30 Mayıs 2025 Cuma
Kıymetli Okurlarım! En kalbi duygularımla Muhabbetle saygı ile özlemle sizleri selamlıyorum, Cumanız Mübarek olsun. Cuma Günü Gazetemizin köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel bir haslet.
“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!”
(Hac, 22/37)
Takvamızdan başka Rabbimize bizler ne arz edebiliriz? Takvamızdan başka dünyada ve ahirette bizleri neler mutluluğa ulaştıracaktır? Niyetlerimiz halis olmasa ve samimiyetle Rabbimize yönelmesek bizleri ne kurtaracaktır?
Âdem (a.s.), Havva annemizle birlikte cennete işledikleri küçücük bir hatadan (yasak meyveyi yemelerinden) dolayı yeryüzüne indirildikten sonra, her ikisi de samimiyetle
“(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (Araf, 7/23) diyerek tövbe ettiler de Rahman-ı Rahim onları affetmedi mi?
Nuh (a.s.) emrolunduğu üzere Rabbine sığınarak dağın başında bir gemi yapıp o gemiyle, kendisi ve inanlar tufandan kurtulmadı mı?
Musa (a.s.), ihlâsla çıktığı yolda önünde Kızıldeniz açılıp oradan geçmedi mi?
İbrahim (a.s.), takva sahibi olarak Rabbine yöneldi de Rabbi onu Nemrut’un ateşinden kurtarmadı mı? Yaratanın evladı İsmail (a.s.) ile imtihan ettiği İbrahim (a.s.) takvasıyla bu imtihanda başarılı olmadı mı?
Ya İsmail (a.s.)! O ki, körpecik bir çocukken kesilmekle imtihan edildiği bu dünyada Rabbine sığınarak ve takva sahibi olarak,
“Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun.” (Saffat, 37/102)diyerek kazananlardan olmadı mı?
Ya Hacer (r.a.) annemiz! Hz. İbrahim, kendisini daha süt emen çocuğu İsmail (a.s.) ile Mekke’de bırakıp giderken, “Ey İbrahim! Bizi buraya bırakıp nereye gidiyorsun dediğinde”, Hz. İbrahim (a.s.)’dan “Bu Rabbimin emridir” cevabını aldığında “Rabbim bana sahip olur” diyerek Rabbine yönelmedi mi? Çocuğuna bir damla su bulması gayretine karşılı Rabbi, onu zemzemle müjdelemedi mi?
Nice hayatlar dünyada yaşandı ve bitti. Niceleri kaybetti, niceleri kazandı. İblis kaybetti, Hz. Âdem kazandı. Kabil kaybetti, Habil kazandı. Firavun kaybetti, Hz. Musa kazandı, Nemrut kaybetti, Hz. İbrahim kazandı. Ebu Leheb, Ebu Cehil kaybetti, Hz. Muhammed (s.s.a) kazandı. Şimdi sıra bizde bu kurban bayramının yaklaştığı şu anda kendimize sormalıyız artık. Kazananlardan mı olacağız, kaybedenlerden mi olacağız?
Önce Niyet
Amellerimiz niyetlerimize göre şekillenir. Niyetlerimiz halisse amellerimiz değer kazanır Yüce Yaratan nezdinde. Ancak ameller halis olmayınca en önemli ibadetler bile bir değer kazanmaz Yaratan katında. Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurmuştur.
“Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır…” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1, (I, 2))
Kurban Bayramı arifesinde bulunduğumuz şu günde kurbanlıklarımızı almak için pazarlara giderken, kurban bayramı namazı için safları doldurup namaza dururken, kurbanlıklarımızı keserken, kurbanlıklarımızın etlerini ihtiyaç sahiplerine dağıtırken ilk ve temel ilke Allah Rızası’dır. Bu hassasiyeti –Allah rızasını- hayatımızın her alanına aktaralım. Aktaralım ki; kurtuluşa erenlerden olalım.
Allah-u Teâlâ’da samimi bir niyetle ibadet yapmaya bizleri yönlendiriyor. Beyyine süresinde şöyle buyrulmaktadır.
“Halbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.” (Beyyine, 98/5)
Niçin Kurban?
Kurban Allah’a yakın olmak anlamına gelmektedir. Biz Kurban kesmekle Rabbimize yakınlık kurmaktayız. Hz. Âdemin iki oğlu Habil ve Kabil’in Allah’a yakınlık için kurban sundukları, ancak ihlâs ve samimiyeti sebebiyle Habil’in kurbanının kabul edildiği, Kabil’in kurban olarak sunduğu değersiz bir ekinin kabul edilmediği bizlere bildirilmektedir. Bu konuyla ilgili Maide süresinde şöyle buyrulur.
“(Ey Muhammed) Onlara Âdemin iki oğlu ile ilgili haberi hakkıyla oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti.” (Maide, 5/27).
Kurban ibadeti Rabbimizin bir emridir. Kevser süresinde Yüce Yaratan;
Rabbin için namaz kıl, kurban kes” (Kevser, 108/2) buyurmuştur. Ayette geçen “venhar” emri başka anlamlara geldiğinden dolayı kurban kesme vacip olarak hükme bağlanmıştır.
Kurban İbadetinin ne kadar önemli, ne kadar değerli ve ne kadar gerekli olduğunu Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in şu hadisinden öğrenmekteyiz.
“Âdemoğlu kurban bayramı günü, Allah katında kurban kesmekten daha sevimli bir iş yapmaz. Şüphesiz ki kesilen kurban kıyamet günü boynuzları, kılları ve tırnakları ile gelir. Hiç şüphe yok ki kesilen kurban, kanı yere akmadan önce Allah katında kabul görür. Öyleyse gönüllerinizi kurban ile hoş ediniz.” (Tirmizî, Edâhî 1.IV,83)
Kurban Sadece Ümmet-i Muhammed’e Has Bir İbadet Değildir.
Kurban İbadeti sadece biz Ümmet-i Muhammed için emredilmişi bir ibadet değildir. Hz. Adem (a.s)’dan başlayarak gelen tüm ümmetler için emredile gelmiş ibadetlerden biridir.Hac süresinde şöyle buyrulmaktadır.
“Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık…” ( Hac, 22/34)
Kurban İslam Dininin Şiarı (Nişanesi)’dır.
Şiar; bir şeyi başka şeylerden ayırt eden, onu diğerlerinden farklı kılan özellik sembol demektir. Bu anlamda Kurban ibadeti İslam Dinini diğer dinlerden ayrı kılan unsurlar taşır. Yani bizler yabancı bir beldeye Kurban Bayramı günü gittiğimizde orada kurban kesildiğini gördüğümüzde o beldede Müslümanların olduğunu anlarız. İşte kurban ibadeti ve kurbanlık hayvanlarda birer nişanedir. Hac süresi 36. Ayette şöyle buyrulmaktadır.
“Kurbanlık deve ve sığırları da, sizin için Allah’ın (dininin) nişanelerinden (kurban) kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. O halde onları saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları yere yaslandığı vakit (yani canları çıktığında) onların etlerinden yiyin, kanaat edip istemeyene de, isteyene de yedirin. Böylece onları sizin emrinize verdik ki, şükredesiniz” (Hac, 22/36).
Gün! Hz. İbrahim (a.s.), Hz. İsmail (a.s.), Hz. Hacer (r.a.) olma günüdür.
“(İbrahim), ‘Ey Rabbim! Bana iyilerden (bir oğul) ihsan et’, dedi. Biz de kendisine yumuşak huylu bir oğul müjdeledik. Oğlu yanında koşacak çağa gelince; ‘Ey oğlum!, Ben seni rüyamda boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin?’ dedi. (İsmail), ‘Babacığım! Sana ne emrolunuyorsa onu yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın’ dedi. Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) teslim olup. İbrahim de onu yüz üstü yere yatırınca, ona şöyle seslendik: “Ey İbrahim, rüyana gerçekten sadakat gösterdin, şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız” “Şüphesiz bu apaçık imtihandır.” (İsmail’e karşılık) büyük bir kurbanlık fidye verdik. Kendisinden sonra gelenler arasında ona güzel bir nam bıraktık. Selam olsun İbrahim’e, ‘İşte biz iyi insanları böyle ödüllendiririz. Çünkü o mü’min kullarımızdandır” (Saffat, 37/100-111).
Gün! Müslüman Kardeşlerimize Yardım Etme Günüdür.
Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Bu kardeşlik Yaratan tarafından Hucurat süresinde bizlere bildirmiş, Peygamberimiz (s.a.s)’in hadislerinde bu konuya ehemmiyetle yer verilmiş, Ensar ve Muhacir arasında gerçekleştirilen kardeşlikle bu kardeşliğin nasıl olması gerektiği tüm Müslümanlara gösterilmiştir. Bugün, Rabbimizin imtihan vesilesi için verdiklerini sadece Allah rızası için Müslüman kardeşlerimize aktarma günüdür.
Kurban’ın Allah’a yaklaşma anlamına geldiğini yeniden sizlere hatırlatarak, Rabbimize yaklaşmada Müslüman kardeşimize destek olmanın ne kadar önemli olduğunu yeniden vurgulamak isterim. Efendimiz (s.a.s) bir hadislerinde şöyle buyuruyor.
“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderenin Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Bir Müslüman’ın ayıbını örtenin, Allah da kıyamet gününde ayıplarını örter.” (Buhari, Mezalim 3)
Yanı başımızda Suriye’li, Irak’lı Müslüman kardeşlerimiz Muhacir olarak ülkemize sığındılar. Dünyanın birçok köşesinde ise bir yardıma muhtaç olan Müslüman kardeşlerimiz var. İşte bu bayram Müslüman Kardeşlerimizin yanında Allah rızası doğrultusunda olmakla Rabbimize kurbiyetimizi (yakınlığımızı) göstermiş olacağız. Biz Müslüman kardeşlerimizin ihtiyaçlarını karşılayacağız ve sıkıntılarını gidereceğiz, Rabbimizde bizlerin ihtiyaçlarını karşılayacak ve sıkıntılarımızı giderecek.
Kardeşlerim!
Bilin ki; bu sıkıntılar bitecek. Allah zalime hiçbir zaman fırsat vermediği gibi şimdi de fırsat vermeyecek. Allah her daim mazlumun ve mazlumu destekleyenlerin yanında olduğu gibi şimdi de olacak. Önemli olan bizlere düşen vazifedir. Önemli olan imtihanımızı başarılı vermemizdir. Önemli olan Müslüman kardeşimizi desteksiz bırakmamamızdır. Önemli olan Rabbimizin rızasını kanmamızdır. 2009 yılından bu yana başta Filistin olmak üzere, Somali’ye, Myanmar’a, Mısır’a, Filipinler’e, Suriye’ye, Afganistan’a, Pakistan’a, Afrikada ki kardeşlerimize daha birçok kardeşimize yardımlar ettik. Allah’ta bizlere yardım etti. 2009 yılından bu yana dünyada yaşanan birçok ekonomik, sosyal vb. kriz, şükürler olsun ki, Ülkemize zarar veremedi. Bizler Müslüman kardeşlerimizin yanında olduğu müddetçe Rabbimizin izniyle hiçbir kriz ülkemize zarar veremeyecek.
Kurban İbadetinde Dikkat Edilmesi Gerekli Hususlar Vardır
Müslüman elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği kişidir. Müslüman kendisi için istediğini diğer varlıklar içinde isteyebilen insandır. Müslüman yaptığı işi ihsan şuuruyla yapandır. Müslüman olanın yanında herhangi bir gözetleyicinin olmasına gerek yoktur. Müslüman olan her daim Yaratan’la beraber olduğunun bilincindedir.
Müslüman kurbanlıkları satarken asla alıcıları aldatmaz. Büyükbaşta hayvan iki yaşını, devede beş yaşını, küçükbaşta ise keçi ve koyun bir yaşını doldurmuş olması gerekir. Ancak koyun altı aylıktan sonra anası gibi gösterişli olursa bu hayvanda kurban edilebilir. Bu sebeple önce satıcılara seslenmek istiyorum ki, asla bu yaşları tamamlamamış hayvanları satmayın. Ayrıca sağlıklı olmayan, hasta, topal, tek gözü kör, zayıf ve cılız olan hayvanlar kurban edilmemektedir. Bilin ki, bilelim ki, kusurlu bir malı kusurunu söylemeden satan bir satıcının kazandığı haramdır.
Müslüman kurbanı aldıktan sonra ona asla eziyet etmez. Kurbanlığı Rabbinin kendisine verdiği bir hediye olarak görür. Hediyeler ise En Sevgili olan Allah’tan gelince değerlerin en yücesi halini alır. Bu sebeple hayvanları incitme hakkımız yoktur.
Müslüman maddi ve manevi temizliği elde etmiş kimsedir. Aslan yattığı yerden belli olur misali, Müslüman’ın bedeni, elbisesi, evi, mahallesi temizdir. Müslüman olan asla insanları rahatsız edecek hiçbir pisliği sokağa atmaz. Bu bayramda siz kardeşlerimize sesleniyorum. Lütfen! Kurbanlıklarınızı kestikten sonra onlardan geriye hiçbir artık bırakmayın. İnsanları rahatsız edecek bir şekilde artıkları bıraktığımız zaman kul hakkına gireceğimizi unutmayalım.
Rabbim her türlü ibadetimizi sadece kendi rızası için yapanlar zümresine bizleri dahil eylesin. Rabbim kurbanlıklarınızı kabul eylesin. Rabbimin her türlü nimeti, selameti, rahmet ve inayetini tüm Müslümanlar üzerine olsun. Bayramınız Kurban, Kurbanınız Bayram olsun.
Allah’a emanet olun.
Kıymetli Okurlarım! En kalbi duygularımla Muhabbetle saygı ile özlemle sizleri selamlıyorum, Cumanız Mübarek olsun. Cuma Günü Gazetemizin köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel bir haslet.
Dünyadaki fâni hayata ahiretteki ebedi hayatı tercih edenler Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşırsa ister bu yolda öldürülüp şehit düşsün ister şehit düşmeden zafere erişsin, biz böylelerine büyük bir mükâfat vereceğiz. (Nisâ 4/74)
Allah’a sonsuz hamd olsun. O’dur yaratan ve yaşatan. Yerin ve göğün tek hâkimi, tek efendisi, tek rabbi O’dur. Kulunun duasına aracısız icabet eden, ortağı olmayan tek ilah, gerçek ilah O’dur. Başta ve sonda hamd yalnız O’nadır.
Son rahmet peygamberi Hz. Muhammed’e salât u selam olsun.
Değerli Değerli Okurlarım!
Dünya tarihi maalesef savaşlarla dolu bir tarihtir. Savaş dün olduğu gibi bugün de var ve üzülerek söylüyorum ki yarın da olacak. Gönül ister ki hiç savaş olmasın, insanlar ölmesin, memleketler harabeye dönmesin! Fakat bu dediğimiz bugünkü dünyada pek mümkün gözükmüyor ve bir temenniden öteye geçemiyor.
Kimi savaşlar vardır ki dünya tarihinde belirgin, unutulmaz izler bırakmıştır. Etkisi ve önemi çağları aşmış, dilden dile destanlaşmıştır. Yakın tarihimizde birinci ve ikinci dünya savaşları ile Çanakkale savaşı böyledir mesela.
Kimi savaşlar vardır ki savaştan ziyade vahşet ve soykırım olarak ifade edilir. Anlamsız sebepleri ve utanç verici sonuçlarıyla tıpkı Bosna’da yapıldığı gibi; insanı ve insanlığı yok eden savaşlar!
Zalimin mazlumu ezdiği savaşlar!
Güçlünün güçsüzü yediği savaşlar!
Haksızın haklıyı gasp ettiği savaşlar!
Bunların insanlığa ölüm, gözyaşı ve çileden başka hiçbir katkısı olmamıştır ve olmayacaktır.
Fakat tarihte öyle savaşlar da var ki orada mazluma kol kanat gerilmiş, zulmün önüne geçilmiş, güçsüze destek verilmiş ve haklının hakkı teslim edilmiştir.
Evet, savaş kötüdür. Fakat savaşmaktan başka bir çıkış yolu, bir çözüm bırakmayan zalimlere karşı savaş kaçınılmazdır. Burada esas kötü olan şey savaş değil, zalimin yaptığıdır.
Evet, savaş kötüdür. Fakat güçsüzlere destek, hakkı yenilenlere hakkını teslim etmek için başka bir çıkar yol kalmamışsa savaş kaçınılmazdır. Bu amaç için savaşmak kötü değildir, esas kötülük güçsüzleri ezmek ve hak yemektir.
İşte bu savaşlardan biri bundan tam 572 yıl önce 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul’da gerçekleşmiş, Fatih Sultan Mehmet Han yaptığı muazzam bir hazırlık sonrası askerî dehasıyla İstanbul’u fethetmişti.
Değerli Okurlarım!
İstanbul fethedilmeliydi… Çünkü İstanbul’un fethine dair Hz. Peygamber’in (s) verdiği işaret Müslümanlarca emir telakki edilmişti.
“Kostantiniyye (İstanbul) mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” (Müsned, IV, 325)
Allah Rasulü ister de Müslümanlar yapmaz mı? Yaparlar elbette, hem de “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü!” (diyerek yaparlar!
Sahabe döneminden itibaren başlayan İstanbul’un fetih girişimleri yüzyıllar sonra Osmanlılara nasip oldu.
İstanbul fethedilmeliydi… Çünkü Bizans, hemen sınırındaki Osmanlı Devleti içinde fitneler çıkartıyor, iç çekişmelerle devleti yıpratıp büyümesinin ve güçlenmesinin önüne geçmeye çalışıyordu.
İstanbul fethedilmeliydi… Çünkü Bizans, hem Avrupa Devletlerini hem de Anadolu’daki beylikleri Osmanlı Devletine karşı kışkırtıyor, Anadolu’da Türk birliğinin oluşmasına engel oluyordu.
İstanbul fethedilmeliydi… Çünkü Osmanlı Rumeli’ye geçmeli, İslam sancağı yeni fetihlerle birlikte Rumeli’ye ve Avrupa’nın tam göbeğine dikilmeliydi.
İstanbul fethedilmeliydi… Çünkü Osmanlı Bizans’a ve onun kışkırttığı ülkelere karşı ekonomik yönden güçlü olmalıydı. Bunun için de kara ve deniz ticaret yolları üzerinde çok önemli bir konumda bulunan İstanbul’un alınması gerekiyordu.
Değerli Okurlarım !
İstanbul’un fethi tarihin en büyük hadiselerinden biridir. Batının ve özellikle Hristiyan Avrupa’nın hazmedemediği, unutamadığı ve asla unutamayacağı bir hadisedir. Öyle ki, 572 yıl boyunca her fırsatta bunun öcünü almak için çırpınmışlardır.
İstanbul’un fethinin Batılılar için ne anlama geldiğini bir tarihçimiz şöyle ifade ediyor:
“Avrupalılar İstanbul’un Türklerin eline geçmesini Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi ve dünyanın sonu gibi büyük felaketlerden birisi olarak algıladılar. Haber yayıldıkça her yerde yeni bir haçlı seferi düzenleme fikri hâkim oldu. İstanbul’un fethinden sonraki yıllarda devlet adamları, askerler, kilise mensupları ve diğerleri tarafından düzinelerle haçlı seferi plânları yapıldı. Ancak bir netice alamadılar.” (Prof. Dr. Erhan Afyoncu)
Evet, bir netice alamadılar ve inşallah alamayacaklar. Tabi biz sahip çıkarsak! Tıpkı Mehmet Akif’in dediği gibi:
Sahipsiz olan vatanın batması haktır
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.
İstanbul’u ceddimiz fethetmiştir. Yani Allah bu fethi ecdadımıza nasip etmiştir. Böylelikle Hz. Peygamberin övgüsüne mazhar olmuşlardır. Elbette bu çok değerli bir şeydir. Ne mutlu ceddimize!
Fetih Türklerindir fakat zafer Allah’ındır, yani İslam’ındır, yani İslam ümmetinindir.
Çünkü İstanbul son peygamberin (s) işaretiyle alınmıştır.
Çünkü İstanbul onu fetheden askerlerin ağzındaki “Allah Allah” nidalarıyla alınmıştır.
Çünkü İstanbul Rasulullah’ın öğrettiği İslam’ın fetih ruhuyla alınmıştır. Müslümana bu ruhu kazandıran da hiç şüphesiz ki imanıdır; Allah’a, rasule ve ahirete olan imanı…
Bu öyle bir ruh, öyle bir imandır ki insanların rızasını değil Allah’ın rızasını hedefler. Geçici dünya menfaatlerini değil, ahiret hayatını hedefler. Bu imana sahip Müslüm
Dünyadaki fâni hayata ahiretteki ebedi hayatı tercih edenler Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşırsa ister bu yolda öldürülüp şehit düşsün ister şehit düşmeden zafere erişsin, biz böylelerine büyük bir mükâfat vereceğiz. (Nisâ 4/74)
Eğer savaşmaktan kasıt;
– dünyalık mal-mülk, servet ve şöhret kazanmak ise;
– haksız yere saldırmak, güçsüzün malına çökmek ise,
– haklının hakkını yemek, yerüstü ve yeraltı kaynaklarını sömürmek ise… Bunun adı işgaldir, vahşettir, katliamdır, barbarlıktır, despotluktur yani zulümdür.
Tıpkı Amerika’nın yaptığı gibi… Suriye’de, Afganistan’da vs. yerlerde yaptığı gibi…
Tıpkı Yahudilerin Filistin’de yaptıkları işgal, korkutma, sindirme ve kan dökmeleri gibi…
Yok, eğer savaşmaktan kasıt;
– i’lâyı kelimetullah (Allah’ın adını yüceltmek) ise,
– haksız saldırılara karşı durmak, zalimin zulmünü engellemek ise,
– güçsüzleri; çocuk, kadın ve ihtiyar bütün insanları korumak kollamak ise… işte bunun adı savaş değil fetihtir.
Savaş, İslam’ın fetih amacını gerçekleştirmede kullandığı araçlardan sadece birisidir. Başka çözüm yolları varsa İslam savaş yapılmasını asla istemez. Yani savaş, İslam’ın önceliği değildir ve asla olmamıştır.
Amerika’nın -mesela-, demokrasi getirme bahanesiyle girdiği her ülkede maneviyatı çökertmesiyle, onların bütün zenginliklerini sömürmesiyle Müslümanların girdiği ülkelerde yaptıkları bir tutulamaz. Yani İslam fetihlerini emperyalizm ile karıştırmamak gerekir!!
İnsanların dünyada huzur içinde yaşamaları, ahirette de kurtulanlardan olmalarını hedeflemenin adıdır fetih. Çünkü İslam fethi toprak ve servet kazanmanın değil gönüller kazanmanın adıdır. Bir başka ifadeyle söylersek, insanların gönüllerinin kazanılmadığı hiçbir savaş fetih olamaz!
İşte bu sebepledir ki İstanbul’un alınmasına, kazanılmasına biz “İstanbul savaşı” demiyoruz; “İstanbul’un fethi” diyoruz. Çünkü İstanbul’un fethiyle gönüller fethedilmiştir.
Değerli Okurlarım !
İstanbul kuşatmasının son gününde çareleri tükenen Bizanslılar Ayasofya’ya doluşmuşlar. Peki neden? Çünkü bütün umutlarını eskiden beri duydukları, söylenegelen bir kehanete bağlamışlardı. Nedir bu kehanet? Kehanet şu: Güya düşman saldırır ve Ayasofya’ya girerse karşılarında melekleri bulacaklarmış. Bu melekler kılıçlarını çekerek düşmana karşı koyacak ve onları Asya’ya kovalayacakmış. Tabi ki bu kehanet gerçekleşmedi, melekler falan gelmedi. Ayasofya’ya melekler gelmedi ama melek gibi bir adam geldi. Bu adamın adı Fatih Sultan Mehmet idi!
Değerli Kardeşim!
İstanbul İslam’ın fetih şiarı yani İslam fetihlerinin sembolü olmuştur. Zira yüzyıllar boyunca hep fethedilmek istenmiştir. Bu uğurda nice şehitler verilmiştir. Eyyüb el-Ensârî gibi nice sahabiler, komutanlar, âlimler, bilginler, yaşlı ve genç mücahitler bu uğurda ya gazi oldular ya da canlarını feda ettiler.
Rahmetle andığımız bu Müslümanlar üzerlerine düşen görevi layıkıyla yerine getirdiler. Bizler de İstanbul başta olmak üzere bunca emek ve can verilerek fethedilen İslam topraklarını muhafaza ve müdafaa etmek hususunda üzerimize düşen görevin bilincinde olmalıyız. Bir Müslüman olarak fetih ruhunu anlamalı, kavramalı ve yaşayarak canlı tutmalıyız.
Değerli genç kardeşlerime seslenmek istiyorum…
Özellikle şu sözlerimi sizler lütfen iyi dinleyin! Her birimiz fetih ruhuna sahip olmaya çalışmalıyız. “Fâtih” olmak öyle kolay değil! Bunun için önce kendi içimizde fetih gerçekleştirmeliyiz. Yani Fâtihler ancak kendi iç dünyasında fetih yapmayı başaranlar arasından çıkar.
Kendi iç dünyamızda bir fetih yapalım. Yani önce iyi bir insan, samimi bir Müslüman olmak için gayret gösterelim. İslam’ın güzel ahlakıyla bezenelim. Rasulullah’ın (s) ahlakıyla yani Kur’an ahlakıyla bezenelim. İyiliklerimizi çoğaltıp kötülüklerimizi azaltmaya çalışalım. Fetih ruhuna sahip olmak bunu gerektirir. Kendi nefsine sahip çıkamayan fethedilen topraklara sahip çıkamaz. Çünkü kendisinde ışık olmayan başkasını aydınlatamaz!
Fâtih olabilmek için bunlar yeterli mi? Hayır, değil! Bunun yanında bir de bilgili ve donanımlı olmak çok önemli. Bilime önem vermek gerekiyor. Tıpkı İstanbul surları için o güne kadar görülmemiş tarzda toplar döktüren Fatih Sultan Mehmet gibi bilime ve yeniliğe açık olmak gerekiyor.
Yüce Rabbim fethedilen İslam topraklarını muhafaza eylesin. Zalimlerin tasallutundan ve zulmünden uzak eylesin. Bizlere de bu topraklar için hizmet etmeyi nasip eylesin.
Kıymetli Okurlarım!
En kalbi duygularımla Muhabbetle saygı ile özlemle sizleri selamlıyorum, Cumanız Mübarek olsun. Cuma Günü Gazetemizin köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel bir haslet.
Bildiğiniz üzere aile, toplumun en küçük yapıtaşıdır. Aile, akrabalık ilişkisiyle birbirlerine bağlanan bireylerin bir araya geldiği topluluktur. Dede, nine, torunlar da aile tanımı içine girdiğinden onlar da ailenin bir parçasıdırlar. Aile, bir kadın ve bir erkekle başlar, sonra çocuklar ve onların çocukları, diğer yakınların oluşturduğu şefkat ve merhamet merkezi, her türlü tehlikelere karşı sığınılan bir kale, toplumu ayakta tutan, milletleri devlet yapan temel değerlerin öğretildiği ilkokul, ilk terbiyenin verildiği, kutsal ortaklıktır. Sevginin, saygının, şefkatin, merhametin ocağıdır. İçinde acıların paylaşıldığı, sevinçlerin çoğaldığı, dert, gam ve kederlerin yok edildiği kutsal mekân ailemizdir.
Aile; sorumluluk bilinci ile kurulur, sadakatle güçlenir ve şefkatle beslenir.
Aile olmak, bir bütünü tamamlamak demektir. Kur’an’ın ifadesiyle eşlerin birbirine örtü olmaları demektir.[1] Eş olmak, kişinin kendi eksikliğini kabul edip eşiyle tamamlaması, birlikte kemale doğru adım atması demektir. Aile, Allah’ın insana en büyük nimetidir. Muhabbetin, neşenin ve lezzetin paylaşılarak kıymet kazandığı yerdir. Allah Resulü aileyi, hem bir bereket kaynağı hem de büyük bir zenginlik olarak değerlendirmektedir. Efendimiz yeni evlenen bir insanı tebrik ederken, “Allah mübarek etsin, sana bereketler ihsan etsin, eşini de seni de hayır ve iyiliklerde ortak etsin.”[2] Şeklinde dua ederdi. Gerçekten aile inanan bir insan için bereketin hiç kapanmadığı bir kapıdır. Bu kapıdan dualarla girmek, sevgi, şefkat, sadakat ve sorumlulukla bu yuvayı mamur etmek gerekir.
Başlangıcında, “Allah’ın emri, peygamberin kavli” ile başlayan evliliğe dinimiz büyük önem vermiştir. Bu hususta, başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere hadis kitaplarında da konu ile ilgili olarak pek çok mesaj verildiği görülmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi) niz den eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (Rum,21) buyrulmuştur. Ancak, evlilik akdi beraberinde bir takım sorumlulukları da getirmektedir. Bu sorumlulukları eşler karşılıklı olarak yüklenmek ve kabullenmek durumundadır. Doğal olarak evliliğin nimetlerinin yanında külfetlerini de beraberce paylaşılması söz konusudur. Aksi takdirde evliliği yürütmek zorlaşır, hatta im-kansızlaşır. Eğer meseleye, bu iş fazla yürümez niyetiyle yaklaşarak, bir kaç günlük ya da aylık gibi kısa süreli evlilik düşünülürse, buna aile denemeyeceği de herkesçe bilinen bir gerçektir. Bu bakımdan dinimiz, evliliği birçok görev ve sorumluluklar getiren kutsal bir sözleşme olarak kabul etmiştir. Evlilik bağı o kadar sağlam temellere oturtulmuş ki bu iki hayat ortağının birbirlerine duydukları sevgi ve saygı, sorumluluk bilinci, kendi öz akrabalarına karşı duymuş oldukları sevgi ve saygıya eşdeğer olmakta ve hatta daha da ileri gitmektedir. Bu nedenledir ki eşler, bir hayat boyu bütün sıkıntılara beraberce göğüs gerecek anlayışa sahip olmalıdırlar.
Sağlam evlilikler; dini inanç ve geleneklere dayanılarak meydana getirilmiş evliliklerdir. Evlenmeye aday olanlar, evliliğin getireceği görev ve sorumlulukları bilmeli, maddi ve manevi anlamda ona hazırlıklı olmalı, evliliğin gereklerini de tam olarak yerine getirmelidirler. Böylece hem kendileri, hem de yetiştirecekleri çocuklar ile mutlu bir aile olarak toplum içindeki yerlerini en güzel şekilde almış olacaklardır. Ailede bir büyük varsa saygı görmeli, o tecrübesiyle, bilgeliğiyle denge unsuru olmalıdır. Aile, bencilliğin olmadığı aksine yardımlaşmanın esas alındığı bir kurumdur. Bir sahabi (Esved) şöyle diyor:’Ben Allah Resulü’nün eşi Aişe’ye, ‘Peygamber Efendimiz evinde ne yapardı? diye sordum, Hz. Aişe, ’Allah Resulü ailesinin işiyle ilgilenirdi, yani ailesinin hizmetinde bulunurdu. Namaz vakti gelince namaza çıkardı’ diye anlattı. Hanımına yardım etmekten yüksünmeyen örnek bir eştir Efendimiz.[3] O, bunu bizzat şöyle ifade eder: “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olandır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım.” ( İbn Mace, Nikah,50) buyurmuştur.
Değerli Okurlarım !
İnsanlığın var olduğu günden beri aile hayatı da vardır. Ayrıca, aile kurumu semavi dinlerin hepsinde layık olduğu mümtaz yeri almıştır. Beşer hayatının sonuna kadar da bu yerini koruyacaktır. Özellikle dinimiz İslam, aile kurumunu çok ciddi bir mesele olarak ele almış ve onu bir zevk ve eğlence işi olarak görmemiştir. Özellikle Kur’an-ı Kerim eşlerin yaratılması ile aralarındaki şefkat ve merhametin var edilmesini “Allah’ın varlığının delili”[4] olduğunu ifade eder.
Allah Resulüne göre aile için ne yapılsa azdır. Önemine binaen aile için, “Ailesini savunurken ölen şehittir.”[5] Buyurur. Sevgili peygamberimiz evliliği tavsiye etmiş, “…ben namaz da kılarım, uyurum da; oruçta tutarım, tutamadığım da olur; kadınlarla ev-lenirim. Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.” [6] buyurarak ev-liliğin kendi sünneti olduğunu ve önemini ısrarla vurgularken, hem bu tavsiyeyi pekiş-tirir hem de evliliğin bir hayat tarzı olduğunu reddedenlere ikazda bulunur. Kuşkusuz evlilik, insana sükûnet aşılayan bir nimettir.[7] Kalabalıklar içinde yalnız kalmış bir gönlü ancak bir eş mutlu edebilir. İnsana, sevginin en özelini, sıcak, müşfik bir dost elini, hayatı yaşanır kılan paylaşımı ancak bir eş sunabilir. Diğer yandan sadakatle kurulan bu yuva bedenin haramdan korunacağı bir sığınaktır. Bu sebepledir ki Peygamber efendimiz namuslu bir birliktelik yaşamaya niyetlenip aile kurmaya çabalayana Allah’ın mutlaka destek olacağını müjdeler.[8] Böylece evlilikle sadece iki beden korunmaz, bilakis bütün bir toplum korunmuş ve temiz bir nesil kazanılmış olur.[9]
Evliliğe karşılık, evlenmemeyi ve aile hayatı dışında kalmayı dindarlık sayanlar, Efendimiz tarafından uyarılmışlardır.[10]Aile nikah ile kurulur, evlenmeyen kimse bu kurumdan yoksun kalır. Evlenmemeyi ve aile kurmamayı fazilet saymak yanlıştır, Efendimizin sünnetine aykırıdır. Nikah, her ne kadar medeni bir sözleşme ise de, bir yönü ile de ibadettir. İnsan aile ortamında huzur bulur. Neslin devamı bu kurumla sağlanır. Pek çok kötülüklere karşı en önleyici vasıta ailedir. Efendimiz buyuruyorlar ki:
“Ey Gençler! İçinizden evlenmeye gücü yeten evlensin. Zira evlenmek gözü (haramdan) ve iffeti daha çok koruyucudur. Gücü yetmeyen ise oruç tutsun, çünkü orucun şehveti kıran bir özelliği vardır.”[11]
Bu nedenle Peygamber Efendimiz eş seçimine dikkat çektiği bir hadisinde şöyle buyurur:.
“Şüphe yok ki kadınla ya dini, ya soyu, ya malı veya güzelliği için evlenilir; sen dindar kadından şaşma ki mesut olasın.”[12]
Değerli Okurlarım!
Ailede huzur ortamının oluşması, evlilik hayatında ortaya çıkabilecek güçlüklere birlikte göğüs germek, eşlerin birbirine sadakatle bağlı kalması, aile fertlerinin özellikle çocukların şefkat ortamında yetiştirilmesi aile birliğini sağlamlaştırır. Evlilikle birlikte ‘ben’,’sen’ yerini ‘biz’ anlayışına bırakmalıdır. Bu anlayış bozulursa evlilikteki dengeler bozulur, kişisel çıkarlar ön planda olur, geçimsizlikler ortaya çıkar sonuçta bu durumdan tüm aile fertleri olumsuz etkilenir. Ailedeki olumlu iletişimin özünü; karı-kocanın karşılıklı sevgi, saygı, sadakat ve şefkat dolu tutum ve davranışları belirler. Evlilik sürecinde olumsuzlukları ortaya çıkaran zannedildiği gibi “evlilik kurumu” değil karşılıklı yapılan yanlışlıklardır. Yapılan hataların sonucunda uyum yerini uyumsuzluğa, geçim yerini geçimsizliğe, sorumluluk-sadakat-şefkat yerini sadakatsizliğe-merhametsizliğe bırakır. Böylece sağlıklı iletişimin yerini şiddet alır. Şair bu durumu şu dörtlükte kısaca dile getirmektedir:
Kardeş sözlerime gel eyle dikkat,
Menziline ulaşamaz yorgun at,
Huzursuz aile, hayırsız evlat;
Sanki cehennemin narı gibidir.
Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde uyumlu ve anlayışlı geçimle ilgili pek çok örnek tavsiyeler yer alır. Bunlardan bir kaçını dikkatlerinize sunuyorum.
“Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı.. “[13]
“Rasulullah (sav) buyurdular ki: “Dünya bir meta’dır. Dünya metaının en hayırlısı saliha kadındır.”[14]
Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: “Rasulullah (a.s) buyurdular ki: “Mü’minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır.”[15] Buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz bir defasında Hz. Ömer’e, asıl hazinenin altın ve gümüşte aranmaması gerektiğini anlatan şu sözleri söyler: ”(Ey Ömer) Bir kişi için olabilecek en kıymetli hazinenin ne olduğunu sana söyleyeyim mi? O, saliha/iyi bir kadındır. Kocası ona baktığı zaman içini sevinç kaplar, kocası ondan bir şey yapmasını istediğinde yapar, kocası yanında olmadığı zaman (onun haklarını ve saygınlığını) korur.”[16]
Bir diğer hadis mealinde Peygamberimiz: “Mümin bir kimse mümine olan eşine nefret beslemesin; (çünkü) onun bir huyunu beğenmezse de hoşlanacağı başka bir huyu mutlaka vardır.”[17]
“…erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi kadınların da erkekler üzerinde birtakım iyi davranışa dayalı hakları vardır.”[18] Buyrulmuştur.
“…onlarla hoşça ve güzelce geçinin…”[19]
Aile; vefanın fedakârlıkla, imanın ihsanla, bilginin hikmetle, sevginin hürmetle harmanlandığı yerdir. Bundan sonra; sorumluluk, sadakat ve şefkat yeşerecek en güzel ortamı bulmuş olur. Anne ve baba arasında yeşeren sevgi, saygı ve muhabbet çiçekleri çocuklarında aileye katılmasıyla ayrı bir renk ve güzellik kazanarak aile bağları iyice güçlenir ve perçinlenir.[20] Böylece, karı-koca birbirine kenetlenir, çocuklarla birlikte konu başlığımızda ifade edilen; sorumluluk, sadakat ve şefkat “su aşağı akar” sözünde olduğu gibi bütün aile bireylerini büyükten küçüğe doğru kuşatır.
Sonuç olarak ailemiz; hayat boyu sahip olacağımız ahlak, akıl ve şuurun temellerinin atıldığı, ruhlarımızın manevi değerlerle beslendiği, gönüllerin huzur bulduğu sıcacık yuvamızdır. Ailede ibadetin, huzurun tadına varılır, şefkat ve merhametin anlamını, kardeşliğin değerini, anne babalığın şerefini, evlat olmanın güvenini keşfederiz. Aile ile; paylaşmayı, sorumluluğu, geçinmeyi, sıkıntıyı hep birlikte göğüsleyip mutluluğu hep beraber yaşamayı öğreniriz.[21]
Sözlerimi ailemizde, huzurun, mutluluğun, şefkat ve merhametin devamı için şu dua ayetleri ile bitiriyorum;
“(ve o kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl! Derler.”[22]
[1] Bakara, 2/187
[2] Ebu Davud, Nikah, 35-36.
[3] Buhari, Ezan, 44
[4] Rum, 30/21.
[5] Nesai, muharebe, 23.
[6] Müslim, Nikah 5; Buhari, Nikah,1.
[7] Rum, 30/21.
[8] Tirmizi, Fedailü’l Cihad20; Nesai, Cihad, 12.
[9] Hadislerle İslam,
[10] Bkz. Buhari, Nikah,1.
[11] Buhârî, Nikah, 3.
[12] Buharî, Nikah 15.
[13] Nahl, 16/80.
[14] Müslim, Rada 64.
[15] Tirmizî, Radâ 11.
[16] Ebu Davud, Zekat, 32.
[17] Müslim, Rada 61.
[18] Bakara, 2/228.
[19] Nisa, 4/19.
[20] Karslı, 39.
[21] Hadislerle İslam, 4/30.
[22] Furkan, 25/74.
Kıymetli Okurlarım!
Kıymetli Okurlarım! En kalbi duygularımla Muhabbetle saygı ile özlemle sizleri selamlıyorum, Cumanız Mübarek olsun. Cuma Günü Gazetemizin köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel bir haslet.
Yüce Rabbimizin dünyada yaşam bulan canlılar için koymuş olduğu kanunlardan biride yaratılmış olanların bir ana-babadan meydana gelmesidir. İlk yaratılan insan olan Hz. Adem ve O’nun eşi Hz. Havadan sonra bütün insanlar bu dünyaya anne ve baba vesilesi ile gelmektedir. Kendisinin dünyaya gelmesine vesile olanlara saygı ise, insana yakışan en önemli ahlaki ilkedir. Bu ahlaki ilke, anne ve babaya saygı Yüce Rabbimizin de Hz. Ademle başlayan bütün insanlara emrettiği ilkeler arasında yer almaktadır.
Dinimiz Rabbimizle olan ilişkimizi daima diri, taze ve güzel tutmayı emrettiği gibi insanlarla olan münasebet ve ilişkilerimizin de daima iyi ve taze tutulmasını bizden ister. İnsanlar arası ilişkilerimizde en önemli olanı da anne-baba ile kuracağımız, yürüteceğimiz ilişkilerdir. Dolayısıyla bireylerin anne-baba ile kuracağı ilişkilerde riayet etmesi gereken bir takım haklar vardır. Bugünkü yazımda anne-baba hakkına değineceğiz.
Kur’an-ı Kerim’de yedi yerde açıkça anne baba hakkına riayet, her ikisine de iyilikte bulunmayı emreder. Bir konunun Kur’an-ı Kerim’de bir defa bile emir-yasak-tavsiye olarak yer alması o konunun ehemmiyetli olması için yeterliyken farklı yerlerde yedi defa zikredilmesi meselenin ne kadar öneme haiz olduğunu bizlere göstermektedir.
Değerli Okurlarım !
Şimdi biz konuyla alakalı ilk bahsedeceğimiz ayette Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
(23) “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.”
(24) “Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. “Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster” diyerek dua et. İsrâ, 17/23-24
Âyette önce yalnız Allah’a ibadet edilmesi belirtildikten hemen sonra, ana babaya iyilik etmeyi de belirtilmek suretiyle Allah’a kullukla ana babaya iyilik yan yana anılmış, böylece anne babaya ihsanın önemi vurgulanmıştır. Nitekim hadislerde de Allah’a kulluk ile ana babaya iyilik etme yan yana zikredilmektedir. Bu hadislerde Hz. Peygamber, en önemli amelleri “vaktinde kılınan namaz, anne babaya iyilik ve Allah yolunda cihad” şeklinde sıralanmış, Allah’ın rızasının anne-baba rızasına bağılı olduğu dile getirilmiştir.
İnsanlardan kendisine güzel davranılıp yakınlık gösterilmesini en çok hak edenin kimler olduğuyla alakalı rivayet de çok manidardır.
Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: Bir adam Allah Resûlü”ne (sav) gelerek, “Ey Allah”ın Resûlü, kendisine güzel davranıp yakınlık göstermemi en çok hak eden kimdir?” diye sordu. Hz. Peygamber, “Annen.” cevabını verdi. Adam, “Sonra kimdir?” diye sorunca Hz. Peygamber yine, “Annen.” buyurdu. Adam, “Sonra kimdir?” diye yeniden sorunca Peygamber Efendimiz, “Annen.” cevabını verdi. Bunun üzerine adam, “Sonra kimdir?” dedi. Hz. Peygamber, “Sonra babandır.” buyurdu. Buhârî, Edeb, 2
Demek ki anne-babaya iyilik etmek, onları önemsemek, Allah’a isyan olmadığı sürece onlara itaat etmek, yaşlandıkları zaman onların ihtiyaçlarını görmek namaz gibi, oruç gibi dinimizde farz kılınmıştır. Yine Peygamberimiz anne-babaya hakkına riayet etmenin cennet için en iyi fırsat olduğunun müjdesini de bizlere vermiştir.
:
Kıymetli okurlarım !
Ayet-i Kerimede anne babaya dua etmek olduğu gibi onların da hayır dualarını almaya çalışalım.
Nitekim Peygamberimiz: “Üç dua var bunların kabul olacağında şüphe yoktur: Mazlumun (haksızlığa uğramış olan kimsenin) duası, misafirin (ikramını gördüğü kimseler için) duası ve anne-babanın çocuklarına olan duasıdır’’ buyurmuşlardır. Tirmizî, “Birr”, 7.
Ayet ve hadislerde Allah’a itaatle ana babaya iyilik etmedeki sorumluluğun yan yana zikredilmesinin sebeplerini özetle şöyle sıralayabiliriz:
a) İnsanın maddî ve mânevî gelişmesi için en değerli katkı, Allah’ın nimetlerinden sonra ana babanın fedakârlıklarıdır;
b) Çocuğun varlık alanına çıkmasının asıl ve gerçek sebebi Allah, zâhirî ve hukukî sebebi ise ana babadır;
c) Allah nimetlerini karşılıksız verdiği gibi ana baba da çocuklarının ihtiyaçlarını tamamen karşılık beklemeden yerine getirirler;
d) Allah, kuluna günahkâr olsa bile nimet verdiği gibi ana baba da âsi bile olsa evlâtlarına desteklerini sürdürürler;
e) Allah, kullarının iyiliklerinden memnun olup karşılığını fazlasıyla verdiği gibi ana baba da çocuklarının imkânlarını daha çok geliştirmelerine yardım eder, bundan mutlu olurlar.( Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 477-478)
Kıymetli okurlarım !
Anne-baba hakkına riayet, onlara güzel davranmak ve iyilikte bulunmakla alakalı ayet hadisler okuduk, birçok müjdelerden bahsettik. Allah korusun bu durumun tam tersi yani anne-babaya isyan etmenin büyük günah olduğuyla alakalı da ayet ve hadislerde ifadeler vardır. Bakınız Yüce Rabbimiz ne buyuruyor:
(14) “Biz insana anne babasıyla ilgili öğütler verdik. Annesi, güçten kuvvetten düşerek onu karnında taşımıştır; çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bunun için (ey insan), hem bana hem anne babana minnet duymalısın; sonunda dönüş yalnız banadır.”
(15) “Eğer anne baban, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa bu durumda onlara uyma ama yine de onlara dünyada iyi davran; yüzünü ve özünü bana çevirenlerin yolunu izle. Sonunda dönüşünüz yalnız banadır. O zaman yapıp ettiklerinizin sonucunu size bildireceğim.” Lokman, 31/14-15
Kıymetli okurlarım !
Anne-baba hakkı sadece kendileri hayattayken değil, vefatlarından sonra da evlatların gözetmesi gereken ödevdir.
Ebû Saîd Malik b. Rebi’a es-Saidî (ra.) şöyle demiştir. Beni Seleme kabilesinden gelen bir adam Peygamberimize: “Ey Allah’ın Resûlü, anne ve babamın ölümlerinden sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı?” diye sordu. Peygamberimiz. “Evet, onlar için Allah’tan af dilemek, vasiyetlerini ve taahhütlerini yerine getirmek, onlar vasıtası ile olan yakın kimseleri (amca, hala, dayı, teyze gibi) ziyaret etmek ve onların dostlarına ikramda bulunmaktır” buyurdu. Ebû Davûd, “Edeb”, 129.
Ana-babanın evladı üzerinde gerek sağlıklarında, gerek de vefatlarından sonraki hakları kategorize edersek beden, dil, kalp ve para ile ilgili haklar olduğunu söyleyebiliriz.
Bedenle olan hakları: Hizmet ederek rızalarını almak, onlara iyilik etmek, itaat etmek, asi olmamak, karşı gelmemek, günah olmayan emirlerini yapmak, sert bakmamak, şefkatle, sevgi ile bakmak, onları üzmemek, incitmemek, saygıda, hürmette kusur etmemek, çağırdıkları zaman hemen kalkıp yanlarına gitmek diye sıralayabiliriz.
Dil ile olan hakları: Yumuşak söylemek, tevazu etmek, öf bile dememek, konuşurken sesini onların sesinden yüksek çıkarmamak, kaba, dokunaklı ve argo söz söylememek, anne-baba duasını ganimet bilip, hayır dualarını almak, beddualarını almamaktır.
Kalb ile olan hakları: Acımak, merhamet etmek, sevmek, sevinçlerine sevinmek, üzüntülerine üzülmek, dertleri ile hemdert olmak, sitem ve cefalarına kızmamak, duymazdan gelmek, nazlanmamak, aksine onların nazına katlanmalıdır. Çünkü ana-baba küçükken bizim çok nazımızı çektiler. Nazlanma sırasının onlarda olduğunu unutulmamalıdır. Sıkıntı görse de, ölseler de kurtulsak diye düşünmemek, çok yaşamalarını arzu etmek. Onlar, bizden çok sıkıntı gördükleri halde, yaşamamızı istemişlerdi. İcabında kendileri aç durup bizi doyurmuşlardı.
Mal, para ile olan hakları: Uzakta iseler ziyaretlerine gitmek, hediye almak, hiç olmazsa telefonla onları aramak selam göndermek, tatlı mesajlar yazmaktır, beraber yemek, arzularını ihtiyaçlarını sormak, gücü yettiğince yerine getirmek, borç vermek hatta verdiği borcundan vazgeçmek, dostlarını, dost bilip davet ederek gönüllerini almak, düşmanlarından da uzak durmaya çalışmak, hastalandıkları zaman tedavileri ile meşgul olmak, ilaç almak, bir bakıcı, bir hizmetçi tutmak yerine, bizzat kendisi hizmet etmeye çalışmalıdır.
Vefatlarından sonra yapılacak haklar: da defin işlerini halletmek, sünnet üzere yıkamak veya yıkatmak, kefenlemek. cenaze namazını biliyorsa kendisi kıldırmak, yoksa başkasına kıldırmak, onlara hep dua etmek, toprağa kendisi koymak, onlar adına sadaka vermek, hayır işlemek, Kuran okumak ve okutmak, borçlarını ödemek, vasiyetlerini dine uygun olduğu sürece yerine getirmek, zaman zaman kabirlerini ziyaret etmek, anne-babayı hayırla yad etmek, onlar için af dilemek, yakınlarına iyi davranmak, dostlarını ziyaret etmektir.
Kıymetli okurlarım !
Gelin bizler de ellerimizi açıp şöyle dua edelim.
Allah’ım!
Bizim dünyaya gelmemize vesile olan bu iki kıymetli varlığa, anne ve babamıza hayır, güzellik, saadet, hoşnutluk, sıhhat ve afiyetler ihsan eyle. Vefat edenlere rahmetinle muamele eyle. Bizleri anne babamıza hayırlı evlatlar eyle. Onlara yaşadıkları müddetçe hizmet etmeyi nasip eyle. Onların memnuniyetini bizlere nasip eyle. Onların bizden razı olmasının senin de rızanı sağlayacağını biliyoruz. Bizi onlardan, onları bizlerden razı kıl Allah’ım! Sen de bizden razı ol Allah’ım! Gençliklerinde de yaşlılıklarında da onlara her konuda destek olmayı, dualarını almayı müyesser kıl. Ayrı evlerde bulunduğumuzda, sık sık, sayısız/hesapsız ziyaretlerde bulunmayı, uzaklarda isek memnun edecek ölçüde ilgilenmeyi, arayıp hâl hatır sormayı, gönüllerini hoş etmeyi nasip eyle. Onları yalnızlığa terk etme, azarlama, öf deme, incitme, kalplerini kırma, itaatsizlik yapma gibi tüm kötü hareketlerden cümlemizi koru ya Rabbi! Onlar özellikle yaşlandıklarında, sıcak ilgi, kesintisiz alaka ve samimi yaklaşım göstererek cenneti kazanmayı bizlere nasip eyle Allah’ım! Anne-babamızı günlük dualarımıza katmayı, mağfiretleri için dua etmeyi, onlar adına hayır hasenat ve infak yapmayı, dostlarına hizmet etmeyi, akrabalarına hürmet etmeyi nasip eyle.Ömrümüzün bereketinin, işlerimizin rast gitmesinin, rızkımızın bol olmasının onların memnuniyetiyle de ilgili olduğunu bize unutturma Allah’ım! Hesabın görüleceği gün, beni, anne- babamı ve bütün müminleri mağfiret eyle. Âmin..
Kıymetli Okurlarım! En kalbi duygularımla Muhabbetle saygı ile özlemle sizleri selamlıyorum, Cumanız Mübarek olsun. Cuma Günü Gazetemizin köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel bir haslet.
Dua sözlükte, “çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” anlamına gelir. Din literatüründe ise, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi demektir. Dua bu haliyle yaratılanın her şeye ihtiyaçlı olduğunu kabul etmesi ve Yaratanının ise, ihtiyaçlarına cevap verecek olmasına karşı duymuş olduğu bir inancın ifadesidir.
Sevgili Peygamberimizin ifadesiyle “Dua ibadetin özüdür.” Başka bir hadiste “Dua ibadettir.” buyrulmak suretiyle duada bulunan kişinin ayrıca ibadet sevabı da alacağına işaret edilmektedir. Bu sebeple dua insanı Rabbine götüren en temel yollardan biridir.
İnsan yapacağı işlerde devamlı Yüce Allah’a muhtaçtır.
Allah-u Teala’nın dilemesi olmadan kulların dilemesi mümkün değildir. Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de insanlardan dua konusunda en temel istenen şey Alla’tan başkasına dua edilmemesidir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır.
“Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun!”
Kur’an-ı Kerim’de duanın -ister darlık anında ister bolluk anında olsun- her zaman diliminde yapılması istenmektedir.
Darlık anında dua edenlerin feraha ulaştıklarında Yaratanını unutması ise, nankörce ve bencilce bir davranış şekli olduğu vurgulanmaktadır. Ayette bu durum şöyle anlatılmaktadır.
“İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de yalvarmaya koyulur. Yine birçok ayette sıkıntı halinde Allah’a yalvaranların bu sıkıntıları bittiği zaman Allah’ı unuttukları mealen şöyle buyrulmaktadır. “Denizde size bir sıkıntı dokunduğunda bütün taptıklarınız (sizi yüzüstü bırakıp) kaybolur, yalnız Allah kalır. Fakat sizi kurtarıp karaya çıkarınca yüz çevirirsiniz. Zaten insan çok nankördür.” “Onları (denizde,) bir dalga gölgelikler gibi kapladığında, dini Allah’a has kılarak ona yalvarırlar. Allah onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim ayetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkar eder.
Duamızın kabulü için acele etmemeliyiz.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bizlere bu hususta şu uyarıyı yapmaktadır.
“Herhangi biriniz acele etmedikçe duası kabul edilir. (Kul acele ederek) Rabbime kaç defa dua ettim de duamı kabul etmedi, der.” (Buhârî, Daavât 22)
Duayı sadece kendimiz için yapamayız
Rahmet elçisi Efendimiz (s.a.s.) bir hadislerinde kardeşlerimiz için yapacağımız duanın karşılığının ne olduğunu bizlere şöyle müjdeliyor.
“Bir müslüman, yanında bulunmayan bir din kardeşi için dua ederse, mutlaka melek ona, aynı şeyler sana da verilsin, diye dua eder.” (Müslim, Zikir 86.)
Dua yaparken sadece kendimiz için değil, hem kendimiz, hem ana-babamız, yakın ve uzak akrabalarımız hem de bütün Müslüman kardeşlerimiz için dua etmeliyiz. Kur’an-ı Kerim’de bu husus için şu ifadeler kullanılmaktadır.
“Hem kendinin hem de mü’min erkeklerle mü’min kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!”] Bir başka ayette duamızı nasıl yapacağımıza şöyle işaret edilmektedir.
“Ey Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün beni, anamı-babamı ve bütün mü’minleri bağışla!
Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerimde dua yapılırken kendi isimleri ile dua yapılmasını istemektedir. Ayet-i kerime şöyledir.
“En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.”
Dua edenin duasına icabet edilir.
Kur’an-ı Kerim’de insanlardan dua edilmesi, dua edenin duasına icabet edileceği ve nasıl dua yapılması gerektiğine dair birçok ayetler gelmiştir. Yüce Rabbimiz dua edenin duasına icabet ettiğini şöyle buyurmaktadır.
“Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.”]
Birçok ayette nasıl dua etmemiz gerektiği bize öğretilmiştir.
Mesela günde beş vakit namazımızın her rekâtında okuduğumuz fatiha süresi bizler için çok büyük bir dua öğretilmektedir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır.
“(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil. “] Yatsı namazların peşine okuduğumuz bakara süresinin son ayetinde yine bizlere şöylece duada bulunmamız istenmektedir
“(Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâ’mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”] Al-i İmran süresinin ilk ayetlerinde ise şu şekilde dua edilmektedir.
“(Onlar şöyle yakarırlar): “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.”
Peygamberler her daim dua etmişler ve bizlere en güzel dua örneklerini sunmuşlardır.
Kur’an-ı Kerim’de birçok peygamberin dilinden bizlere dualar öğretilmektedir. Adem (a.s.) ve Havva Annemiz cennetten çıkarılmaları ile son bulan hadisenin akabinde Rablerine şöyle dua etmektedirler.
“(Adem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
İbrahim (a.s.) şöyle dua etmektedir.
“Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin. Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.” Zekeriya (a.s.) duası ise şöyledir.
“Orada Zekeriya Rabbine dua etti: “Rabbim, bana katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işitensin” dedi Hz. Musa’nın dilinden bir dua şeklide şöyledir.
“(Musa da) Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin! dedi. Hz. Musa’nın dilinden bizlere öğretilen ve hayatımızın birçok zamanında hatırımızda tutmamız gereken bir duada şöyledirاً
Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar. Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar. Bana ailemden birini yardımcı yap, Kardeşim Hârûn’u. Onunla gücümü artır. Onu işime ortak et. Seni çok tespih edelim diye, Seni çok zikredelim diye. Çünkü sen bizi hakkıyla görmektesin.”
Hz. Eyyub ise çektiği sıkıntılar için şöyle niyazda bulunmaktadır.
“Eyyub’u da (an). Hani Rabbine: “Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti Hz. Yusuf ise Rabbine şöyle niyazda bulunmaktadır.
“Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”
Ashab-ı Kehf ise mağarada şöyle duada bulunmaktadırlar.
“Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da, “Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır” demişlerdi.” Kur’an-ı Kerim’de Sevgili Peygamberimiz tarafından şöyle duada bulunulması istenmektedir. “(Resûlüm!) De ki: Bağışla ve merhamet et Rabbim! Sen merhametlilerin en iyisisin. Bazı ayetlerde ise Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimizin dilinden bizlere şu dualar öğretilmektedir.
De ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.”
Deki: “Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.”[27] Daha nice Peygamberin dilinden bizlere birçok dua öğretilmekte, istenilenlere ise icabet edileceği müjdesi bizlere verilmektedir.
Sonuç itibariyle;
Dua ibadetin özüdür.
Dua kulun Yaratıcısına yönelmesidir.
Dua kulların kulluklarının bir gereğidir.
Dua kulluk borcunun yerine getirilmesidir.
Dua hayatta karşılaşılacak sıkıntılara göğüs germede insana en büyük destektir.
Dua hayatımızın parçasıdır.
Dua Rabbimizin bizlere değer vermesine vesiledir.
Dua Rabbe giden yoldur.
Dua Peygamberler mirasıdır.
Dua ruhun Allaha yükselişidir.
Dua maddi ve manevi takviyedir.
Dua kardeşlerimize en büyük hediyemizdir.
Dua mazlumun sığınağıdır.
Dua duyarlı olmaktır.
Kur’an-ı Kerim’de ve Sevgili Peygamberimizin hadislerinde dua yapmamız istenmekte, dua yaparken tevazu içerisinde olmamız murad edilmekte, istenilecek her şeyin Yaratandan istenilmesi emredilmekte, birçok Peygamberin duada bulunduğu ve dualarına icabet edildiği örnekleriyle yaratılanlar duaya teşvik edilmektedir. Bizlerde kendisinden razı olacağımız bir hayatın arzusunu kuruyorsak Yüce Rabbimize karşı duada bulunmalı, O’na sığınmalı, O’ndan yardım beklemeliyiz.
Şu cuma vaktinde geliniz Rabbimize dua edelim.
Ya Rabbi! Dünyada mazlum kardeşlerimiz var. Suriye’de, Mısır’da, Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Myanmar’da, daha nice ülkelerde feryatlar, acılar arşa ulaştı. Ne olur kardeşlerimize yardım eyle.
Ya Rabbi! Vatan evlatlarını birbirlerine düşürmek isteyenler var. Milletimizi parçalamak vatanımızı bölmek isteyenler var. Ne olur fırsat verme.
Ya Rabbi! Dünyayı sadece kendi menfaatleri için kana bulamak isteyenler, her türlü zulmü insanlığa reva görenler var. Ne olur onların şerrinden Ümmet-i Muhammedi koru.
Ya Rabbi! Gönüllerimizi birleştir. Kalplerimize ülfet eyle. Vatanımıza dirlik, Milletimize birlik ver. Ümmet-i Muhammedin tek yürek olarak hareket etmesini bizlere lutfeyle nasip eyle.
Ya Rabbi! Hastalarımıza şifa ver. Dertlilerimize deva ver. Borçlu kardeşlerimize borçlarını ödeme kolaylığı ver.
Allah-u Teala yaptığımız ve yapacağımız dualarımızı kabul buyursun. Her daim duada bulunan kullarından eylesin. Dünya ve ahiret mutluluğu nasip etsin.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.