşa Belediye Başkanı ile CHP Partisi İlçe Başkanı dilekçelerinde konuyu detaylı bir şekilde irdeleyerek itiraz ederken Lalapaşa İlçesi’nin Süloğlu’na bağlanmasında doğacak neticeleri de açıklıkla izah etmekten kaçınmamışlardır. Dilekçelerinde bu duygularını da şu cümlelerle anlatmaktadırlar;

“…Açık kalplilikle, dürüst, doğru, yalan ve riyadan âri bir Türk gibi konuşmak lazım gerekirse, idare ve hükümet hakkında kararsız, sabırsız denecektir. Böylece idare ve hükümete karşı bir emniyetsizlik ve endişe his ve ruhu yaratılmış olacaktır ki, bu ruh bütün istikrar ve huzur fikrini öldürecek, yok edecek ve Süloğlu da aynı ruhun zebunu olarak, akıbetinin ne olacağını kestiremeyip inkişaf (gelişme) edemeyecektir. Lalapaşa’da yapılmış olan ebniye’nin (imar planları) kıymetleri kalmayacak ve inşa, imar ve ifası mutasavver bulunan bütün işlerin planları alt üst olacak ve iktisadi durum bu yüzden berbat bir hale düşecektir. Bundan yüzlerce mülk sahibi kasabalı ve köylü pek çok zararlara maruz kalacaklardır. Bu memlekette siyasi ve içtimai memnuniyetsizliği bir kat daha arttıracak ve parti de bu yüzden prestijini büsbütün kaybetmiş olacaktır.” diyerek yetkilileri uyarmışlardır.

Bu bağlamda yazmış oldukları bu dilekçede Lalapaşa İlçesi’nin neden ilçe olarak kalmasını da detaylarıyla belirtmişlerdir. Lalapaşa’nın hava ve suyunun Süloğlu’ndan daha iyi olduğunu, Lalapaşa’nın Edirne’ye uzaklığının 35 km. iken Süloğlu’nun uzaklığının 65 km. olduğunu belirterek ulaşım konusundaki zorlukları da belirtmişlerdir. Hatta Lalapaşa’nın tarihi süreçte de ilçe statüsünde olduğunu şu cümlelerle vurgulamışlardır;

 “…Balkan harbinden sonra da Lalapaşa’nın ilçe merkezi olduğu malumuâleridir. Demek ki eskiden de burası ilçe merkezi kurulmaya lâyık görülmüş ve esasen de Lalapaşa’nın tarihi bir kıymeti haiz oluşu ve hudut ve stratejik vasiyeti, Allah göstermesin, bir felâket vukuunda dosya ve kuyudatın kaçırılması bakımından Lalapaşa ilçe merkezi olmaya daha müsait ve muvafıktır. Vatanımızın batı hududunu teşkil eden Edirne’mizin yeni teşekkül edecek kazalarında bu cihetin de aranıp hesaba katılması çok önemli ve lazım bir husus olduğu kanaatindeyiz. Böyle olunca da kâfi bir kıymet ve ehemmiyeti haiz olmayan bazı ufak tefek ve geçici esbaptan dolayı hazır teşekkül etmiş ve inkişafa yüz tutmuş olan bir ilçe merkezinin değiştirilmesinde hiçbir isabet ve makuliyet ve mantık olmasa gerekir.” diyerek de ilçenin tarihsel süreçteki yönetim durumu ile stratejik konumunu, ilçe olmasındaki önemini belirtmişlerdir.

Dönemin Lalapaşa Belediye Başkanı Hasan Balkan ve CHP İlçe Başkanı Hasan Güney ile Av. Hüseyin Özder’in imzalarıyla yazılan bu yazı 9.9.1947 günü 71.953 sayı ile kayda girmiştir. Yazılan bu dilekçe işleme girdikten sonra yapılan itiraz etki yaratmış olacak ki, Lalapaşa İlçesi Süloğlu’na bağlanmamış ve 1 Ağustos 1945 tarihinden bugüne ilçe statüsündedir.

Bugün Lalapaşa, 80 yıldır ilçe statüsünü koruyorsa, bunda 1947’de kaleme alınan bu dilekçede yürekten gelen yaşadığı ilçeye bağlılık ve kararlılığın, halkının toprağına ve kimliğine sahip çıkma iradesinin zaferidir.

O gün atılan imzalar sadece bir kâğıda değil, Lalapaşa’nın geleceğine vurulan mühürlerdi. Geçmişte olduğu gibi bugün de yerel değerleri yaşatmanın yolu, tarihine sahip çıkan, sesini yükselten ve omuz omuza durabilen bir toplum olmaktan geçiyor.

Lalapaşa’nın hikâyesi, inanç ve birlik ruhuyla küçük bir ilçenin bile kaderini değiştirebileceğinin unutulmaz bir kanıtıdır.

Bugünün siyasi kadroları için bu yapılanların hiçbir önemi olmasa da ben emeği geçenleri saygı, rahmet ve minnetle anıyorum.

Dipnot:

1- Dilekçede Hasan Güney olarak yazılmış olsada yaptığım araştırmada Hasan Günay olduğu belirtilmiştir.

Devamını Oku

ANIZ YAKMAK SADECE TOPRAĞI DEĞİL, GELECEĞİ DE YAKIYOR!

ANIZ YAKMAK SADECE TOPRAĞI DEĞİL, GELECEĞİ DE YAKIYOR!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ormanlar, çok yönlü işlevleriyle dünyanın en değerli doğal kaynakları arasında yer almaktadır. Ancak bu kaynak, nüfus artışı, kentleşme ve sanayileşme gibi beşerî etkenler nedeniyle ciddi bir baskı altındadır.

Günümüzde dünya kara alanlarının yaklaşık %25’i ormanlarla kaplıdır. Oysa yaklaşık 8 bin yıl önce bu oran 6 milyar hektar düzeyindeyken, zamanla %50 oranında azalarak günümüzde 3 milyar hektara kadar gerilemiştir.[1]

18. yüzyıldaki Sanayi Devrimi ile birlikte fosil yakıt kullanımı artmış, kırsal alanlardan şehirlere göçler yaşanmış ve bu durum kentleşmeyi, orman tahribatını ve yanlış toprak kullanımını beraberinde getirmiştir.

Sonuç olarak, günümüzde küresel bir tehdit haline gelen “küresel iklim krizi” ortaya çıkmıştır. Bu kriz, artan sıcaklıklar, aşırı hava olayları, kuraklık, orman yangınları ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi belirtilerle kendini göstermektedir. İklim değişikliği, tarımsal üretimi, balıkçılığı, temiz su ve gıda güvenliğini de olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla dünyanın her yerinde hava koşullarının değişmesiyle ısınma, kuraklık, orman yangınları, seller ve fırtınalar gibi felaketleri daha sık ve şiddetli yaşanır hale getirmektedir.

İklim krizi, sadece doğayı değil, insanların yaşamını da ciddi şekilde etkilemektedir. Öncelikle bu iklim krizinin anlaşılır bir şekilde topluma iyi anlatılması, çözüm yollarında halkın katılımının sağlanması, daha doğrusu halkın bu konuda bilinçlendirilmesi gerekmektedir.

Son yıllarda gerek ülkemizde gerekse dünyanın dört bir köşesinde küresel iklim değişikliğinin getirdiği olumsuzlukların orman yangınlarının sıklığını ve şiddetini önemli ölçüde artırdığını göstermektedir.

Türkiye’de gerçekleşen orman yangınlarını incelediğimizde 1937-2024 yılları arasında 88 yıl içerisinde 126.268 orman yangınının çıktığı ve 1.907.265 hektar (ha) alanın yandığı ve yangın başına 15.1 (ha) alanın yandığı görülmektedir. Bu veriler ışığında 88 yıl içinde yıllık ortalama 1.435 yangının gerçekleştiği ve 21.763 (ha) alanın yandığını görmekteyiz.

2015-2024 yılları arasında gerçekleşen orman yangınlarını incelediğimizde de 27.332 yangının çıktığı 257.622 (ha) alanın yandığı görülmektedir. Bu veriler ışığında da son on yıllık süreçte ortalama yılda 2.732 yangının çıkarak 25.762 (ha) alanın yandığı belirlenmiştir. [2]

Bu verilerde göstermektedir ki, son yıllarda yıllara göre yangın ortalamasının yükseldiği ve buna paralel de yanan hektar alanın da genişlediği görülmektedir.

Yangınlara sebebiyet veren nedenleri incelediğimizde de insanlarımızın ihmal ve dikkatsizliğinden kaynaklı, anız, çöplük, avcılık, sigara, çoban ateşi, piknik vd. nedenlerden dolayı çıkan yıllık yangın oranının % 29,5 olduğu görülmektedir. Terör ve kundaklama %4,5 oranında yer alırken yangının çıkış nedeninin bilinmeyen oranı ise % 47.4’dür.

Türkiye’de çıkan büyük yangınları incelediğimizde de 1945 yılında çıkan 1.169 yangın sonucunda 165.307 hektar alanın yandığı görülmektedir. 2021 yıl en çok yangının gerçekleştiği yıldır. Toplam 2.793 yangın çıkmış olup 139.503 (ha) alan yanıp kül olmuştur. [3]

Edirne’de de 2025 yılının Haziran ayında 15 gün içerisinde gerçekleşen yangınlarda 50 dekar (yaklaşık yedi futbol sahası büyüklüğü) buğday ekili alan yanarken[4] 13 Temmuz 2025 günü Keşan’a bağlı Kadıköy’ün Susamdere bölgesinde biçilmiş buğday tarlasında çıkan yangın rüzgarın etkisiyle ormana sıçramış 40 hektarlık alan zarar görmüştür.[5] 17 Temmuz 2025 günü de Edirne merkez Kurtuluş Mahallesi TOKİ mevkinde yer alan tarım arazisinde çıkan yangında da 300 dekar tarım alanı zarar görmüştür.

Aslında ormanlar bir ulusun bir kentin akciğerleri olup kent halkının nefes aldığı, sosyal ve kültürel alanlardır. Birer turizm merkezleridir. Tarım alanları da bir ülkenin gıda güvencesinin, ekonomik bağımsızlığının ve doğal kaynaklarının temelidir. Bunları korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak da biz vatandaşların da görevidir.

Bu bağlamda bu konuda toplumu bilgilendirmek ve bilinçlendirme görevi de ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarındadır.

Türkiye Cumhuriyeti Tarım ve Orman Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü’nün “Türkiye İklime Dirençli Ormancılık Projesi” kapsamında yürüttüğü Paydaş Katılım Planı ile ilgili çalışmasında orman yangınlarıyla ilgili yaptığı anket çalışmasında yer verdiği birinci soru da; Orman yangınları ile ilgili farkındalık oluşturma faaliyetlerini yeterli buluyor musunuz? sorusuna şu yanıtlar alınmıştır;

Cevapların % 34 hayır, % 34’ü belki, %31’i evet, %1’de bir fikrim yoktur. Katılımcıların verdiği yanıtlar gösteriyor ki, konu ile ilgili halkımızda gerekli farkındalık yaratılamamıştır.

Ankette yer alan dördüncü soru;  “Koruma alanlarındaki (milli park, doğal park vb.) bakım ve yangın önleme tedbirlerini yeterli buluyor musunuz?”. Bu soruya yanıt veren katılımcıların %42’si hayır, %34’ü belki, %20’si evet %4’ü de bir fikrim yok yanıtıdır. [6]

Yangınlar yalnızca ormanlarda değil, tarım alanlarında da hızla yayılmakta; ekolojik dengeyi bozmakta ve kırsal yerleşimler için ciddi risk oluşturmaktadır. Gözlemler, pek çok yangının doğrudan anız yakımından veya rüzgârla yeniden alevlenmesinden kaynaklandığını göstermektedir.

Edirne’de 44.405 hektar orman alanı bulunmaktadır.[7] Geçtiğimiz hafta Tekirdağ Şarköy’de başlayan yangının sonuçlarını hepimiz gördük. Edirne’de de özellikle anız yakılması ya da başka nedenlerden dolayı ciddi yangın tehlikeleri yaşanmaktadır.

Oysa Türkiye’de anız yakmak, 2872 sayılı Çevre Kanunu gereğince açıkça yasaklanmıştır. Bu yasa kapsamında, anız yakanlara her dekar için idari para cezası uygulanmakta ve bu ceza beş katına kadar artırılmaktadır. Buna rağmen, uygulamada denetimlerin yetersizliği, delil yoksunluğu ve çiftçilerin bilgi eksikliği nedeniyle cezaların etkinliği sınırlı kalmaktadır.

Edirne’de son zamanlarda artan vakalar, bu konuda hem toplumsal farkındalığın artırılması hem de cezai yaptırımların kararlılıkla uygulanması gerektiğini bir kez daha göstermektedir.

Bu nedenle, orman yangınlarının önlenmesi adına anız yakma başta olmak üzere diğer tehlikeler konusunda çiftçi ve halkımız bilinçlendirilmeli, denetimler sıklaştırılmalı ve cezai yaptırımlar tavizsiz uygulanmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, her önlenen yangın, doğanın ve insanların yaşam hakkının korunması demektir.


[1] Doğanay, H., & Doğanay, S. (2011). Türkiye’de Orman Yangınları ve Alınması Gereken Önlemler y. Doğu Coğrafya Dergisi, 9 (11). s;35.

[2] https://www.ormancilardernegi.org/Yangin

[3] a.g.e

[4] https://www.diken.com.tr/edirnede-yedi-futbol-sahasi-buyuklugunde-bugday-tarlasi-yandi

[5] https://www.milliyet.com.tr/gundem/kesanda-yanginin-aci-bilancosu-zarar-goren-alanlar-havadan-goruntulendi-7409902

[6] Orman Genel Müdürlüğü (2023) Türkiye İklime Dirençli Ormancılık Projesi – P179345 (İDOP) Paydaş Katılım Planı (PKP).-Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Tarım ve Orman Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü, ss.;26-33

[7] https://www.ogm.gov.tr/istanbulobm/ormanlarimiz/orman-varligi

Devamını Oku

664. KIRKPINAR YAĞLI GÜREŞ FESTİVALİ’NİN ARDINDAN…

664. KIRKPINAR YAĞLI GÜREŞ FESTİVALİ’NİN ARDINDAN…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Her yıl olduğu gibi bu yıl da Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’ni kazasız bitirdik. Kapanışın ardından belediye ve federasyon başkanı ile ağa festivalin başarıyla sonuçlandığını ifade ettiler. Tabi hepimizin Kırkpınar’a bakış açısı farklı oluyor. Başarı değerlerimiz de aynı o şekilde.

Aslında 664. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali hazırlıkları, bazı güreşseverler ile eski dönem ağa, pehlivan ve diğer aktörlerin, Türkiye Geleneksel Güreşler Federasyonu’nun aldığı bazı kararlarının, yağlı güreşin ve dolayısıyla Kırkpınar’ın gelenekselliğini zedelediği düşünceleri doğrultusunda yapılıyordu. Ağanın da festival öncesi ağa kıyafetini modaya uydurulması gerektiğine yönelik beyanatları festivalin önüne geçiyordu.

Dolayısıyla ağanın giyeceği kıyafet merak konusu olmuştu. Nihayet ağa karşılama töreninde ağanın giydiği kıyafet talimatlarda belirtilen yöresel kıyafetin dışında oluşu eleştiri konusu olurken sarayiçinde düzenlenen açılış töreninde ve diğer günlerde giymiş olduğu farklı kıyafetlerde ağanın gerçekten sarayiçi er meydanında defile yaptığı fikrini öne çıkarmıştı. Ve ağa üç gün boyunca giydiği dört çeşit kıyafetle “Parayı Veren Düdüğü Çalar” atasözünü bizlere hatırlatmıştı.

Bu bağlamda federasyonun da güreşler başlarken tüm boylarda çeyrek finalden sonra yeni bir uygulamayla puanlama öncesi güreşlerini galibiyetle kapatacak pehlivanlara para ödülü vereceğini açıklaması da şaşırtıcı olmamıştı. Çünkü gelen eleştirileri federasyon da en aza indirmek, pehlivanları puanlamaya kalmamaları için para ödülüyle teşvik ediyordu. Ancak para ödülünün yeterli olmadığı görüldü.

661, 662 ve 663. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’nin ardından yaptığımız anket çalışmalarında güreşseverlerin özellikle tribünlerde rahat güreşleri izleyemedikleri, sahada bir dev ekran görmek istediklerini sıklıkla belirtiyorlardı. Kırkpınar ağasının dev olmasa da bir ekranı saha içine koydurması, er meydanının tribün koltuklarının iyileştirme ve pehlivanların soyunma odalarında yenilikler yapması hem pehlivanlar hem de güreşseverler arasında memnuniyet yaratmıştı.

Ancak pehlivanların giriş kapısına da “Zeki Özünlü”  tabelasının nasıl asıldığı da merak konusu olmadı değil?  Diğer taraftan biletix’den veya diğer yolla ücret ödeyerek bilet alan güreşseverlerin bu yılda tribünlerde oturmak için yer bulamadığı konusunda şikayetlerin olduğu gözlenmiştir. Nitekim Edirne Emniyet Müdürlüğünce sahte bilet basımı ve karaborsadan bilet satışı ile ilgili şüphelilerin yakalandığı haberleri de gündeme düştü.  Düşünün kişi iki gün için 2.500.-TL ödeyerek bilet alıyor ve tribünde numara yok ve oturacak yer bulamıyor.

Bu yıl Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’nin organizasyonunun düzenlenmesinde Türkiye Geleneksel Güreşler Federasyonunun ağırlığını hissettim. Cuma günü sarayiçine gittiğimde protokol tribününde ilk dikkatimi çeken TGGF yakalı kişilerin çoğunlukta oluşu oldu. Nitekim açılış töreni yaklaşırken protokol da sarayiçi alanına gelmeye başlayınca protokol tribününde bir kargaşa yaşandı. Bu tür etkinlikler Edirne İl veya Ankara protokol kuralları uygulanır. Edirne Belediyesi Özel Kalem görevlileri TGGF’da görevli olan beş arkadaşı yerlerinden kaldıramadılar. Protokol gereği onların orada oturma gibi yetkileri olmamasına rağmen görevlilere bu kadar zorluk çıkarmaları gerçekten çok üzücüdür. Acaba şu mesajı mı veriyorlar dı? “Artık Kırkpınar’ı biz düzenliyoruz…! 

Güreşler süresince federasyon başkanı ile Gençlik ve Spor Bakanı’nın TRT Spor’a verdikleri canlı röportajlardan öğrendik ki, bir asırdır sarayiçi er meydanında düzenlenen festivalin üç yıl sonra sarayiçinde başka bir alana taşınacağı oldu.

Tarihi belgeler ışığında yürüttüğüm bilimsel çalışmalarımda, günümüzde güreşlerin yapıldığı alanın geçmişte Edirne Sarayı’nın Has Bahçesi olarak kullanıldığını; bu mekânın hem padişahlar hem de sonraki dönemlerde devlet erkânı tarafından halkla birlikte güreş, okçuluk, koşu gibi seyirlik etkinliklerin ve şenliklerin düzenlendiği bir buluşma alanı olduğunu belgeledim. Ne var ki, Edirne’nin bu konudaki sessizliği, bir asrı aşkın süredir Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri’ne ev sahipliği yapan bu alanın kendi yerinden koparılacağı gerçeğini görünür kılmaktadır. Bu durum, söz konusu mekânın, Kırkpınar’ın UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne kabulü sürecindeki etkisinin ve değerinin ne ölçüde dikkate alındığını da sorgulamamıza neden olmaktadır.

Ulusal kanallarda Edirne’de hotellerde yer kalmadığı haberlerini izleyince bu konuyla ilgili birkaç arkadaşımla görüştüm. Hotellerinde yer olup olmadığımı sorduğumda kaç kişilik, kaç oda istiyorsunuz cevabı alınca bu haberlerin de gerçek olmadığına şahit oldum.

Gerçek şudur ki, bu yıl düzenlenen 664. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, başta kentimizde ve ulusal alanda bir coşku yaratmadığıdır. Tribünlerin hangi koşullarda ve ne oranda doluluk oranına sahip olduğu gerçeğini kente yaşayan bu konuya ilgili her bir kişi biliyor. Canlı yayında da görüyoruz ki, tribünlerde tam doluluk oranı olmamasıyla birlikte dışarıda gezinen sayısının da çok düşük olduğudur.

Sosyal medya üzerinden yapmış olduğum “Bu yıl Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’ne Neden Katılmıyor sunuz? Sorusuna 320 kişi cevap vermiş olup katılanların % 41’inin Kırkpınar Yağlı Güreşlerinin gelenekselliğinin kaybetmiş olmasını düşündüğümden olmasını da düşünmemiz gerekiyor.

Sarayiçi alanının düzenlenmesinde de yeniliklere gidildiği ve bazı önemli eksikliklerin giderildiği önemlidir. Ancak kültür-sanat etkinliklerinin düşünülmemesi, daha önceki yıllarda hazırlattığım Kırkpınar ağa ve başpehlivanlarından oluşan fotoğrafların sergilenmemesi bu konudaki duyarsızlığın bir belgesi değil midir? Edirne’nin köklü kuruluşu EFOT ile işbirliği yapılarak Edirne ve Kırkpınar Sergisi yapılamaz mıydı? Türkiye Kürek Federasyonu ile işbirliği yapılarak Balkan Ülkeleri arası “Kırkpınar Kürek Yarışması”, “ Geleneksel At Yarışları”, Edirne gastronomi kültürünü öne çıkartacak ve geçmişte de düzenlenen “Edirne Ev Yemekleri Yarışmaları” vd. etkinlikler düzenlenmelidir.

664. Kırkpınar Yağlı Güreşleri’ne Edirne’den 19 pehlivan katılmayı hak kazanırken 17 pehlivanın kayıt yaptırması ve yalnızca deste küçük ile teşvik 2 boylarında kürsüye çıkabilmiş olmaları, ata sporumuz güreşi çocuklarımıza ve gençlerimize yeterince sevdiremediğimizi ve gerekli altyapıyı oluşturamadığımızı göstermektedir.

Bu bağlamda 2021 yılında 2.160, 2022’de 2.475, 2023 yılında da 2.376 pehlivan sarayiçi er meydanında kol bağlarken federasyonun almış olduğu kararlar doğrultusunda 2024 yılında bu sayı 852’ye 2025 yılında da 762’ye düşmüştür.

Şimdi soruyorum; Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, geleneksel yağlı güreşin olimpiyatı mı? yoksa sıradan bir spor etkinliği olma yolunda mı? Kırkpınar gittikçe değerini kaybetmiyor mu?

Öncelikli olarak yapmamız gereken kültür mirasımıza sahip çıkmak adına, Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali kanun veya yönetmeliğinin hazırlanması, bu hazırlık aşamasında Kırkpınar’ın kültürel kimliği, öğe ve ritüellerinin açık bir dille hiçbir yoruma açık olmayacak şekilde yazılarak yasalaşmasının sağlanmasıdır.

Emeği geçenleri ve sarayiçi er meydanında kol bağlayan tüm pehlivanlarımızı kutluyorum.

Devamını Oku
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler