evden eve nakliyat
DOLAR 34,5317 0.2%
EURO 36,4422 0.23%
ALTIN 2.957,940,79
BITCOIN 33669584,52%
Edirne
10°

HAFİF YAĞMUR

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Turan Şallı

Turan Şallı

18 Kasım 2024 Pazartesi

SOSYAL YOZLAŞMADA SULUKULE ÖRNEĞİ

SOSYAL YOZLAŞMADA SULUKULE ÖRNEĞİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İnsanlık tarihinde yoksulluk önemli bir olgu olmakla birlikte yakıcı ve yıkıcı etkileri bulunmakta, bulunmaya da devam etmektedir. Ekonomik yoksunluk veya yoksulluk bir toplumun yozlaşmasında önemli bir faktördür. Bir anlamda baş aktördür. Yoksulluk bireyin veya toplumların en temel gereksinimlerini karşılayamaması olarak ta izah edilir. Yoksulluk zamanla birey/toplumlarda sosyal kırılmaların yolunu açar. Bu kırılma ahlaki, kültürel, yozlaşma ile bütünleşince etik değerler tümden yok olmaya başlar. “Etik” denilen kavram; insanların kendi aralarında kurduğu bireysel ve toplumsal ilişkilerin temelini oluşturan değerleri, normları, kuralları doğru-yanlış ya da iyi-kötü gibi ahlaksal açıdan araştıran bir felsefe dalı olarak tanımlanır. Ahlak; bir toplumun iyi ya da kötü olarak kabul edilen davranışları belirleyen yazısız kuralların bütünlüğüdür.

Günümüzde etik değerlerin hızla içinin boşaldığını görmekteyiz. Bunun ana temelinden biri, kişilerin birbirleriyle olumsuz gelişen sosyal ve ekonomik ilişkileri, sosyal ağların özgürce kullanılması ayrı bir yer tutmaktadır. Yaşanan bu süreçler aynı zamanda etik değerlerin ortadan kalkmasına neden olmaktadır.

Etik değerlerin ortadan kalkması, davranışsal örüntüleri(ahlaki) sıradanlaştırmaktadır. Sıradanlaşma, içselleşmeye dönüştüğünde önce sosyal yozlaşmaya, ileriki safhalarda sosyal çürümeye dönüşmektedir. Sosyal yozlaşmanın ortaya çıkışında farklı etmenleri görmek mümkündür. Sosyal çürüme, sadece toplumsal anlamda olmamakla birlikte siyasal uzantılı da olabilmektedir. Siyasetçilerin izlediği söylem dili zaman zaman toplumun bir kesimini memnun ederken, diğer bir kesim de ‘bu kadar da olmaz!’ anlayışıyla tepki gösterebiliyor. Örneğin: ‘Bir kereden bir şey olmaz’, ‘küçüğün rızası vardı’ gibi söylemler, yaşanan olayları önemsizleşme,  içselleştirmeye yöneliktir. Bu süreçler, ahlaki normların dışına çıkılması anlamını da taşımaktadır. Bu yaklaşım doğal olarak ahlaki anlayışa da olumsuz yansımaktadır.

Yoksulluk olgusu, kişilerin temel ihtiyaçlarını gidermedeki zorluklar etik değerleri ortadan kaldırabilmekte,  insanları yeni arayışlara, oluşumlara, farklı kazanç türlerine sürüklediğine çokça rastlanmıştır.  Kimlik bazında incelediğimizde; İstanbul-Sulukule çarpıcı bir örnektir. Günümüzde eski yaşam varlığı ortadan kalkan İstanbul-Sulukule gece eğlence merkezlerinden biri olarak anıldı. Resmi emniyet raporlarına göre; mahalle de çok sayıda asayiş olayları, eğlence evlerinde gayri ahlaki işler dönüyordu. Mahallenin küçük bir bölümü kendi iç dinamiklerinde sosyal mekanlarında ticaret yapıyordu.

Romanların bir kısmı evlerinin bazı odalarını tipik bir meyhaneye dönüştürmüştü. Müzikli, dansözlü, alkol kokan odalardı. Bu işin ticaretini yapan Romanlar iyi de para kazanıyordu. Bu durumu gören diğer Romanlardan bir kısmı evini eğlence evine çevirmişti. Eğlence evleri kolay para kazanma aracına dönüşmüştü. Eğlence evlerinde neler yaşandığını mahalle sakinleri farkındaydı. Yozlaşma herkesin vicdanında saklıydı. Sokaklara taşan gürültüler ve hoş olmayan görüntüleri içselleştirmeyenlerden bazıları zaman içinde mahalleyi terk ettiler.  Eğlence evleri yaşam tercihi ve aynı zamanda ticari tercihti. En anlaşılır şekliyle içselleştirilmiş bir ticari kazanç şekliydi.

Devletin güvenlik kuvvetleri adına sosyal yozlaşma demese de, yasal adıyla illegal işler yapılıyordu. İllegal yapılar ortadan kaldırılmalıydı. Bir zaman sonra önce eğlence evleri, 2000’li yılların ortalarına doğru hızla Kentsel Dönüşüm Planları altında mahalle yok edildiğine ilişkin onlarca yazı yazılmıştır. Romanların ticareti sona erdirilmiş, yaşam alanları değiştirilmiş, kamu eliyle rant düzeni yaratılmıştır.

Devletin bu mahallede sosyal yozlaşma var diyemediği günlerde 1974 yılında “arkadaş” filmin ilk sahnelerinde sosyal yozlaşmaya, ahlaki çöküntüye örnek olarak Sulukule eğlence evi gösterilir.  Filmin kısa özetinde; eski arkadaşlar Cemil ve Azem(Yılmaz Güney) uzun yıllardır görüşmemişlerdir. İki arkadaşın normal bir meyhanedeki sohbeti, Sulukule eğlence evlerinden birine uzanır. Çalgılı çengili Sulukule eğlence evinde dansöz kızların üstleri çıplaktır.

Yoksulluktan zenginliğe adım atan Cemil’in sosyal statüsü değişmiş, yaşam kültürü de yozlaşmıştır. Bu yozlaşmada etik ve ahlaki değerler ortadan kalkmıştır.

             POLİTİK YOZLAŞMANIN TOPLUMA YANSIMASI

Yozlaşma önce birey, sonra da toplumları etkisi altına alır. Örf, adet ve gelenekler tahrip olur. İnsanların birbirlerine güvenleri kalmaz. Deyim yerindeyse kimin eli kimin cebinde olduğu belirsizleşir. Kamusal alana yayıldığında toplumsal buhrana dönüşür. Devlet içinde toplumsal yozlaşmanın en tehlikeli olanı politik yozlaşmadır. Halkın devlete olan güveni büyük ölçü de güvensizliğe yol açar, mutsuz ve gelecek endişesi derinleşir.

Politik yozlaşma devleti zamanla güçsüzleştirir, yasa dışı unsurların büyümesinin yolunu açar; mafya denilen yapılar toplumda korku, huzursuzluk ve güvensizlik yaratır.  Politik yozlaşmanın temeli; egemen olmanın para ekonomisidir. Politik yozlaşma karmaşık bir düzende; zimmet, siyasal kayırmacılık veya adam kayırmacılığı, lobicilik, rant düzeni, politik düzenbazlık en bilinenleridir. Bu özelliklerin ortaya çıkışı; ülkenin içinde bulunduğu yönetim sisteminin bir sonucudur. Kökleşmesi topluma yapılan en büyük kötülüktür. Politik yozlaşma devlet yönetiminin sağlıklı işleyişini etkiler, hak, hukuk, adalet mekanizmasının işleyişini zorlaştırır.

Yozlaşmanın siyasette derinlik kazanması bir toplum için en kötü olanıdır. İnsan damarlarındaki düzenli kan dolaşımının sekteye uğramasına benzer. Sosyal Yozlaşmanın diğer bir nedeni de toplumsal yoksulluğun büyümesidir. Yoksulluk günümüzde bir ülkede yaşanan yüksek enflasyonla orantılıdır. Yoksulluk konusunda merhum Süleyman Demirel’in sözleri siyasi tarihimizde örnek bir söylem dilidir. 1991 yılında enflasyon/yoksullukla mücadelede toplumsal tabakanın ağır etkilerine yönelik sözleri epey değerlidir. Bunlardan biri de “Avrupa yoksulluktan korkar” sözleridir. “Türkiye’de halk nasıl feryat etmesin, Türkiye’yi yönetenler enflasyonu politika haline getirmiştir. Bir devlet iki yakasını bir araya getiremiyorsa enflasyonun sebebini şurda burda aramayın, bizim devlet hesabını kitabını yitirmiştir. Bu hesabı derleyip toparlamak lazım. Bir kamu kesimi reformu lazım, finans reformu lazım. Bu kadar yüksek kredi maliyetiyle yatırım yaparak bir yere varamazsınız.” Sözleriyle ekonomik sorunları izah etmekteydi.

Günümüzde kamusal alanda derin yoksulluğun izleri görünmese de insanların kendi sosyal mekanlarında derin yoksullukla mücadelenin izleri bulunmaktadır. Halkın bir zamanlar “baba” lakaplı Süleyman Demirel’in sözlerini yabana atmamak lazım. “Bu hesabı derleyip toparlamak lazım, Avrupa en çok yoksulluktan korkar, enflasyon/yoksulluk, devletleri, milletleri yıkan bir hadisedir.”  Sözlerinin köklerinde sosyal çürümenin izlerini saklar.  İnsanlık tarihinde yoksul devletlerin sosyal refahını sağlamak için çokça mali kaynaklar geliştirdiğini ve sonuç olarak toplumsal bir refah sağladığını görürüz. Kapital kendini yenileyen bir olgudur. Sosyal Yozlaşmanın Sosyal Çürümeye doğru kayması toplumsal tehlikeye dönüşmesi anlamını taşımaktadır. Geriye dönüşü de pek mümkün gözükmemektedir.

Kaynaklar:

  1. https://www.youtube.com/watch?v=xczi-pgwFSM
  2. https://www.youtube.com/watch?v=rVZvbYdmpAs
Devamını Oku

DIŞ KAPININ DIŞ MANDALI MIYIZ?           

DIŞ KAPININ DIŞ MANDALI MIYIZ?           
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Anneme yıllar önce “Çingeneler “Zamanı” adlı sinema filminin orijinalini izletmiştim. Film tamamen Romanes (Çingenece-Roman dili) idi. Annem epey şaşırmıştı. Annemin ana dili Romanes olduğundan filmi çok iyi anlamıştı. “Tıpkı biz, değişen bir şey yok!” demişti. Film sahnelerinde yer alan Ganj Nehrindeki suya girme ritüeline “Bak işte bunlar bizim kakava’ya benziyor” demişti.

Türkiye’de Çingeneler zamanı 2009 yılında başladı. Siyasal uzantılı Çingeneler Zamanı, AKP’nin Roman Açılımıyla Roman yol haritası belirlenmeye çalışıldı. Sürecin Avrupa Birliği uyum çerçevesinde yürümesiyle Roman haritasında yeni ortaklıklar, Roman sivil toplumun hızla büyümesine vesile oldu. Avrupa Birliği Projeleri çok kişiyi heyecanlandırdı. Siyasette yer alma umudu hızla büyüdü. Ortaya büyük bir soru doğmuştu: MESELE NE? Esasen mesela ortadaydı: Roman sivil toplum için nüfus kazanma, tanınır olma, ekonomik kazanım yollarına sahip olmaydı. Bu koşullar altında süreci iyi kullananlar,  Avrupa Birliği Fonları ile tanınır hale gelmesi, basının parlattığı sözüm ona Roman hak savunucuları türedi. Çingene kurtarıcıları farklı argümanlarla Romanlar üzerinden ekonomik kazanımlara eğildiler.

AB fonları ile başlayan ortaklıkların bir zaman sonra ayrılıklara dönüştüğü de olmuştur. Romanların adaleti için ortaya çıkanlar, aralarında adaletli paylaşım gerçekleştiremeyince ortaklıklar yıkıldı. Türkiye’de Roman meselesinde iki figürü görürüz Hacer Faggo,  diğeri Elmas Arus’tur kendilerini buluşturan Avrupa Birliği fonları olduğunu “Çingene’nin Çalgısı Kakava’nın Kahkahası” isimli kitabımda yazmıştım. Hacer Foggo’ya yönelik eleştirilerim olmasına rağmen Roman mücadelesini önemserim. Hacer, Elmas ikili için “eski dostlar” diyesim geliyor ama gerçekte hiçbir zaman dost olamadılar. Aralarında örtülü bir fon yarışı vardı. Yarışın galibi her zaman Elmas Arus olmuştur.

Bu iki kişinin yarışı CHP içine de uzandığını görürüz. İnsani yaklaşımlar Hacer Hanım’ı korona virüs salgınıyla yaşam standartları iyice çöküşe düşen bazı Roman mahallelerine can simidi oldu. İlerleyen süreç ile CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi Koordinatörü oldu. CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşması”nda İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda şunları söylemişti:  

 “Sayın Genel Başkanım, sevgili konuklar; hepinize merhaba.

Türkiye, tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Cumhuriyet tarihimiz boyunca zor zamanlar gördük. Ancak yokluğu da varlığı da birlikte yaşadık, birlikte atlattık. Son 20 yıldır Türkiye’de gittikçe derinleşen yoksulluk, adaletsizliğe yol açıyor. Zenginin daha zengin, yoksulun ise daha yoksul olduğu ve bunun doğal karşılandığı bir zamanın içindeyiz. Bu memlekette eşitsizlik bu kadar derin ve yakıcı olmamıştı. Çünkü bu memleket bu kadar umursamaz ve bu kadar kötü bir yönetim anlayışı ile karşılaşmadı. Türkiye’yi her geçen gün daha yoksullaştıran bu adaletsiz sisteme karşı, CHP iktidarının ilk hedefi yoksulluğu kökten bitirmek olacak.” Diyordu.

CHP’de o dönemde önemli bir konumda bulunan Hacer Foggo, siyasetin kaypak zemininde son milletvekili seçim sıralamasında seçilme yeterliliği sağlayamadı. Son yapılan yerel seçimde İzmir’in Konak ve Karaburun ilçelerinde belediye başkan adaylığı da gerçekleşmemişti. CHP’nin yerel dinamikleri buna onay vermedi. CHP’nin yeni genel başkanı seçilmesiyle Kemal Kılıçdaroğlu’nun eski ekibinden olduğundan kendisinin dışarda bırakıldığını hissetti veya hissettirildi. Sitemini X hesabından — Hacer Foggo (@hacerfoggo) January 30, 2024 paylaşan Hacer Foggo: “Siz beni sığdıramadınız @herkesicinCHP’ye oysa ben sığınılacak bir liman değil, talana, yoksulluğa karşı mücadele edecek kamusal bir alan için aday oldum. Şimdi yine ülkenin her yanındaki o girilemeyen evler, o sokaklar beni bekler @eczozgurozel @veliagbaba @AylinNazliaka” diyerek duyurmuştu. Bu paylaşım diğer siyasi parti başkanlarının dikkatini çekti. Deva Partisi Genel Başkanı Babacan, ‘partimizin kapısı açık’ dese de Hacer Hanım ilkelerinden taviz vermedi. Mealen ‘etik olmaz’ diyerek teklifi reddetmişti.

ANITKABİR MERDİVENLERİNDE İZİ OLMAYANIN CHP İÇİNDE DE YERİ OLMAMASI GEREKİR.

Elmas Arus’un yıllar öncesi AKP’den milletvekili seçilme arzusu, şimdilerde CHP içinde sırasını bekliyor. CHP ile hiçbir ideolojik/organik bağı olmaması, Anıtkabir merdivenlerine yabancı olan birinin CHP içinde olması tuhaflıktır. Tıpkı Yüksel Taşkın’ın FETÖ yayın organı Taraf’ın yazarlığını yaptığı dönemde “Kemalizm ırkçılıktır” diyen kişinin CHP ‘den milletvekili seçilmesi de ayrı bir tuhaflıktır. Elmas Arus, Taşkın’ın şu anda danışmanı konumunda. Zannedersem CHP yönetimi kendisinin Türkiye’de Romanlar nezdinde toplumsal karşılığı olduğuna inanıyor.

Geçtiğimiz günlerde CHP’de yerelde Roman Koordinasyonu Kurulması gündeme geldi. CHP Genel Başkanı Roman bir milletvekili sözü de verdi.  Hem Roman Koordinatörlüğü ve milletvekili beklentisi çok sayıda Roman dernek yapılarını heyecanlandırdı. Koordinatörlük maaşlı çalışmak anlamındaydı.  Roman olmanın belki de en güzel haliydi.

Hayalleri olanlar sadece Hacer Foggo, Elmas Arus elbette değil, Keşan’dan Fahrettin Savcı’yı unutmamak gerekir. Yıllarca içinde yer aldığı AK Partinin İl Başkanlığına talip oldu. Medeni cesaret göstererek “İl Başkanlığına ben de adayım.” demişti.  Kendisi mealan “Roman isek bizde bu makamlarda yer alamayız mı?” Demişti. Roman kardeşim haksızda sayılmazdı. Bu makamlarda hep siz mi oturacaksınız? Biz Romanlar, dış kapının dış mandalı mıyız?

