1 1
İlhan Karaçay

İlhan Karaçay

18 Ağustos 2025 Pazartesi

OSMANLI MİRASININ BEKÇİSİ HOLLANDALI MACHİEL KİEL VEFAT ETTİ

OSMANLI MİRASININ BEKÇİSİ HOLLANDALI MACHİEL KİEL VEFAT ETTİ
0

BEĞENDİM

Osmanlı Balkan mirasının korunmasında yarım asırdan fazla emek veren, Avrupa’daki Türk eserlerini belgeleyip kurtarılması için büyük mücadeleler veren Hollandalı tarihçi Prof. Dr. Machiel Kiel, 87 yaşında hayatını kaybetti.

Cenaze töreni Hollanda’nın Bloemendaal kasabasında düzenlendi ve ardından naaşı, doğduğu Wormerveer kasabasına defnedildi.
Törene Türkiye’den bir delegasyonun katılması beklenirken, yalnızca tarih araştırmacısı Mehmet Tütüncü hazır bulundu.
Eşi Prof. Dr. Hedda Reind Kiel, kızı Marieke Kiel, torunları Arianne ve Freya ile öğrencileri, Kiel’in hatıralarını paylaştı.
Konuşmalarda, Osmanlı eserlerini korumak ve belgelemek için yaptığı çalışmaların örnekleri aktarıldı.

Mehmet Tütüncü Tabut başında. Machiel’i sonsuzluğa uğurlayanlar. Eşi ve torunları konuştular

Zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Türkiye Cumhuriyeti Liyakat Nişanı ile onurlandırılan Kiel’in cenazesinde, Türkiye’den başka kimsenin bulunmaması üzüntü yarattı. Mehmet Tütüncü, aileye taziye dileklerini iletirken, Machiel Kiel’in hatırasına bir kitap yayımlayacağını ifade etti.

PROF. DR. MACHIEL KIEL: OSMANLI BALKAN MİRASININ BEKÇİSİ


Prof. Dr. Machiel Kiel, Osmanlı Balkanları’nın kaybolan mimari mirasını gün yüzüne çıkararak, tarih ve kültüre dair anlayışı dünyayla paylaşan bir entelektüeldi. Onun çalışmaları, sadece akademi için değil aynı zamanda kültürel diyalog için de eşsiz bir kalıt bırakmıştır.

Yaklaşık 60 yıl boyunca Avrupa’daki Türk eserlerini araştıran, bulan, arşivleyen ve bu eserleri koruma altına aldırmak için mücadele eden, bu uğurda çeşitli Avrupa ülkelerinde polis takibatına uğrayan, hatta hapis yatan Machiel Kiel, Avrupa’daki Osmanlı tarihinin kültür hafızası konumunda olan çok değerli bir aydındı.

Türk Tarih Kurumu Onursal Üyesi olan, TDV İslam Ansiklopedisi’ne Türk tarihi ve uygarlığıyla ilgili tam 127 maddenin yazarı olarak çok büyük katkıda bulunan Prof. Kiel, 2014 yılında Türkiye Cumhuriyeti Liyakat Nişanı’na da layık görülmüştü.

İzinden yürüyen genç araştırmacılar ve kültür elçileri için bir ilham kaynağı olmaya devam ediyor.

HAYATI VE EĞİTİMİ

Machiel Kiel’ın çalışmalarını sürekli takip eden Tarih Araştırmacısı Mehmet Tütüncü, Machiel Kiel ve eşi Hedda ile Bonn’daki evinde.

Doğum: 28 Şubat 1938, Wormerveer, Hollanda.
Genç yaşta taşcı ve restorasyon ustası olarak Avrupa’nın tarihi yapılarında çalışmaya başlayan Kiel, 1958–1976 yılları arasında Amsterdam’daki 
Oude Kerk (Eski Kilise) restorasyonunda görev aldı.
1976’da geçirdiği iş kazası, onu restorasyon işinden uzaklaştırdı ancak bu olay onun akademik alana yönelmesini sağladı.
Amsterdam Üniversitesi’nde öğrenim görüp 1983’te “Bulgaria’da Osmanlı Dönemi Kilise Mimarlığı ve Duvar Resimleri” konulu teziyle doktorayı tamamladı.

HOLLANDALI TARİHÇİ: “TÜRKLER, YUNANİSTAN’DA TARİHİ ESER HAZİNESİ BIRAKTI”

22 Ekim 2019

Hollandalı tarihçi Machiel Kiel, Osmanlı döneminden kalma bazı Yunan yapılarının yıkılıp harabeye dönmesini önlemek için Avrupa’da bu eserlerin korunması yönünde büyük çaba gösterdi.

Bugünkü Yunanistan’ın güney bölgeleri yaklaşık 400 yıl, kuzey bölgeleri ise 500 yıldan fazla Osmanlı hâkimiyetinde kaldı. Osmanlılar, 1912’de bu toprakları kaybetti ama geride çok değerli bir tarihi miras bıraktı.

İzmir’de, Ege’deki On İki Ada’daki (Dodecanesos) Türk azınlığının sorunlarının ele alındığı bir sempozyumda konuşan Utrecht Üniversitesi emekli profesörü Machiel Kiel, 1980’lerde Yunanistan’da Osmanlı mirasına bakışın iki farklı grup tarafından temsil edildiğini söyledi. Küçük bir grup bu mirası olumlu değerlendirirken, daha büyük ve güçlü bir grup bunu istemiyordu.

