eşya depolama
DOLAR 36,2388 0.35%
EURO 38,0197 0.32%
ALTIN 3.360,93-1,10
BITCOIN 3522085-0,43%
Edirne

HAFİF YAĞMUR

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

M.ENİS ŞENSEVER

M.ENİS ŞENSEVER

15 Şubat 2025 Cumartesi

Bulgar Mezalimi

Bulgar Mezalimi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

M.Enis Şensever

Balkan savaşın da akıllara durgunluk veren mezalim, Edirne nin Bulgar işgalinde yaşandı. Fransız yazar Pierre LOTİ, Edirne nin kurtuluşu ile şehre geldiğinde Türk Rum Yahudi ve Hıristiyan teba tarafından coşkuyla karşılanıyor. Üstelik Ramazan Bayramına denk geliyor. 19 Ağustos 1913 , Edirne. Bu makalenin kaleme alındığı tarihtir. Bu makale, İmtiyaz sahibi Şevket RADO nun olduğu Hayat TARİH Mecmuası Sayı -2 Mart 1965 tarihinde yayınlanmıştır. Bu yazının yıl dönümünde, döneminde yaşana acıların unutulmaması ve tarihe düşülen not olarak paylaşımında yarar görüyoruz. Bu günkü Bulgaristan devleti ile bir husumet söz konusu da değildir. Bunu da özellikle belirtelim P. LOTİ ayrımcı bir görüş olmaması için bilhassa gerçeklerin yansıtılması için Rumlar ve Hıristiyan kesim ile yaptığı görüşmeleri kaleme almıştır. Bu yazıya herhangi bir düzeltme ve ekleme yapmadan dergide paylaşıldığı gibi okurlara aktarmış oluyorum. İlgiyle okunması dileğimle.


Dün akşam Edirne ye gelirken hayatımın en heyecanlı, en güzel anlarını yaşadım. Beni selamlayanlara cevap verirken gözlerim ıslak ıslaktı. Bana uzanan ellerden kaç tanesini sıkabildim hatırlamıyorum. Hatırladığım bir şey varsa, bunların arasında annelerinin kucağında bana doğru uzatılan küçük yavruların ellerinin de oluşuydu. O eller ki, birçok benzerleri sırf eğlence için canavar Bulgarlar tarafından kesilmişti.!..
Büyük bir tesadüf, şehre Ramazan Bayramında girmiştim. Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler gerçek bir bayram sevinci içindeydiler. Hepsinde yaşadıkları en büyük kabusun bitmesiyle kavuşulan huzur vardı. Kolay değildi bu… Aylarca insan kasaplarının tehdidi altında yaşamışlardı.
Hepsine de ayrı ayrı teşekkür ettim. Yaşasın Türk Edirne!…Acaba Avrupa artık yaptığı hatanın büyüklüğünü anlayacak, pişman olacakmı?…Diplomasinin merhameti olmaz ama, şuuru da olmamalı mı?
Pierre LOTİ
Pierre LOTİ bu yazılı beyanı Edirne’ ye varışının ertesi günü vermişti. Daha sonra arka arkaya yazdığı makalelerle gördüklerini ve işittiklerini bütün dünya basınında yayınlandı. Şimdi bu konuda yazdığı makaleyi okuyucularımıza sunuyoruz. Editörün notu.
‘’ Yazıma başlarken hemen söylemek isterim, burada anlatacaklarım, gördüklerim, evet kendi gözlerimle gördüklerimdir. Bulgarların Trakya yı nasıl bir çöle çevirdiklerini anlatmak istiyorum. Doğrusunu isterseniz bu Hıristiyan kurtarıcılar birkaç gün içinde böyle bir tahribat yapabilmek için tüyler ürpertici bir hırsla çalışmışlar. Evet, bir çöl diyordum. Gelip geçtiğim yerler gerçekten bir çölden farksızdı. Ama akıllara durgunluk verecek bir çöl… Çünkü daha birkaç gün önce buraları taze ölülerin cesetleriyle doluydu. Yolda bir tek insan göremedim Arada bir yolumuzun üstüne bir taş yığını, duvar kalıntıları çıkıyor. Köy kalıntıları…Uzaktan uzağa kargalara yem olan hayvan cesetleri görüyoruz.


