09 Eylül 2024 Pazartesi
Ercan Kerman
Gülçavuş’taki evimizden arabayla yola çıktık. Niyetimiz Enez’e gitmekti. Fakat araba yola çıktığı zaman acayip sesler çıkarmaya başladı. Doğrusu motorda bir arıza var diye çok korktum. Deniz evindeki yan komşumuz Almanya’da BMW fabrikasında Uzun yıllardan beri çalışıyordu. O da baktı motorda bir şey yok. Sen bu haliyle Keşan’a kadar gidebilirsin orada sanayide bir baktır dedi.
Keşan’da sanayide kimseyi tanımıyordum her yıl muayeneyi önce gaz ölçümü yaptırdığım güzel Oto’ya gittim. Biz sadece LPG’li araçlara bakıyoruz dediler. Peki bana tavsiye edeceğiniz bir usta var mı? diye sordum. Hemen arka blokta Hasan usta var dediler. Hasan Usta’yı buldum. Arabayla deneme turuna çıktı. Geldi kapı içlerinden olabilir dedi. 4 kapıyı da yağladı. Arabayı kaldırdı. Kaportanın eteklerinden ses yapabilecek yerleri vidaladı. O arada senin sileceklerde eskimiş çocuğa 200 lira ver yeni silecek takalım dedi. Çocuk motosikletle gidip silecekleri getirdi. Onları hemen yerine taktı. Tekrar deneme turuna çıktık. Ses tamamen kaybolmuştu.
O zaman ayaklarımın suyu erdi. Denizde evin önünden değil de, karayollarının o taraftan giriyorduk. O yol da son derece bozuktu. Toprak yolda çok fazla tondela vardı. Arabanın tüm vidaları oynayacak gibi tır tır gidip geliyorduk. Herhalde o zaman bu ses oluştu.
Tekrar konumuza dönersek Hasan Usta bizim arabayla bir saatten fazla uğraştı.
Borcumuz ne kadar usta diye sordum.
Bir şey yapmadık ki Borcun yok dedi.
Ben de sonradan çok pişman olacağım bir iş yaptım. Çıkardım yüz lira verdim.
Paramızın bu aralar çok hızlı değer kaybetmesi dengelerimizi de bozdu. Yüz lira ile ancak iki tek köfte alabilirdi. Sonradan pişmanlığım o yüzden. Bu tok gözlü ustanın bir şekilde tanıtılması gerekiyordu. Bu yazıyı kendisinden İzin aldığım için yazıyorum.
Birkaç gün sonra Edirne Emniyet Müdürlüğü’nden telefon ettiler. Oğlum Komiser Cem Kerman (şimdi devreleri Emniyet Müdürü) 4 Eylül 2011’de Tunceli’de hanımı ile birlikte şehit edilmişti. O gün her yıl olduğu gibi kabri başında alma töreni yapılacaktı. Bizim katılmamızı için arıyorlardı. Tabii ki o gün Edirne’de idik. Ertesi gün tekrar Gülçavuş’a dönerken Hasan Usta’ya iki kutu kavala kurabiyesi aldım. Birini orada dağıtırsa diğerinde evine götür diye düşünmüştüm.
Bu güzel insanın dükkan tabelasının resmini çektim. Yazı ile birlikte bu resmide basmalarını isteyeceğim.
İyilikler ödüllendirilmeli.
İyilik, güzellik teşvik edilmeli.
Ercan Kerman
Gazetemiz YENİGÜN her görüşe ve düşünceye saygılı yaklaştığından her konuda yazan, yazar sayısı epey fazla. Ben yazmaya ara verdim. Fakat bu yıl yaşanan aşırı sıcaklar birçoklarının dengesini bozarken beni yazmaya teşvik etti.
Biraz abuk sabuk konuşan olduğunda “Daha dur bakalım, patlıcan sıcakları da var” denirdi. Yani patlıcan sıcaklarında rıski dengelerin biraz daha bozulacağı düşünülürdü. Bu sıcakların bir baka adı da “Orak sıcaklarıdır”. Bu aylarda ekinler olgunlaşıp elle yani orakla biçilip, harmanda dövülmesi bir ay gibi zaman alırdı.
Bu sıcaklardan sonra “Pastırma yazı” gelirdi. Pastırma yazında öğlen saatlerinde sıcak olsa da gece sıcaklık düşer rahat nefes alınabilirdi.
Şimdi öyle mi? Havadaki nem oranının yüksekliğinden gece de sıcaklık devam ediyor.
Dünyamızda ekvatorun kuzeyinde dört mevsim yaşanan bir kuşak vardır. Medeniyet bu kuşakta gelişmiştir. Ve nüfus yoğunluğu da bu kuşaktadır.
Dünyamızın etrafından dönen uydularının çoğunluğu bu kuşak üstünde döner. Televizyon da ülkemizin de bulunduğu bu kuşağın sıcaklık değerlerine bakıyorum. Japonya’dan Çin’e, New York’a kadar bu kuşağın her yeri 30 derece civarında yani küresel ısınma dedikleri yavaş yavaş yerleşiyor. Gelecek yılların yazları da sıcak olacak.
Su kullanımı ile ilgili tedbirleri almamız gerekiyor. Gerçi evlerde kullandığımız su oranı yüzde on civarındaymış. En çok su tarımsal sulamada kullanıyormuş. Öyleyse alınacak önlemlere oradan başlamamız gerekiyor. Vahşi sulama teknikleriyle yer altı sularını iyice derinlere kaçırdık. Konya ovasındaki Obruklar bize açık uyarı veriyor. Ama dinleyen kim? Herkes tasarrufu komşum yapsın diye düşünüyor. Meşhur hikayedir.
Kasabadaki işgal komutanı o gece her ailenin meydandaki fıçıya bir ibrik şarap getirip dökmesini emretmiş. Herkes diğerleri şarap getirdiğinde ben su döksem farkedilmez diye düşünmüş. Netice fıçı suyla doluymuş.
Bizim yeraltı suyu kullanımımızda bunun gibi. Herkes fedakarlığı başkanlarından bekliyor. Kendisinin özel olduğunu, her şeyi yapabileceğini düşünüyor.
Yazımı tatlıya bağlamak istiyorum. Her kış haberlerde Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası yurda giriş yaptı diye anlatılır ya işte bu kışta ilk gelecek olan soğuk hava dalgasının büyük bir törenle karşılanmasını teklif ediyorum.
Hatta bir komite kurularak, yapılacak hazırlıkların planlanmasını istiyorum.
Bu sıcak günlerde soğuk espriler bile serinletmeye yetmiyorsa ben ne yapayım.
Kalın Sağlıcakla.
Geçen yıl neşeli bir kafile ile Doğu turuna gittik.
Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan Erzurum’a Vardığımızda kar yağıyordu.
Erzurum’un gezilecek yerlerini gezdik. Atatürk’ün Konak yaptığı müziği epey etkileyiciydi.
Ülkenin Amerika’nın Teksas eyaleti kadar yüz ölçümüne sahip olsa da her köşesinde ayrı ayrı bir güzellik bulunuyordu. Doğasıyla tarihiyle yaşanmışlıklarıyla gezmeye doyamaz insan.
Oradan Kars’a geçtik uzatmadan anlatayım İshak Paşa Sarayı ani Harabeleri gibi görünmesi gereken her yerleri gördük
Sıra geldi trenle dönüşe. Kars’tan bindiğimiz tren hareket eder gibi oldu. Sonra beklemeye başladık.
Elektrik sisteminde arıza varmış diyenler oldu. Trenin çeken marşandiz değiştirilecekmiş diyen oldu.
Bilirsiniz insanoğlu bu gibi durumlarda bir senaryo yazar, ortaya atar. Birkaç zaman sonra gerçekmiş gibi kendi de İnanır.
Fakat benim söylemek istediğim bu rötardan dolayı hiç kimse oflayıp puflamıyordu.
Kompartımanlar arası ziyaretler, sohbetler kesintisiz devam ediyordu.
Başka zaman olsa şu gün Ankara’da şu işim vardı, her şey aksadı… filan muhabbetleri olurdu.
Hiç kimse neşesinden bir şey kaybetmemişti.
Normal yaşamda da böyle relax yaşayabilsek dedim.
Neşeli gruplar müzik eşliğinde trenin koridorlarında dans ederek dolaşıyorlardı. İstersen onlara katılabilirdin. İstersen kompartmanın kapısını açıp onları seyredebilirdin. Ama kafamı dinlemek istiyorum. Kitap okuyacağım veya camdan dışarısını seyredeceğim dersen kapını kapat kendi dünyana çekilebilirsin. Hayat gibi değil mi?
DOĞU EKSPRESİ
Doğu Ekspresi ile Kars’tan Ankara’ya geldik.
Bazen dağları deldik. Akarsularla kardeş olduk yol bazen oyuk üstünden atladığımız nehirlerde oldu.
Uyuduk uyandık gittiğimiz hep yoldu.
Yolculuğumuz yaşamımız gibiydi.
Varacağımız yer heyecanlı değildi.
Koyverdik zamanın ipini seyrettik manzaranın güzellini.
İki üç saatlik rötarlar sıkıcı değildi bizim için. Zamanın ağır akması güzellikleri sergiliyordu biçim biçim.
Trenin koridorlarında dünya gibi şenlik var.
Katılmak zorunda değilsin.
Uykun var gibisin.
Kapat kapını çek camının perdesini
Uzan ranzana onun gerisini.
Molalar hayat gibi. Gezdik Sivas ve Divriği.
Erzincan’da gezildi şelale, her yerde bol nevale.
Uzun yıllar hayat mücadelesi diye
Koştuk sütçü beygirleri deli deliye
Doğu Ekspresi sakin liman
Ağır akıyor zaman
Bundan sonra böyle yaşayacağım
Ağzındaki sakızı bile tadını çıkaracak çatlatacağım
Telaşe müdürlerine lafım yok. Aslında çok.
Banka, havale Nevale …
Herkes yaşasın bildiğince
Günü geldiğinde ben gideceğim
Gülerek, ağlayarak ve sevinecektim diyeceğim
Günü geldiğinde ben de gideceğim
Ankara’da gezildikten sonra hızlı trenle İstanbul Halkalı’ya geldik. Bizi bekleyen aracımızla da gecenin ilerleyen saatlerinde Edirne’de idik.
Doğu ekspresinde hissettiklerimi şiirleştirmeye çalıştım. Aşağıda okuyacağınız şiir o duygularla yazıldı. İnşallah beğenirsiniz.
Kalın sağlıcakla.
Ercan Kerman
Doğu Ekspresi ile Kars’tan Ankara’ya geldik.
Bazen dağları deldik. Akarsularla kardeş olduk yol bazen oyuk üstünden atladığımız nehirlerde oldu.
Uyuduk uyandık gittiğimiz hep yoldu.
Yolculuğumuz yaşamımız gibiydi.
Varacağımız yer heyecanlı değildi.
Koyverdik zamanın ipini seyrettik manzaranın güzellini.
İki üç saatlik rötarlar sıkıcı değildi bizim için. Zamanın ağır akması güzellikleri sergiliyordu biçim biçim.
Trenin koridorlarında dünya gibi şenlik var.
Katılmak zorunda değilsin.
Uykun var gibisin.
Kapat kapını çek camının perdesini
Uzan ranzana onun gerisini.
Molalar hayat gibi. Gezdik Sivas ve Divriği.
Erzincan’da gezildi şelale, her yerde bol nevale.
Uzun yıllar hayat mücadelesi diye
Koştuk sütçü beygirleri deli deliye
Doğu Ekspresi sakin liman
Ağır akıyor zaman
Bundan sonra böyle yaşayacağım
Ağzındaki sakızı bile tadını çıkaracak çatlatacağım
Telaşe müdürlerine lafım yok. Aslında çok.
Banka, havale Nevale …
Herkes yaşasın bildiğince
Günü geldiğinde ben gideceğim
Gülerek, ağlayarak ve sevinecektim diyeceğim
Günü geldiğinde ben de gideceğim
Ankara’da gezildikten sonra hızlı trenle İstanbul Halkalı’ya geldik. Bizi bekleyen aracımızla da gecenin ilerleyen saatlerinde Edirne’de idik.
Doğu ekspresinde hissettiklerimi şiirleştirmeye çalıştım. Aşağıda okuyacağınız şiir o duygularla yazıldı. İnşallah beğenirsiniz.
Kalın sağlıcakla.
Ercan Kerman
Şehit olan oğlum komiser Cem KERMAN ve gelinim öğretmen Dilay adına her yıl Oryantiring Federasyonu tarafından yarışmalar düzenleniyor. Bu yarışmalara bizi ve dünürlerimizi de davet ediyorlar. Bu yılki yarışma yılbaşına yakın Muğla’da idi. İki gün süren yarışmalar pazar günü akşam üzeri bitti. Bizde dönüş yoluna koyulduk. Fakat kış olduğu için gece çabuk bastırdı ve yorgunduk. O yüzden Burhaniye’deki tanıdıkların evinde bir gece konaklayıp yola devam etmeyi daha uygun bulduk.
Uzatmayacağım ertesi sabah dinlenmiş vaziyette yola çıkacağa hazırdık. Ha birde unutmadan söyleyeyim kaldığımız yazlık –kışlık ev ISI POMPASI ile ısınıyordu. İlk defa orda gördüm. Hem ekonomik hem de çok sıcaktı. Buzdolabı motoru gibi ufacık bir motor aynı mantıkla gazı sıkıştırıp, bırakarak ısıtma ve soğutma yapıyormuş. Yani fazla elektrik harcamıyordu.
Yazdan kalma bir gündü. Nasıl olsa vaktimiz de vardı, Burhaniye pazarını da gezelim dedik. Şans bu ya o gün pazar kuruluyormuş.
Pazarda birçok tezgahta mantar vardı. Kırklareli’nin kanlıca mantarına benzer, yaprak şeklinde kıvrımlı mantarlarına yerel adı MELKİ mantarıymış.
Pazarı gezerken yaşlı bir adamın önünde iki tane ahşap meyvelik, bir-iki tane kepçe ve 5-6 tane tahta kaşık gördüm. Bu meyveliklerden daha büyüğünü Midilli adasından pazarlıkla 50 Euro’ya almıştım. Gerçi o meyvelik ceviz veya zeytin ağacından yapılmıştı ve çok güzel cilalanmıştı.
O meyveliği gelinim Edirne’ye geldiğinde çok beğendi. Ben de ona hediye ettim. O kadar sevmiş ki taşınırlarken ta Amerika’ya kadar götürmüştü.
Bu gördüklerim kalitesiz ağaçlardandı. Ve üzerinde adamın keser izleri görünüyordu. Yani kabaca yontulmuşlardı.
Fiyat sordum. Tanesi 100 lira dedi. Ben ağız alışkanlığı ile alırsam yanında bir de tahta kaşık verir misin? dedim.
Adam hemen tepki verdi. Kaşık yirmi beş lira, ben bundan ancak günde bir tane yapabiliyorum dedi.
Çok utandım ve hemen parayı verip aldım. Sonra ne işe yaradığını sordum. Hamurla ilgili bir şey söyledi ama anlamadım.
Edirne’de bu objeye zımpara atıp, cilaladım. Resimde gördüğünüz şekilde geldi.
Hala o bölgedeki insanların nerede ve nasıl kullandıklarını bilmiyorum. Siz ne dersiniz?
Adamcağız günde bir tane yapabiliyormuş. Satabilirse yüz lira alacak. Bir porsiyon köfte beş tane ve iki yüz lira. Demek ki bir gün çalıştığında alacağı iki buçuk köfte. Eski laflar geçiyor zihnimden “YE MEMET, KAYIŞ GİBİ KÖFTE”. Köfte ile ilgili başka söz bulamadım. Ama aklıma başka bir söz geldi.
Dağdan kestim kereste
Kuş besledim kafeste
Dünya dönüyor aheste aheste.
Evet dostlar biz olsak da, olmasak da dünya dönmeye devam ediyor aheste aheste.
Kalın sağlıcakla.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.