evden eve nakliyat
DOLAR 34,5579 0.26%
EURO 36,4775 0.31%
ALTIN 2.962,880,95
BITCOIN 33735354,92%
Edirne
10°

HAFİF YAĞMUR

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Uzm.Psk Nergis Özdinç

Uzm.Psk Nergis Özdinç

19 Kasım 2024 Salı

GÜNÜMÜZDE DÜNYA ÇOCUK HAKLARI

GÜNÜMÜZDE DÜNYA ÇOCUK HAKLARI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

20 Kasım, 1989 yılından bu yana Birleşmiş Milletler (BM) tarafından dünya genelinde çocukların karşı karşıya kaldıkları hak ihlallerini gündeme taşımak amacıyla “Dünya Çocuk Hakları Günü” olarak kutlanmaktadır.

Özellikle savaş ve yoksulluğun hüküm sürdüğü coğrafyalarda yaşam mücadelesi veren çocukları korumak ve koşullarını iyileştirmek için 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu çocuk haklarına dair sözleşmeyi imzalamıştır.

Toplam 193 ülke tarafından imzalanan sözleşme en fazla sayıda ülke tarafından imzalanan ve en kısa zamanda yürürlüğe giren uluslararası belge olma özelliğine sahiptir. Cinsiyet, din, dil, ırk ve sosyal statüye bakılmaksızın çocukların güvenli ve sağlıklı koşullarda barınması ilkeleri üzerine kurulan sözleşme, uluslararası platformda mutabakata varılmış, değiştirilmesi mümkün olmayan standartları ve yükümlülükleri içermektedir.

Sözleşmede tanımlanan haklar; Irk, din, dil ayrımı yapmadan tüm çocuklar için geçerlidir. Sözleşme kapsamında yer alan çocuğun en temel hakları; yaşama, gelişme, korunma ve katılım hakkı olarak dört başlıkta ele alınabilir.

Yaşama Hakkı: En temel hak olan yaşama hakkı dil, din, ırk, cinsiyet gözetmeksizin tüm çocuklar için geçerlidir. Bu bağlamda çocuğun yaşamasını sağlamayabilmek için her türlü tehlikelerden korunması gerekir. Ancak ben bu yazıyı bilgilendirme ve farkındalık yaratma amaçlı yazarken şu an bu saatlerde Yeni Doğan Çetesi davası görülüyor. Henüz yeni doğmuş çocuklarımızı koruyabildik mi? Onların en temel hakkı olan yaşama hakkı ellerinden alınmışken çocuk haklarından bahsetmek günümüzde acı verici bir etki yaratıyor.

Gelişme Hakkı: Sözleşmeye göre devletlerin; çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki, psikolojik ve toplumsal gelişimi için her açıdan sağlıklı bir birey olabilmesi adına gerekli önlemler almaları gerekmektedir. Her çocuğun kişiliğinin, becerilerinin, zihinsel ve fiziksel yeteneklerinin mümkün olduğunca geliştirilmesi hakkı vardır. Çocuğun bu hakkını kullanabilmesi için önce yaşama hakkının olması gerekmektedir.  Günümüzde her çocuk bu gelişim hakkından eşit olarak yararlanabiliyor mu? Sorusu geliyor akıllara. Keşke doğan her çocuğu önce yaşatabilsek, sonra gelişimini takip edebilsek ve onları gelişimlerine göre destekleyerek ülkemize sağlıklı bir birey olarak kazandırabilsek.  En basit örnekle, kış saati uygulamasının çocuğun gelişimi üzerine etkilerinin bilinmesine rağmen evlatlarımız karanlıkta kalkıp okula gitmeye devam ediyorlar. Burada çocukların gelişim haklarından bahsediyoruz ancak onlara gün ışığında okula gitme hakkını veremiyoruz.

Korunma Hakkı: Burada, çocukların her türlü ihmal ve istismardan korunmasına yönelik taraf devletlerin tedbir alması gerektiği vurgulanmaktadır. Güncel haberle baktığımızda durum korkutucu düzeyde. Bu konuda bir psikolog olarak ailelerin en temelden eğitilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çocuğu korumadan önce bilgilendirme ve güçlendirme çalışmaları yapılmazsa var olan ihmal ve istismar vakalarının üstü maalesef kapatılmaya çalışılıyor.  Aile itibarının çocuktan daha önemli olduğu toplumlarda, çocukları korumaya çalışmak beyhude bir çabaya dönüşüyor. Ulaşabildiklerimiz, koruyabildiklerimiz buz dağının görünen yüzü. Yaptıkları eylemlerin ihmal ve istismar olduğunun farkında olmayan ailelerin sayısı azımsanamayacak kadar fazla. Önleyici çalışmalar en temelden başlamalı.

Katılım Hakkı: Katılım hakkı, her çocuğun kendini etkileyecek konularda görüşlerini serbestçe ifade etmesini ve yetişkinler tarafından dikkate alınmasını güvence altına alıyor. Ancak günümüz ebeveyn tutumlarına bakıldığında daha küçük yaşlarda beslenmeden, kıyafet seçimine, biraz büyüdüğünde okul ve meslek seçimine hatta arkadaş seçimine kadar müdahaleci bir yapı içerisinde çocuklar kendi duygu, düşünce ve fikirlerini ifade edemez hale getiriliyorlar. Ben çocuğum için en iyisini düşünürüm, en iyi kararı veririm düşüncesinden çıkarak demokratik ebeveyn tutumları sergilendiğinde, demokratik rol üstelenen ailelerde çocuklar akış içinde katılım hakkına erişebilir oluyorlar.  Kendine güvenen, fikir üretmekten çekinmeyen bireyler yetiştirmekte ebeveyn olarak rolümüz ve sorumluluğumuz var.

Çocuklarımızın bu dört temel haklarına baktığımızda ülke ve toplum olarak, gelişim adına daha çok yolumuz olduğunu görüyorum.  Çözümü devlete, yerel yönetimlere, STK çalışmalarına bırakıp öylece bekleyemeyiz. Herkes önce kendi ailesinde bu haklara sahip çıkmaya başladığında, bu özelden genele tüm toplumu etkileyecektir. Bunun için ciddi bir ebeveyn eğitimi gerekmektedir. Nasıl mümkün olur bilmiyorum ancak tüm ailelere ulaşıp farkındalık ve güçlendirme temelli eğitimlerin özelden genele tüm ülkeye yayılması gerektiği düşüncesindeyim. Unutmayın ki ancak sağlıklı bireyler, sağlıklı ve güçlü bir toplum yaratacaktır.

Devamını Oku

VERİMLİ BİR MOLA

VERİMLİ BİR MOLA
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Uzman Psikolog Nergis ÖZDİNÇ

Öğrenciler bu hafta kısa bir tatil sürecine girdiler. Her tatil sürecinde olduğu gibi bu kısa arada rutinler esneyerek değişebilir. Değişen rutinler öğrenciye ve size hizmet ediyorsa güzel ve verimli bir mola olabilir. Aksi okul dönüşünde sizi zorlayacaktır.

Ara tatilde amaç, gerçekten ara vermek, molaya çıkmak, biraz dinlenmek, zihinsel ve bedensel olarak yenilenmek, güç toplamak, düşünmek, yeniden başlamak için motive olmak gibi kazanımları olması gerektiği düşüncesindeyim. Bu mola, her yaş grubu öğrenci, öğretmen ve ebeveynler için bir ihtiyaç. Aksi halde neden böyle bir ara tatil uygulaması yapılsın değil mi?

Ara tatil var ve bunun bir amacı var ise neden bu amaçtan uzaklaşıyoruz. Okul yok ama kurs var. Okul yok ama ödev var. Okul yok nasıl olsa geç yatabilirsin, istediğin kadar ekranda vakit geçirebilirsin, yemek ve uyku rutinin bozulabilir algısı tatil süreçlerinde normal karşılanıyor.

Her yaş grubunda düzen oluşturmak sancılı bir süreç. Uyku düzeni, beslenme düzeni, ekran kullanımı düzeni ve benzeri alanlarda rutin kurarken ne kadar zorlandığımızı hatırlayalım. Düzeni, sınırları olmayan bir ara tatil bize en baştan tekrar bir rutin oluşturmaya zorlayacak.

Okul dönüşü sil baştan düzen oluşturmamak için var olan düzeni yıkmadan sadece esneterek ara tatil düzeni kurabildiğinizde bu süreçten verim alarak geçiyor olacaksınız. Saatleri değişmiş olsa da yeni bir uyku saati, yeni beslenme saati, okul saatleri yerine yeni günlük bir plan oluşturmak tatili daha verimli kılacaktır.

Çocuklar sanılanın aksine düzeni, sınırları severler. Gelişim sürecinde kendilerini daha güvende hissetmeleri için bir düzene ihtiyaç hissederler.  Bu ihtiyaçları karşılanmazsa zaman yönetimi, günü planlama gibi becerilerini geliştirmekte zorlanacaklardır. Bu sebeple tatil zamanlarında da bir rutininiz olmalı. Haftanızı planlayarak daha verimli hale getirebilirsiniz. Kitap okuma, gezme, film izleme, arkadaş buluşması, ekran kullanımı gibi eylemleri beraber planlayarak ilerleyebilirsiniz.

Tatil haftasının verimli olması için nelere ihtiyaç duyduğunuzu sorgulayabilir. Verdiğiniz cevaplarla günlük planlamalar yapabilirsiniz. Rutinler ve düzen böyle zamanlarda esneyebilir, değişebilir, yeniden oluşturulabilir. Belirsizlik, düzensizlik ve sınırsızlık yerine var olanı esnetip değiştirerek ilerlemenizi öneririm. Tüm öğrencilere, öğretmenlere ve ebeveynlere verimli bir ara tatil haftası diliyorum.

Devamını Oku

ANDA OLMAK VE AKIŞTA KALABİLMEK

ANDA OLMAK VE AKIŞTA KALABİLMEK
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Uzman Psikolog Nergis ÖZDİNÇ 

Yaşanan tüm olumsuzluklara ve belirsizliklere rağmen, akışta kalabilmek bir yaşam becerisidir. Akışta olmak, şimdiki zamana odaklanarak anın içinde var olabilme yeteneğidir. Anda olabildiğimizde aynı zamanda akışta kalabilmek daha mümkün olabilir. Çünkü akış şimdiki anların bütününden oluşur. 

Anda kalmak; Ne geçmişin pişmanlıkları ile ne de gelecek kaygıları ile savaşmak yerine, şimdi ve buradaki zamana odaklanmayı gerektirir.  İçinde bulunduğumuz an, duygusal olarak zor bir an olsa da kaçmak yerine anda kalabildiğimizde, o zor duygular ile baş edebilme gücü kazanırız. Buna benzer bir durumla karşı karşıya tekrar kaldığımızda daha kolay baş edebilir durumda oluruz. Kısacası daha da güçlenmiş oluruz. 

Günümüzde, teknolojisinin etkisi ile zamanın hızına ve iş yoğunluklarına yetişmeye çalışırken, anda kalabilmek ve kendimizi akışa bırakabilmenin ne kadar zor olduğunun farkındayım. An’a odaklanmamızı engelleyecek o kadar çok çeldiriciler varken, anda olmak zor olabilir ancak imkansız değil. Küçük denemelerle ve bunun için yaratılacak kısa zaman dilimleri değerlendirildiğinde, anda kalabilme ve akışta kalabilmenin, günlük yaşamımızı, duygusal süreçlerimizi ve baş etme becerilerimizi nasıl geliştirdiğine inanamayacaksınız. 

Anda olabildiğimiz ve dolayısı ile akışta kalabildiğimiz zamanlarda, çevremizdeki güzellikleri ve bize iyi gelecek eylemleri de keşfetme fırsatı yakalarız. Güzel ve bize iyi gelen anlar yakalandığında onları tekrar etme eğiliminde oluruz. Böylece psikolojik açıdan daha dayanıklı bireyler olma potansiyeli taşırız. 

Anda olabilmek ve akışta kalabilmek için neleri hayatınıza dahil edebilirsiniz? Bunlardan hangileri sizi anda tutabilecekse onları hayatınıza dahil etmenizi ve onlara zaman ayırmanızı öneririm. Örneğin; 

  • Gün içinde kısa molalar verin. Bu molalarda kendinizle baş başa kalabileceğiniz gibi, size kitap, müzik ve sanatsal aktiviteler de eşlik edebilir. 
  • Odaklanma ve dikkat becerilerinizi geliştirmeye çalışın. Bunun için bulmaca, sudoku, satranç, bilardo, puzzle gibi oyunlardan destek alabilirsiniz.
  • Hobiler edinmeye özen gösterin ve buna düzenli olarak zaman ayırın. 
  • Sosyal ilişkiler kurma adına İletişimde kalacağınız arkadaşlar edinin. 
  • Bir hedefiniz olsun ve bu hedef için adımlarınızı planlayın.
  • Yürüyüş, koşu, bisiklet gibi günlük aktivite hedefinize ulaşmak için gayret edin. Bunun için bir rutin belirleyebilirsiniz.
  • Sizi şimdiki zamanda tutmaya yardımcı olan ne varsa, yemek yapmak, müzik dinlemek, kitap okumak, spor yapmak ve benzeri aktiviteleri günlük akışınıza dahil edin. 
  • Duygularınızı fark edin ve ifade etmeye çalışın. Duygularınızı yazacağınız bir günlük tutabilirsiniz. 
  • Nefes egzersizlerini keşfedin. Gerektiğinde nefes ile an’a dönme pratikleri yapın. 
  • Hayal kurmayı ihmal etmeyin. Hayal kurmak yaratıcılığımızı geliştirerek problemlere karşı farklı çözüm yolları bulmamıza yardımcı olacaktır. 

Böylece oluşturduğunuz küçük akışlarla denemeler yaparak nerede zorlandığınızı keşfedip o alanı geliştirme konusunda adımlar atabilirsiniz.  Gerekiyorsa bu alanda çalışan bir ruh sağlığı uzmanından destek isteyebilirsiniz. Unutmayın ki anda olabildiğimizde ve akışta kalabildiğimizde, geçmişin depresyonundan ve geleceğin kaygılarından kurtulmuş oluruz. Olası yaşanabilecek olumsuz durumlar karşısında da daha kolay baş edebilir duruma gelebiliriz. 

Devamını Oku

SUÇ VE PSİKOPATOLOJİ 

SUÇ VE PSİKOPATOLOJİ 
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Uzm. Psk. Nergis ÖZDİNÇ

Suç, insanlık tarihi kadar eski bir kavram olmasının yanı sıra, insanoğlunun yüzyıllardır çözmeye çalıştığı sosyal bir problemdir. Son dönemde artan şiddet ve cinayet haberlerinde sorduğumuz; Cani mi? Hasta mı? Sorularının yanıtlarını, anormal psikoloji yelpazesinde arar olduk. Çünkü duyduklarımız, okuduklarımız ve gördüklerimiz “Normal” olarak algılanamayacak düzeyde.

Anormal Psikoloji, uyumsuz davranışların incelendiği, değerlendirildiği, tedavi ve önleme ile ilgilenen bir alan. Psikopatoloji de bu alanın içinde yer alan psikolojik bozukları kapsar.

Toplum olarak normal olmayan pek çok davranış ve eylemi maalesef normalleştirme sürecindeyiz. “Bu normal değil.” dediğimiz şeylerin psikolojik bozukluklarla bir ilişkisi var mı diye sorgulamaya başladık.

Suç işleyenlere ve özellikle canice suç eyleminde bulanan kişilere yönelik, “Cani değil, hasta!!” dediğimizde büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalıyoruz. Öncelikle bunu diyerek durumu normalize etme ve konulara duyarsızlaştırmaya neden olurken, aynı zamanda tanı almış psikiyatri hastalarına yönelik toplumsal düzeyde olumsuz bir algı oluşturmuş oluyoruz.

Toplum olarak zaten halihazırda var olan, ruh sağlığına yönelik bu olumsuz algı yüzünden insanlar destek almaktan korkuyorlar. Maalesef bu sebeple tanı alması gereken pek çok kişi tanı almaktan, tedavi görmekten kaçmaktalar. Bu süreç uzun vadede yine topluma zarar veriyor.

Psikolojik bozukluklar ve suç davranışı arasında doğrudan bir ilişki olduğu düşünülse de yapılan araştırmalar, doğrudan bir ilişki kurulamayacağı yönündedir. Sadece suç işleyen kişilerin bir kısmının hastalık nedeniyle bazı suçları işlemede daha fazla riske sahip olduğu araştırmalarda belirtilmektedir. Kısacası suç davranışı tüm psikolojik bozuklukları kapsamamaktadır. Risk grubunda olanlar için ise önleyici bir tedavi programı hazırlanmalıdır.

Özellikle şiddet davranışı, kişinin kendisini korumak için gerçekleşmiyorsa, öncesinde psikiyatrik bir tanı almamış olsa bile “psikopatolojik” olarak değerlendirilmelidir. Bahsedilen psikopatolojik süreçlerin yaratabileceği risklere ilişkin bilgiler herkes için dikkate alınmalı ve önleyici politikalar oluşturulmalı. Bu önleyici politikaların içinde risk oluşturabilecek kişilerin en yakınlarının süreci kabul edici, farkında ve yardıma açık olması toplumsal açıdan suçların önlenmesinde destek yaratacaktır.

Toplumsal düzeyde suç davranışlarını azaltmakta hepimizin görevi var. Önce ailemizde suç davranışlarını fark edeceğiz ve anormal görünen davranışlarla ilgili gerektiğinde ruh sağlığı uzmanlarından destek isteyeceğiz. Anormal davranışları kabul etmeye, görmezden gelmeye devam edersek biz de bu suça ortak oluruz. Unutmayın bugün size şiddet uygulayan oğlunuz yarın kız arkadaşına da zarar verebilir. Bu bir risktir ve bu riski görmezden gelmemeliyiz. Anormal davranışlar önlenmeli, gerekirse tedavi edilmelidir. Bunun için yetkili birimlerle iş birliği kurmak çok önemli.

Devamını Oku

ÇOCUK İHMALİ VE İSTİSMARI

ÇOCUK İHMALİ VE İSTİSMARI
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Uzman Psikolog Nergis ÖZDİNÇ

Çocuklarımızın fiziksel ve ruhsal açıdan sağlıklı olması, kendi değerlerinin farkında olarak büyümeleri, yaşadıkları toplumu da güçlendirecektir. Geleceğimiz, çocuklarımızın ellerinde şekillenecek.  Her açıdan sağlıklı bir toplum hayal ediyorsak, çocuklarımıza gereken değeri vermeliyiz.ümraniye escort

İhmal ve istismar denildiğinde, genel olarak çocuğun gelişimine zarar veren her türlü eylem veya eylemsizlikler aklımıza gelmelidir. Eylem kadar eylemsizlik de zarar vericidir.

Çocuk ihmalinde, başta anne ve baba olmak üzere çocuğa bakmakla yükümlü bireylerin ve diğer yetişkinlerin çocuğun beslenme, giyinme, barınma, eğitim, sağlık ve sevgi gibi temel ihtiyaçlarını karşılama yükümlülüklerini yerine getirmemeleri sonucu, çocuğun bedensel, duygusal, ahlaki ya da sosyal gelişiminin engellenmesi söz konusudur.

Çocuk istismarı ise, fiziksel, duygusal ve cinsel olarak farklı alanlarda görülebilir. İstismar denildiğinde ilk akla gelen genellikle fiziksel istismar oluyor. Çünkü fiziksel istismar en kolay fark edilen istismar türüdür.  Vurma, yaralama, yakma gibi çocuğa fiziksel zarar veren ve kasıtlı yapılan her türlü davranış bu sınıfa girer.

Duygusal istismar ise en çok görülen ancak tespit edilmesi en zor olan istismar türüdür. Çocuğa bağırma, küfretme, aşağılama, küçük düşürme, yokmuş gibi davranma, ihtiyaçlarını karşılamama, yakınlık göstermeme gibi davranışlar fiziksel istismardan daha çok zarar verir. Fiziksel bir yara iyileşebilir ancak duygusal yaraların iyileşmesi daha zordur. Çocuklar düştüklerinde kanayan dizlerinin acısını bir süre sonra unutabilir ancak o anda ona nasıl davranıldığı, destek görüp görmediğini unutmakta zorlanabilir. Düştüğü için tokat yiyen çocuk hem fiziksel hem de duygusal istismara maruz kalmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO, 2002) çocuk cinsel istismarını; bir çocuğun tam olarak anlamadığı, rızasının olamayacağı, gelişimsel olarak hazır olmadığı, kanunları ve toplumun sosyal tabularını ihlal eden bir cinsel eyleme dâhil edilmesi olarak tanımlar. Çocuğa dokunulmasa bile bu tür eylemlere çocuğun şahit edilmesi, teşhir edilmesi, röntgenlenme, cinsel organların gösterilmesi gibi eylemler istismar olarak adlandırılır. Bu istismar türünde hem fiziksel hem de duygusal istismar görülebilir.

Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 19,34 ve 39’uncu maddeleri gereği Devlet çocukları korumalı, çocuk ihmal ve istismarını önlemeli ve gerektiğinde tedavi amaçlı programlar hazırlamalı. Peki bizler bu ihmal ve istismarların önlenmesi için neler yapabiliriz?

Yeni toplumu oluşturacak ve geleceğimiz olarak gördüğümüz çocuklarımızı korumak hepimizin görevi. En başta yapılması gereken şey elbette eğitim, iletişim ve kendini tanıma gibi alanlarda çocuklarımızı ve kendimizi geliştirmek olmalı. Yetişkinler olarak önce kendimizi sonra ebeveynliğimizi güçlendirmeliyiz. Çünkü fiziksel ve ruhsal açıdan sağlıklı bireyler ancak sağlıklı bir nesil yaratabilirler. İhmal ve istismarların önlenebilmesi için, bu süreçte her birimiz psikoloji okur yazarı olmak zorundayız.

Devamını Oku