30 Temmuz 2025 Çarşamba
Enez’deyim yine her temmuzda olduğu gibi. Bu yıl her zamankinden daha sıcak bir yaz mevsimi yaşıyoruz. Televizyon haberlerine bakılırsa birçok bölgemizde sıcaklık rekorları kırılıyor birbiri ardınca. Yangınlar yok ediyor doğal hayatı. Yeni bir terör ile karşı karşıyayız. Küresel bir kuraklık felaketine doğru koşuyor gibiyiz.
Dert bir tane değil elbette. Bugün kendi vazettiği değerler manzumesini bile unutan Batı medeniyeti, Yontma Taş Devri’ne öykünerek, adeta hem insanlığın hem de dünyamızın başına bela olmaya başladı.
”EGO”nun doymak bilmez iştahı ve vahşi kapitalizmin durmak bilmeyen despotizmi küresel bir zorbalığa dönüştü. Gazze, insanlığın yok edildiği bir vahşet ve soykırım cehennemi… Eduardo Galeano’nun dediği gibi; “Dünya dev bir tımarhaneye ve dev bir mezbahaya çevrilmiş durumdadır.”
Ruhsal motivasyonunu kaybetmiş, yüce ideallerden habersiz, sürü kompleksine mıhlanmış, her türlü etik değerden arındırılmış, alınterine yabancılaşmış ve ruhu sömürgeleştirilmiş insanlarla emperyalizmin bu vahşi ve vandal saldırganlığına direnmek de kadim zamanlardaki kadar kolay değil elbette.
Tabiatı da kendi barbarlıklarına kurban etti çağdaş firavunlar. Yağmurlar sevgilinin gözyaşları gibi çisil çisil, ılık ılık dökülürdü bulutlardan. Bereket yağardı baharda kışta. Tanrı bile esirgiyor rahmetini artık. Ya aylarca yağmıyor, yağdığında da gök devriliyor sanki üstümüze. Seller sular götürüyor betona hapsolmuş kentlerin cadde ve sokaklarını. Rahmet felakete dönüşüyor.
İklimler kendini inkar eder hale geldi. Yaz mevsiminde yağmura, kış aylarında kara hasretiz nicedir. Yol boyunca gördüğüm ayçiçekleri boylanamamış bile, ölgün, bitkin. Nehirler can çekişiyor susuzluktan. Belki de bundan sonraki zamanlarda su savaşları belirleyecek ülkelerin geleceğini. Su hayat çünkü. Hayatımıza bunun için kastedecekler istikbalde.
Yaz geldiğinde, yazlıkçılar sahildeki evlerine döndüğünde Enez’de her yıl aynı sorunla boğuşuyor insanlar. Deniz pırıl pırıl, berrak. Ama deryanın dibinde suya hasret kalmak kötü! Yeraltı suları daha derinlerde artık. Yazın nüfusu üçe dörde katlanan Enez’e yetmiyor su kaynakları. Belediyenin en önemli işi kenti susuz bırakmamak olmalı. Bunun tedbirleri daha imar planları yapılırken, nüfus patlaması yaşanmadan alınmalıdır. Yeni kuyular sezon başlamadan bulunmalı, su analizleri zamanında yapılıp kuyular devreye sokulmalıdır. Ama olmuyor işte.
Belediyenin önemli gelir kaynağı olmasına rağmen maalesef sahil bandında hiçbir çalışmasına şahit olamadık yine. Sitelere doğalgaz hattı için kazılan yollar olduğu gibi duruyor. Alt katlarda işimizi görecek kadar aksa da üst katlara çıkmayan sular halkı bezdirmiş durumda. Sivrisinekle mücadele çok yetersiz.
Muhalefet belediyelerinin imkanları sınırlı, kabul. Ama ben eğer tüm vergileri tıkır tıkır ödüyorsam, hizmetin de hakkım olduğunu söylemekten geri durmam.
“Ne kalem yazabildi halimizi,
Ne de cümleler anladı bizi.
Ünlem şaşkın,virgül eğri,
Bir noktaya gizledik dertlerimizi..” diyor. Cemal Süreya.
Ben tam tersine, gizlemiyorum dertlerimizi, yazıyorum işte; bazen içimi dökmek için, bazen de dertlerinize ortak olmak için.
Uğur Dündar, köşesinde alıntı yaptı; PKK terör örgütü elebaşlarından Behzat Çarçel, “Terörsüz Türkiye” sloganının kendileri açısından ne anlama geldiğini şöyle açıkladı:
“Biz Türk Cumhuriyeti’ni zorlayacağız. Dönüşmek zorundadır; başka bir yolu yoktur. Türkiye’de yasal, anayasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Hâlâ tam tanımlayamıyor. Yani sürekli ‘terörsüz Türkiye’ diyorlar. ‘Çatışmasız, şiddetsiz Türkiye ya da Kürdistan’ diyelim buna. Doğru ifade edelim. Yüz yıllık hatta iki yüz yıllık Kürt inkâr gerçekliği vardı. Şimdi varlık ispatlandı, yeniden inşa edilecek. Yeniden inşa edilirken Türkiye Cumhuriyeti devleti ya da Kürdistan demokratik ulusu içinde nasıl tanımlanacak? Kürtler kendini nasıl ifade edecek? Hangi yasal çerçevelere konulacak?”
***
PYD lideri Salih Müslim ise Erdoğan’ın “Türk Arap, Kürtlerin ümmet birliği” üzerinde durması hakkındaki sorusuna gülerek “Bu ümmet fikri, Emevi, Abbasi, Osmanlı dönemlerinde kaldı. Araplar dediğiniz zaman 22 devlettir. Hangisiyle birlik kuracaksın? Zamanı geçmiş bir fikirden bahsediliyor. Türkiye’deki halkların birliği için yapılabilir, ona bir diyeceğim yok ama federalizm olabilir, konfederalizm olabilir. Yalnız herkesin kendisini özgür hissetmesi gerekir…” diye cevap verdi.
Yani ister PKK açısından isterse Suriye PKK’sı olan PYD açısından “Terörsüz Türkiye”, “Terörsüz Kürdistan ve federasyon veya konfederasyon” olarak anlaşılıyor.
***
“Terörsüz Türkiye” denilerek aslında Türkiye’nin terörle mücadeleyi bırakması esas alınıyor.. Peki terör örgütü silah bırakacak mı?
Özdemir Paşa’nın İngilizlere karşı direnirken karargâh olarak kullandığı mağaranın önünde 30 tane silahı yakmak olsa olsa İngiltere’nin Türklerden rövanş alması anlamına gelir.
Yoksa terör örgütünün bütün silahları ile birlikte, PYD/YPG’ye katıldığı bir sır değil… Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Mart ayında, “PKK’nın Türkiye’den, Irak’tan, İran’dan gelmiş 2 bine yakın kadrosu şu anda SDG yönetiminin tepesinde oturuyor. Herkes zannediyor ki Mazlum var, Mazlum Suriyeli, Mazlum orayı temsil ediyor. Bu bir yalan. Mazlum ile siz bugün konuşun, Ahmet Şara ile konuştuğu zaman Mazlum gelip iki kişiye hesap vermek zorunda. PKK’nın askeri kanadı Suriye Komiseri Fehman Hüseyin, sivil kanat Suriye Komiseri Sabri Ok. Bunlara hesap vermek zorunda… Bunlar da bundan gelen bu hesabı alıp Kandil Dağı’ndaki PKK yönetimine anlatmak zorundalar. Şimdi bu örgütün bu hiyerarşik yapısı ortadayken, Amerikalıların, Avrupalıların hâlâ bunlara destek veriyor olmasının bir sebebi var: PKK’nın verdiği hapishane hizmetleri. DEAŞ tutuklularını hapishanede tutma karşılığında orada bir yalan üzerinden Suriye topraklarının üçte birini işgal ediyorlar.” demişti.
Son olarak da Abdullah Ağar, “Irak’taki 12- 13 bin PKK’lının Suriye’ye geçtiğine dair son derece önemli bir veri var” diye açıklama yaptı.
***
AKP, MHP ve DEM Parti, “Terörsüz Türkiye” sloganını, Türkiye’yi Türk Arap Kürt konfederasyonuna çevirmek için kullanıyor. AKP’nin bunu ümmet fikrine dayandırmaya çalışmasını, Salih Müslim bile gülerek karşılıyor! Devlet Bahçeli ise “yeni bir milli kimlik” ve “kurucu anayasa” diyerek, Erdoğan’ın söylemlerine zemin hazırlamaya çalışmıştı zaten.
CHP’nin de sadece “ümmet siyaseti”ne itirazı var!
Aslında bütün bu yapılanlar, Türkiye’nin Anayasal düzenini cebren ve hile ile değiştirme girişimdir. “Cebir nerede, hile nerede?” denilebilir. Devletin yönetim sistemini “hileli referandum” ile değiştirenler, devleti ve milleti tamamen yıkıp yerine başka bir devlet ve millet yapısı getirmek için “Terörsüz Türkiye” ve “ümmet birliği hilesi” ile yine devletin gücünü kullanıyor, daha ne olsun?
Arslan BULUT
Yeniçağ Gazetesi
19 Temmuz 2025
Sürecin adını nasıl belirlediğiniz önemli. Barış süreci diyenler var, yeni bir açılım süreci diyenler var, BOP süreci diyenler var, Yeni Anayasa süreci diyenler var, yeni Osmanlıcılık süreci diyenler var, koltuğu kaptırmama süreci diyenler var…var oğlu var! Önce bu kafa karışıklığını halletmemiz lazım.
Adını ne şekilde telaffuz ederseniz edin ama bu projenin Türk milletinin ve aziz Cumhuriyetimizin hayrına olmadığı çok açıktır. En azından ben öyle düşünüyorum. Sebepsiz değil elbette.
Bir kere terör örgütüyle barış müzakeresi yapılmaz. Teröristle mücadele edilir.50.000 kişinin katline ferman yazanları, çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek demeden masum canlarımızı katleden canileri muhatap almak akla ziyan bir davranıştır. “Asla pazarlık olmayacak” denilse de, DEM’in Eş Genel Başkanı “Sürecin sekteye uğramaması için 20 maddeden oluşan taleplerimizin kabul edilmesi şarttır.” şeklinde açıklama yapmaktan çekinmemiştir.
Silah bırakma gösterisi tam bir tiyatrodur ve PKK’nın propagandasına hizmet etmekten başka bir işe yaramamıştır. ABD’nin İngiltere ile birlikte büyütüp beslediği ve son sistem silahlarla donattığı bu taşeron örgütün yaktığı sadece 30 adet kaleş tüfektir. Böyle silah bırakma mı olur!
Yerli yabancı siyasetçi ve basın mensubunun özel davetiye ile çağrıldığı
bu göstermelik oyuna asıl aktörler niçin katılmamıştır acaba? Türk milletinin tepkisinden çekinilmiş olabilir mi? Silahların seri numaraları alınmış mıdır? Hangi silah ile hangi evladımız şehit edilmiştir? Biz Nato üyesi olduğumuz halde bu silahlar onlara niçin verilmiştir, neden verilmeye devam edilmektedir?
Sorulacak çok soru var. Mesela; Siz CHP’yi ve bazı belediye başkanlarını seçimden önce terör örgütüyle ortaklık yaptıkları ve onlarla DEM’lendikleri için suçlamadınız mı? Seçim kazanan başkanları ve en başta Ekrem İmamoğlu’nu DEM’le “kent uzlaşısı” yapmakla suçlayıp hapse tıkmadınız mı? Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkmış, üçlü ittifak kurduklarını, bu süreci AKP-MHP-DEM ile birlikte yürüteceklerini söylemektedir. DEM oldu şimdi barış güvercini öyle mi?!Bunun adı siyaset olamaz. Yani ben ne yaparsam yapayım sana muhalif olduğum için hain, ama sen dün hain dediklerinle bugün kol kola olsan bile hep vatansever.
Ben bir Türk’üm. Osmanlı’nın millet anlayışı ümmet perspektifiyle yapılıyordu. Her toplum ırk mensubiyetini gururla ifade ederken, bir tek Türklere yasaktı Türkü’m demek. Bu ırkçılıktı ve yasaktı. Abdülhamit’in Meşrutiyet Meclisi’nde bile bütün kavimler bize karşı birleşmiş, biz zavallı Türkler azınlığa düşmüştük. Yoksa kendisinin açtığı parlamentoyu niçin kapatsındı Padişah?
Sayın Cumhurbaşkanımızın son açıklamaları bana o günleri hatırlattı. Cumhuriyetimizin en belirgin kodları ulus devlet, üniter yapı, eşit vatandaşlık ve laikliktir. Bu devletin adı Türkiye Cumhuriyeti ve kurucu irade Türk milletidir. Devletin dili Türkçe, tarihimiz Türk tarihidir.
Halbuki sayın Cumhurbaşkanımız ulus devlet modelini ümmet anlayışı ile yeniden tariflemeye çalışmaktadır. Bu sözleri sokaktaki vatandaşlar tartışabilir, öyle düşünenler de olabilir. AKP’nin içinde bu tür düşünceleri, Türklük ve Atatürk nefretini açık açık dile getirenler de var zaten. Ama bir Cumhurbaşkanı benim zaferlerime başka milletleri ortak edemez, etmemelidir.
Siz bir Arap devlet başkanı veya tarihçisinin Türkleri zaferlerine ortak ettiğini duydunuz mu? Bir ülkede yaşayan beş on veya birkaç yüz kişi belki zorunlu olarak askere alınıp cepheye gönderilmiş, şehit de düşmüş olabilir. Ama bunu binlerce şehidimizle kıyaslayıp zaferlerimizin sahibi yapabilir miyiz?
Elbette bir müslüman olarak Hz.Muhammed’in ümmeti olmayı bir şeref sayarım. Ama Zeytin Dağı’nda, Kut’ül Amara’da din için, vatan için ölümün üstüne yürüyen Mehmet’lerimin karnını deşen aynı ümmetin çöl bedevileri değil miydi? Malazgirt’te Anadolu vatanlaşırken saflarımızda kaç Arap ve Kürt vardı?
Sahi ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack’ın Osmanlının millet anlayışının daha doğru bir model olduğunu söylemesi ne anlama geliyor? Yahu siz Osmanlıyı zaten böyle parçalamadınız mı? Siz bir tek Mustafa Kemal’i ve Kuvva’cıları dize getiremediniz. O korkunuz yine devam ediyor. Siz de biliyorsunuz ki sabrımız taşı çatlatır, kardeşliğimizi ve birliğimizi nükleer bombalarınız bile bozamaz. Ama özgürlüğümüze kastedilir de bu milletin ayranı kabarırsa hiç şüpheniz olmasın ki bu milletin delilerini kimse zaptedemez. Bu aziz Cumhuriyetin kodlarıyla oynamayın!
Yeniden ve kuvvetle, göğsümü şişirerek bir daha haykırıyorum:
Biz Türk’üz, var mı bir diyeceğiniz?
-Kim sen?
-Türk men.
Dört kelimelik bu karşılıklı konuşmanın anlamı şöyle? “-Kimsin? -Türk’üm.”
Aziz okuyucular, sizce bu karşılıklı konuşma nerede ve ne zaman geçiyor? 20. yüzyılda İstanbul’da, Selanik’te, İzmir’de, Ankara’da, Bakü’de olabilir mi? Veya günümüzde Türkiye’de geçmiş olabilir mi? Belki de 19. yüzyılda geçmiştir.
Neyse sizi fazla düşündürtmeyeyim. Bu konuşma, 11. yüzyılda Dîvânu Lugâti’t-Türk’te geçiyor. Kâşgarlı Mahmut, Türklerle ilgili bir kutsi hadisi, Türklerin özelliklerini ve bir şiiri aktardıktan sonra, 11. yüzyılda iki Türk karşılaştığı zaman birbirleriyle böyle konuştuğunu bize bildiriyor. Metnin ilgili bölümünü 2014’teki Türk Dil Kurumu yayınından aynen veriyorum (s. 151).
… Ne var ki biz daha önce Türk’ün Allah tarafından verilmiş bir isim olduğunu söylemiştik. Bize şeyh, imam ve zahid Huseyn bin Xalef el-Kâşgarî haber verdi ve kendisine de İbnu’l-Garqî’nin haber verdiğini söyledi. Ona da âhir zaman hakkında yazdığı kitabında İbni Ebi’d-Dünyâ diye tanınan şeyh Ebû Bekr el-Muġîd el-Cercerânî, Allah’ın elçisine (s.a.) isnat ederek anlatmış. (Peygamber) dedi ki: Allah (c.a.) diyor ki: ‘benim bir ordum vardır; onları Türk diye adlandırdım ve doğuya yerleştirdim. Bir kavme kızdığım zaman onları (Türkleri) onlara musallat ederim.’ Bu, diğer bütün insanlara karşı, onlar için bir üstünlüktür. Çünkü onların adını bizzat O (c.a.) vermiş; onları en yüce ve yeryüzünde havası en güzel yere yerleştirmiş; onları kendi ordusu olarak adlandırmıştır. Bunun yanında onlar; güzellik, tatlılık, aydın yüzlülük, edep, yaşlılara hürmet ve riayet, ahde vefa, alçak gönüllülük, yiğitlik ve daha sayılayamayacak birçok meziyeti hak etmişlerdir. Şiir: Kaçan körse anı Türk / Bodun ayga anıŋ aydaçı / Muŋar tegir ulugluk / Munda naru keslinür. Bir adamı överek diyor ki: Türk taifeleri onu görünce der ki: ‘Büyüklük ve yücelik buna yakışır, bundan sonra (yücelik) kesilir.’ Onlardan biri için de Türk denir; hepsi için de. ‘Kimsin?’ anlamında kim sen denir; ‘Türküm’ anlamında Türk men diye cevap verilir. Türk süsi atlandı denir; ‘Türk ordusu (ata) bindi’ demektir.”
Hani bazıları Türk kavramının, milletimizin kendisini Türk olarak adlandırmasının Cumhuriyet’le birlikte doğduğunu sanıyor ya işte bu yanlış bilgiye karşı yazıya böyle başladım.
Aslında 6. yüzyıldaki Göktürklerden bugüne kesintisiz olarak biz kendimize Türk diyoruz. 1897’de Mehmet Emin Yurdakul ünlü şiirine “Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur.” diye başlıyordu. Atatürk 1933’teki konuşmasını “Ne mutlum Türk’üm diyene!” cümlesiyle bitiriyordu. Şu sözler de Atatürk’ündür: “Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir…”
Tarihimizde göğsünü gururla şişirerek “Türk” diye haykıran en büyük Türk ve en büyük Türkçü Atatürk idi. Nutuk’u ve bütün konuşmalarını baştan sona tarayınız, onun Türk sözünü ne kadar çok kullandığını, heyecanla ve övünçle kullandığını göreceksiniz.
Çok iyi bilinmesi gereken bu gerçekleri niçin durmadan tekrarlıyorum? Birileri bizim Türk olduğumuzu unuttuğu için. Birileri Atatürk’ün en önemli özelliğinin Türk olmakla gururlanmak olduğunu unuttuğu için.
Yeniden ve kuvvetle, göğsümü şişirerek bir daha haykırıyorum:
Biz Türk’üz, var mı bir diyeceğiniz?
Ahmet B.Ercilasun
TÜRK MEN
YENİÇAĞ GAZETESİ
06.07.2025
Eski yıllarda bir çok şehirde fuar düzenlenirdi. Herkesin görmek istediği özellikle iki fuar vardı. Bunlardan biri İzmir, diğeri de Kocaeli Sanayi Fuarıydı. İkisi de uluslararası fuarlardı. Yabancı ülkelerin büyük ilgisi olur, onların ünlü firmalarının standlarını hayranlıkla gezer, broşür toplardık.
O fuarların en kalabalık yerleri birbirlerinden kıymetli sanatçıların sahne aldığı gazinolar, bir de çocuklar, gençler ve hatta yetişkinlerin koştuğu Luna parklardı. Dönme dolaplar, atlı karıncalar, dagadalar, akrobatların nefes kesen gösterilerini heyecanla izlediğimiz sirkler için sıraya girilirdi.
Ama en çok ürperdiğimiz hiç şüphesiz “korku tüneli”ydi. Tünelin zifiri karanlığında patlayan ışık spotları, üzerinize gelen vahşi hayvan animasyonları, çığlık attıran yırtıcı hayvan sesleri korkuları zirveye taşır, insanları kan ter içinde bırakırdı.
Ülkemde tanık olduğumuz olaylar bana o korku tünelini hatırlattı. Her gün yeni gözaltılar, tutuklamalar, susturulan televizyonlar, yasaklanan meydanlar, derdest edilen gençler, yolu kesilen, yürümeleri bile engellenen işçiler, köylüler, emekliler… Sanki bir korku tünelinden geçiyor gibiyiz. Hükümete muhalif olmak, aykırı bir düşünceyi açıklamak, eleştirel bir slogan atmak veya bir pankart taşımak, haksızlıklara karşı çıkmak suç olmamalı.
İktidara aday her parti ” 3Y “ ile mücadele edeceğini söyleyerek oy istiyor seçmenden. Nedir bunlar; “Yoksulluk, Yolsuzluk, Yasaklar” AKP de bunları vadederek iktidar oldu yıllar önce. Tek başına iktidar olmanın rahatlığı ile güzel uygulamalar da gerçekleşti. Ama geldiğimiz son merhalede koltuğu kaybetme korkusu AKP ve sayın R.T.Erdoğan’ı maalesef söylemleri ile eylemleri çelişen bir noktaya getirmiştir.
Bugün bir ikisi hariç Kurucu Üyeler bile ya partiyi terketmiş, ya da partiden uzaklaştırılmışlardır. Hatta AKP’ye en sert eleştirileri bugün onlar yapmaktadır. Yani bazı uygulamalara onlar bile karşı çıkmaktadırlar. Diğer partileri,” AKP düşmanı” gibi görebilir sayın Erdoğan, ama beraber yola çıktığı arkadaşlarının muhalefetini önemsemelidir.
Çok açık gözlemlediğimiz muhalefet hazımsızlığı AKP’yi giderek hırçınlaştırmaktadır. İş Adamlarının en büyük kuruluşu TÜSİAD yöneticileri bile düşünce açıklayamaz, siyasi parti genel başkanları kanaatlerini söyleyemezse, akademisyenler bildiklerini dile getiremez, gazeteciler yorumlarını özgürce yapamazsa bu ülkede katılımcı demokrasiden nasıl bahsedebileceğiz? AKP’nin ileri demokrasiden anladığı bu mudur?
CHP sanki ABD’den de , Rusya’dan da ,İsrail’den de tehlikeli bir düşman gibi muamele görüyor. Cumhurbaşkanı adayı olduktan sonra Ekrem İmamoğlu’nun başına gelenleri hangi vicdan sahibi kabul edebilir. Sayın Erdoğan inançlı bir insandır. Hepimiz gibi o da bilir ki devletin dini adalettir. Yaşananlar ve bazılarına yaşatılanlarda adalet var mıdır? FETÖ yanılgısından da mı ders alınmamıştır diye düşünmeden edemiyorum. Ne güzel insanlar mağdur edilmişti Fetö kumpaslarıyla, unuttuk mu o günahları?
Kim suçlu ise cezasını çeksin, çekmelidir. Ama bu ülkede sadece CHP’li başkanlar mı suçludur. AKP’li başkanlar dönemine ait belediyelerde hem İmamoğlu, hem de Mansur Yavaş’ın hazırladığı yüzlerce yolsuzluk dosyası neden işlem görmedi? Ayrıca gözaltı operasyonlarının şekli tam bir itibar suikastı değil midir? Allah aşkına soruyorum; Cumhurbaşkanlığına aday olan ve tüm anketlerde Erdoğan’ın açık ara önünde olan birisi çağırsanız gelmez mi? Kazanacağı çok net olan birisi yurt dışına kaçar mı hiç! Kısacası “3Y” yeniden hatırlanmalı, onlara uygun adımlar atılmalıdır.
Ben CHP’li değilim. Herhangi bir parti taassubuyla da söylemiyorum bunları. Sadece sade bir vatandaş olarak üzüntümü dile getiriyorum. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, karpuz gibi ortadan yarılmış değil, kucaklaşmış bir toplum özlemimin yansımasıdır bu efkarım. Korku tünelinden çıkmamız hepimizin hayrına olacaktır.
Hani “İÇ CEPHE” yi güçlendirmemiz isteniyor ya . Bunun başka yolu var mıdır sizce? Hoşça kalın.