Yol boyunca bir defa Havza da durduk. Bütün yapılar harabe halindeydi. Birçok evler tamamen yıkılmıştı. Sadece ayakta kalan birkaç duvar göze çarpıyordu. Yıkılmayanlarda harabeye dönmüştü. Kasabanın camiine gittik. Burası ilk bakışta pek harap olmamışa benziyordu. Bulgarlar camii yıkacak vakit bulamamış olmalılardı. Ama kapıdan içeri girer girmez dehşetten tüylerimiz ürperdi. İçerde Türk yaralılar vardı. Caminin mermer mihrabı parçalanmış camları kırılmıştı. Üstelik bu tahribatı doğrudan doğruya yaralılara yaptırmışlardı. Ellerinde süngü, mecalsiz yaralıları dürtükleyerek onları bu feci işe zorlamışlardı. Bulgar vahşetinin ne dereceye varacağını insan asla tasavvur edemiyor. Bende caminin minaresine çıkmadan tasavvur edemezdim. Minare pislik içindeydi. Meğer Bulgarlar burasını tuvalet olarak kullanmışlar. İhtiyacı olanlar minareye çıkmış, oradan kubbenin üstüne büyük abdestlerini yapmışlar!…Kubbe feci haldeydi.
Ölüm Kuyusu.


Caminin etrafında ki mezarlık büsbütün inanılmaz durumdaydı. Bulgarlar mezarlardan çoğunu kazıp ölüleri çıkarmış ve mezarları apteshane olarak kullanmışlar. İşte köyün kuyusu. Dayanılmaz bir koku çıkıyor. Bulgarlar tecavüz ettikleri kadınların ve çocukların cesetlerini kuyuya doldurmuş , suyun dibine batmalarını sağlamak için de üstlerine mezar taşlarını atmışlar. 1000 den fazla nüfusu olan burada şimdi ancak 40 kişi var. Hepsi bitkin halde. Ama gene de yanımıza gelip nezaketle elimizi sıkıyorlar. İçlerinden biri yaşlı gözlerle ; ‘’Neden hala yaşıyorum bilemem’’ diyor. ‘’ Karımı, çocuklarımı öldürdüler. Evimi yaktılar’’ Bir başkası, iki büklüm bir ihtiyar. ‘’ On yaşında bir torunum var. Hayatımın neşesiydi. Ondan başka kimsem yoktu. Bulgarlar evimize geldiler…Irzına geçmek istiyorlardı onun … Korumak istedim. Beni öldüresiye dövdüler… Kendimi kaybetmişim… Gözlerimi açtığım zaman yavrum yanımda yoktu artık. ‘’
Yanında yoktu da ne olmuştu?… Nere, bu on yaşında ki masum çocuk? Tabii kuyuya!…Kırılmış mermerlerin altında çürüsün diye, kuyuya diğer kurbanların yanına atılmıştı. Geçtiğimiz yol boyunca uçsuz bucaksız askeri birliklere rastladık. Türkiye nin her yerinden gelen askerler mecburi yürüyüşle bitkin halde yollarına devam ediyor, Edirne ye gidiyorlar. Bunlar takviye kuvvetlerdir.
Edirne de Bulgar vahşeti.
Edirne de görüp işittiklerimiz her türlü tahminlerin üstündeydi. Türk ordusunun şehre gireceğini kestiren Bulgarlar, birkaç gün içinde akla hayale gelmedik mezalime girişmişlerdi. Biryandan Bulgarlar Müslümanları katlederken kendi silahlandırdıkları Ermeniler de Rumları öldürüyordu.
Türk toplarının gümbürtüleri arasında geçen son gece büsbütün korkunç olmuştu. Bulgarlar o gece öldürdüler, çaldılar, yıktılar. İşte binlerce misalden biri. Şahsen tanıdığım bir evde bir Türk subayının dul karısıyla iki kızı oturuyordu. Bir Bulgar güruhu zorla kapıyı kırıp eve giriyor, komşular sabaha kadar evden canhıraş çığlıklar duyuyorlar. Vahşilerle boğuşan genç kadınların sesleri! Öte yandan bütün işgal kuvvetleri çalıp çırptıkları eşyayı arabalara yükleyerek sabah şafakla beraber yola çıkmaya hazırlanıyorlar.
Edirne deki Bulgar mezalimi hakkında Türklerden dinlediklerimi yazmak istemiyorum. Müslüman oldukları için mübalağalı konuştukları akla gelebilir. Onun için doğrudan doğruya Hıristiyanların ve Yahudilerin anlattıklarını nakletmekle yetineceğim. Bunlardan PANDELLİ adında ki bir RUM un anlattıkları gerçekten insanı insanlığından utandıracak derecedeydi. Pandelli başından geçenleri şöyle anlattı. ‘’ Bir akşam evime döndüğüm zaman içeride Bulgar askerlerini gördüm. Bir onbaşı karıma evde ki her şeyi, bu arada bir köşede ağlayan beş yavrumu kendilerine teslim etmesini söylüyordu. Komşuların evi de aynı şekilde Bulgarlar tarafından işgal edilmişti. Yapacak bir şey yoktu. Evlerde ellerine geçen her şeyi aldıktan sonra bizleri, yalnız erkekleri alarak sorguya çekmek bahanesiyle götürdüler. Bir subayın karşısına çıktık. Sorgu olarak bize ‘’ Demek Rumsun ha, o halde defol ‘’ sözünden başka bir şey söylemediler.
Sorgudan sonra hepimizi i karanlık bir mahzene tıktılar. Sabahın saat birinde içeriye elinde fener tutan biri girdi. Adam feneri bize doğru tutarak ‘’ Epeyce de varmış’’ dedi. Sesini duyar duymaz geleni tanımıştık. Bu hepimizin çok iyi tanıdığı ARAPYEN adında Edirneli bir Ermeni ydi. Adamı Bulgar askeri kılığında görmek bizi bir defa daha şaşırttı. Arapyan bizi süzdükten sonra ‘ Size kötülük yapacak değiliz’’ dedi. ‘’ sadece başka yere nakledeceğiz’’ . Yeniden yola düzüldük. İki sıra Bulgar askeri arasında yürüyorduk. Uzun süren yol boyunca Arapyan sıra ile yanımıza gelerek paralarımızı istedi. ‘’Yanınızda ki paraları bana emanet edin. Bulgarların eline geçmesin, ben yarın size geri veririm’’ diyordu. Herkes yanında ki birkaç lirasını çıkarıp verdi. Ben cebimde sadece üç beş kuruş olduğunu söyledim; ‘’ Olsun ‘’ dedi, ’’ ver bana Bulgarlar ın eline geçmesin’’


İki yanımızda yürüyen Bulgarlar bize olmadık hakaretler yağdırıyor, mütemadiyen dipçikliyorlardı. Yediğimiz dayaktan bitkin haldeydik. Bir yolun dönemecinde karşımıza bir başka Bulgar çıktı, arkadaşlarına ‘’ Nereye götürüyorsunuz bunları? ‘’ diye sordu. Cellatlarımızdan biri kısaca ‘’ Suya ‘’ diye cevap verdi. Nihayet nehrin kıyısına gelmiştik. Orada hepimizi yüzümüz suya dönük olarak sıraladıktan sonra ellerimizden dörder dörder birbirimize bağladılar. Ondan sonra arkamıza geçip suya yuvarlamaya başladılar. ARAPYAN da bizleri suya suya itenlerin arasındaydı.

Devamı yarın…

Bulgar Mezalimi

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.