On İki Ada’daki cami tehlikesi


Bugün On İki Ada’da yaşayan yaklaşık 6.000 kişilik Müslüman Türk azınlık bulunuyor. Kiel’e göre, bu azınlık 16. yüzyıldan kalma, Rodos’taki Süleymaniye Camii’nin yıkılmasından endişeliydi. Osmanlılar adaları kaybettikten sonra adadaki birçok Türk Anadolu’ya göç etmişti. Yunanlar artık camilerin işe yaramadığını düşünüyor ve yıkılmalarını istiyordu.

1988’de caminin minarelerinden biri yıkılmak üzereydi. Muhalifler, bu durumu tüm yapının yıkılması için bir gerekçe olarak kullanıyordu. Kiel, “Bu yüzden valiye ve tarihi eserler dairesi başkanına iki mektup yazdım. Bu mektuplar bomba etkisi yarattı” dedi. Mektuplar Yunancaya çevrildi, Avrupa’daki birçok saygın akademisyen tarafından imzalanarak Yunan makamlarına gönderildi. Böylece, Osmanlı eserlerini korumak isteyen küçük grup güç kazandı ve o günden beri bu eserler restore edilmeye başlandı.

Komotini’deki imaretin kurtuluşu
Batı Trakya’nın Gümülcine (Komotini) kentinde, 1390 civarında inşa edilmiş Gazi Evrenos Bey İmareti de aynı tehlike altındaydı. Osmanlı döneminde yoksullara yemek dağıtılan, hatta misafirlerin birkaç gün kalabildiği bu yapı, I. Dünya Savaşı sonrasında bölgeyi ele geçiren Yunan makamlarınca el konularak elektrik üretim tesisi haline getirildi. İki duvarı yıkıldı, bina çok kötü durumdaydı.

1971’de Kiel, imaret hakkında uzun bir makale yazdı. Bu yazı, yıkılmak üzere olan binanın restore edilmesini sağladı. O dönem Kuzey Yunanistan tarihi eserler dairesi başkanı olan Charalambos Bakirtzis, uluslararası bir konferansta, bu eserin gerçekten de Kiel’in yazısıyla kurtulduğunu söyleyerek onu onurlandırdı.

“Barbarlık, kültürü yok etmektir”


Kiel’in bu çalışmalardaki motivasyonu çok açıktı: “Dünyaya ait ve insanlığın mirası olan güzel şeyler neden yok edilsin?”
1960’larda Yunanistan’daki Osmanlı eserlerini gezerken, yerel halk ona bu yapıların “barbarlar” tarafından yapıldığını ve artık gereksiz olduğunu söylemişti. Kiel, “O zaman gerçek barbarların kim olduğunu düşündüm. Barbarlık, kültürü yok etmektir” dedi.

Kiel’e göre, bir zamanlar Selanik’te 45 cami vardı, bugün çok azı kaldı. Aynı durum Orta Yunanistan’daki Larissa’da da yaşandı.

Osmanlı dönemi mimarisi uzmanı olan Kiel, 17 kitap yazdı ve Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde 140 kadar makalesi yayımlandı. Bu ansiklopedi, Türkiye’deki en kapsamlı eserlerden biri kabul ediliyor.

Devamını Oku

REZALETİN BÖYLESİ! YURT DIŞINDAN GELENLERE DİJİTAL ZULÜM: WHATSAPP BİLE KULLANDIRILMIYOR!

REZALETİN BÖYLESİ! YURT DIŞINDAN GELENLERE DİJİTAL ZULÜM: WHATSAPP BİLE KULLANDIRILMIYOR!
0

BEĞENDİM

55 yıldır hem gazetecilik yaparım, hem de teknolojik gelişmeleri yakından izlerim. Ama böylesi bir dijital rezaleti, böylesine açık bir ayrımcılığı hayatım boyunca ne gördüm ne de duydum!
Geçtiğimiz aylarda, Hollanda Vodafone hattımı kullanarak Türkiye’ye kısa süreli bir ziyaret gerçekleştirdim. Yanımda, her zamanki gibi, Avrupa Birliği ülkelerinde sınırsızca çalışan akıllı telefonum vardı. Türkiye’ye adım atar atmaz cihazım sinyal aldı, internetim çalıştı, tüm sistemler yolundaydı. Ama 55. günün sonunda ne oldu biliyor musunuz? Bir anda WhatsApp erişimim kesildi! Mobil veriye bir şekilde tahammül edemeyen Türk telekom sistemleri, Wi-Fi bağlantısıyla bile bu uygulamayı kullanmamı engelledi!

“IMEI KAYDI YOK” BAHANESİYLE HER ŞEY YASAK!

Türkiye’de yurt dışından gelen cihazlar için 120 günlük kullanım süresi tanınıyor. Bu sürede IMEI numarası kayıt ettirilmezse, cihazların Türk SIM kartlarıyla çalışması engelleniyor. Buraya kadar anlaşılır.

Ama dikkat: Ben Türk SIM kartı kullanmadım! Hattım, Vodafone Hollanda’ya ait. Avrupa Birliği kapsamında özgürce dolaşabilen bir hat. Türkiye’ye gelen milyonlarca gurbetçinin de benzer şekilde kullandığı bir hizmet. Buna rağmen, Türk operatörler benim IMEI numaramı sistemden takip edip sadece 55 gün sonra erişimimi kesmeyi marifet saymışlar.

Üstelik bu sınırlama, öyle doğrudan “şebeke erişimi kesildi” gibi değil. Daha sinsice, daha sinsi bir biçimde yapılmış. Önce internet hızı düşüyor. Sonra bazı uygulamalar (örneğin WhatsApp) çalışmaz hale geliyor. Ve sonunda cihazınız tam bir “tuğla”ya dönüşüyor.
Dikkatinizi çekerim: WhatsApp, dünya genelinde milyarlarca insanın en temel iletişim aracı haline gelmiş durumda. Aileyle, işle, bankayla, devlet dairesiyle… Her şey bu platform üzerinden ilerliyor. Peki, Türkiye’de ne oluyor? Wi-Fi üzerinden bile çalışmayan WhatsApp mı olur? Oluyor işte, Türkiye’de oluyor!

KİMSE AÇIKLAMA YAPMIYOR!

BTK (Bilgi Teknolojileri Kurumu) deseniz sessiz. Operatörler deseniz, ‘Biz bir şey yapmadık, sistem böyle’ diye geçiştiriyor. O sistem dediğiniz şey, kullanıcıların cihazlarını uzaktan yavaşlatıyor, uygulamaları engelliyor ve bir bakmışsınız internetiniz çekmiyor bile!

Burada açıkça görülüyor ki, 120 gün diye belirtilen kullanım süresi kağıt üzerinde kalmış bir kuraldan ibaret. Gerçekte sistem, 30., 40., 50. günlerde kafasına göre devreye giriyor ve cihazları işlevsiz bırakıyor.
Benim cihazım neden 55. günde işlevsiz hale getiriliyor?
Wi-Fi ile bile çalışan uygulamaların bloke edilmesi hangi yasa ile açıklanabilir?
Cevap yok. Sadece mağduriyet var.

TÜRKİYE’YE GELENLER ATEŞ PÜSKÜRÜYOR!

Bu durum sadece benim başıma gelmedi. Benimle benzer zamanlarda Türkiye’ye giden onlarca gurbetçi arkadaşım aynı sorunu yaşadı. Kimi 40. gün, kimi 60. gün internet sorunlarıyla boğuşmaya başladı. Hele hele WhatsApp erişiminin kesilmesi, artık dijital yaşamın nefessiz bırakılması demek.

Gurbetçiler, turistler, iş insanları, hatta diplomatik misyonlarda görevli personel bile bu durumdan mustarip. Türkiye’ye gelen yabancıların cihazları sistematik biçimde kısıtlanıyor.
Bu durumun sadece bireysel bir mağduriyet olmadığını, Türkiye’nin dijital itibarına ciddi zarar verdiğini açıkça vurgulamak gerekiyor. İnsanlar kendilerini dijital abluka altına alınmış gibi hissediyorlar.
Bu uygulama, Türkiye’ye gelenleri âdeta dijital olarak tecrit ediyor.

IMEI KAYDI PARASI: 45.600 TL!

Üstelik bu “engel”i aşmanın bedeli nedir biliyor musunuz?
Tam 45.600 Türk Lirası!
Evet, yanlış duymadınız. Bugünkü kurla 1.000 Euro’dan fazla!
Bir telefon için böyle fahiş bir kayıt ücreti olabilir mi?

Peki bu ücret, kime hitap ediyor?
Türkiye’ye yıllık izinle gelen gurbetçiye mi?
Sırt çantasıyla seyahat eden öğrenciye mi?
Kısa süreliğine gelen turiste mi?
Hiçbiri bu maliyetin altından kalkamaz!

Türkiye bu uygulama ile kendi vatandaşlarına “dışarıdan cihaz getirmeyin”, turistlere ve gurbetçilere de “Cihazınızı burada kullanmayın” diyor. Açıkça dijital bir ambargo uygulanıyor!

TURİZM VE TİCARET AÇISINDAN DA ZARARLI

Bu keyfi ve düşmanca görünen uygulamanın sonuçları yalnızca bireysel değil, makro ölçekte de zararlıdır.

Turizm sektörü açısından: Türkiye’ye gelen turistler, seyahatleri sırasında en temel dijital ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geliyor. Rehber uygulamalar, harita, çeviri, rezervasyon sistemleri, iletişim araçları çalışmıyor ya da yavaşlıyor. Sonuç? Memnuniyetsizlik, bir daha gelmeme kararı ve kötü deneyimlerin yurt dışına taşınması.

Yurt dışından gelen iş insanları açısından: İş dünyası artık mobil iletişimsiz düşünülemez. Türkiye’ye iş görüşmesi için gelen bir yatırımcı, telefonunun çalışmadığını, internetinin yavaşladığını fark ederse ne düşünür? Bu ülkeye yatırım yapmayı bir kez daha düşünmez mi?

Gurbetçiler açısından: Her yaz Türkiye’ye gelen milyonlarca yurttaşımız, kendi ülkesinde yabancı muamelesi görmekten yorgun düştü. “Hoş geldiniz” yerine “Telefonunu çalıştırmayız” mesajı veren bir ülkeye hangi bağ güçlenerek devam eder?

TÜRKİYE’YE ÇAĞRI: BU UYGULAMAYA SON VERİN!

Türkiye dijital çağda dijital bir utanca imza atıyor.
• Kullanıcının hattı yabancı,
• Süresi dolmamış,
• Cihaz şebeke tarafından takip ediliyor,
• Ve sonunda bilinçli şekilde erişim engelleniyor.

Bu, ne kullanıcı dostudur, ne turizm dostudur, ne de insan haklarına uygundur!
Bu durumun ne ekonomik ne diplomatik ne de toplumsal açıdan izah edilebilir bir tarafı yoktur.
Tüm bu uygulamalar, dijitalleşme çağında geri kalmışlık örneğidir.

Buradan BTK yetkililerine, Ulaştırma Bakanlığı’na ve telekom operatörlerine açık çağrım var:
Bu rezalete son verin!
Gurbetçiyi, turisti, iş insanını böyle mağdur edemezsiniz.
Teknolojiyi “denetlemek” başka şeydir; kullanıcıyı boğmak bambaşka!

Türkiye, 21. yüzyılda dijital karanlığa değil, dijital özgürlüğe yönelmelidir.
Gelin bu ayıba bir an önce son verin.

BİR BAŞKA AYIP DAHA

Telefonumda yaşadığım bu kısıtlamadan başta haberim yoktu. Önceleri, telefonumun teknik bir arızaya uğradığını zannederek doğal olarak bir tamir yoluna gitmek istedim.
İlk olarak abonesi olduğum Türkiye Vodafone’a başvurdum. Oradaki yetkililer, kendi sistemleri açısından bir sorun olmadığını belirttiler. Bunun üzerine, cihazımın üreticisi olan Apple firmasının Mersin şubesine gittim.

Burada yaşadığım durum ise, dijital kısıtlamanın ötesinde, uluslararası tüketici haklarına da aykırı başka bir ayıptı.

Apple yetkilileri bana, telefonumun Türkiye’de kayıtlı olup olmadığını sordular. Ben de, kısa süre kalacağım için IMEI kaydı yaptırmadığımı belirttim. Bunun üzerine görevli, sistemde kısa bir inceleme yaptıktan sonra bana şu cevabı verdi:

“Kusura bakmayın, siz bu telefonu Hollanda’dan satın almışsınız. Biz burada bu cihaza işlem yapamıyoruz.”

O an yaşadığım şaşkınlığı tarif etmek zor. Kendilerine şu karşılığı verdim:
“Bu nasıl saçmalık! Ben şu an Hollanda’da değilim, Türkiye’deyim. Ve cihazım arızalı. Neden müdahale edemiyorsunuz? O halde bakım ücreti neyse ödemeye hazırım, lütfen bakın.”

Aldığım cevap daha da vahimdi:
“Üzgünüz, cihazınız yurt dışı menşeli olduğu için ücret karşılığında da işlem yapamıyoruz.”

Bu cevabın ardından artık teknik bir arıza değil, sistematik bir dışlama ile karşı karşıya olduğumu anladım ve daha derin araştırmalara başladım.
Meğer, Türkiye 5 gün önce böyle bir yeni kısıtlama uygulamasına geçmiş!
Bu tür gelişmeler kamuoyuna açık ve şeffaf biçimde duyurulmadan, sessizce hayata geçiriliyor ve vatandaşlara da turistlere de adeta “kendi başınızın çaresine bakın” deniyor.

Bu yaşadığım olay, dijital erişimden daha öte, artık cihaz bakım ve servis hakkının da engellenmesi anlamına geliyor.
Kısacası Türkiye, sadece iletişimi değil, teknik desteği de dışlayıcı bir filtreye tabi tutuyor. Bu uygulama ile birlikte Türkiye, yurt dışından gelen kullanıcıya sadece “konuşma” yasağı değil, aynı zamanda “onarım” yasağı da getirmiş oluyor.

Devamını Oku

2025 YILINDA TÜRKİYE VE HOLLANDA

2025 YILINDA TÜRKİYE VE HOLLANDA
0

BEĞENDİM

*Türkiye’de kira yardımı yokken, Hollanda’da asgari ücretliye ve sosyal ödenekliye 400 euro kira yardımı yapılıyor.

*Türkiye’de emeklilik için 7200 gün çalışmanız gerekirken, Hollanda’da bir gün dahi çalışma şartı yok.

*Türkiye’de sağlık sigortası için maaşın % 5’i kesilirken, Hollanda’da devlet 270 euro aylık destek veriyor.

*Türkiye’de öğrencilere faizli eğitim kredisi verilirken, Hollanda’da başarıya bağlı geri ödemesiz kredi, ücretsiz ulaşım hakları var.

*Türkiye’de, özel davalar için avukat desteği yok iken, Hollanda’da orta gelirliye dahi ücretsiz avukat tahsis ediliyor.

*Türkiye’de kısıtlı bir çocuk ödeneği , ve yine kısıtlı bir kreş ödeneği varken, Hollanda’da çocuk başına yıllık 2000 euroya kadar ödenek veriliyor ve kreş masrafları da devlet tarafından ödeniyor.

*Türkiye’de, borçlulara derhal haciz uygulanırken, Hollanda’da daha çabuk çözüm imkânları uygulanıyor.

*Türkiye’ye gelen gurbetçilere ‘Şımarık zenginler’ gözüyle bakılıyor ve horlanıyorlardı. Şimdi ise aynı gurbetçi, bluz, pantolon fiyatlarını görünce, vitr,inden uzaklaşıyorlar.

*Türkiye’de siyaset, üçüncü ülkeler sınıfındayken, Hollanda’da çok seviyeli bir siyasi anlayış hakim.

Tatil için gittiğim Türkiye’de iki ay boyunca edindiğim izlenimler, bende yalnızca nostalji değil; aynı zamanda derin bir analiz ihtiyacı da doğurdu. Her karşılaştığım detay, her sohbet ve her fiyat etiketi beni bir gerçeği yazmaya mecbur etti. Türkiye’yi, bir Hollanda mukimi olarak dışarıdan ama kalpten bakarak değerlendirmek istedim.

Bu yazı, ne bir övgüdür ne de toptan bir eleştiri. Bu yazı, Türkiye ile Hollanda gibi sosyal devlet anlayışını benimsemiş bir ülke arasında yapılacak açık ve dürüst bir kıyaslamadır.

SAĞLIK SİSTEMİ: BİRİNE DEVLET DESTEKLİ HAK, DİĞERİNE SABAH 04.00 RANDEVUSU

Hollanda’da düşük gelirli bireylerin sağlık sigortasına ödediği aylık 140-150 euro bedelin yaklaşık tamamını devlet geri ödüyor. Çocuklardan hiç prim alınmıyor.
Türkiye’de ise maaşlardan sağlık sigortası için kesinti yapılmasına rağmen, kamu hastanelerinde randevu almak artık bir yarış. MHRS sisteminden uzman doktor randevusu almak çoğu zaman haftalar sürüyor. Özel hastaneler de giderek daha erişilemez hâle geldi. Devletin sunduğu hizmet, ihtiyacı olanın değil, bağlantısı olanın eriştiği bir sistem hâlini aldı.

Özel hastaneler ise ciddi maliyetler getiriyor. Bir MR çekimi için 2.000 TL’den fazla istenebiliyor. Hollanda’da ise sağlık sistemi merkezi ve hesap verebilir: çocuklardan prim alınmaz, dar gelirliye devlet desteği sunulur. Türkiye’de SGK sistemi ise hem hizmet kalitesinde hem de sürdürülebilirlikte ciddi darbe almış durumda.

EĞİTİM: TÜRKİYE’DE BORÇ, HOLLANDA’DA DESTEK

 Türkiye’de eğitimin en büyük sorunu; içerikten çok sistemin kendisi. Eğitim sistemi her 3-4 yılda bir değişiyor. Öğrenciler sınav sistemlerinin, veliler ise ideolojik tartışmaların arasında sıkışmış durumda.

Devlet okulları ile özel okullar arasındaki uçurum, sosyal sınıfların eğitimle belirlenmesine yol açıyor. Kırsalda bir çocuk ile büyükşehirdeki özel okulda okuyan bir çocuğun eğitime erişimi arasında uçurum var.

Oysa Hollanda’da öğrencilere eşit destek sunuluyor: başarıya bağlı geri ödemesiz kredi, ücretsiz ulaşım, ücretsiz yemek. Bu, eğitimde fırsat eşitliğinin temelidir.

Eğitimde de benzer bir tablo var. Hollanda’da üniversite öğrencilerine verilen geri ödemesiz burslar, ücretsiz ulaşım, ücretsiz okul yemekleri gibi destekler, öğrencilerin sosyal eşitliğe daha yakın büyümesini sağlıyor. Türkiye’de ise eğitim hâlâ hem ekonomik hem de politik eşitsizliklerin sürdüğü bir alan. Okulun değil, semtin, ailenin, hatta öğretmenin siyasi görüşünün bile eğitim kalitesini belirlediği bir ortamdan söz ediyoruz.

Hollanda’da üniversite öğrencilerine başarıya bağlı geri ödemesiz bursücretsiz ulaşım hakkıücretsiz okul yemekleri ve barınma desteği sağlanıyor.
Türkiye’de ise öğrencilere faizli öğrenim kredisi sunuluyor. Bu borçlar mezuniyetten sonra uzun süreli bir yük haline geliyor. Eğitimde fırsat eşitliği, devlet okuluyla özel okul arasında büyüyen fark nedeniyle neredeyse imkânsız hale geldi.

ÇALIŞMA KOŞULLARI: TÜKENMİŞLİĞİN İŞ HAYATI

Türkiye’de çalışanlar artık ‘çalışarak fakirleşmek’ deyimini birebir yaşıyor. Asgari ücretin açlık sınırına denk geldiği, çalışanların büyük bölümünün ek iş yaptığı bir ortamda, ‘çalışmak’ bir güvence değil, adeta zorunlu bir mücadele.

Oysa Hollanda’da, en düşük gelirli bireyin bile temel yaşam standartları garanti altına alınmış durumda. Asgari ücretliler dahi kira yardımından, sağlık sigortası ödeneğinden, hatta tatil parasından yararlanabiliyor. Türkiye’de bu tip haklar ya yok, ya da sadece kağıt üzerinde var.

Türkiye’de bir beyaz yakalı, 10 saatlik mesaiden sonra evine dönüp ikinci işine başlıyor. Emeklilik, gelecek değil; uzak bir hayal. Taşeron sistemler, geçici sözleşmeler, düşük ücretli işler; çalışma hayatını istikrarsızlaştırdı.

Buna karşın Hollanda’da her birey için minimum yaşam standardı güvence altında. Sendikalar güçlü, haklar korunuyor. Türkiye’de sendikalaşma oranı %14’ün altında. İş güvencesi, hukuk güvencesine bağlı; ama o da çok zayıflamış durumda.

ÇOCUK YARDIMLARI VE KREŞ DESTEĞİ: BİR YANDA GELECEĞE YATIRIM, DİĞER YANDA LÜTUF

Hollanda’da her çocuk için yılda yaklaşık 2.000 euroya kadar çocuk yardımı yapılır. Kreş ücretleri ise hane gelirine göre devlet tarafından büyük ölçüde karşılanır.
Türkiye’de ise çocuk yardımı sınırlıdır; çoğu aile bu yardımları almak için özel başvurular yapmak zorunda kalır ve yardımlar çoğu zaman sembolik düzeyde kalır. Kreş desteği yok denecek kadar azdır. Bu durum, özellikle çalışan kadınların istihdamdan uzaklaşmasına yol açıyor.

GURBETÇİLERE BAKIŞ: ‘ZENGİN GURBETÇİ’ EFSANESİ SONA ERDİ

Eskiden döviz taşıyan, altın takan, alışveriş torbaları ile vitrinleri boşaltan gurbetçi portresi bugün artık tarihe karıştı. Türkiye’deki hayat pahalılığı, Avrupa’daki hayat standartlarını geçmiş durumda.

Gurbetçiler artık Türkiye’de tatil yaparken bile hesap kitap yapmak zorunda. Zira 100 euro, Avrupa’da bir haftalık market alışverişiyken, Türkiye’de tek bir ceket fiyatına denk gelebiliyor.

Bu nedenle, “gurbetçi zengin” algısı hem ekonomik hem sosyal olarak güncelliğini yitirmiştir. Türkiye’de yaşayanların bu değişimi fark etmesi, karşılıklı empatiyi artıracaktır.

Türkiye’deki gurbetçi algısı da değişti. Eskiden Avrupa’dan gelen Türkler, lüks arabaları, dövizleri ve alışverişleri ile ‘zengin’ sayılırdı. Ancak artık o günler geride kaldı. Avrupa’da artan yaşam maliyetleri, Türkiye’deki enflasyon ve pahalılık, gurbetçiyi ‘zengin’ sınıfından çıkardı.

Üstelik gurbetçilere yönelik önyargılar da sürüyor. “Paraya para demezler, Türkiye’ye gelince hava atarlar” söylemleri artık gerçek dışı. Bugünün gurbetçisi, hem iki kültür arasında sıkışmış hem de ekonomik olarak kendisini ait hissedeceği bir yer arayan bireyler haline geldi.

Eskiden 100 Euro ile Türkiye’de büyük bir alışveriş yapılırken, bugün bu tutar bir bluz fiyatına denk geliyor. Gurbetçi artık alışveriş çılgınlığı değil; vitrinlere temkinli bakan bir konumda.
Ancak Türkiye’de hâlâ “şımarık gurbetçi” algısı sürüyor. Gerçek şu ki, Avrupa’da da maliyetler arttı. Türkiye’nin pahalılığı ile birleşince, gurbetçi artık ‘zengin misafir’ değil; sıkışmış bir ziyaretçi.

ÇALIŞMA KOŞULLARI: TÜKENEN EMEK, TÜKETİLEN UMUT

Türkiye’de çalışanlar, çalışarak yoksullaşmanın somut örneğini yaşıyor. Asgari ücret açlık sınırının kıyısında. Ek iş yapanlar, ikinci mesaiye kalanlar sıradanlaştı.
Hollanda’da ise çalışan herkesin barınma, sağlık ve sosyal güvenlik hakları garanti altında. Tatil parası, işsizlik sigortası, sendikal haklar sayesinde çalışma hayatı daha dengeli.

UMUT VAR AMA ŞARTLAR AĞIR

Türkiye’nin potansiyeli tartışılmaz: genç nüfus, zengin tarih, stratejik konum. Ama bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi için sosyal devlet anlayışının yeniden inşa edilmesi gerekiyor.
Hollanda’da vatandaş olmak, yalnızca kimlik taşımak değil; haklara sahip olmak anlamına geliyor. Türkiye’de ise vatandaşlık hâlâ bir mücadeleye, bazen de lütfa dönüşmüş durumda.

Bu yazı; yalnızca bir tatil izlenimi değil, aynı zamanda bir karşılaştırmalı yaşam raporudur.
Dilerim ki bu karşılaştırmalar, daha adil, daha sosyal ve daha umutlu bir Türkiye hayaline katkı sunar.

Devamını Oku

HOLLANDA TARİHİNDE BİR İLK: CENGİZ SAHAN, HOLLANDA KRALİYET HAVA KUVVETLERİ’NDE BAŞKOMUTANLIK KOLTUĞUNA OTURDU

HOLLANDA TARİHİNDE BİR İLK: CENGİZ SAHAN, HOLLANDA KRALİYET HAVA KUVVETLERİ’NDE BAŞKOMUTANLIK KOLTUĞUNA OTURDU
0

BEĞENDİM

Tuğgeneral Sahan’ın bu göreve getirilmesi, Hollanda’daki Türk toplumunda büyük bir gurur kaynağı olarak karşılandı.

Genç yaşta Hollanda’ya göç eden ailelerin çocuklarının, ülkenin en önemli kurumlarında liderlik pozisyonlarına gelebilmesi, entegrasyonun başarısını ve eşit fırsatlara dayalı toplum yapısını bir kez daha gözler önüne serdi.

WOENSDRECHT, 9 TEMMUZ 2025 : Hollanda savunma tarihinde önemli bir dönüm noktası yaşandı. Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin yeni yapılanma projesi kapsamında kurulan Air Support Command (ASC) adlı birimin resmî kuruluş töreni, Woensdrecht Hava Üssü’nde düzenlendi. Törende, Hava Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Steur, komutayı Türk kökenli Tuğgeneral Cengiz Sahan’a devretti.

Hollanda Türk İşadamları Derneği HOTİAD’ın Başkanı Hikmet Gürcüoğlu’nun yeğeni olan Cengiz Sahan, yalnızca yeni bir birimin başına geçmekle kalmadı; aynı zamanda Hollanda tarihinde ilk kez Türk kökenli bir subay, böylesine üst düzey bir göreve getirildi. Bu gelişme, sadece Hollanda’daki Türk toplumu için değil, Avrupa genelinde göçmen kökenli bireylerin savunma yapılarında söz sahibi olabilmeleri açısından da sembolik bir değer taşıyor.

YENİ KOMUTANLIK, YENİ VİZYON

ASC, Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin lojistik ve eğitim kabiliyetlerini güçlendirmek amacıyla, Woensdrecht Lojistik Merkezi ile Kraliyet Askerî Hava Okulu’nun birleştirilmesiyle oluşturuldu. Ayrıca Hollanda, Almanya ve ABD’deki bazı küçük birimler de bu yapının içine dâhil edildi. Yeni yapılanmayla birlikte 1.900 askerî ve sivil personel, Tuğgeneral Cengiz Sahan’ın komutası altına girdi.

SAHAN’DAN GÜVEN VE KARARLILIK MESAJI

Komutayı devralırken yaptığı konuşmada Tuğgeneral Sahan, kendisine duyulan güvene layık olmak için birliğiyle birlikte kararlılıkla çalışacağını vurguladı. Woensdrecht’teki sivil iş ortaklarıyla yürütülen iş birliklerine de dikkat çeken Sahan, kısa sürede kurulan “HIVE Aerospace Collective” adlı ekosistemin, eğitim, bakım ve lojistikte sağladığı sinerjiyle hava kuvvetlerinin operasyonel gücünü artırdığını ifade etti.

Sahan, sürdürülebilirlik, tedarik güvenilirliği ve stratejik hazırlık gibi alanlarda da ASC’nin öncü rol üstleneceğini belirtti ve şöyle devam etti: “Bu unsurlar, günümüzün değişken uluslararası ortamında, görevlerini yerine getirmeye daima hazır, dayanıklı bir silahlı kuvvet yapısı için vazgeçilmezdir.”

GENİŞ KATILIMLI TÖREN, YÜKSEK TEMSİL

Törene, Hollanda Hava Kuvvetleri’nin üst düzey komutanlarının yanı sıra, farklı ülkelerden askerî temsilciler, savunma sanayi paydaşları ve siyasi isimler de katıldı. Tören, ASC’nin yalnızca yeni bir idarî yapılanma olmadığını, aynı zamanda uluslararası iş birliği açısından da önem taşıyan bir yapı hâline geldiğini gösterdi.

BİRLİKTE YAŞAYANLARIN GURURU

Tuğgeneral Sahan’ın bu göreve getirilmesi, Hollanda’daki Türk toplumunda büyük bir gurur kaynağı olarak karşılandı. Genç yaşta Hollanda’ya göç eden ailelerin çocuklarının, ülkenin en önemli kurumlarında liderlik pozisyonlarına gelebilmesi, entegrasyonun başarısını ve eşit fırsatlara dayalı toplum yapısını bir kez daha gözler önüne serdi.

Bu atama aynı zamanda Avrupa’da yaşayan tüm göçmen kökenli gençler için de ilham verici bir örnek teşkil ediyor. Hollanda’da eğitim alarak ordu saflarına katılan Cengiz Sahan’ın, yıllar içinde disiplini, liyakati ve liderlik vasıflarıyla böylesine stratejik bir göreve getirilmiş olması, çok kültürlü toplum yapılarında kapsayıcılığın ne denli mümkün olduğunu gösteriyor.

GELECEĞE DÖNÜK GÜÇLÜ ADIM

ASC’nin kuruluşuyla birlikte, Kraliyet Hava Kuvvetleri esnek, dayanıklı ve çağın gereklerine uygun bir savunma anlayışına geçiş yapmış oldu. Tuğgeneral Cengiz Sahan’ın liderliğindeki bu yeni dönem, sadece askeri anlamda değil, toplumsal anlamda da örnek teşkil edecek bir dönemin başlangıcı olabilir.

Devir teslim töreni büyük bir katılımla gerçekleştirildi. Törende, yeni komutan Tuğgeneral Cengiz Sahan’a yönelik güven ve takdir mesajları dikkat çekti. Tören alanında sergilenen disiplin, uyum ve profesyonellik; Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin geleceğine duyulan güveni pekiştirdi.

Tören sırasında çekilen fotoğraflarda, Tuğgeneral Sahan’ın komutayı devraldığı anlar ve katılımcılarla kurduğu samimi diyaloglar yer aldı. Üniformalı haliyle kararlı ve mütevazı bir lider portresi çizen Sahan, tören boyunca birlik personeliyle birebir temas kurarak güven veren bir profil çizdi.

Bu tarihi gelişme, Hollanda medyasında da yankı buldu. Özellikle savunma ve toplum konularına odaklanan medya organları, ASC’nin kuruluşunu ve Cengiz Sahan’ın atamasını “çok kültürlü liderliğe örnek” başlıklarıyla duyurdu. Savunma Bakanlığı ve Hava Kuvvetleri’nin resmî sitelerinde de törenle ilgili bilgiler paylaşıldı. Hollanda kamuoyunda geniş yer bulan bu atama, toplumun her kesiminden olumlu tepkiler aldı.

Devamını Oku

“Türk ligini dünya benim sayemde öğrendi “diyen Mourinho’ya cevap: Futbol, Sahada Kazanılır; Mikrofon Başında Değil

“Türk ligini dünya benim sayemde öğrendi “diyen Mourinho’ya cevap: Futbol, Sahada Kazanılır; Mikrofon Başında Değil
0

BEĞENDİM

 İlhan KARAÇAY’dan Mourinho’ya mektup…

Jose Mourinho’nun Eyüpspor maçının ardından yaptığı açıklamalar, Türkiye futbol kamuoyunda kısa süreli bir şaşkınlık yarattı ama ne yazık ki gereken tepkiyi doğurmadı. Ünlü teknik adam, “Benim sayemde Türk ligi dünyada tanındı” gibi son derece hadsiz ve mesnetsiz bir cümle kurarak yalnızca kendi egosunu beslemekle kalmadı, Türk futbolunun geçmişine ve emeğine gölge düşürmeye kalkıştı.

Oysa Türk futbolu, tarihine altın harflerle yazılmış başarıları, Avrupa’daki şaşırtıcı performansları ve tutkuyla dolu taraftar kültürüyle çoktan uluslararası saygınlığını kazanmıştı. Bu mektup, Mourinho’nun açıklamalarına bir yanıt niteliğinde kaleme alındı. Ama mesele yalnızca Mourinho değil: Bu çıkış karşısında suskun kalan spor camiası, medya mensupları ve meslektaşlarımız da aynı oranda eleştiriyi hak ediyor.

Şimdi söz, mektubun kendisinde…

Jose Mourinho’ya Açık Mektup:

Eyüpspor maçından sonra yaptığınız açıklama, sadece kibirli değil, aynı zamanda hadsiz ve gerçeklerden tamamen kopuktu. “Benim sayemde Türk ligi dünyada tanındı” gibi bir cümleyi sarf etmek, en hafif tabirle saçmalıktır. Siz bir teknik direktörsünüz, bir sihirbaz ya da futbol peygamberi değil. Türk futbolunun siz gelmeden önce dünya tarafından tanınmadığını iddia etmek, ya büyük bir cehaletin ya da narsisizmin ürünüdür.

Size hatırlatmak isterim:

– Türk futbolu, siz daha Bobby Robson’un çantasını taşırken UEFA Kupası’nı kazanmış bir ülkedir.
– Galatasaray 2000’de Avrupa’yı dize getirdi.
– Fenerbahçe 2008’de Şampiyonlar Ligi çeyrek finaline adını yazdırdı.
– Beşiktaş, Avrupa’da Liverpool’dan Ajax’a kadar nice devleri yenerek Türk futbolunun saygınlığını artırdı.
Yani bu lig, sizin Instagram etkileşimlerinize veya YouTube’daki basın toplantılarınıza muhtaç değil.

Sizin geçmişiniz mi?
Evet, şampiyonluklarınız var, kimse inkâr etmiyor. Ancak arkanızda bıraktığınız enkazlar da az değil:
– Real Madrid’de takım içi kavgalardan dolayı soyunma odasını zehirlediniz.
– Chelsea’de ikinci gelişinizde ligin dibine demir attınız.
– Tottenham’da tek bir kupa kazanamadan gönderildiniz.
– Roma’da finalde kaybettiğinizde, başarısızlığın faturasını hakeme kesip, kulübü utanç verici bir pozisyona düşürdünüz.
– Bugün hâlâ UEFA’dan aldığınız ceza yüzünden Fenerbahçe’nin başında Avrupa maçına çıkamıyorsunuz. Bu nasıl bir “başarı mirası”?

Ve şimdi gelip, onmilyonlarca taraftarı olan, onlarca yıl Avrupa’da başarılar elde etmiş, köklü bir futbol ülkesine kendi gölgenizi pazarlıyorsunuz. Kusura bakmayın ama burası sizin reklam kampanyanızın sahnesi değil.
Burada emek var, tarih var, mücadele var. Ve en önemlisi, sizin magazin şovlarınıza pabuç bırakmayacak bir futbol aklı var.

Mourinho Efendi, bu lig sizinle tanınmadı. Bu lig, sizin üzerinizden utanacak bir geçmişe de
sahip değil. Siz gidince bu lig çökmeyecek, ama siz Türk futboluna saygı göstermediğiniz sürece, biz sizi ciddiye almayacağız.

Dünya sizi izliyor olabilir, ama burada milyonlarca insan her hafta tribünleri dolduruyor.
3’üncü Lig’deki bir Anadolu maçına 5 bin kişinin gittiği ülkemizdeki futbol tutkusu, sizin PR cümlelerinize bağlı değildir. Kendi gölgenizi büyütmek uğruna, buradaki emeği küçümsemeniz; sadece sizi küçük düşürür.

Kibirle değil, saygıyla konuşursanız daha çok şey kazanırsınız. Ama siz bu kibirden besleniyorsunuz. Ne yazık ki artık kimse bu oyunu yemiyor. İlhan Karaçay

Sessiz Kalanlar ve Gözünü Kaçıranlar

Ne ilginçtir ki, yukarıdaki mektupta ifade edilen saçmalıklara, spor dünyamızdan tek bir ciddi tepki gelmemesi oldukça düşündürücü. Ne futbol otoriteleri ne de medya mensupları Mourinho’nun bu hadsizliğine karşı bir duruş sergileyebildi. Oysa işin içinde sadece bir teknik direktörün kibri değil, tüm bir futbol tarihimize yönelik bir küçümseme vardı.

Bu durum, biz gazeteciler için de bir ayna niteliğinde.
6 Dünya Kupası, 6 Avrupa Şampiyonası ve sayısız Dünya ve Avrupa finalini izlemiş bir gazeteci olarak, mesleğimizin içine düştüğü bu sessizlik hali beni derinden yaralıyor. Haber peşinde koşması gereken, gerçeğin yanında durması gereken meslektaşlarımız, ya ilgisiz kaldı ya da tepki vermekten çekindi. Bu, gazeteciliğin en temel görevini inkâr etmek demektir.

Daha da vahimi, Mourinho ile röportaj yapan muhabirin, bu çarpık açıklamalara tek bir sorgulayıcı soru bile yöneltmemesi.
Peki neden?
Belki de onun da korktuğu patronları vardı. Belki de “büyük hoca”nın gölgesinde ezilmek istemedi. Ama unutmamalıyız ki, gazetecilik; cesur sorularla, doğru yerde durmakla ve gerektiğinde en güçlü isimlere karşı bile gerçeği savunmakla anlam kazanır.

Bugün sessiz kalan herkes, yarın bu tür hadsiz çıkışların zeminini hazırlamış olur. Ve biz susarsak, bu oyunu gerçekten seven milyonlara ihanet etmiş oluruz. Çünkü futbol, sadece sahada değil; mikrofon başında da onurla savunulması gereken bir emektir.

Devamını Oku
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler