10 Aralık 2024 Salı
ESAD’IN MEZESİ SEDNAYA CESETLERİ
DİL KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR DERTLEŞME (2)
Z Kuşağı İş Gücünün Yükselişi: Dijital Yerlilerin Mobil Teknoloji İhtiyaçlarının Karşılanması
Lise önünde bıçaklı kavga
EDİRNE’DE MAHALLE KÜLTÜRÜ -4-
Sanatta Özne Sorunu-2
Uzman Psikolog Nergis ÖZDİNÇ
Hayaller kurmak, hedefler belirlemek ve bu doğrultuda yeni kararlar almak elbette çok kıymetli. Ancak, biz yeni kararlar almak için nedense hep belirli günleri, hafta başlarını, doğum günlerini ve yeni yılı bekleriz.
Yeni yıl hayalleri kurarken, geçen yıl ne dilediğinizi düşündünüz mü? Geçen yıl kurduğum hayaller nelerdi? Bu hayallerin ne kadarı gerçekleşti? Ve şimdi gelecek yılla ilgili hayallerim neler? Yukarıdaki sorulara cevaplar verirken neler oluyor da bizler geçen yılı kötüleme ve gelecek yıl için idealleştirme eğiliminde bulunuyoruz?
Her yıl olduğu gibi bu yıl da bir önceki yıl için olumsuz, gelen yıl için ise umut dolu cümleler kuruldu. “Bu yıl bitsin artık.”, “2024 bana hiç iyi gelmedi.”, “2025 senden çok şey bekliyorum.” cümlelerini hepimiz sıklıkla duyduk. Hatırlarsanız geçen yıl da yeni yıl için benzer cümleler kurulmuştu. Hiç şüphe yok ki önceki yıllar için de…
Her yeni yıla girerken geçen yıl ile ilgili muhasebe yaparız. Yaptığımız bu muhasebede yıllık kar ve zarar da incelenir. Geçen yıl nasıl geçti? Başıma neler geldi? Neler başardım?
Sonuç olarak, zihin muhasebe yapsa da bir muhasebeci gibi çalışamaz. Ortaya çıkan tabloda olumluyu geçersiz kılıp olumsuzu abartma eğiliminde oluruz. Çünkü olumsuz durumlar olumlulara göre bizi daha fazla etkiler. İşte bu yüzdendir ki geçen yılla ilgili daha çok olumsuz anıları hatırlarız.
Hatırlanan bu olumsuz anılar bizi rahatsız ettiği için savunma mekanizmalarımız devreye girer. Bizler geçen yılla ilgili verdiğimiz kararları gerçekleştiremediğimizi gördüğümüzde kendimizi korumak ve zarar görmemek adına problemi dışsallaştırma eğiliminde oluruz.
Geçen yılı kötüleriz çünkü, “Ben değil 2024 yılı kötü bir yıldı.” demek bizi psikolojik anlamda korur. Aynı düşünme mekanizması gelecek yıla devredilir “2025 senden çok şey bekliyorum.” Bu şu demek; eğer olmazsa ben değil 2025 sorumlu. Şu günlerde olan şey tam da bu; 2024’ün gerçekleştiremediğini 2025’ten beklemek. Bir nevi motivasyon aracı diyebilirim.
Geçtiğimiz yılın muhasebesini yaparken olumlu durumları yok saymayın. Özellikle geçen sene neler başarıldı ve beni neler mutlu etti sorularına odaklanın. Bu soruya vereceğiniz cevap sizin kaynaklarınız olacaktır.
Yeni yıl hayalleriniz mutlaka olmalı ancak bunu yaparken gerçekçi hedefler seçin ve bunun için sorumluk alın. Sorumluluğu alınmayan hayalleri gerçekleştirme motivasyonunuz olmaz.
Gelecek yıl için olumlu şeyler dilerken, olumsuzluklar için de baş edebilme gücü edinin. Olumsuzlukların da olabileceğine izin verirsek bunlardan daha az etkileniriz. Olumsuzluklar karşısında alternatif planlarınız olsun. Çünkü öyle ya da böyle hangi yılda olursak olalım hayat bir şekilde devam edecek. Yeni bir yıla iyisi ile kötüsü ile bu anlamda ne kadar hazırız?
