15 Kasım 2024 Cuma
MUSTAFA KEMAL’İN ASKERİ OLMAK
DİL KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİR DERTLEŞME (2)
Kaygıyla mı Yaşıyorsunuz? Endişe ile Başa Çıkmanın Çeşitli Yolları
Edirneli yine TAKSAV’daydı
EDİRNE’DE MAHALLE KÜLTÜRÜ -2-
Sanatta Özne Sorunu-2
Kıymetli Okurlarım : En Kalbi duygularımla saygı ile muhabbetle sevgi ile hasretle sizleri selamlıyorum . Cumanız mübarek olsun.
İnsan ve Kulluk
Mükemmel bir palana göre yaratılan ve ahenkli bir düzen içinde işleyen kainatta, her şeyin bir gayeye yönelik olduğunu görürüz. Elbetteki insanda bir gayeye matuf yaratılmıştır.
Bütün mahlukatın yegane yaratıcısı Rabb’imiz Allah (cc) mahlukat içerisinde insana seçkin bir yer tayin etmiştir. Allah (cc) insanı akıl, fikir ve üstün yeteneklerle donatmış ve buna mukabil insana bir takım sorumluluklar yüklemiştir. Hiç şüphe yok ki insan bu dünyaya sadece yiyip- içmek ve geçici zevkleri tatmin etmek için gelmemiştir. Aksine insan bu dünyaya belli bir gaye için gelmiştir.
Yine insan, beden ve ruhtan müteşekkil bir varlıktır. Bedenimizin maddi gıdaya ihtiyacı olduğu gibi ruhumuzun da manevi gıdaya ihtiyacı vardır. Ruhun en önemli gıdası sağlam iman ve ihlasla yapılan ibadettir. Bu durumda bize gösteriyor ki insan başıboş yaratılmamış bilakis bu dünyaya daha yüksek bir gaye ve sonsuz bir hayata hazırlanmak için gelmiştir.
Ne için yaratıldık?
Ben cinleri ve insanları (sırf Beni tanıyıp) Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat, 51/56)
Mealini verdiğimiz bu ayet-i kerime insanın yaratılış gayesinin; yüce yaratıcıya kulluk etmek ve her daim kul olarak kalabilmek olduğunu bildirmektedir.
Peki ibadet nedir?
İbadet: Allah (c.c.)’a ta’zim ve saygı göstermek emirlerine itaat etmek, O’na kulluk etmek demektir. Diğer bir ifade ile yapılmasını emrettiği, razı olduğu söz ve davranışlardır.
İbadet Allah (c.c)’a saygı ve itaatin en yüksek derecesidir. Böyle bir saygı yalnız Allah’a yapılır, bütün varlığını kendisine boçlu olduğu Allah’ın, kulları üzerindeki hakkı, kulların ise Allah’a karşı bir görevidir. Ergenlik çağından itibaren başlayıp, ölüm anına kadar devam etmesi gereken bu görev, sadece belirli gün, saat ve dakikalara bağlı değildir. Bütün hayatı kapsamaktadır.
Allah’a kulluk için yaratılan ve dünyaya gönderilen insan, “Elbette sizi korku, açlık; mallar, canlar ve ürünlerden eksiltmekle deneriz” (Bakara2/155) ayeti gereği çeşitli yönlerden imtihana tabi tutulmakta ve kulluk yapıp yapmadığı konusunda sınanmaktadır.
Ayrıca ibadetler dünya hayatında mutlu ve huzurlu olabilmenin, ahirette de ebedi mutluluğu yakalayabilmenin tek çıkar yoludur. Bu hakikat Asr suresinde özlü olarak ifade edilmektedir:
Asra and olsun ki, insan ziyandadır. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir). (Asr, 1-3)
İbadette bizim için maddi ve manevi pek çok faydalar olduğu bir gerçektir. Allah Teala bizim ibadetimize muhtaç değildir, fakat bizim İbadete ihtiyacımız vardır. İbadetin faydası da bize aittir.
İnsan hayatta çeşitli sıkıntılarla karşılaşır. Bazen ümitsizliğe ve bunalıma düşebilir. Böyle durumlarda, ibadetle bunalımlardan kurtulur. Çünkü ibadet sayesinde Allah’a yönelir, bütün umutların söndüğü anda O’nun sonsuz rahmetine iltica eder ve böylece huzura kavuşur.’
Yüce dinimiz ibadeti öyle esaslar üzerine bina etmiştir ki, özü muhafaza edilerek güzel bir şekilde ve devamlı olarak yapıldığı takdirde, beklenen neticeyi mutlaka temin eder.
İbadet, inananlara Allah katında değer kazandırır. İbadet görevini yerine getirmeyenler bu nimetten mahrum kalır. Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurulur:
(Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.” (Furkan 77)
Niçin İbadet Etmeliyiz
1) Allah Teala’nın Emri Olduğu İçin;
Ben cinleri ve insanları (sırf Beni tanıyıp) Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat, 51/56)
Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız. (Bakara, 2/21) gibi âyetler, insanın sorumlu bir varlık olduğunu, Allah (cc)’nın emri doğrultusunda daima kulluk bilinci ile hareket etmesi gerektiğini ifade etmektedir.
2) Verilen Nimetlere Karşı Şükür Etmek İçin;
İnsanı eşref-i Mahlukat olarak en güzel surette yaratan ve ona sayısız nimetler veren Allah’a hamd ve şükretmek gerekmez mi?
Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden (erkek ve kadın sularından) yarattık da onu işitici, görücü yaptık. Muhakkak Biz ona (doğru) yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör kafir!(İnsan, 76/2-
Bu ayetten de anlaşılıyor ki ibadetler; Allah (c.c.)’a şükretmenin göstergesidir. İnsan Allah (cc)’a ancak ibadetleri ve yaptığı salih amelleri ile teşekkür edebilir.
Yine;
Ben niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Siz de hep O’na döndürüleceksiniz. (Yasin, 36/22)
Ayetinde, mahlûkatın, yaratıcısı olan Allah’a itaat ve kulluk etmenin, aklın ve fıtratın gereği olduğu söylenmiştir. Şayet bir mantıksızlık varsa o da insanın kendisini halk etmeyen varlıklara kulluk etmesidir.
İbadetlerde Ölçü Ne Olmalıdır?
Allah Teâla ibadetlerde orta yolu tutmamız için, ibadetleri kolaylaştırmıştır:
يُAllâh sizin için kolaylık ister, güçlük istemez. (Bakara, 2/185)
Peygamberimiz (s.a.v) de:
Bu din kolaylıktır. Kimse (aşırı gayretle) dini geçmeye çalışmasın, (başa çıkamaz, yine de yapamadığı eksiklikleri kalır ve) galibiyet dinde kalır. (Buhârî, İman, 29) buyurmuştur.
Başka bir hadislerinde ise:
عHz. Enes (r.a) anlatıyor: Resûlullah (a.s) şöyle buyurdu: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın ve müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” (Buhârî, İlm 12, Edeb 80)
Bütün bu ayet ve hadislerden de anlaşılacağı üzere Allah (cc) insana taşıyabileceği kadar sorumluluk yüklemiş ve bu hususta kendisinden istenileni yerine getirmesi noktasında gayret göstermesini emretmiştir. Her şeyde olduğu gibi ibadetler hususunda orta yolun tutulması gerektiğini istemiştir.
İbadetlerde İstikrar ve Devamlılık
Yüce Allah (c.c.) ibadetleri, belirli gün ve gecelerde, belirli aylarda yada belirli yaşlarda değil; mükellef olduğumuz andan ölünceye kadar yerine getirmemizi emrediyor. Rabbimiz şöyle buyuruyor:
Sana ölüm gelip çatıncaya kadar Rabbine ibadet et! (Hicr, 15/99)
Çünkü kulluk ergenlik çağı ile başlayıp akıl başta olduğu müddetçe devam etmektedir. Kişinin kulluk vazifesi ancak kendisine ölüm gelip çatınca bitmektedir. Ölümünde kişiye ne zaman geleceği belli olmadığına göre kişi her daim hazırlıklı olmalı, ibadetlerle iç içe bir hayat sürmelidir.
Nitekim bir başka âyette,
Hz. İsa beşikte iken konuştuğunda) Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekat vermeyi emretti. (Meryem, 19/31) buyurulmuş ve kulluğun serüveni gözlerimizin önüne serilmiştir.
Ailene (ümmetine) namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir.
Hadis-i şeriflerde ise;
(İşlerinizde) orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki, hiç biriniz ameli sâyesinde kurtuluşa eremez ve Allah (c.c.) için amellerin en sevimlisi az da olsa devamlı olanıdır. (Buhari, Rikak, 18; 5983)
Hz. Aişe (r. anhâ) diyor ki: “Yanımda Benî Esed kabilesinden bir kadın vardı. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.v) içeri girdi ve: “Bu kimdir?” buyurdu. “Falancadır, geceleri hiç uyumaz, (ibadet yapar)” dedim. Resûlullah (s.a.v): “Sus, yeter! Size, tâkat getirebileceğiniz amel yaraşır. Siz (ibadet yapmaktan) usanmadıkça, Allah (c.c.) da (sevab vermekten) usanmaz. Allah (c.c.)’a en hoş gelen dinî amel, kişinin devamlı olarak yaptığı ameldir” buyurdu. (Zira asıl olan sonun güzel olmasıdır. Yani müslüman olmak ve müslüman olarak ölebilmektir. Allah (cc) bizlerden
Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün. Âl-i İmrân Sûresi
İbadetlerin devamlılığını ifade eden bir başka hususta şudur ki; Allah Teala’nın ibadetlerin yerine getirilmesi husunda sağlamış olduğu kolaylıklardır. Misal verecek olursak namaz ibadetinin belli şartları ve rükünleri vardır. Dinen mazeret sayılacak bir takım sebeplerden dolayı bunlar yerine getirilemezse Allah (cc) bu hususlarda bir takım kolaylıklar sağlamış, kişiye gücü yettiği kadar ve gücü yettiği şekilde bu ibadeti yerine getirme fırsatı vermiştir. Bu durum hem o kişinin ibadetten mahrum kalmamasını sağlamış hem de o kişiye Allah’ın emirlerine riayet etmenin haz ve mutluluğunu yaşatmıştır.
Bu da bize gösteriyor ki akıp giden zaman içerisinde kulluk ve onun gereği olan ibadetlerin de kesintisiz ve noksansız devam etmesi gerekmektedir. Mü’min, emanet olarak verilen hayatın, hiç ara vermeden tükendiğini unutmamalı ve kulluğun, sonsuzluğa uzanan çizgide sürekli devam etmesi gerektiğini aklından asla çıkarmamalıdır. İnsan sağlam bir imana sahip olmalı, imanın koruyucusu mesabesinde olan ibadetlerini yerine getirmeli, bu durumu bir hayat tarzı haline getirmeli ve gelmesi kesin olan ölümü bu hal üzere karşılamalıdır. Aksi takdirde insan koruması gerekenleri koruyamaz ve elindekileri de kaybeder. Bu durum ibadet hayatında geri adım atmak ve mânevî yönden mertebe kaybetmektir.
Halbuki ; Allah (cc)
إBir toplum inanç ve davranışlarını değiştirmedikçe, Allah (c.c.) da onların durumunu değiştirmez. (Ra`d, 13/11) buyurmakta ve sahip olduğumuz değerleri korumak noktasında insanın rolünü ortaya koymaktadır. Bu insanlar, inançlarını ve güzel hayat tarzlarını değiştirmedikçe, sahip oldukları nimetler ellerinden alınmaz. Bu gerçeği Allah (c.c.) Teâlâ Kur’an’ın bir başka âyetinde tekrar belirterek şöyle buyurur:
Bu, bir millet, kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri) değiştirinceye kadar, Allah (c.c.)’ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden böyledir. (Enfâl 8/ 53)
Bir toplum, ahlâkını bozarak kendisini değiştirir, iyi yanlarını terk edip kötü bir hayat tarzını benimsemeye başlarsa, o zaman Allah (c.c.) Teâlâ verdiği nimetleri ellerinden birer birer geri alır.
Bir zamanlar sahip oldukları değerlere sırt çevirdikleri ve onları büsbütün yitirdikleri için onları cezalandırır. Başka milletlerin boyunduruğu altına sokarak ezer. (Riyazü-s Salihin Tercüme ve Şerhi, Komisyon, s. 529, Erkam y.)
O halde yapmamız gereken ibadetleri samimi ve içtenlikle, riyaya kaçmadan, yalnız Rabbimizin rızasını gözeterek, kararlılıkla ve sürekli yapmalı; Yapa geldiğimiz güzel hasletleri terk etmemeli ve değiştirmemeliyiz. Bu hususta son derece dikkat etmeli ve amellerimizi boşa çıkaracak her türlü davranıştan sakınmalıyız. İnanç ve davranışlarımızı değiştirmek, akıbetimizi de değiştirecektir.
Görüldüğü gibi ayet ve hadislerde, ibadetlerde devamlılık emredilmiştir. Devamlı surette yapılan ibadetlerin az da olsa ara sıra yapılan ibadetten hayırlı olduğu anlaşılmaktadır. Zira devamlı bir şekilde yerine getirilen ibadet, az bile olsa Allah’a itaati, bağlılığı ve O’nu sürekli hatırlamayı ifade eder. Bu açıdan devamlı yapılan bir ibadet, devam etmeyen çok amelin kat kat önüne geçer.
Sonuç olarak;
İnsanın yaratılış gayesi kulluktur. Ve insan başıboş bırakılmayacaktır.
“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?” ( kıyamet 36)
Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız (Mü’minun 115) ayet-i kerimeleri bize bu gerçeği hatırlatmaktadır.
“Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr, 15/99) ayeti kerimesi gereğince kulluğun süreklilik ifade etmektedir. Dolayısıyla kullukta kesinti yoktur. Devamlılık onun temelidir. Bu açıdan kullukta tatil, izin, ara verme, istifa ve istirahat gibi dünyevi işlerde görülen kavramlar yoktur. Ancak kullukta, insanın fıtrî özelliklerine, sağlık durumlarına ve hayat şartlarına göre özel kurallar ve ruhsatlar vardır. İnsan, ergenlik çağından, ruhunu teslim edinceye kadar Allah’a kulluk yapmakla sorumludur.
Yüce Allah Kur’an’ın birçok yerinde müşriklerin itirazları ve inatlarına karşı; “Onlar, ne yaparlarsa yapsınlar, hangi hakarette bulunurlarsa bulunsunlar, seni ne şekilde incitirlerse incitsinler yılgınlık gösterme, tebliğ görevine devam et. Kulluk görevini ihmal etme. Secde edenlerden ol. Ölünceye kadar bana kulluk et” anlamında Hz. Peygamber’den ve ona tabi olan herkesten kulluğa devam etmelerini istemiştir. O halde kul olarak bize düşen kulluk bilinci içerisinde olmak ve ölüm bize gelince ye kadar samimi bir şekilde gücümüz yettiğince ibadetlere devam etmektir.
Yazımızı Merhum Muhammed Hamdi Yazır’dan yaptığımız bir alıntı ile bitirelim;
“Müminin, her gün “Kâinatta ben Allah’tan başkasına hürriyetimi veremem ve ancak O’na ve O’nun emrine boyun eğerim. İtaat etmeyi sever, isyandan nefret ederim, İyiliğe koşar, kötülükten sakınırım, iyiliğin başını da hakta bilirim. Allah’ın emrine uymayan, Allah hesabına yapılmayan hiçbir şeye ölürüm de baş eğmem. Çünkü ben yoktum, O beni var etti ve terbiye edip bana hürriyet verdi. Bu can, bu vicdan ve hürriyet bende O’nun emanetidir. Bunu yapan isterse sonsuz defalar daha yapabilir. Bundan dolayı O’nun yolunda her şeyi feda ederim. İstediği zaman yapabileceği, alacağı canımı da feda ederim, dünyayı da feda ederim. Bu uğurda acılara katlanır, iyilik ve hastalıklara göğüs gererim. Katlanamaz ve göğüs geremezsem ölürüm. O’nun emri gereği, zaten öleceğim. Ölürsem de böyle imanla, böyle bir dostlukla ölürüm. Başlangıcım toprak, sonum toprak olur. Allah’tan gelir, Allah’a giderim. İşte ben Allah’ın böyle bir kuluyum…” diyebilmesi ve buna içten bağlanması ne kadar büyüktür. İnsan için bundan daha büyük bir kuvvet, bir yücelik nasıl düşünülebilir? (Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, 1971, c.1, s.103)