AK Parti Genel Merkezi tek adayla yani mevcut kişilerle yola devam kararı aldı. Roman kardeşimiz ‘Genel Merkez Kararına saygılıyım’ dedi. Demek zorundaydı, sistem böyle işliyor. Para gücü, nüfus gücü olmayanın siyasette zemin bulması çok zordur. Veya çok özel koşulların olması gerekir. Bir anlamda ‘bulunmaz Bursa kumaşı’ olmak gerekir. Eh o da olmayınca sonuç hüsran oluyor.

Çingeneler Zamanı mı? Eh sıkın dişinizi seçime kadar. Hem heyecanlarınız artar, yanında göbekte atarsınız. Ha aklıma gelmişken yazayım; seçimde dış kapının dış mandalı olmadığınızı anlatacaklar, karşılıklı göbek attıracaklar. Son sözü annemin sözüyle bağlayayım: “Tıpkı biz, değişen bir şey yok!”

KAYNAKLAR:

1-https://chp.org.tr/haberler/hacer-foggo-yoklukta-ve-yoksullukta-degil-varlikta-ve-hep-birlikte-zenginlesmede-bulusacagiz

2-https://kesanpostasi.com/fahrettin-savci-genel-merkezin-aldigi-karar-geregi-adayliktan-cekildi/

Turan Şallı

Roman Sivil Toplum Gönüllüsü Edirne Kent Konseyi Roman Çalışma Grubu Başkanı

Devamını Oku

SELİMİYE CAMİ AVLU KÖŞESİNDEN ÇALINAN KUŞ YERİNE KONDU

SELİMİYE CAMİ AVLU KÖŞESİNDEN ÇALINAN KUŞ YERİNE KONDU
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Turan ŞALLI

Edirne, Osmanlı tarihinde derin izler bırakan bir şehir olma özelliğine sahiptir. 1361 yılı Edirne’nin fethi sonrasında Bizans ve Roma uygarlığına ait çok sayıda taş anıt ve bulgulara rastlanmıştır. Dönemin dini mekânları zamana, yangınlara ve insan eliyle yıkımlara teslim olmuştur. Osmanlı’nın İslâm dininin güç gösterisi amaçlanarak Selimiye Camii inşaatı 1568’de başlamış,  1575 yılında tamamlanmıştır. Hristiyan halkların Ayasofya Kilisesinden daha büyük ve ihtişamlı olması hedeflenmişti. Öyle de olmuştu.

Selimiye Camii, mimarlık tarihinde dönemin en geniş mekâna kurulmuş dini yapı özelliğini taşımaktadır. Mimar Sinan’ın ‘ustalık eserim’ dediği Selimiye Camii ve külliyesi cami mimarisinin zirve yaptığı dönem olarak kabul edilmiştir. Camii tamamen kesme taşlardan inşa edilmiştir. İç bölümüyle 1620 m2 toplamda 2475 m2’lik bir alanı kaplamaktadır. Selimiye Caminin yapımı Avrupa’da Rönesans Dönemi sonrasına rastlar. Avrupa halklarından zenginlerin başlattıkları dış yapılarda taş mimarisinde bolca insan ve hayvan figürleri kullanılmaktaydı. Osmanlı döneminde dini yapıların dış cephelerinde insan ve hayvan figürlerine rastlanmaz, bir anlamda tercih edilmezdi.

                                                       CAHİLİ BOL BİR ÜLKEYİZ

Bizler maalesef millet olarak tarihsel bilinç yetersizliğine sahibiz. Yakın tarihimizi bilmezken, uzak tarihe de ilgi duymayız. Okumayan, bir anlamda cahili bol bir ülkeyiz. Tarih deyince daha çok dini yapıların varlığı aklımıza gelir. Bu bağlamda en büyük dini ibadethane Selimiye Cami ve Külliyesidir. 1575 yılında inşa edilen Selimiye Cami günümüzde Edirne için önemli bir turizm potansiyeline sahiptir. Gelen ziyaretçiler genelde caminin iç mekânlarına ilgi gösterirler. Başka uygarlık kalıntılarıyla ilgilenmezler, bunun nedeni; tarih kültürel eksikliğimizdir. Bunun bir örneğini Selimiye Caminin kuzey yönündeki bir köşede bulunan mermer tapınak sütununda görmek mümkündür. Halk arasında çifte kumrular veya çifte güvercinler olarak bilinen mozaik mermer sütun süslemesinde görmekteyiz.

2000’li yılların başlarında bir gecenin karanlığında kötü niyetli el veya eller güvercinin birini yerinden kırarak aldı, diğer kuş yalnız bıraktı. Adeta kuşların aşkına son verdi.  Her gün dibinden geçtiğim mermer sütuna yıllarca hüzünle baktım. Vakıflar Genel Müdürlüğü Selimiye Cami restorasyonu kapsamında tarihsel sütuna el atarak, yeniden hayat vererek, tarihsel mirası korudu.

Osmanlı dini yapılarında pek rastlanmayan kuş figürleri, Selimiye gibi muhteşem bir dini yapının bir köşesine neden konmuş olabilir? Bu konuya ilişkin herhangi bir yazılı kaynağa rastlanmamıştır. Rastlanmasa da bu konu da görüşler mevcuttur. Trakya Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünden emekli ve aynı zamanda iyi bir dost olan Prof. Dr. Engin Beksaç, 2021 yılında Anadolu ve İhlas Haber’e tarihi unsur hakkında şunları söylemişti: “Edirne’nin ilk kurulduğu dönemlerde bu bölge Edirne’nin kutsallarıydı. Burada çok sayıda Roma tapınağı var. Bu tapınaklardan en önemlisi Zeus’a adanmıştır. Bunun dışında arda kalan bu sütunun burada bulunması; Zeus tapınağından kalan bir parça sütundur. Sütun başlığı üzerinde halk arasında çifte kumrular, çifte güvercinler dense de kartal tasviri var” ifadelerini kullanmıştır.

Sütunun tahminen 1800 yıllık olduğunu yönünde değerlendirmede bulunan Engin Hocam, Mimar Sinan’ın böyle tarihsel kalıntıları koruma eğiliminden söz etmiştir. Şunu anlıyoruz ki anıt sütunu cami duvarına koyma fikri Mimar Sinan’a ait.  Günümüzde böyle eserleri koruma ve kollama misyonu bulunan Vakıflar Genel Müdürlüğü Selimiye Cami restorasyonu çalışmalarında Çifte kumrular figürlerine de el atmıştır. Yüklenici inşaat firmasında çalışan mermer işleme ustası titiz bir çalışma sonucunda orijinaline sadık kalarak çalınan kuşun yerine yenisini kondurmuştur. Böylece kuşların aşkı yeniden alevlenmiş oldu.

Gelinen durum itibariyle; Vakıflar Genel Müdürlüğüne, yüklenici firmaya ve mermer işleme ustasına teşekkür etmekten geriye bir şey kalmıyor diyeceğim ama diyecek şey elbette var. ‘ziyaretçisi bol olsun’ Engin Beksaç Hocam’ın dediği gibi, Edirne’de Roma Döneminden kalan en önemli hatıralarından olan anıt mermer sütun insan belleğinde yer bulsun.

Devamını Oku

CEMAL BEKLE VE HACER FOGGO OY DEVŞİRMESİ PEŞİNDE

CEMAL BEKLE VE HACER FOGGO OY DEVŞİRMESİ PEŞİNDE
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Turan Şallı

Roman Sivil Toplum Gönüllüsü Edirne Kent Konseyi Roman Çalışma Grubu Başkanı

Bir hafta önce ODATV, “Girilemez denen mahalleye girdik! Ege Mahallesinde neler oluyor! Erkeği hırsız, kadını fahişe” başlıklı bir haber yayımladı. Esasen başlık ta tartışmaya açıktır. Habere Roman kökenli bir dönem önceki İzmir milletvekillerinden Cemal Bekle ve Özcan Purçu’dan tepki açıklamaları geldi. Cemal Bekle, haberin nefret dolu ifadelerle Roman toplumunu hedef aldığını, kullanılan ‘Murtaki Teksas-Erkeği hırsız, kadını fahişe’ başlığı ve içeriği asla kabul edilemez” dedi. Ve sonrasında, medya mensuplarının nefret söylemi ve ayrımcılık konusunda eğitim alması gerektiğini belirterek, bu tür yayınların toplumdaki nefret algısını güçlendirdiğini, Roman toplumunun kriminalize edilmemesine istedi.

ODATV, mahallede yaşanan uyuşturucu sorununu, kısmen sosyal yozlaşmayı, sosyal ve ekonomik çarpıklığı, Roman eğlencenin içinde saklı dramları göstermesi Roman toplumunun kriminalize edildiği fikrini çürütmektedir.  Haberde nefret algıı, ayrımcılığın hatta dışlayıcı ifadelerin izleri bulunmamaktadır. Bizahati dertlerini ve çaresizliklerini anlatanlar yine Roman vatandaşlardır. Esasen Türkiye’de çok sayıda Roman mahallesinin durumu bundan farksızdır. Cemal Bekle’nin açıklamaları Romanların dertlerini, sosyal çöküntülerini gizlemeye yönelik olduğu açıktır. Haberde bir Roman: “Ben de madde kullandım. Cezaevinde yaklaşık 11 ay kaldım, benimki kavgadandı. Çok şükür bir şey kullanmıyorum, çok affedersiniz bu MET(uyuşturucu) pisliği affedersiniz kadını fahişe, erkeği hırsız duruma düşürüyor” demişti. Bu sözler adeta samanı alevlerdi. Oysa alev yıllardır devam ediyor.

                   ROMAN MAHALLERİNDE UYUŞTURUCUDAN AİLELER PARÇALANIYOR

İzmir CHP bir önceki dönem Roman meclis üyesi Ali Yangır, uyuşturucudan bir oğlunu kaybettiğini sitem içinde anlatmışı: “Buradaki söylem herkesi kapsamıyor. Bu “METE”(uyuşturucu) düşenler bu hale düştü, kızlarımız gidip fuhuş yataklarına düştü, çocuklarımız hırsız oluyor çirkin olaylar oluyor” diyerek yaşanan hadiselere dikkat çekmiştir. Haberin bir bölümünde karı koca uyuşturucu kullanan ailelerden söz edilmektedir.  ODATV’nin bu haberine “X “ sosyal medya üzerinden tepki gösterenlerden biri de CHP İzmir’den milletvekili adayı ve bir dönem gazetecilik yapan Hacer Foggo’dan geldi:

“ Bu haber mi şimdi girilmez denen mahalleye girmiş@gamzeislr girdiniz de ne oldu böyle bir başlık atılır mı böyle bu mu gazetecilik. O mahalleye çok girdim yıllarca ne yapılmış o mahalleye insanlar açlıkla yoksullukla mücadelede ediyor, çocuklar okula aç gidiyor, gençler işsiz, müzisyenler işsiz, kreş yok, sosyal bir merkez yok, spor alanları yok, amatem yok,  on yıllardır kim tutmuş ellerinden işte sizin gibi gazeteciler ön yargıyla başlık atar. Neden bu sorunlar orada bir düşünün orada her sabah okula aç giden çocuklardan utanır bu başlığı atarken”  paylaşımı yapmıştır.  Bu gelişmeler üzerine mahalle muhtarı Özer Kaleli : “ Odatv’nin İzmir Haber Müdürü Gamze İşler Hanım’ı ben davet ettim. Mahallemizin sorunlarını dile getirmesi için, her gün anneler babalar kan ağlıyor burada bu uyuşturucudan dolayı, bir yılda yedi gencimizi biz gömdük. Ben oğlumu kaybettim.” Açıklamasında bulundu.

Hacer Foggo‘nun “Ege Mahallesinde çok çalışmalar yaptım” söylemine muhtar ve vatandaşlardan “Hacer Foggo ne zaman bizim mahallemize gelmiş çalışma yapmış“ diyerek aktivist Foggo’nun Roman mahallesine hiç gitmediğini ifade ettiler.

ODATV’nin haberi yıllarca bilinen ve görmezden gelinen çok sayıda Roman mahallesinin sosyo-ekonomik, kültürel çıkmazları ve uyuşturucu sorunlarını yansıtmaktadır. Gerek Cemal Bekle gerekse Hacer Foggo,  Romanların sosyal ve ekonomik çaresizlikleri üzerinden siyaset devşirmeye çalıştıkları anlaşılmaktadır. Roman toplumunun sorunlarına oy devşirme üzerinden yaklaşılması ne kendilerine ne Romanlara faydası olmayacaktır. İkisinin de mercekleri doğru analizden uzaktır.  

Devamını Oku

KIRKPINAR’DA AYNI VAKA YAŞANMASIN

KIRKPINAR’DA AYNI VAKA YAŞANMASIN
2

BEĞENDİM

ABONE OL

         

Bu yıl tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşlerin 663. yılı gerçekleşti. Güreşlere ilgi Kakava ve Hıdrelleze göre çok sönüktü. Kakava/Hıdrellezin farklı bir toplumsal olguya sahip olması düşünüldüğünde sönük olmasının doğal olduğunu anlayabiliriz. Kırkpınar’da yerli halkın varlığına pek rastlanmadığını da gördük.  Kırkpınar’la özdeşleşen kuzu çevirmenin kilosu 1800 liradan satılması günümüz şartlarında normal olduğunu söylemek mümkündür. Alamayanlar büyük bir ihtimal uzaktan kokusunu burunlarına çekmekle yetinmişlerdir.

Kuzu çevirme aklıma ister istemez ağalık koçu geliyor. Bu yıl Kırkpınar’a 15 yıl ağalık yapan Seyfettin Selim, ‘yoruldum’ diyerek ağalığını sonlandırdı. Haklıydı da dile kolay 15 yıl Kırkpınar’a ağalık yapmakla kalmamış, sosyal sorumluluk olarak hizmetleri de olmuştur. Özetle harcadıkları Edirne’den İstanbul’a yol gider. Kırkpınar ağası olmak her kişinin harcı değilse de, medyatik kişilerin kendi reklamını yapmak için ağalık talepleri olmuştur. Bunlardan biri de Fatih Ürek’ti. Kendisinin girişimi reklam kokan hareketlerdi.   

Kırkpınar Ağalığı esasen gönüllük ve sevda işidir. Ne siyasi beklenti ne de ekonomik kazanımdır. 2022 yılında Kırkpınar başpehlivanı seçilen Cengizhan Şimşek’in derecesi, “doping” kurullarına riayet etmemesinden dolayı Türkiye Geleneksel Güreşler Federasyonu tarafından unvanı geri alındı. Başpehlivan Cengizhan Şimşek’in 9 Mart 2022 tarihinden bu yana elde ettiği tüm derecelerin iptaline, kazandığı ödül, kemer ve madalyaların iadesine karar verdi. Bu gelişmelerden sonra,  federasyon Kırkpınar Başpehlivanlığı unvanı Cengizhan Şimşek’ten alınarak diğer finalist Mustafa Taş’a vermişti. Bu durum biraz da 2019’da Kırkpınar Ağalığında yaşanan süreci anımsatıyordu.

Geçtiğimiz yıllarda bazı ağalardan belediyeye ağalık bedelini ödeyemeyen olmuştu.

 Edirne Tarihi Yağlı Kırkpınar Güreşlerine ağalık edenlerden halen sağ olanlar vardır. Hizmetleri Kırkpınar tarihinde yazılıdır, ömürleri bol olsun.

2024 Ağalık Koç Satış İhalesi 34 Milyon 571 bin 952 TL ihale bedeli ile 664. Kırkpınar Yağlı Güreşleri Ağası Ufuk Özünlü oldu, hayırlı uğurlu olsun. Ağa Seyfettin Selim, Kırkpınar’a ilişkin son sözlerine dikkat edilmesi yanında önemsenmesi gereken tarihi bir açıklamada bulundu: “Ağalığa katılmak isteyen birisi önce en az 500 bin lira Edirnespor’a bağışlayacak. Sonrasında ilk okuduğu bedeli ödeyecek. Hepsini değil, ilk okuduğu bedeli ödeyecek. Mesela ağalığa girdin ya, bedel okursun. Şimdi ben 25 milyon dedim, başkası 31 dedi. Herkes söylediği parayı ödesin. Yani önce bedel teminat mektubu alacak. Kırkpınar bu sene 23 milyondan açıldıysa, oraya teminat mektubunu yatıracak, nokta. En az Edirnespor’a veya Edirne’ye 500 bin lira, 1 milyon para bağışlayacak, ondan sonra çıkacak. Çıkmazsa ben hep buradayım bak. Ben her sene bağışlarım bunu. Mesela bu yıl Kırkpınar’da ağalık kaç liraya gitti, 35 milyona. Seneye katılacak kişi 34 milyon liralık teminat mektubunu yatıracak. Edirnespor’a en az 500 bin veya 1 milyon bağışlayacak. 35 milyonluk ihaleye girecek bir adam bu parayı yatıramazsa buraya girmesin zaten. Bir milyon bağış yapamayacak bir adam Kırkpınar’da ağırlığa girmesin. Reklam yapacaksa da, bu kadar ucuz olmasın” demişti. Benim anladığım kadar iş insanı Seyfettin Bey,  “Yeni bir ağalık bedeli ödememe” vakası yaşanmasın temennisinde bulunmuştur,  haklı mı haklı.

Roman Sivil Toplum Gönüllüsü Turan Şallı                     

Devamını Oku