Uzman Psikolog Nergis ÖZDİNÇ
Aynı olayı yaşamış iki insan birbirinden farklı tepkiler gösterebilir. Olaylar aynı olsa da insanlarda hissettirdiği duygu ve buna bağlı tepkiler farklılaşabilmekte. Aynı olaya biri daha kaygılı ve gergin yaklaşırken diğeri daha sakin ve soğukkanlı bir tepki verebilir.
Olaylara karşı verdiğimiz bu tepkilerin farklılaşmasında pek çok değişken bulunmakta. Mizaç ve kişilik yapılarımız, içinde bulunduğumuz çevresel faktörler gibi etkenler bu tepkilerimizi belirlemekte rol oynar.
Stresle başa çıkmak için başvurduğumuz çeşitli yollar vardır. Bizi zorlayan stres faktörlerine karşı zamanla geliştirdiğimiz tepkilerin bazıları olumlu etki gösterirken bazılarının olumsuz etkileri bulunmaktadır.
Şimdi hatırlayalım. Stres karşısında ilk verdiğimiz tepki ve davranış nedir? Bir çoğumuz sakinleşmek ve gevşemek için o anlık işe yarar davranışlara yöneliriz. Sigara, alkol, yemek, uyku, yürüyüş ve benzeri davranışlardan hangilerine sıklıkla başvururuz? Bu başvurduğumuz davranışlar bizi o an gerçekten sakinleştiriyor mu? Bazıları anlık sakinleştirmiş gibi görünüyor olsa da uzun vadede fayda sağlamayacak aksine zararı olan davranışları fark etmek ve yerine daha yararlı olanı koyabilmek önemli.
Bazılarımız ise stres karşısında geri çekilmeyi tercih eder. Geri çekilerek içine kapanır, geri çekilir ve yüzleşmekten kaçınır. Bazen de sorunları yok sayarak olayların dışına çıkarak kendini korumaya alır. Bu tepki ile sorun ortadan kalkmadığı için çözülmesi gereken şey devam ettiği için kişilerde öfke ve iletişim problemlerine yol açabilir. Önceden yok sayılmış olan bir problem ileride başka ve küçük bir olayda bizi tetikleyebilir.
Bir diğer stres tepkisi ise aşırı tepki göstermedir. Küçük hayal kırıklıklarına büyük anlamlar yüklenerek sözel veya davranış olarak farklı tepkiler gösterilebilir. Bu baş etme tarzı, öfke nöbeti, kötü söz söyleme ve saldırganca davranışlara sebep olabilir. Aşırı tepki gösterme sürekli yapıldığında bizleri strese daha yatkın hale getirebilir.
Stresle baş etme tarzınız ne olursa olsun esnek olabilmek psikolojik sağlamlık becerileri için önemli bir faktördür. Bilişsel esneklik bize değişime karşı yardımcı olur. Zor ve stresli durumlar karşısında uyumlanma gücümüzü artırır. Böylece stresli olarak tanımladığımız olay ve durumların sayısı azalacaktır. Benlik algımız ve hayata bakış açımız da durumları stresli algılama veya algılamama yönünde bize yardımcı olacaktır. Kendimizle ilgili olumsuz benlik algısına sahipsek hayatımızda stres faktörlerinin sayısı da çok olacaktır.
Stres karşısındaki davranışlarımızı fark ettiğimizde, onları değiştirme ve dönüştürme şansımız olur. Size zarar verdiğini düşündüğünüz başa çıkma tarzınız varsa bunlardan bir anda kurtulmak mümkün olmayabilir. Onların size kısa vadede ne kazandırdıklarını keşfederek yerine daha yararlıları koymayı denemekle başlayabilirsiniz.
20 Kasım, 1989 yılından bu yana Birleşmiş Milletler (BM) tarafından dünya genelinde çocukların karşı karşıya kaldıkları hak ihlallerini gündeme taşımak amacıyla “Dünya Çocuk Hakları Günü” olarak kutlanmaktadır.
Özellikle savaş ve yoksulluğun hüküm sürdüğü coğrafyalarda yaşam mücadelesi veren çocukları korumak ve koşullarını iyileştirmek için 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu çocuk haklarına dair sözleşmeyi imzalamıştır.
Toplam 193 ülke tarafından imzalanan sözleşme en fazla sayıda ülke tarafından imzalanan ve en kısa zamanda yürürlüğe giren uluslararası belge olma özelliğine sahiptir. Cinsiyet, din, dil, ırk ve sosyal statüye bakılmaksızın çocukların güvenli ve sağlıklı koşullarda barınması ilkeleri üzerine kurulan sözleşme, uluslararası platformda mutabakata varılmış, değiştirilmesi mümkün olmayan standartları ve yükümlülükleri içermektedir.
Sözleşmede tanımlanan haklar; Irk, din, dil ayrımı yapmadan tüm çocuklar için geçerlidir. Sözleşme kapsamında yer alan çocuğun en temel hakları; yaşama, gelişme, korunma ve katılım hakkı olarak dört başlıkta ele alınabilir.
Yaşama Hakkı: En temel hak olan yaşama hakkı dil, din, ırk, cinsiyet gözetmeksizin tüm çocuklar için geçerlidir. Bu bağlamda çocuğun yaşamasını sağlamayabilmek için her türlü tehlikelerden korunması gerekir. Ancak ben bu yazıyı bilgilendirme ve farkındalık yaratma amaçlı yazarken şu an bu saatlerde Yeni Doğan Çetesi davası görülüyor. Henüz yeni doğmuş çocuklarımızı koruyabildik mi? Onların en temel hakkı olan yaşama hakkı ellerinden alınmışken çocuk haklarından bahsetmek günümüzde acı verici bir etki yaratıyor.
Gelişme Hakkı: Sözleşmeye göre devletlerin; çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki, psikolojik ve toplumsal gelişimi için her açıdan sağlıklı bir birey olabilmesi adına gerekli önlemler almaları gerekmektedir. Her çocuğun kişiliğinin, becerilerinin, zihinsel ve fiziksel yeteneklerinin mümkün olduğunca geliştirilmesi hakkı vardır. Çocuğun bu hakkını kullanabilmesi için önce yaşama hakkının olması gerekmektedir. Günümüzde her çocuk bu gelişim hakkından eşit olarak yararlanabiliyor mu? Sorusu geliyor akıllara. Keşke doğan her çocuğu önce yaşatabilsek, sonra gelişimini takip edebilsek ve onları gelişimlerine göre destekleyerek ülkemize sağlıklı bir birey olarak kazandırabilsek. En basit örnekle, kış saati uygulamasının çocuğun gelişimi üzerine etkilerinin bilinmesine rağmen evlatlarımız karanlıkta kalkıp okula gitmeye devam ediyorlar. Burada çocukların gelişim haklarından bahsediyoruz ancak onlara gün ışığında okula gitme hakkını veremiyoruz.
Korunma Hakkı: Burada, çocukların her türlü ihmal ve istismardan korunmasına yönelik taraf devletlerin tedbir alması gerektiği vurgulanmaktadır. Güncel haberle baktığımızda durum korkutucu düzeyde. Bu konuda bir psikolog olarak ailelerin en temelden eğitilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çocuğu korumadan önce bilgilendirme ve güçlendirme çalışmaları yapılmazsa var olan ihmal ve istismar vakalarının üstü maalesef kapatılmaya çalışılıyor. Aile itibarının çocuktan daha önemli olduğu toplumlarda, çocukları korumaya çalışmak beyhude bir çabaya dönüşüyor. Ulaşabildiklerimiz, koruyabildiklerimiz buz dağının görünen yüzü. Yaptıkları eylemlerin ihmal ve istismar olduğunun farkında olmayan ailelerin sayısı azımsanamayacak kadar fazla. Önleyici çalışmalar en temelden başlamalı.
Katılım Hakkı: Katılım hakkı, her çocuğun kendini etkileyecek konularda görüşlerini serbestçe ifade etmesini ve yetişkinler tarafından dikkate alınmasını güvence altına alıyor. Ancak günümüz ebeveyn tutumlarına bakıldığında daha küçük yaşlarda beslenmeden, kıyafet seçimine, biraz büyüdüğünde okul ve meslek seçimine hatta arkadaş seçimine kadar müdahaleci bir yapı içerisinde çocuklar kendi duygu, düşünce ve fikirlerini ifade edemez hale getiriliyorlar. Ben çocuğum için en iyisini düşünürüm, en iyi kararı veririm düşüncesinden çıkarak demokratik ebeveyn tutumları sergilendiğinde, demokratik rol üstelenen ailelerde çocuklar akış içinde katılım hakkına erişebilir oluyorlar. Kendine güvenen, fikir üretmekten çekinmeyen bireyler yetiştirmekte ebeveyn olarak rolümüz ve sorumluluğumuz var.
Çocuklarımızın bu dört temel haklarına baktığımızda ülke ve toplum olarak, gelişim adına daha çok yolumuz olduğunu görüyorum. Çözümü devlete, yerel yönetimlere, STK çalışmalarına bırakıp öylece bekleyemeyiz. Herkes önce kendi ailesinde bu haklara sahip çıkmaya başladığında, bu özelden genele tüm toplumu etkileyecektir. Bunun için ciddi bir ebeveyn eğitimi gerekmektedir. Nasıl mümkün olur bilmiyorum ancak tüm ailelere ulaşıp farkındalık ve güçlendirme temelli eğitimlerin özelden genele tüm ülkeye yayılması gerektiği düşüncesindeyim. Unutmayın ki ancak sağlıklı bireyler, sağlıklı ve güçlü bir toplum yaratacaktır.
Uzman Psikolog Nergis ÖZDİNÇ
Öğrenciler bu hafta kısa bir tatil sürecine girdiler. Her tatil sürecinde olduğu gibi bu kısa arada rutinler esneyerek değişebilir. Değişen rutinler öğrenciye ve size hizmet ediyorsa güzel ve verimli bir mola olabilir. Aksi okul dönüşünde sizi zorlayacaktır.
Ara tatilde amaç, gerçekten ara vermek, molaya çıkmak, biraz dinlenmek, zihinsel ve bedensel olarak yenilenmek, güç toplamak, düşünmek, yeniden başlamak için motive olmak gibi kazanımları olması gerektiği düşüncesindeyim. Bu mola, her yaş grubu öğrenci, öğretmen ve ebeveynler için bir ihtiyaç. Aksi halde neden böyle bir ara tatil uygulaması yapılsın değil mi?
Ara tatil var ve bunun bir amacı var ise neden bu amaçtan uzaklaşıyoruz. Okul yok ama kurs var. Okul yok ama ödev var. Okul yok nasıl olsa geç yatabilirsin, istediğin kadar ekranda vakit geçirebilirsin, yemek ve uyku rutinin bozulabilir algısı tatil süreçlerinde normal karşılanıyor.
Her yaş grubunda düzen oluşturmak sancılı bir süreç. Uyku düzeni, beslenme düzeni, ekran kullanımı düzeni ve benzeri alanlarda rutin kurarken ne kadar zorlandığımızı hatırlayalım. Düzeni, sınırları olmayan bir ara tatil bize en baştan tekrar bir rutin oluşturmaya zorlayacak.
Okul dönüşü sil baştan düzen oluşturmamak için var olan düzeni yıkmadan sadece esneterek ara tatil düzeni kurabildiğinizde bu süreçten verim alarak geçiyor olacaksınız. Saatleri değişmiş olsa da yeni bir uyku saati, yeni beslenme saati, okul saatleri yerine yeni günlük bir plan oluşturmak tatili daha verimli kılacaktır.
Çocuklar sanılanın aksine düzeni, sınırları severler. Gelişim sürecinde kendilerini daha güvende hissetmeleri için bir düzene ihtiyaç hissederler. Bu ihtiyaçları karşılanmazsa zaman yönetimi, günü planlama gibi becerilerini geliştirmekte zorlanacaklardır. Bu sebeple tatil zamanlarında da bir rutininiz olmalı. Haftanızı planlayarak daha verimli hale getirebilirsiniz. Kitap okuma, gezme, film izleme, arkadaş buluşması, ekran kullanımı gibi eylemleri beraber planlayarak ilerleyebilirsiniz.
Tatil haftasının verimli olması için nelere ihtiyaç duyduğunuzu sorgulayabilir. Verdiğiniz cevaplarla günlük planlamalar yapabilirsiniz. Rutinler ve düzen böyle zamanlarda esneyebilir, değişebilir, yeniden oluşturulabilir. Belirsizlik, düzensizlik ve sınırsızlık yerine var olanı esnetip değiştirerek ilerlemenizi öneririm. Tüm öğrencilere, öğretmenlere ve ebeveynlere verimli bir ara tatil haftası diliyorum.
Uzman Psikolog Nergis ÖZDİNÇ
Yaşanan tüm olumsuzluklara ve belirsizliklere rağmen, akışta kalabilmek bir yaşam becerisidir. Akışta olmak, şimdiki zamana odaklanarak anın içinde var olabilme yeteneğidir. Anda olabildiğimizde aynı zamanda akışta kalabilmek daha mümkün olabilir. Çünkü akış şimdiki anların bütününden oluşur.
Anda kalmak; Ne geçmişin pişmanlıkları ile ne de gelecek kaygıları ile savaşmak yerine, şimdi ve buradaki zamana odaklanmayı gerektirir. İçinde bulunduğumuz an, duygusal olarak zor bir an olsa da kaçmak yerine anda kalabildiğimizde, o zor duygular ile baş edebilme gücü kazanırız. Buna benzer bir durumla karşı karşıya tekrar kaldığımızda daha kolay baş edebilir durumda oluruz. Kısacası daha da güçlenmiş oluruz.
Günümüzde, teknolojisinin etkisi ile zamanın hızına ve iş yoğunluklarına yetişmeye çalışırken, anda kalabilmek ve kendimizi akışa bırakabilmenin ne kadar zor olduğunun farkındayım. An’a odaklanmamızı engelleyecek o kadar çok çeldiriciler varken, anda olmak zor olabilir ancak imkansız değil. Küçük denemelerle ve bunun için yaratılacak kısa zaman dilimleri değerlendirildiğinde, anda kalabilme ve akışta kalabilmenin, günlük yaşamımızı, duygusal süreçlerimizi ve baş etme becerilerimizi nasıl geliştirdiğine inanamayacaksınız.
Anda olabildiğimiz ve dolayısı ile akışta kalabildiğimiz zamanlarda, çevremizdeki güzellikleri ve bize iyi gelecek eylemleri de keşfetme fırsatı yakalarız. Güzel ve bize iyi gelen anlar yakalandığında onları tekrar etme eğiliminde oluruz. Böylece psikolojik açıdan daha dayanıklı bireyler olma potansiyeli taşırız.
Anda olabilmek ve akışta kalabilmek için neleri hayatınıza dahil edebilirsiniz? Bunlardan hangileri sizi anda tutabilecekse onları hayatınıza dahil etmenizi ve onlara zaman ayırmanızı öneririm. Örneğin;
Böylece oluşturduğunuz küçük akışlarla denemeler yaparak nerede zorlandığınızı keşfedip o alanı geliştirme konusunda adımlar atabilirsiniz. Gerekiyorsa bu alanda çalışan bir ruh sağlığı uzmanından destek isteyebilirsiniz. Unutmayın ki anda olabildiğimizde ve akışta kalabildiğimizde, geçmişin depresyonundan ve geleceğin kaygılarından kurtulmuş oluruz. Olası yaşanabilecek olumsuz durumlar karşısında da daha kolay baş edebilir duruma gelebiliriz.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.