eşya depolama
romabet romabet romabet
deneme bonusu veren siteler
bandstanddiaries.com
Ender Bilar

Ender Bilar

03 Temmuz 2025 Perşembe

TARİH UNUTMAZ; BİRİ UTANÇLA, DİĞERİ SAYGIYLA ANILIR …

TARİH UNUTMAZ; BİRİ UTANÇLA, DİĞERİ SAYGIYLA ANILIR …
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kültürel miras yalnızca geçmişin hatırası değil, bugünün sorumluluğu ve yarının vicdanıdır. Onu görmezden gelenler kadar, yaşatmak için direnenler de tarihe not düşer.

Edirne’nin yaklaşık 8.300 yıllık geçmişinden bugüne taşınan kültürel miras, yalnızca mimari, sanatsal ya da tarihsel eserlerle sınırlı değildir. Aynı zamanda kentin ortak belleğini, geleneklerini ve zamanın izlerini taşıyan canlı bir hafızadır. Bu değerli miras, şehir tarihçileri ve kültür emekçilerinin katkılarıyla, çağın teknolojik imkânları kullanılarak geleceğe taşınmaktadır.

Taş Devrinden yapay zekâ çağına kadar uzanan süreçte, bilgi teknolojilerinin gelişimi yalnızca bilginin üretimini değil, paylaşımını da olağanüstü hızlandırmıştır. Bu bağlamda, Edirne’yi UNESCO Kültür Mirası Listesi’ne taşıyan en kıymetli değerlerden biri olan Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, sadece bir spor organizasyonu değil, kökleri insanlık tarihinin geçmişe uzanan bir kültür mirasıdır.

Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, Edirne’nin fethinden bu yana kesintisiz sürdürülen, 664 yıllık bir gelenektir. 2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Edirne Belediyesi’nin yaptığı çalışmalar sonucunda UNESCO tarafından “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası” listesine dahil edilen bu gelenek, “Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali” ismiyle tescillenmiştir. Bu ad, UNESCO beratında da açıkça yer almaktadır.

Ne var ki bugünlerde, bu uluslararası tescilli ismin resmi kurumlarca dahi yanlış kullanıldığını görmek üzüntü vericidir. “664. Tarihi Kırkpınar Güreşleri”, “Kırkpınar Pehlivan Güreşleri” “Kırkpınar Güreşleri” gibi ifadeler hem anlam kaymasına neden olmakta hem de belgelere aykırı bir dil üretmektedir. 664 rakamı zaten “tarihselliği” ifade ederken, tekrar “Tarihi” kelimesinin eklenmesi hem dil bilgisel hem de mantıksal bir çelişki yaratmaktadır.

Yapılan bu yanlış adlandırmalar, yalnızca UNESCO’nun prestijine gölge düşürmekle kalmaz; aynı zamanda tescilli resmi adın yeterince bilinmediği algısını oluşturarak UNESCO kimliğinin tanınırlığını zedeler. Bu durum, uluslararası platformlarda karışıklık yaratır ve kültürel mirasın gerçek değerinin anlaşılmasını engeller. Dolayısıyla, bu tür tutarsızlıklar yalnızca terminoloji meselesi değil; kültürel mirasın marka kimliğini zayıflatan ve Edirne’nin kültür turizmi potansiyelini doğrudan etkileyen ciddi bir sorundur.

Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’nin kültürel değeri yalnızca UNESCO ile sınırlı değildir. Avrupa Komisyonu tarafından geliştirilen EDEN – “Avrupa Seçkin Destinasyonlar Ağı” projesinde de Edirne, Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali ile ödül kazanmıştır. Bu derece önemli bir mirasın doğru temsil edilmesi, adının ve logosunun tüm organizasyonlarda yerinde ve bilinçli kullanılması bir zorunluluktur. Aksi, mirasın görünürlüğünü zedeler, hatta UNESCO nezdinde güvenilirliğini sorgulatabilir.

Üstelik son yıllarda alınan bazı kararlar, bu değerin festival kimliğini de aşındırmaktadır. Örneğin, 2023 yılından itibaren festival kortejinin programdan çıkarılması, kültürel hafızanın bir parçası olan ritüellerin yok sayılması anlamına gelir. Bu durumun, ICOMOS ya da UNESCO gibi uluslararası koruma kurumlarınca nasıl değerlendirileceğini kestirmek güç, fakat Edirne için bir zafiyet alanı oluşturduğu açıktır.

Edirne Belediyesi’nde danışmanlık yaptığım dönemde başlattığımız Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali Sayısallaştırma Projesi, bu kültür mirasını korumak ve dijital çağın imkânlarıyla geleceğe taşımak amacıyla hayata geçirildi. Bu proje, yalnızca teknik bir aktarım süreci değil; yaklaşık yüz bin belge, görsel, güreş kaydı ve afişin tarandığı, sınıflandırıldığı ve çok dilli erişime açıldığı kapsamlı bir kültürel hafıza çalışmasıdır.

Bu çalışmaların, 2014 yılında kurulan Edirne Belediyesi Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali Bilgi ve Dokümantasyon Merkezi çatısı altında yürütülmesi ise bilgiye erişimin demokratikleşmesi ve kültürel sürekliliğin sağlanması açısından projeye ayrı bir anlam ve değer kazandırmıştır.

Bu süreçte, üç ciltten oluşan “Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali Almanağı (1361–2016)” ile birlikte Edirne’nin tarih ve kültürüne dair kaleme aldığım 34 kitabın amacı da bu belleği diri tutmaktır. Çünkü bir şehrin mirası, yalnızca geçmişte değil, o geçmişi nasıl anlattığımızda da yaşar.

Dolayısıyla Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’nin dijitalleştirilmesi yalnızca bir arşivleme faaliyeti değil; aynı zamanda kültürel bir onarım, bir görünür kılma çabasıydı. Bu çalışma, Edirne’yi tanımak isteyen araştırmacılara ve güreş meraklılarına benzersiz bir kaynak sunarken, yerel hafızayı küresel kamuoyuna da açmıştır.

21. yüzyılın getirdiği küreselleşme süreci, toplumların geleneksel kültürlerini koruma ve gelecek kuşaklara aktarma sorumluluğunu her zamankinden daha önemli hale getirmiştir. Bu bağlamda, kentimiz açısından büyük bir değer taşıyan Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’nin gelenek, görenek, ritüel, öğe ve kimliklerinin korunarak yaşatılması için artık somut bir adım atılmalıdır.

Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali Kanunu ya da en azından kapsamlı bir yönetmelik hazırlanmalı ve yürürlüğe konulmalıdır. Bu yasal düzenleme, festivalin her bir bileşenini tanımlayan, yoruma açık olmayan ve uygulamada bütünlük sağlayacak şekilde net ve açık bir dille kaleme alınmalıdır. Böylece Kırkpınar yalnızca geleneksel bir etkinlik değil, aynı zamanda yasal güvence altına alınmış bir kültürel miras statüsüne kavuşacaktır.

Ancak kültürel miras, yalnızca yasal koruma altına alınarak değil; aynı zamanda doğru temsil edilerek, anlamı ve ruhu yaşatılarak varlığını sürdürebilir. Sahada ter döken pehlivanlar kadar, bu mirası belgeleyen ve anlatan kültür emekçileri de alkışı hak eder. Edirne’nin kültür mirasını boşaltanları da, bu mirası geleceğe taşımak için emek verenleri de tarih unutmaz; biri utançla, diğeri saygıyla anılır.

Bilginin izleri, sonunda görünür olur…

Ve bu izler, yalnızca geçmişi aydınlatmakla kalmaz; geleceğin nasıl şekilleneceğini de belirler.

Devamını Oku

UN VAR, YAĞ VAR… HELVA NEREDE?

UN VAR, YAĞ VAR… HELVA NEREDE?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kırkpınar, sadece er meydanına çıkan pehlivanların güreşi değil; geçmişle bugün, gelenekle gelecek arasında kurulan bir köprüdür.

Her yıl Temmuz’un kavurucu sıcağında, cazgırın duaları eşliğinde peşrev yaparak bu kutsal topraklara çıkan pehlivanların teri, emeği ve onuruyla yoğrulan bu büyük organizasyon, yalnızca Türkiye’nin Başpehlivanı’nı değil, bir milletin belleğini de yeniden ayağa kaldırır.

Peki, yüzyıllardır süregelen bu büyük miras, bugünün izleyicileri ve yöneticileri için ne ifade ediyor? Kimileri için altın kemeri kazanma yarışı, kimileri için kemer kuşatma yarışı, kimileri için ağırlama mekanı, kimileri için ise sermayesini taçlandırma fırsatı…

661, 662 ve 663. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivalleri’nin ardından bu sorunun izini sürdük. Üç yıl üst üste düzenlediğimiz anket çalışmasına toplamda 1973 kişi katıldı. Katılımcı sayısı ortalama 657 kişi civarında seyretti. Bu çalışma yalnızca bir organizasyonun değerlendirilmesi değil, aynı zamanda Kırkpınar’ın bugünkü anlamına tutulan toplumsal bir aynadır.

Elde edilen veriler, memnuniyet düzeylerinin yanı sıra izleyicinin beklentilerini, eleştirilerini ve önerilerini de gün yüzüne çıkardı. Özellikle dikkat çeken bazı noktalar şunlardı:

  • Biletix üzerinden bilet alan izleyicilerin yerlerine oturamaması ve görevlilerin davetiyesiz kişileri içeri alması sıkça şikâyet edilen bir konu oldu.
  • Saray içi alanındaki tuvalet eksikliği ve hijyen sorunu, ayrıca mescidin temizlik koşulları ciddi sorunlar arasında yer aldı.
  • Tunca Nehri kıyısında konaklayan izleyiciler, nehrin bataklığa dönüşmesiyle oluşan kötü koku, sivrisinek istilası ve uygunsuz kamp koşullarından şikâyet etti.
  • Sarayiçi alanının panayır havasından kurtulamaması, hatta geçmiş panayır düzeninin bile aranır hale gelmesi; çevresel düzensizlik, esnafın hijyenik olmayan koşullarda hizmet vermesi ve naklen yayın araçları için uygun alan olmaması da diğer önemli eleştiriler arasında yer aldı.

Öte yandan, 2022 yılında yönelttiğimiz bir başka soruda; geleneksel ağalık kıyafeti dışına çıkan Kırkpınar Ağası’nın bu tutumunun mirasa zarar verip vermediği sorgulandı. Katılımcıların %58,8’i bu değişikliğin gelenekselliğe zarar verdiğini belirtirken, %28,3’ü bu durumu olumsuz bulmadı.

Anket sonuçları ve değerlendirmeleri ilgili kurumlarla resmi yazı ile paylaşılmış, derneğimizin web sitesinde de (www.edirnekultur.com) yayımlanmıştır. Ancak ne yazık ki elde edilen bu geri bildirimler dikkate alınmadan, her yıl aynı eksikliklerin tekrarlandığına tanıklık ediyoruz.

Düşünün ki, 664 yıllık bir geçmişe sahip olan, UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’nde yer alan bu büyük etkinliğin hâlâ bir sponsorluk dosyası dahi yok. Oysa sağlık, iletişim ve sosyal medya, kültür-sanat ve spor gibi farklı alanlarda sponsorluklar sağlanarak hem bu yapısal sorunlar çözülebilir, hem de belediyemizin ekonomik yükü hafifletilebilir.

664. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali öncesinde en çok tartışılan konulardan biri, Kırkpınar’da altın kemeri kuşanarak Türkiye’nin Başpehlivanı olmuş Recep Kara ile Fatih Atlı’nın bu yıl er meydanına çıkamayacak olmasıdır.

Türkiye Geleneksel Güreşler Federasyonu’nun bu yıl yenilediği kurallar çerçevesinde, yaş haddi kaldırılmış; ancak Kırkpınar’da Başpehlivan boyunda güreşecek toplam 40 (32+8) başpehlivanın, topladıkları puanlara göre belirlenmesi kararlaştırılmıştır.

Bu karar doğrultusunda, geçmişin altın kemerli Başpehlivanları Fatih Atlı ve Recep Kara, yeterli puanı toplayamadıkları için bu yıl er meydanında güreşme hakkı elde edemediler.
Kırkpınar’ın gelenekselliğiyle örtüşmeyen bir dizi uygulama ile puanlama sisteminin, Kırkpınar’a heyecan mı katacağı yoksa geleneksel ruhuna zarar mı vereceği ise önümüzdeki yıllarda daha net anlaşılacaktır.

Ancak görünen o ki, alınan bu önlemler, Kırkpınar’ın gelenekselliği ve ruhuyla örtüşmeyen; minder güreşini andıran uygulamalara kapı aralayarak, yağlı güreşin özgün yapısına zarar vermekte olduğudur. Bazı güreş otoriteleri ve bilim insanları da bu uygulamaların, yağlı güreşin seyir zevkini düşürdüğünü ve geleneği aşındırdığını ifade etmektedir. Kırkpınar Yağlı Güreşinin gelenekselliğinin korunması ve geleceğe taşınabilmesi için ivedilikle bir kanun veya yönetmelik çıkartılmalı ve her bir başlık ayrıntılı bir şekilde belirtilmelidir.

Bu bağlamda Sarayiçi Er Meydanı’nın, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile yapılan bir protokol çerçevesinde 25 yıllığına tahsis edilmesiyle birlikte planlanan düzenlemeler, her yıl “gelecek yıla” ertelenerek hayata geçirilememektedir. Oysa bu alan, hem pehlivanlar hem de izleyiciler için daha modern ve tarihî dokusuna uygun bir biçimde yeniden ele alınmayı fazlasıyla hak ediyor.

Kırkpınar’ın tarihi çok önceden belli olmasına rağmen hazırlıkların yine son iki aya sıkıştırılması düşündürücüdür. Yapılan araştırmalar, bu yıl otel ve restoran rezervasyonlarının geçtiğimiz yıla oranla belirgin biçimde düşük olduğunu göstermektedir. Kırkpınar’a dört gün kala festivalin resmî programının paylaşılmış olması da bir başka büyük eksikliktir.

2014 yılında kurulmasına öncülük ettiğim “Edirne Belediye Başkanlığı Kırkpınar Bilgi ve Dokümantasyon Merkezi” yeniden aktif hale getirilmelidir. Bu merkez hem çalışmaların bilimsel ve sistematik şekilde yürütülmesine katkı sağlayacak, hem de UNESCO’ya akredite edilerek kurumsal bir kimlik kazanabilecektir.

Bir hafta süren Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali etkinlikleri kapsamında, geçen yıl Kırkpınar Haftası’nda Türkiye Kürek Federasyonu ile iş birliği yapılarak Balkan ülkeleri arasında düzenlenmesi planlanan bir “Kırkpınar Kürek Yarışması” etkinliği için ilgili kurumlarla iletişime geçilmesi yönündeki dileğimi iletmiştim.

Düşünün ki, Türkiye’nin tek doğal kürek parkuruna sahip kent olan Edirne’de, doğal mirasımız ile Türkiye’nin Başpehlivanı’nın belirlendiği bu tarihî ve kültürel miras, böylesi bir spor organizasyonuyla bütünleşiyor…

Bu tür bütünleştirici etkinlikler, kentimizin uluslararası tanınırlığını artırmakla kalmaz; aynı zamanda kültürel çeşitliliğimizi ve çok yönlü spor potansiyelimizi de görünür kılar.

Sayın Belediye Başkanı Filiz Gencan Akın ve ekibinin 664. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’ni en iyi şekilde organize etmek için çaba gösterdiğini gözlemliyorum. Bu çabanın yeterli olup olmadığını ise yine halkımız ve güreşseverler en doğru şekilde değerlendirecektir.

Tüm emeği geçenleri kutluyor, pehlivanlarımıza başarılar diliyorum.

Ancak un da var, yağ da… Lakin hâlâ o helvayı yapmayı öğrenemedik.

Devamını Oku

KIRKPINAR’IN RUHU, TEMSİLDE SAKLIDIR

KIRKPINAR’IN RUHU, TEMSİLDE SAKLIDIR
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, olimpiyatlardan sonra sürdürülen en eski geleneksel bir spor etkinliği olmasının yanında asırlardır bu topraklarda yoğrulan bir belleğin ve millet hafızasında yer eden ortak bir ruhun yeniden canlandığı kültürel mirastır.

Edirne’nin fethedildiği gün başlayan bu tarihi geleneksel miras; efsaneye göre iki yiğit askerin girdikleri güreşi sonlandıramadan canlarını verdikleri mücadeleyle anlam kazanmıştır.

İşte bu yüzden, 664 yıldır devam eden Kırkpınar Yağlı Güreşleri, son bir asırdır Sarayiçi Er Meydanı’nda pehlivanların onurlu mücadelesine ev sahipliği yapmaktadır. Çınar ağaçlarının arasından esen rüzgârın taşıdığı tarihî sessizlik ise, güreş severlerin kalbinde Anadolu’dan Rumeli’ye uzanan o kutlu yolculuğun derin huzurunu hissettirir.

Bu huzur, bizleri tarihimizin derinliklerine; Anadolu’dan Rumeli’ye at sırtında geçen o kutlu dönemlere götürür. Tarihimizin derinliklerine Tuna’da atlarını sulayan ve Viyana önlerine kadar uzanan atalarımızın dimdik, kendinden emin duruşları gözümüzde canlanır. Onların yiğit bedenlerinde yalnızca güçleri değil; kararlılık, soyluluk ve köklü bir mirasın izleri vardır. Kırkpınar, işte bu büyük yürüyüşün, yiğitlerin mirasını yaşatan, asalet ve cesaretle geleceğe uzanan kutlu yolun başlangıcıdır.

Kırkpınar, milletimizin belleğinde yalnızca gücün değil; çıkışın, ahlakın, alçakgönüllülüğün ve geleneğe bağlılığın simgesi olmuştur. Kırkpınar’da güreşen pehlivanlar kadar, bu kültürü taşıyan kişiler de önemlidir. Onlardan biri de hiç şüphesiz Kırkpınar ağasıdır. Ağa, sadece ihale ile seçilmiş bir kimlik değil; geçmişi omuzlayan, temsil görevini taşıyan kişidir. Onun varlığı, altın kemerle değil, sırtında taşıdığı geleneksel ağa giysisiyle anlam kazanıyor.

Ne yazık ki bu yıl, Kırkpınar’ın simgesel yüzü olan ağa, geleneksel ağa kıyafetini modaya uyduracağı konusunda çeşitli söylemlerde bulunurken geçtiğimiz gün de ağa kıyafetini giymeden CHP Genel Başkanı, Başkan Yardımcılarıyla Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanına davetiye takdim etmek için protokolde, belediye başkanı ve milletvekiliyle birlikte yer aldı.

Bu durum, geleneğe gereken saygının gösterilmediğini ortaya koydu. Oysa ağa kıyafeti sadece bir giysi değil, geçmişle bugünü birleştiren kutsal bir bağdır. Kırkpınar’ın özü, yalnızca er meydanında değil, onu kanıtlayan her davranışta, onun temsilinde yaşar. Ağa, halkın hayatında sadece para veren biri değil, tarihsel ve geleneğin taşıyıcısıdır. Bu görev büyük sorumluluk ve saygı gerektirir.

2010 yılında UNESCO tarafından İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası olarak tescillenen Kırkpınar Yağlı Güreşleri, sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda dünya kültürünün de mirasıdır. Bu unvan, gurur kaynağı olduğu kadar büyük bir sorumluluk da demektir. Temsil biçimleri, ritüeller ve semboller gelenekselliğin temel unsurlarıdır.

Bu bağlamda UNESCO’nun da bu kültür mirasını koruma amacı, yalnızca oyunların sürdürülmesi değil, onları kuşatan kültürel bağlarının da yaşatılmasıdır. Bu nedenle Kırkpınar Ağası gibi simgesel unsurların ortaya çıkışı artık ulusal ve uluslararası bakış açısıyla da değerlendirilmektedir.

Kültürel mirasın korunması, sadece bugünün sorumluluğu değil; gelecek nesillere bırakılacak olan paha biçilmez bir mirastır. Kırkpınar gibi kalıcı bir geleneğin yaşatılması, gençlerin bu geleneksel kültürün değerlerini anlamasıyla mümkün olur. Bu nedenle eğitim ve kültürel organizasyonlarda, toplumun her kesiminde gençlere yönelik bilinçlendirme çalışmaları büyük önem taşımaktadır.

Gençlere sadece mücadelenin teknik boyutunu değil, aynı zamanda ahlakı, dayanışmayı, saygıyı, mücadeleyi ve kültürel sorumluluğu da öğretmek gerekir. Gençler, bu ülkelerin geleceğinin temsilcileri olarak Kırkpınar’ın ruhunu koruyup, yaşatacak ve geleceğe taşıyacaklardır.

Unutulmamalıdır ki, Kırkpınar gibi derin köklere sahip bir kültür, sadece etkinliğin devam etmesiyle değil; ona anlam veren törenlerin, temsillerin ve gelenekselliğinin korunmasıyla yaşar. Ağa kıyafeti bir kostüm değil, bir duruşun, bir anlayışın simgesidir.

Eğer Kırkpınar’ın gücünü korumak istiyorsak, sadece pehlivanları değil, onları temsil edenleri de aynı bilinçle değerlendirmeliyiz. Çünkü Kırkpınar, oluşumla değil, içtenlik ve bağlılıkla yaşar; özü saygı, temsil bilinci ve kültüre sahip çıkmakla birlikte, geleceğe aktarılacak ortak bir değerler bütünüdür.

Kırkpınar Yağlı Güreşleri bu büyük yürüyüşün ve anlayışın yaşandığı yerdir. Unutulmamalıdır ki, bu ruh ve değerler yaşatılmadıkça Kırkpınar sadece geçmişin bir hatırası olarak kalır; ancak birlikte sahip çıkarsak geleceğe ışık tutan bir miras olur.

Devamını Oku

KIRKPINAR YAĞLI GÜREŞ AĞASI VE MODA

KIRKPINAR YAĞLI GÜREŞ AĞASI VE MODA
0

BEĞENDİM

ABONE OL

UNESCO’nun İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’nde yer alan ve dünyanın en eski güreş organizasyonlarından biri olan Kırkpınar Yağlı Güreşleri, bu yıl gelenekselliğin korunması sorumluluğundan uzak tartışmaların ortasında kaldı.

664. Kırkpınar Yağlı Güreşleri Ağası, ihaleyi kazandıktan sonra yaptığı açıklamalarda, kadın izleyiciler için ayrı tribün düzenlemeyi planladığını duyururken, geçtiğimiz günlerde de ağa kıyafetini “modaya uygun” hale getireceğini belirtti.

Bu açıklamalar, başta Edirneliler olmak üzere kamuoyunun tepkisini çekti. Kadın ve erkek seyircilerin yıllardır yan yana güreş izlediği Edirne’de bu öneri, çağdaş yaşam değerleriyle çeliştiği gerekçesiyle eleştirildi. Kırkpınar’ın toplumsal yapısına aykırı bu öneri, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından da sorgulandı.

Ağanın “modernize edeceğini” açıkladığı bir diğer unsur ise, Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nin köklü geleneklerinden biri olan ağa kıyafetidir. Ağa en son İstanbul’da düzenlenen bir toplantıda yaptığı konuşmasında; “Ben Kırkpınar Ağasıyım. Gittiğim her yere şalvarla fesle gideceğimi sanıyorlar. Hayır. Ben gayet giyinmeyi seven, zevkli de olduğumu düşünüyorum. Tartışma başladı. Kıyafetler mi güncelleniyor diye. Evet, kıyafetler de modaya uyacak” diyerek ağa kıyafetinin de modaya uyacağını belirtti.

Oysaki bu kıyafet, yalnızca görsel bir unsur değil; Balkan ve Rumeli coğrafyasının tarihî izlerini taşıyan kültürel bir simgedir. Yani bu toprakları var eden atalarımızın kıyafetidir. Bu bağlamda şalvar, işlemeli ceket, kuşak ve fes gibi ögeler, bu kimliği görünür kılar ve Kırkpınar’ın etnografik derinliğine gönderme yapar. Bu sembollerin törensel bütünlük içindeki yeri yadsınamazken, yeni ağanın bu kıyafeti giymeyeceğini ifade etmesi geleneğin sürekliliği açısından düşündürücüdür.

Sermaye kültürel mirasın sahibi midir?

Kırkpınar gibi köklü bir kültürel mirasın gelenekselliğinin korunması, kişisel tercihlere değil; ortak değerlerin ve bilimsel katkının gözetildiği kolektif bir yaklaşıma dayanmalıdır. Ağalık makamı bir “yatırım” ya da “kişisel vitrin” değil, tarihsel sorumlulukla şekillenen bir kültürel temsil görevini içerir. Ağa, yalnızca güreşlerin finansörü değil; halkla ve pehlivanlarla gönül bağı kuran, geleneği yaşatan bir figürdür.

Kırkpınar’ın simgeleri olan kispet, er meydanı, cazgırın salavatlaması ve ağa kıyafeti yalnızca folklorik ögeler değil, aynı zamanda kültürel belleğin taşıyıcılarıdır. Bu unsurların dönüşüme uğraması, etkinliğin özünü zedeleyebileceği gibi, UNESCO nezdindeki statüsünü de riske atabilir.

Bu bağlamda 664.Kırkpınar Yağlı Güreş Ağasının; -kendisinin Trakya Üniversitesi mezunu olmasına rağmen – çalışmalarında, kentin yerel bilgi birikimini ve akademik çevreyi dışladığı da görülmektedir. Edirne’nin tarihine, kültürüne ve sosyolojisine yıllardır emek veren akademisyenler, araştırmacılar ve kültür insanları, sürecin dışında tutulmakta; Kırkpınar gibi kolektif belleğin bir parçası olan bir miras, bireysel inisiyatiflerle şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Bu ise halkın gelenekle kurduğu bağı zayıflatmakta, aidiyet duygusunu aşındırmaktadır.

Trakya Üniversitesi başta olmak üzere kentin kültür kurumları, sanat çevreleri ve konuyla ilgili sivil toplum kuruluşları bu tür karar süreçlerinde aktif biçimde yer almalıdır. Kültürel miras ancak katılımcı, kapsayıcı ve yerel bilgiyle beslenen politikalarla yaşatılabilir. Edirne’nin kurumlarını ve hafızasını görmezden gelen her yaklaşım, Kırkpınar’ın ruhunu zedelemekle kalmaz; bu evrensel mirasın geleceğini de belirsizliğe sürükler.

Ağa gerçekten Kırkpınar’a katkı sağlamak istiyorsa, önceliği geleneksel öğeleri görünür kılmak olmalıdır. Bu bağlamda, Kırkpınar Yağlı Güreş tarihinde ilk altın kemeri üç yıl üst üste kazanarak ebedi sahibi olan Ordulu Mustafa Bük’ün heykelinin, diğer altın kemerin ebedi sahibi olan başpehlivanların yanına yapılıp konulması, kültürel hafızayı yaşatma adına anlamlı bir katkı olacaktır. Bu tür yapıcı ve kalıcı girişimler, hem geleneği onurlandırır hem de gelecek kuşaklara ilham verecek simgeler oluşturur.

Elbette kültürel miraslar durağan değil, yaşayan organizmalardır. Zamanla dönüşebilirler. Ancak bu dönüşüm, o kültürün özüne zarar vermeden ve toplumsal uzlaşıyla gerçekleşmelidir. Kırkpınar’da yapılacak her yenilik, organizasyonel düzeyde olmalı; örneğin pehlivan ve seyirci alanlarının konforu artırılabilir, dijital arşivleme geliştirilebilir, gençlerin ilgisini çekmek için eğitim programları, atölyeler düzenlenebilir. Bugüne kadar gerçekleştirilemeyen “Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali Müzesi” kurulabilir.

Ancak sembollerin değiştirilmesi, mirasın ruhunu yıpratır. Ağa kıyafetinin “modaya uydurulması” gibi bireysel beğenilere dayanan öneriler, geçmişle bağları koparma ve kültürel sürekliliği zedeleme riski taşır.

Bu tartışmalar ışığında, Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’ni koruyacak bağlayıcı ilke ve kuralların oluşturulması artık bir zorunluluktur. Festivalin geleneksel kimliğini korumaya yönelik bir yönetmelik ya da özel yasa hazırlanmalı; sembollerin, törenlerin, rollerin tanımı net biçimde yapılmalıdır.

Edirne Belediyesi, Türkiye Geleneksel Güreşler Federasyonu, Yağlı Güreş Düzenleyen Kentler Birliği ve UNESCO Türkiye Millî Komisyonu gibi kurumların ortaklaşa çalışacağı bir üst kurul oluşturulması değerlendirilebilir.

Sivil toplum kuruluşları, akademik çevreler ve yerel halk da bu süreçte söz ve sorumluluk sahibi olmalı; kültürel mirasın korunması kolektif bir çabayla güvence altına alınmalıdır. Çünkü Kırkpınar yalnızca Edirne’nin değil, tüm insanlığın mirasıdır.

Bu mirasa sahip çıkmak ise geçmişe saygı ve geleceğe sorumlulukla mümkündür. Tüm bu tartışmalar olurken Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali düzenleme komitesinin sessizliği de düşündürücü değil midir?

Devamını Oku

EDİRNE’DE TÜRK MUTFAĞI HAFTASI:SARAYDAN SOFRAYA LEZZET MİRASI

EDİRNE’DE TÜRK MUTFAĞI HAFTASI:SARAYDAN SOFRAYA LEZZET MİRASI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Anadolu’nun binlerce yıllık verimli topraklarında şekillenen ve farklı uygarlıkların katkısıyla zenginleşen Türk mutfağı, 2022 yılından bu yana her yıl 21–27 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen “Türk Mutfağı Haftası” etkinlikleriyle daha geniş kitlelere ulaştırılıyor.

Bu yıl 21–27 Mayıs 2025 tarihleri arasında hem Türkiye genelinde hem de dünyanın farklı noktalarında kutlanan Türk Mutfağı Haftası, “Türk Mutfağı’nın Klasik Yemekleri” temasıyla Edirne’de de çeşitli etkinliklerle gerçekleştirildi. Bu özel hafta, yalnızca lezzetleri tanıtmakla kalmayıp kültürlerarası etkileşimi de artırmayı hedefliyor.

Türkiye’de bu yıl dördüncüsü düzenlenen etkinlikler, dünya genelindeki benzer girişimlerle karşılaştırıldığında önemli bir kültürel hamle niteliğinde. Örneğin, İtalya 2024 yılında Türkiye’de dokuzuncu kez “İtalyan Mutfağı Haftası”nı kutladı. Japonya suşisini, Fransa tereyağını, Belçika çikolatasını, Çin Pekin ördeğini, Peru kinoasını, Amerika kahvesini ve İspanya paellasını uzun yıllardır dünya vitrinine taşıyor.[1] Türkiye ise bu yarışa yeni dâhil oluyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın koordinasyonunda yürütülen Türk Mutfağı Haftası, aslında sadece bir etkinlik takvimi değil; tarih boyunca pek çok medeniyetin izini taşıyan mutfak kültürümüzün sürdürülebilirliğine ve yerel lezzetlerin gelecek kuşaklara aktarılmasına yönelik uzun soluklu bir farkındalık projesidir.[2]

Bu kapsamda, tarihî ve kültürel zenginliğiyle öne çıkan Edirne’nin Türk mutfağındaki yeri oldukça önemlidir. Osmanlı’ya uzun yıllar başkentlik yapmış Edirne, saray mutfağının Anadolu ve Balkanlarla buluştuğu eşsiz bir gastronomi merkezidir. Edirne mutfağı tarihsel süreçte almış olduğu göçlerinde etkisiyle yemek kültürüyle harmanlanmış zengin bir çeşitlilik dikkat çekmektedir.

Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından coğrafi işaretle tescillenmiş Edirne Tava Ciğeri, Edirne Ciğer Sarması, Edirne Beyaz Peyniri, Deva-i Misk Helvası, Edirne Badem Ezmesi, Keşan Satır Et, Keşan Siğilli Bamyası, Keşan Mahmut Bey Kuru Fasulyesi, Koru Dağ Çiçek Balı, İpsala Pirinci, Meriç Yer Fıstığı ve Kara Kavun gibi ürünler, sadece Edirne’nin değil, aynı zamanda Türkiye’nin gastronomi kimliğine katkı sunuyor. Bu ürünler birer mutfak değeri olmanın ötesinde, kültürel diplomasi ve yerel kalkınma aracı hâline geliyor.

Edirne’nin zengin mutfak mirasını deneyimlemek isteyen ziyaretçiler için tematik “Edirne Gastronomi Rotaları”nın oluşturulması da büyük önem taşıyor. Bu rotalar, coğrafi işaretli ürünlerin üretildiği köylerden başlayarak kent merkezindeki tarihi lokantalara, geleneksel tatlıcı dükkânlarından yerel pazar tezgâhlarına kadar uzanan bir çizgide planlanabilir. Tava ciğerin doğduğu sokaklar, badem ezmesi ve Deva-i Misk helvasının üretildiği atölyeler, Trakya’nın özgün süt ürünlerinin tadıldığı köyler gibi noktalar bu rotalara dâhil edilebilir. Böylece hem yerel üreticiler desteklenir hem de Edirne gastronomi turizmine sürdürülebilir bir içerik kazandırılır.

Edirne’de Türk Mutfağı Haftası etkinlikleri, Edirne Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün öncülüğünde, Edirne Belediyesi, Trakya Üniversitesi ve sivil toplum kuruluşlarının iş birliğiyle düzenleniyor. Etkinliklerde yerel şeflerin gösterileri, geleneksel Osmanlı yemek sunumları, tadım etkinlikleri ve söyleşiler yer alıyor. Ancak bu haftayı sadece bir gösteri alanı olmaktan çıkarıp kalıcı bir etki yaratmak için stratejik adımlar atmak gerekiyor.

Öncelikle, geleneksel tariflerin yazılı ve görsel olarak belgelenmesiyle kapsamlı bir mutfak kültürü envanteri oluşturulmalıdır. Bu amaçla 1–3 Kasım 2024 tarihleri arasında Edirne Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce Trakya Üniversitesi Karaağaç Yerleşkesi’nde “Topraktan Sofraya Edirne” başlıklı bir festival düzenlenmiş, bu festival kapsamında toplanan geleneksel tarifler bir kitap hâline getirilerek ulusal kültür hayatımıza kazandırılmıştı.

Arşivlenen bu bilgi ve görsellerin bir veri tabanında toplanılarak çok dilli olarak bir dijital platformda dünya ile paylaşılması, Edirne’nin gastronomi tanınırlığını artıracaktır. Dolayısıyla kentin turizm değerinin artırılmasına da önemli katkı sağlayacaktır. Yürütülen tüm çalışmalara rağmen kentin gastronomi kültürünün tarihsel miraslarıyla buluşturulma çabası hala daha yeterli düzeyde değildir.

Edirne Ticaret ve Sanayi Odası’nın Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın Sosyal Gelişmeyi Destekleme Programı kapsamında Trakya Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle hayata geçirdiği “Gastro Akademi ile Gelecek Mutfakta” Projesi ile Edirne Valiliğinin öncülüğünde Trakya Gastronomi Aşçılar Derneği işbirliğiyle Karaağaç Mahallesi’nde, restore edilen Karaağaç İlköğretim binasında hayata geçirilen “Edirne Gastronomi Akademi” kentin gastronomi kültürüne yapacağı katkı çok değerlidir.

Ancak bu projelerin muhakkak sürdürülebilir hale getirilmesi, kurumsal bir kimlik kazandırılarak Osmanlı saray mutfağıyla Edirne’nin unutulmuş lezzetlerini gün yüzüne çıkartılması, alanında nitelikli, uzman şeflerin çoğalmasına katkı sağlaması açısından önemlidir.

11 yıldır aralıksız düzenlenen “Edirne Bando ve Ciğer Festivali”nin 2024 yılında yapılamaması, kentin gastronomi kimliği açısından önemli bir kayıp olmuştur. Edirne Tava Ciğeri’nin tanıtımında ve şehrin kültürel canlılığının sürdürülmesinde önemli bir rol oynayan bu etkinlik, aynı zamanda yerel ekonomiye de katkı sağlamaktadır. Festivalin aksaması, hem gastronomi turizmini hem de yerel üretici ve esnafı olumsuz yönde etkilemiştir.

Bu bağlamda, Edirne’nin yöresel mutfak kültürünü görünür ve sürdürülebilir kılmak amacıyla oluşturulabilecek “Edirne Lezzet Evi” ve “Edirne Mutfak Müzesi”, bu kültürel birikimi yaşanabilen, hissedilebilen ve deneyimlenebilen bir mirasa dönüştürebilecektir.

Edirne mutfağının yaşatılması, aynı zamanda Balkan coğrafyasıyla yürütülecek kültürel diplomasinin de temel taşlarından biri olma potansiyelini taşımaktadır. Tunca Nehri kenarında Edirne Sarayı’nın ihyasıyla birlikte, nehir boyunca yer alan kasırların da kentin yaşamına kazandırılarak “Lezzet Evleri”ne dönüştürülmesi, Kaleiçindeki tarihi konaklardan birisinin bu işlev ile donatılması, Edirne’nin kültür turizmine önemli ve anlamlı katkılar sağlayacaktır.

Sonuç olarak, Türk Mutfağı Haftası yalnızca bir kutlama haftası değil; yerel kimliğin tanınırlığını artırmak, kent kültürü ile kentlilik bilincini geliştirmek ve kültürel mirası gelecek kuşaklara aktarmak açısından etkili bir farkındalık aracıdır.

Edirne gibi tarihsel derinliği olan kentler, bu haftayı bir farkındalık fırsatına dönüştürebilecek potansiyele sahiptir.


[1] Başan, Ramazan (2022) Türk Mutfağı Haftası Başladı. 22 Mayıs 2022, Hürriyet Gazetesi,

[2] T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı (2025) Türk Mutfağı Haftası, https://turkishcuisineweek.com/tr/anasayfa

Devamını Oku
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler