1 1
Turan Şallı

Turan Şallı

19 Ağustos 2025 Salı

SİYASETTE KIRILMALAR VE KİŞİSEL ÇIKARLAR

SİYASETTE KIRILMALAR VE KİŞİSEL ÇIKARLAR
0

BEĞENDİM

Cumhuriyet tarihimizde siyasi partilerin kurulmasıyla birlikte, parti içi düşünce ayrılıkları yerini hep korumuştur. Kimi düşünceler bireysel, kimileri de toplumsal anlayışın ürünüdür.  Cumhuriyet’in ilk kurulan partisi CHP. Yeni kurulan devleti, ilk zamanlarda sadece CHP yönetimine bırakmama düşüncesinden farklı siyasi partiler kurulmasına rağmen etken olmayı başaramadılar. Cumhuriyetin kurucu kadroları ve Atatürk, devlet düzenini yeniden inşa edebilmek(ulus devleti) için toplumsal kalkınmanın şartı tarım politikalarından geçeceğine inanmaktaydı.  Halkın çok büyük bir çoğunluğu yoksul, cahil ve eğitimsizdi. Tarımda makineleşme olmadığından toprakların büyük bir kısmı üretim amaçlı kullanımın dışındaydı. Bir de en büyük dert ve sorun; Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde toprak ağalığı sistemi, köylü sınıfını ağanın kulları haline getirmesiydi.  (süreç yerini koruyor) . Özetle ülkede çok büyük bir oranda toprak eşitsizliği vardı. Toprak ağalık sistemi, sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi değildi. Trakya ve Ege bölgelerinde de irili ufaklı toprak ağaları yerini koruyordu.

Türk siyasal tarihinde 1930’lu yıllarda Aydın ili önemli bir siyasi figür ile tanıştı. Tam adı, Ali Adnan Ertekin Menderes idi.  1899 yılında Aydın’da doğdu. Varlıklı bir ailenin oğluydu.

Adnan Menderes,  yabancı okullarda iyi bir eğitim aldı.  1931 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi’nden Aydın milletvekili olarak seçildi. Bazı yazılı kaynaklara göre CHP saflarına katılmasını bizzat isteyin Atatürk idi. 1945 senesine kadar, TBMM’de komisyon raportörlüğü yaptı. O yıl Saracoğlu Hükümeti’nin gündeme getirdiği Toprak Kanunu tasarısını şiddetle tenkit ederek, komisyondan istifa etti. Partide yaptıkları muhalefetten dolayı, 12 Haziran 1945’te, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte, CHP Disiplin Kurulu tarafından ihraç edildiler. Sonradan bu üç kişi Demokrat Partiyi kurdular. Cumhuriyet’i on yıl yönettiler.

 11 Haziran 1945’te Şükrü Saracoğlu hükûmeti tarafından topraksız ya da az topraklı çiftçilere toprak dağıtmak amacı gütmekteydi. Toprak Kanunu ve Arazi Kullanımı Kanunu.  Madde 1 – Bu Kanunun amacı; toprağın doğal veya yapay yollarla kaybını ve niteliklerini yitirmesini engelleyerek korunmasını, geliştirilmesini ve çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak, plânlı arazi kullanımını sağlayacak usûl ve esasları belirlemekti.

Neden bu üç milletvekili şiddetle Toprak Kanununa karşı çıkıyordu, özellikle Adnan Menderes. Sebebi şuydu:  Hacı Ali Paşa dedesinden miras yoluyla kalan Aydın’daki Çakırbeyli Çiftliği ile Menderes Ovası’nın büyük bir çoğunluğuna sahipti.  Çiftliğin topraklarının yüzölçümü net olarak bilinmemekle birlikte, o dönemki tapu kadastro işlemleri resmi bir şekilde net olarak tutulmuş değildir. Arazinin sınırları değişik kaynaklardaki bilgilere göre o yıllarda tahmini olarak 40.000-60.000 dönüm civarındadır (Aydemir, 2019, s.22). Adnan Menderes,  Toprak Kanunu ile topraklarının elinden alınması kaygısı yaşıyordu.

Günümüzde Aydın ilinde siyasi çalkantı ve siyasi iddialar göğe ermek üzere.  CHP’de iki dönem milletvekili, iki dönem Aydın Belediye başkanı ve şimdi de Aydın Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Özlem Çerçioğlu’nun AKP’ ye katılma hikayesi. Rivayet muhtelif demek isterdim ancak, yazılanlar ve söylenenler rivayetin değil, siyasetin himayesinde olduğunu öğreniyoruz.  Özlem Çerçioğlu’da Adnan Menderes gibi Aydınlı. CHP’ye nasıl sızdığı bir muamma. Geçmişi toprak ağalı olmasa da sanayicilik yönü var. 14 Ağustosta parti değiştirdi.  Namı diğer ‘Topuklu Efe’. Herkesin bildiği Özlem Çerçioğlu’nun Jantsa’ diye bir aile şirketi var. Borsadaki hisseleri değer kaybediyordu, şirket zorda.  Yeni siyasi tercihi şirket hisselerine değer kazandırdı. Ticari ve siyasi kaygılarından dolayı siyasi taraf değiştirdi. Hakkında epeyce ciddi anlamda soruşturmaların olduğunu basından öğreniyoruz.

Merhum Adnan Menderes siyaset yaptığı dönemde Toprak Kanununa karşı çıksa da, zamanla kendi isteği ile topraklarının büyük bir kısmını kendi köylüsüne bırakmıştır. Siyasi yaşamında başarıları olduğu kadar başarısız olduğu siyasi alanlarda olmuştur. İki Aydınlı siyasetçiden tarihe geçen iki fotoğraf hazin olarak kaldı. Biri demokrasinin kuşatılması, diğerinin de Topuklu Efe’ olarak adlandırılan Özlem Çerçioğlu’nun topuğunun kırılması…

Devamını Oku

ATATÜRK VE CUMHURİYET DÜŞMANLARI

ATATÜRK VE CUMHURİYET DÜŞMANLARI
0

BEĞENDİM

Asıl adı Bahriye Tokmak idi. Manisa’nın bir köyünde yaşayan sekiz çocuklu bir Roman ailenin kızıydı. Yoksulluk içindeki yaşamı sesinin güzelliği ile değişti. Şarkıcı yapıldı, sesi güzel ama fizik güzelliği olmadığı kadar, okuma-yazması da yoktu. Kendisine sanat camiasına yakışır bir isim verildi. Adı Kibariye oldu. kibar olmalıydı. Sesinin güzelliğini kıskananlar ona “Çingene parçası” bile diyenler oldu. Türkiye onu, ‘Ben sanatçı değilim, şarkıcıyım, Roman’lığımdan da utanmıyorum’ sözleriyle bağrına bastı.  

Kibariye, 19 yaşındayken taksicilik yapan Tunay adıyla biriyle evlendi. Annesi evliliği hiç hazmedemedi, kendince damat kızına lâyık değildi. Kibariye şarkıcılıktan epeyce paralar kazanmaya başlamıştı. Damat sürekli Kibariye’nin paralarına çöküyor, Kibariye’nin parası ile zevk-i âlem yaşıyor, başka bir kadınla aldatıyordu. Bu duruma oldukça sinirlenen Kibariye’nin annesi Makbule, zaten hiçbir zaman kızına makul görmediği damadına Televizyon ekranlarından avazı çıktığı kadar bağırıyordu: ”Kızımın parası ile hava atıyor, şoför Tunay şoför Tunaaayyy,”  Bir zaman sonra Kibariye Tunay’ı boşadı. Şoför Tunay şaşalı günlerini geri de bıraktı.

Şoförlük mesleği insanlarımızın geçim kapısıdır. Emeğidir, alın teridir. Kimilerinin şansı yaver gider hayatı değişir. Bunlardan biri de bir dönem Necmettin Erbakan’ın ve Recep Tayyip Erdoğan’ın gönüllü olarak şoförlüğünü yapan eski milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı’dır. Kendisine bahşedilen milletvekilliğini iki dönem yapmıştır. Kamuoyu kendisini sosyal medya hesabındaki ‘Yeliz’ takma adıyla tanır. Geçtiğimiz günlerde kendi sosyal medya hesabından 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’i kanlı bir darbe olarak nitelendirmiştir.  Hızına alamayan bu şahsiyetsiz, Cumhuriyet’e “Çamuristan” deme cesaretini göstermiştir. Amacı Cumhuriyet’in meşruîyetine halel getirmektir.  Amacı Atatürk ve Cumhuriyet’e karşı olanların sesi olmaktır. Üstelik bu şahsiyetsiz, beğenmediği Cumhuriyet’in Meclis kürsüsünden iki defa milletvekili yemini etmiştir:

“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve

şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve

Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve

adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması

ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve

şerefim üzerine andiçerim.”

Ettiği yemine sadık kalmamış, şeref yoksunu olduğu paylaşımından da kendisini belli etmiştir. Kendisine bahşedilen milletvekilliğini aklınca ahde vefa olarak bu şekilde tamamlamıştır. Büyük Türk ulusunun vicdanında asla yer bulmayacak paylaşımı ve düşünceleri bazılarını memnun edebilir. Unutulmamalıdır; bugün ilkbahar ise,  sonbaharı da düşünmek gerekir. İnsanların hak etmeyecekleri makamlara getirilmesinin sonuçlarını yaşamaktayız. Ahmet Hamdi Çamlı, kendisine bahşedilen milletvekilliği sayesinde zenginleşmiş ve halen hak etmediği emekli milletvekili maaşı olmaktadır. Aldığı maaş kendisine haram olsun Yeliiizzz, Yeiiizzzy!

Turan ŞALLI

Edirne Kent Konseyi Roman Çalışma Grubu Başkanı

Devamını Oku

KIRKPINAR AĞALIĞI

KIRKPINAR AĞALIĞI
0

BEĞENDİM

Devletlerin tarihinde gelenek ve görenekler ayrıcalıklı bir öneme sahiptir. Doğal olarak tarihsel belleği de yansıtır. Gelenek ve görenekler; bir toplumda veya bir toplulukta çok eskilerden kalmış tarihsel yaşanmışlıkları saygın bir halde kuşaktan kuşağa aktaran olguların bütünlüğüdür. Bu olguya en iyi örnek, Edirne Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleridir. Osmanlı’nın Balkanlarda hâkimiyet sürdüğü dönemde oluşan Kırkpınar, yıllardır her yıl Edirne Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri olarak yapılmaktadır. Gelenekselleşen bu ata sporumuzun yaşatılması için yıllar öncesine dayanan Kırkpınar Ağalığı müessesesi oluşturulmuştur.

Kişinin gönül rızasına ve kabulüne dayanan ağalık müessesesi Kırkpınar etkinliklerinde yapılacak tüm harcamaların karşılanması anlamına gelir. İşin özünde yüklü miktarda para vardır. Gelenekselleşen ve bir kültür mirası olan güreş ağalığı, aynı zamanda Kırkpınar ağalığı ile bütünleşen kıyafet ile tamamlanır. Bugüne kadar tüm Kırkpınar ağaları, gelenekselleşen ağa kıyafetini giymiştir. Hatta 1980 yılında Roman kökenli Cemal Pul, gelenekselleşen Kırkpınar Ağa kıyafetini giymiştir. 

2025 yılı 664. Kırkpınar Ağası Ufuk Özünlü, Bu yıl giydiği ağalık kıyafetiyle oldukça eleştirildi. “Tarz güzel ama geleneksel değil” dendi. Eleştirilere hak vermemek mümkün değildir. Gelenekselleşen kıyafetin şekil değişikliğine uğraması, kültür bozulmasına sebep olacağı endişesine yol açmaktadır. Ne yazık ki, günümüzde kültürel öğeleri korumak daha zor hale gelmiştir.

Örneğin: Romanların bin yıllık geleneği olan Kakava’da suya girme ritüeli, dilek dileme geleneği günümüzde modernizasyon altında yozlaşmıştır. Kakava Romanların bayramı olmaktan çıkmıştır. Romanların Kakava ve Hıdrellez kıyafetleri de özünden kopmuştur.  Türkiye Toplumunun son 25 yıl içindeki toplumsal ve kültürel değişimin farkındayız. Ayrıca Türkiye sosyolojik bir değişimin içindedir. Kırkpınar Ağası Ufuk Özünlü’nün durumu biraz da buna benziyor. Kendisi Kırkpınar Ağalık kıyafetini modernize etti. 2026 yılı ağalık ücretini de yeniden revize ederek, 40 Milyon 664 Bin 665 TL’ ye yükseltti.

PARAYI VEREN DÜDÜĞÜ ÇALAR

Globalleşen dünyamızda gelenek, göreneklerin değişime uğramaması mümkün değildir. Ayrıca Edirne halkının Kırkpınar’a ne kadar sahip çıktığı da sorgulanmalıdır. “Tarz güzel ama geleneksel değil” sözlerine katılmamak mümkün değil. Şu da bir gerçek, ‘parayı veren düdüğü çalar.’

Devamını Oku

  ROMAN VATANDAŞLAR ATATÜRK VE CUMHURİYET’E MİNNET BORÇLUDUR.                                           

  ROMAN VATANDAŞLAR ATATÜRK VE CUMHURİYET’E MİNNET BORÇLUDUR.                                           
0

BEĞENDİM

Heinrich Karl Bukowski, Amerikalı yazar ve şairdi.  1920 yılında Almanya’da doğmuş, 1994’te Amerika’da vefat etmiştir. Yoksul Amerikalıların sosyal, kültürel ve ekonomik ortamından etkilenmiştir. Etkilenme sonuçlarını farklı anlatımlarla okurlarına sunmuştur. Dönemin Amerika’sında yoksul tabakanın içine düştüğü yaşam zorluğunu ve eğilimi sosyolojik olarak öne çıkardığını görürüz.  Afrikalılar, ezilmiş sınıflar, yaşamın bataklığında boğuşan kadınlar yazılarına konu olmuştur.

Bunlardan biri de hayat kadınları ve Çingenelerdir. Bukowski, sosyolojik eğilimle, “Hayat kadınlarını ve Çingeneleri severim, biri namuslu numarası yapmaz, diğeri milliyetçilik ayağına yatmaz.” biçiminde yorumlar. Yazarın hayat kadınlarını ve Çingeneleri aşağılamak gibi bir düşüncesi olmadığı açıktır. Yazar, farklı iki sosyal kimlik için gerçekçi bir yaklaşımın içindeki ruh halini yansıtır. Dürüst ve samimiyetin vurgusunu öne çıkarır. “Diğeri milliyetçi ayağına yatmaz” demekle, yüzyıllardır yaftalanan, toplumun ötekileştirdiği Çingenelerde milliyetçi duyguların güçlü olmadığına vurgu yapmıştır. Esasen yaşam kültürü, toplumda kabul görülmeme, milliyetçi düşünceye set örmüştür. Tabi ki bu söylem ve anlatım dili dönemin Amerika’sında olmuştur.

Günümüz de bu söylem, Türkiye’de yaşayan Roman vatandaşlar için ifade edilemez. Türkiye’de yaşayan Roman/Çingeneler Cumhuriyet’le bağdaşık ve Atatürk ile barışıktır.  “Her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldık!” söylemini defalarca duyduk. Hatta bu sözü bir dönem önceki Roman kökenli İzmir Milletvekili Cemal Bekle, katıldığı bir resmi toplantıda iştahla söylemişti. Romanlar bağlamında, milliyetçilik kavramı Atatürk Milliyetçiliğidir. Romanlar kültürel bağlamda eleştirilebilir, ancak Türklük, Atatürk ve Cumhuriyet birliği konusunda tek bir olumsuz söz edilemez.

Ülkemizde kimlikleri ayırmak, sınıflandırmak veya siyasi ideoloji savunucusu yaratmak hiçbir ülkemiz insanının hayrına olmayacaktır. Cumhuriyet tarihimizde ne yazık ki, zaman zaman farklı dini örgütlenmeler veya yoksul toplumsal sınıflar üzerinden siyasi rant kazanımı siyasi tarihimizde hiç eksilmemiştir. Romanlarda bu duruma dâhildir. Cumhuriyet Çingeneleri tarihsel kodları sebebiyle yaşamın merkezinden uzak tutmasına rağmen yaşam haklarını her zaman korumuştur.  

-Avrupa’da yaşayan Çingene topluluklar sürekli farklı yerleşim alanlarına sürgün edildiler.

-Toplumsal şiddete ve katliamlara maruz kaldılar.

-İsteyen beğenmediği bir Çingeneyi hemen ağaca asması normaldi, cezası da yoktu.     

-Çingene kadınlar kısırlaştırıldı.

-Çingeneler köle olarak kullanıldı.

Bunların hiçbiri Cumhuriyet’te yaşanmadı. Bu nedenle, Çingeneler Atatürk’e ve Cumhuriyet’e çok şeyler borçludur. Maalesef günümüz siyasetinin arka yüzü, Roman vatandaşları Cumhuriyet’e ve Atatürk’e yönelik karşı pozisyon aldırmaya çalışıyor (1934 İskân Yasası’na bağlı olarak). Peki, Roman vatandaşlarımız buna boyun eğer mi? Yakında çıkacak olan yeni kitabımdan küçük bir ayrıntı vereyim:

“Tarih çoğu zaman kendi içinde bulanık kalmışsa da kesin olan; padişahlar Çingene çocuklarından hiçbirini Devşirme Sistemi’ne tabi tutmadı. Çünkü Çingenelerin genetik kodlarında biat kültürü oluşmamış, kula kul etme anlayışı gelişmemiştir.”

                                                                                                             Turan ŞALLI

Devamını Oku

TÜRKİYE’DE ÇİNGENELERİN DEMOKRASİ MÜCADELESİ

TÜRKİYE’DE ÇİNGENELERİN DEMOKRASİ MÜCADELESİ
0

BEĞENDİM

Çingene topluluklar, içinde yaşadıkları devletlerin siyasal rejimlerine muhalefet olma gibi bir gayretleri olmadıkları bilinmektedir. Bunun en büyük etkileri demokrasi bilincine yeterince sahip olmadıkları, ekonomik yoksunlukları kendilerini bu düşüncelerden sürekli arındırmıştır. Bu durum, aynı zamanda yoksullukla sindirilmiş toplum özelliğine dönüştürülmüştür.  En büyük eksiklikleri hak arama bilincinin olmamasıdır.  

Doğal olarak, Çingene topluluklar kendi aralarında etno-kimlik duygusu gelişmemiştir. Sürekli sosyal yaşamın uçlarında kalan, ezilmiş, hor görülmüş olmalarının da payı vardır. Sürekli yönetenlerin insafına kalmış uygulamalarda yerini kabullenmiştir. AKP iktidarının Roman Açılımıyla kimliğini, benliğini yeniden şekillendirme adına Roman sivil toplum yapıları kurulmuştur. Bu yapıların hak arama mücadelesinin yoksunluğunun son yıllarda siyasal yapılanmalara döndüğünü görmekteyiz. Sivilleşmesini tamamlayanların Roman Dernek başkanlarının bazıları siyasal iktidarın siyaset payandasına soyunduğunu, beklentisinin gerçekleşmemesi sonrasında kendisine siyasette yeni mevziler aradığı da açıkça görülmektedir. “Kıymeti kendinden menkul’ olan bu kişilerin amacını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Siyasette kendine uygun mevzi alanları yaratamayanların, çareyi siyasal parti kurma girişimlerine yöneltmiştir. Bu girişimler aynı zamanda Romanların siyasi bir parti etrafında bütüncül olarak toplanması, siyasal bir güç haline getirilmesi anlamını taşımaktadır. Burada sorulması bir soruyu bir tarafta tutmak gerekir; Roman kimliğinin oy devşirmek için siyasette pazarlık haline getirilmesi mi olacak?  Özü itibariyle Çingene gruplar siyasi kimlik olmayı günümüz itibariyle reddeder. Yazımı nereye bağlayacağıma gelince; Cumhuriyet tarihinde Çingene toplumlardan siyaset mekanizmasında iki Roman milletvekili mecliste temsil yetkisine haiz oldu. Bazı Romanlara ilham kaynağı olan vekil olma süreçleri başladı. Umutlarını yitirenlerden bazıları, yeni siyasal parti kurma gayretine düştüler

2020 yılında Edirne’ye Kocaeli’nden biri gelmişti. 10 Kasım Pazar, Atatürk’ün vefat ettiği bir günü seçmişti. Antik Hotel’de düzenlediği cılız bir basın açıklamasıyla Romanlar güya artık kendi göbeklerini kendi kesecekti. AKP iktidarına ayar veriyordu. Hüseyin Akbulut, Türkiye’de kuracağı bir partinin müjdesini vermişti. Adı da,  ‘Güzel Parti’, Romanlara şukar(Güzel) parti yakışırdı.  Enteresan ve tuhaf olan yanı, adam Edirneli değildi, memleketi Kocaelinde niye basın açıklaması yapma gereği duymadı. Kısa bir internet aramasıyla adamın uyuşturucuyla Mücadele Derneği Başkanı olduğunu, CHP saflarında siyaset yaptığını, milletvekili seçilmesi için olanaklar sağlanmasını, imkanın verilmemesiyle AKP saflarında kendine yer bulmaya çalıştığını, bu da gerçekleşmeyince birilerinin kendine verdiği gazla harekete geçmişti. Kendisine verilen gaz LPG değil, hidrojen gazıydı. Gazın uçucu etkisiyle epeyce havalandı. Bazı yazarlara göre; Romanlar iktidarın Roman Açılımını yetersiz bulmuş,  örgütlü bir toplum yapısında, demokratik katılım süreçlerinde etkili olmaları,  sosyal sorunlarını, ezilmişliğe, dışlanmışlığa karşı mücadele edeceklerdi.

Romanlarında siyasal bir güç haline geleceğini açıklayan İşçi emeklisi Hüseyin Karabulut, daha sonraki zamanlarda kuracağı partinin sadece Romanlara değil, tüm ezilmişlerin sesi olacağını beyan ediyordu. Heyecanı hayli yüksek olan Hüseyin Akbulut, parti kurma işini tüm Roman toplumunun kabul sonrası olmadığı, kendisini destekleyenlerin Roman olmayan kişilerden olduğu belirmeye başladı. Akbulut, olgunlaşmayan bir meyvenin daldan düşmesine benzer bir anlayışla yola çıktığı, kendi sosyal medya paylaşımlarından anlaşılmaya başlamıştı.

Türkiye’de kendisini ilk eleştirenlerin biri de bendim. Bir ara sosyal medyadan bana mesaj göndermişti. Bana sitem ediyordu. Kendisine, ‘olgunlaşmayan bir meyve gibi ortaya çıktın,’ mealinde yazarak,  ‘vizyonu, misyonu yetersiz ve niteliksizsin’  demiştim. Çünkü bu tip kişiler Roman meselesini farklı siyasal mecralara götürme olasılığı her zaman vardır. Akbulut, kurduğu partinin sadece Romanlara özgü olmadığını söylemesi sonrası, Abdal, Dom, Lomları da parti çatısında görmek istediğini açıkladı. Bu gruplarla birlikte on milyon bir nüfusa sahip olduklarını, baraj sorunu bulunmadığını, en az beş milyon bir seçmen kitlesine sahip olduklarını iddia ediyordu. Özetle; siyasette etkin olacakların açıklamıştı.  Burada en önemli konu; Güzel Parti, Türkiye’nin daha demokratik bir sürecin inşasında aktif rol oynayabilecekler miydi? Olgunlaşmamış bir ağaçtan düşen bir elma gibi ortaya çıkan Akbulut, Güzel Partiyi Türkiye’nin daha bir demokratik gelişmesinde önemli bir rol üstlenme başarısını halen gösteremedi. En büyük hatası Türkiye’de Romanların örgütlü bir mücadelesinin olmadığı, etnokimlik yaklaşımları benimsemediği, halen büyük bir çoğunluğu devletin sosyal politikalarına muhtaç olduğu gerçeğini iyi analiz edemeyişidir. Bu özellikler doğal olarak Roman vatandaşların temel haklar ve özgürlükleri gündeminde tutmamasından kaynaklanmaktadır.

Çingene topluluklar diğer etnik veya sosyal gruplara benzemezler, bütüncül anlamda kültürel felsefesi Güzel Parti’ye yakınlığını zorlaştırmaktadır. Görünmeyen bir yüzü de sosyolojik taban Güzel Partiye ihtiyaç duymamaktadır. Çünkü bunun koşulları Kürt toplumundan epeyce farklıdır. Akbulut’un temel yaklaşımı kimlik odaklı, ezilmişler, ötekiler üzerinde konumlanmıştır. Demokrasi vurgusu temel önceliği de olmadığı anlaşılmaktadır.

2023 genel seçimlerine katılamayan Güzel Parti başkanı ikinci tur seçimlerinde iktidarı destekleyeceğini tüm Romanların kendisine saygısından dolayı oylarını iktidardan yana kullanacağını beyan etmişti. İyi güzel de, arkanda Roman toplumu yok! Ortaya çıkan sonuç siyasetten bana ne düşer anlayışından başka bir şey değildir. Romanların büyük bir kısmı kendilerine sunulan devletin sosyal yardımlarını bir lütufmuşçasına alıyor, Roman Partisine ihtiyaç duymuyor.

Türkiye’de ikinci kimlik siyasallaşmasını Doğuş Partisinde görmekteyiz. 2021 yılında Gaziantep Abdalların kurduğu partidir. Romanlar parti kurar da Abdallar kuramaz mı?  Doğuş Partisinin genel başkanı benim 15 yıl önce bir toplantıda tanıştığım ve konuştuğum bir kişidir. Siyasal heyecanını o yıllardan bilirim. Karalar, çokça milletvekili aday adaylığı süreçlerinden geçmiş, ancak hiçbir zaman beklentisine kavuşamamıştı.  Karalar 2019 yılında Gaziantep Büyükşehir Belediye başkanlığı seçimlerine bağımsız olarak katılmış, seçilme yeterliliğine sahip olamamıştı. Mahmut Karalar’ın başkanlığında kurulan Doğuş Partisi, “ülke genelinde kimsesizlerin kimsesi olmak için yola çıkıyoruz” demişti.

Gaziantep’te yaşayan abdalların sayısının 35 bin civarında olduğuna dikkat çeken Karalar, “Örgütlü olduğumuz için şimdi sesimizi daha gür çıkartıyoruz. Gençlerimiz çok eğitimsiz, işsizlik ve fakirlik had safhada. Ben iktidar partisinden milletvekili aday adayı olduğum halde derdimizi kimseye anlatamadım. Gaziantep, Kahramanmaraş Türkoğlu, Hatay, Oğuzeli, İslahiye, Nurdağı, Keferdiz,  gibi pek çok il ve ilçede örgütlendik.  Barış, Karşıyaka, Serinevler, Çıksorut, Yukarıbayır başta olmak üzere birçok mahallede varız. Horasan’dan gelmiş Türkmen aşireti olarak Türkiye’nin her yerinde varız. Bu varlığımızı ve gücümüzü seçimlerde göstermek istiyoruz. Tüm siyasi partilere eşit mesafedeyiz.  Ancak, kendi adayımızı çıkararak yerel seçimlerde varlığımızı ve gücümüzü ispatlayacağız” demişti.  Mahmut Karalar, farklı bir siteminde; medyanın kendilerine yer vermesini isterken, 41 ilde örgütlenerek medyada yer verilen partilerden daha fazla oy alacaklarını söyleyip, aksi bir durumda partiyi kapatacağını belirtmişti. Yapılan seçim süreçlerinde temsil ettiğine inandığı, Abdal aşiretlerden ve kimsesizlerin kimsesi olmasını hedeflediği kesimlerden yeterli ilgiyi ve desteği göremedi. Yani Abdalar Doğuş Partisini yarı yolda bıraktılar.

Doğuş Partisi Genel Başkanı Mahmut Karalar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 Ocak’ta düzenlenen “2023 Roman Buluşması-Yüzyılın Romanını Birlikte Yazıyoruz” programındaki açıklamalarına tepki göstermişti: “Türkiye’de 8 milyon Abdal ve Dom toplumu olduğu halde neden bizler yok görülüyoruz” demişti. Karalar; “Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgesinde yaşayan birçok toplumumuz bu konudan huzursuz olduklarını bizleri arayarak, mesaj atarak beyan ettiler. Bugün Türkiye’de 8 milyon Abdal ve Dom toplumu olduğu halde neden bizler yok görülüyoruz ve birçok partinin Roman göstererek bizleri silmelerinin anlamı nedir, ne amaçla böyle kararlar alınıyor? Türkiye’nin Trakya bölgesi dışında Romanın olmadığını beyan etmek istiyorum, tabii ki Romanlar bizim kardeşimiz ve diğer halkımız da huzursuz olduklarını ve her gittiğimiz toplantılarda bunu dile getirdiklerini söylemek istiyorum.” Demesi ayrı bir sitemdir. Öncelikle şunu bilmekte fayda vardır; Roman kimlikli vatandaşlar diğer sosyal gruplara nazaran daha bir görünürlük içinde olmuşlardır. Siyasetçiler oy devşirmenin nerelerden çıkacağını çok iyi bilmektedirler.

Hem Güzel Parti, hem de Doğuş Partisinin en büyük eksiği ve hatta hatası, temsil ettikleri grupların sosyolojik yönlerini iyi analiz edemeyişleridir. İki partinin de arkasında kitlesel bir halk desteği yok. Bunu iyi bilen siyasiler bu partilerle siyasal birlik kurmaya ihtiyaç duymamaktadırlar. Yazımın üst bölümünde yer aldığı üzere; sosyolojik taban siyasette kendisine zemin aramıyor, Roman toplumu ve diğer Roman gibi yaşayan toplumlar olsun, kendi yaşamlarını adeta kast sisteminde götürmeye devam ediyor, Toplumsal bir hak mücadeleleri bulunmamaktadır. Bu yaklaşımlar doğal olarak siyasal mücadeleyi güçsüzleştirmektedir.

Devamını Oku
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler