eşya depolama
romabet romabet romabet
deneme bonusu veren siteler
bandstanddiaries.com
sakarya escort belek escort adana escort antalya escort ankara escort aydın escort bursa escort gaziantep escort istanbul escort samsun escort balıkesir escort mersin escort konya escort eskişehir escort izmir escort sınav analizi denizli vip transfer kocaeli escort malatya escortmaltepe escort muğla escort manisa escort sivas escort tekirdağ escort tokat escort uşak escort yalova escort yozgat escort trabzon escort afyon escort aksaray escort amasya escort ardahan escort artvin escort bartın escort bayburt escort bolu escort burdur escort çanakkale escort çankırı escort çorum escort edirne escort elazığ escort erzurum escort erzincan escort kırşehir escort van escort zonguldak escort giresun escort gümüşhane escort hakkari escort ığdır escort ısparta escort kahramanmaraş escort karabük escort karaman escort kars escort kastamonu escort kırklareli escort kütahya escort nevşehir escort niğde escort ordu escort osmaniye escort rize escort şanlıurfa escort siirt escort sinop escort şırnak escort tunceli escort yozgat escort tokat escort tekirdağ escort kütahya escort balıkesir escort aydın escort edirne escort sivas escort uşak escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort vergi konseyi görüntülü sohbet urla siyaset haberleri ankara magazin istanbul magazin yalova magazin kütahya magazin elazığ magazin adıyaman magazin tokat magazin sivas magazin batman magazin erzurum magazin afyon magazin malatya magazin ordu magazin trabzon magazin mardin magazin eskişehir magazin denizli magazin muğla magazin van magazin aydın magazin tekirdağ escort balıkesir magazin samsun magazin kayseri magazin manisa magazin hatay magazin diyarbakır magazin mersin magazin kocaeli magazin gaziantep magazin konya magazin sakarya magazin antalya magazin bursa magazin izmir magazin istanbul otomobil fiyatları istanbul ekonomi istanbul eğitim istanbul seyahat istanbul gezi rehberi antalya alışveriş merkezleri antalya ticaret
İlhan Karaçay

İlhan Karaçay

11 Eylül 2025 Perşembe

DÜNYADA BİR EŞİ OLMAYAN GÖÇ MÜZESİ: ROTTERDAM’DAKİ FENİX

DÜNYADA BİR EŞİ OLMAYAN GÖÇ MÜZESİ: ROTTERDAM’DAKİ FENİX
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Rotterdam’ın Katendrecht liman bölgesinde yükselen FENIX Museum of Migration, yalnızca bir müze değil, milyonlarca insanın yolculuklarını, umutlarını ve hatıralarını içinde barındıran dev bir bellek mekânıdır. Açılış tarihi de tesadüf değildir: 19 Ağustos günü, Hollanda’ya Türkiye’den göçün 61’inci yılı burada kutlanmış ve bu anlamlı etkinliğe ev sahipliği yapılmıştır.

Böylesine özel bir tarihte kapılarını açan FENIX, göçün hüzünlü ve umutlu öykülerini ziyaretçilerin gözleri önüne sererken, benim de hayatımdan ve arşivimden izler taşıyor.

GÖÇÜN LİMANINDAN GÖÇÜN MÜZESİNE

FENIX’in bulunduğu Katendrecht bölgesi, bir zamanlar Amerika’ya göç eden milyonlarca Avrupalının uğurlandığı limandı. Buradan ayrılan gemiler, daha iyi bir yaşam umuduyla yeni kıtalara yol alan aileleri taşıyordu. İşte bu tarihî bağlam, göç temasını bu müzeye adeta kader gibi işlemiştir.

Bina, Çinli mimar Ma Yansong’un yönettiği MAD Architects tarafından yeniden tasarlandı. En dikkat çekici öğelerden biri, 30 metreyi bulan ve “Tornado” adı verilen çift sarmal merdiven. Bu mimari eser, göçün karmaşıklığını, döngüsünü ve yükselişini simgeliyor.

FOTOĞRAF ÇEKERKEN HİSSETTİKLERİM

Benim için fotoğraf, sadece bir görüntüyü sabitlemek değil; bir dönemin ruhunu, bir topluluğun heyecanını, bir yüzün umudunu, bir bakışın hüznünü ebedileştirmekti.

Geçmişte Hollanda’daki Türk toplumunun sosyal, kültürel, sportif ve dini faaliyetlerini fotoğraflarken, adeta onların hayatlarına eşlik ediyordum. Bir düğünde gençlerin coşkusunu, bir Ramazan akşamında iftar sofralarının paylaşımını, bir futbol sahasında ter döken çocukların enerjisini, bir kültür şenliğinde sahneye çıkan sanatçıların heyecanını objektifime yansıtırken; aslında kendi kalbime de kazıyordum.

Her kare, bir hatıranın geleceğe emanet edilmesi demekti. O günlerde içimde hep şu his vardı: “Bugün çektiklerim, yarının hafızasında bir belge olacak.”

FOTOĞRAFLARIMIN SERGİ YOLCULUĞU

Aradan yıllar geçti. Elimde biriken 15 bin fotoğraf, artık sadece benim değil, toplumun ortak hafızasına aitti. İşte bu fotoğraflardan bazıları önce Atlas Cultural Center’ın Türkiye ve Hollanda’daki sergilerinde görücüye çıktı. İnsanların kendi geçmişlerinden kareleri görünce yaşadığı duygusal anlara tanık olmak, bana tarifsiz bir sevinç verdi.

Atlas Cultural Center’a verdiğim 15 bin kadar fotoğraf, yukarıdaki kupürlerde görülen karelerden kaynaklanıyordu. Kupürlerdeki fotoğrafların orijinalleri, hem Hollanda’da hem de Türkiye’deki sergilerde yer aldı.

Ve şimdi, bu fotoğraflardan bazıları FENIX Museum of Migration’da sergileniyor. O dev müzenin salonlarında, dünya göç tarihinin görsel anlatımı içinde benim karelerimin de yer alması, hayatımda yaşadığım en büyük gururlardan biridir.

Benim için bu kareler; sadece bir gazetecinin ve fotoğrafçının emeği değil, aynı zamanda göçün içinden geçmiş bir toplumun aynasıdır. İnsanların yüzlerindeki gururu, özlemi, sevinci ve hüznü objektifimden geçerek artık evrensel bir belleğe dönüşüyor. Ve bu belleğin bir parçası olmak, hayatımın en anlamlı ödülü oldu.

MÜZE DEĞİL, TOPLUMSAL BULUŞMA NOKTASI

FENIX sadece bir sergi mekânı değil. Giriş katında yer alan “Plein” adlı dev alan, halka açık ve ücretsiz bir buluşma noktası olarak tasarlandı. Burada dil kursları, dans gösterileri, yemek etkinlikleri ve pazarlar düzenleniyor.

Ayrıca, Türk mutfağından esinlenen “Anatolian Café & Bakery” ve İtalyan dondurmacılığını yaşatan Granucci Gelato da ziyaretçileri ağırlıyor. Yani burası, yalnızca göçü anlatan bir müze değil, göçmenlerin kültürünü yaşatan bir yaşam alanı.

FENIX’in içindeki Anatolian Café & Bakery, Anadolu’nun simit, börek, baklava ve ayran gibi tatlarını Rotterdam’a taşıyor.

MÜZENİN KURULUŞU, AMACI VE MALİYETİNİN PERDE ARKASI

Kurucular ve Finansman

Müze, 2016 yılında hayırsever bir kuruluş olan Droom en Daad (Hayal ve Eylem) Vakfı tarafından başlatıldı. Vakfın başında, Amsterdam Rijksmuseum’un eski direktörü Wim Pijbes bulunuyor.

Finansman ise Hollanda merkezli Van der Vorm ailesi tarafından sağlandı. Aile, Holland–America Line gemicilik şirketiyle ilişkili olup, bu şirket göçmenlerin Avrupa’dan Amerika’ya taşınmasında önemli bir rol oynamıştır.

Yani girişimin tamamen kâr amacı gütmeyen, kültürel ve toplumsal bir misyona sahip olduğu ve hayırsever destekle finanse edildiği açıkça görülüyor.

NEDEN ESKİ BİR DEPO?

Müzenin yeri, Katendrecht yarımadasındaki eski Fenix depolarıdır. Bu yapı, 1923 yılında inşa edilmiş ve Holland–America Line’ın San Francisco depoları olarak hizmet vermiştir. Milyonlarca Avrupalı göçmen buradan gemilere binerek Amerika’ya yola çıkmıştır.

MALİYETLİ RESTORASYON VE MİMARİ VİZYON

Fenix II deposu, 2018’de Droom en Daad Vakfı tarafından satın alındı. Ardından 2020’de yenileme çalışmaları başladı ve yerel Bureau Polderman ekibiyle yürütüldü.

Restorasyon sırasında: Eski beton iç yapı büyük ölçüde korunarak yeniden kullanıldı; cephe ve tavanlar camla değiştirildi. Böylece mekân hem ışık alan hem de modern bir görünüme kavuştu.

AMAÇ: GÖNÜLLÜLÜK MÜ, KAZANÇ MI?

Bu girişim, açıkça kâr amacı gütmeyen kültürel bir projedir.

Amaç, kâr elde etmek değil; göç deneyimlerini sanat ve mimari aracılığıyla görünür kılmak, insanileştirmek, duygusal bir bağ kurmak ve göçün evrensel olduğunu göstermektir.

Müze, göçmenlerin taşıdığı umut, zorunluluk, hasret gibi duyguları anlamak üzerine bir belleğe dönüşüyor. Müdire Anne Kremers’in vurguladığı gibi: “Göç, biyolojik bir ihtiyaçtır; politik değil, insanidir.”

Müzenin kuruluş süreci, Hollanda’daki güçlü hayırseverlik geleneğinin bir ürünü. 2016’da kurulan Droom en Daad Vakfı projeyi üstlendi, finansmanı ise Hollanda’nın köklü iş dünyası ailesi Van der Vormlar sağladı. Vakfın başında Rijksmuseum’un eski direktörü Wim Pijbes bulunuyor.

Vakıf Başkanı Wim Pijnes ve patron Nico van der Vorm

Müzenin adresi de tesadüf değildir. FENIX, 1923’te inşa edilen eski bir liman deposunda hayat buldu. Bu depo, 20’nci yüzyılın ilk yarısında Avrupa’dan Amerika’ya yola çıkan milyonlarca göçmenin kalkış noktasıydı. İkinci Dünya Savaşı’nda hasar gören ve yıllar içinde harabeye dönen yapı, yeniden dirilişi simgeleyen anlamıyla seçildi. Müzenin adı da buradan geliyor: “Küllerinden doğan Anka kuşu” yani Fenix.

Restorasyon için milyonlarca euro harcandı. 2018’de satın alınan depo, 2020’den itibaren yenileme çalışmalarına alındı.

Tüm bu çalışmalar, kâr amacıyla değil; göçün evrensel hikâyesini görünür kılmak ve insana dair ortak bir deneyimi paylaşmak için gerçekleştirildi. Müzenin yöneticileri, “Göç politik değil, insani bir olgudur” diyerek vizyonlarını ortaya koyuyor.

HOLLANDA’NIN EN ZENGİN AİLELERİNDEN VAN DER VORMLARIN SERVET HİKÂYESİ

Rotterdam’ın köklü ailelerinden Van der Vormlar, bugün 9 milyar euroyu aşan servetleriyle Hollanda’nın en zengin ikinci ailesi konumunda. İş dünyası dergisi Quote, ailenin sadece bir yıl içinde 200 milyon euro daha kazandığını yazdı. Peki bu dev servetin ardında nasıl bir hikâye var?

Kendir, kenevir ve keten lifinden ip, halat, kumaş üreten ve ticaretini yapan ‘Vlasçı’ (keten tüccarı) bir ailenin oğlu, Rotterdam’ın liman devi oldu.


Ailenin servetinin temelini atan Willem van der Vorm (1873-1957), aslında mütevazı bir kökene sahipti. Rotterdam yakınlarındaki IJsselmonde’da bir keten çiftçisinin oğlu olarak doğdu. 1890’da şansını denemek için Rotterdam’a taşındı. Önce çıraklık yaptı, sonra muhasebecilik eğitimi aldı ve Scheepvaart & Steenkolen Maatschappij (SSM) adlı kömür ve denizcilik şirketinde çalışmaya başladı.

Kısa sürede yükseldi, 1905’te şirketi devraldı ve kömür ticaretini büyüttü. 1930’larda şirketi gizli bir anlaşmayla satmasına rağmen, dışarıda hâlâ patron olarak görüldü. Satıştan elde ettiği sermayeyle arazi, sanat ve farklı iş alanlarına yatırım yaparak Rotterdam limanının en güçlü isimlerinden biri haline geldi.

CRUISE TURİZMİ DÖNEMİ

1957’de çocuksuz Willem öldüğünde, servet yeğenlerine geçti. Yeğen Willy van der Vorm, 1960’ta HAL’ın başına geçti. Ancak o dönemde okyanus yolcu taşımacılığı, uçakların yükselişiyle cazibesini yitirmişti. Willy, şirketi batmaktan kurtarmak için yeni bir strateji geliştirdi: gemileri cruise turizmine yönlendirdi. Bu hamle, ailenin servetini korumasını sağladı. 1959’da inşa edilen SS Rotterdam gemisi, o dönemin sembolü oldu.

Willy’nin 1963’te ölümünden sonra görevi Nico van der Vorm devraldı. 1970’lerde büyük bir dönüşüm yaptı; yük taşımacılığını sattı, cruise işini büyüttü. Hatta Hollandalı mürettebatı daha ucuz Asyalı işçilerle değiştirdi. Şirketin merkezi de Rotterdam’dan ABD’ye taşındı.

1,2 MİLYAR GULDENLİK SATIŞ VE YATIRIM İMPARATORLUĞU

Baba Nico ve oğul Martijn van der Vorm

1988’de Nico ve oğlu Martijn, cruise işini Amerikalı bir rakibe sattı. Bu satıştan 1,2 milyar gulden (yaklaşık yarım milyar euro) gelir elde edildi. Ancak aile bu parayı harcamak yerine bir yatırım şirketine, yani HAL Investments’a dönüştürdü.

HAL Investments, denizcilik ve enerji şirketlerine yatırım yaptı. Daha sonra Pearle optik mağazaları alındı, bu girişim küresel GrandVision zincirine dönüştürüldü. 2015’te GrandVision borsaya açıldı, aile milyarlar kazandı. Sonraki yıllarda CoolBlue gibi popüler şirketlere ortak oldular, Eneco enerji şirketi için de adı geçen alıcılar arasında yer aldılar.

Devamını Oku

HAPİSANE DUVARLARINDAN SARAYLARA: HOLLANDA’DA PARMAK ISIRTACAK BİR ŞÖHRETİN HİKÂYESİ…

HAPİSANE DUVARLARINDAN SARAYLARA: HOLLANDA’DA PARMAK ISIRTACAK BİR ŞÖHRETİN HİKÂYESİ…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sokakların asi çocuğu Hollanda’nın en parlak medya adamı oldu.

“Kitaplar hayatımı kurtardı. Eğer okumaya başlamasaydım, ya hâlâ hapisteydim ya da mezarda.”

“500 ünlü ve 500 Başarılı Kadın” araştırmamdan sonra, bir ünlü ve başarılı erkek: Özcan Aksoy

Hollanda’daki Türk toplumu hakkında kalem oynatan bir gazeteci-yazar olarak, yakın zamandaki en kapsamlı çalışmalarımın başında, “Hollanda’da Ünlü Türk Kadınları” ve “Hollanda’da Başarılı Türk Kadınları” adlı araştırmam geliyor. O araştırmada tam 500 ünlü Türk kadının ve 500 de başarılı Türk kadının hikâyesini yazdım. KADIN Dergisi tarafından yayınlanacak olan bu araştırmayı tamamladıktan sonra, zihnimin bir köşesinde hep şu soru asılı kaldı:

BİR ERKEĞİN HİKÂYESİ

Kadınların başarı öykülerini yazarken hep aklımda şu soru vardı: “Peki ya erkekler?”
Hollanda’da gurur duyduğumuz birçok erkek var. Ama kadınların açtığı yolda tek bir erkeğin hikâyesini seçmem gerekseydi, hiç tereddüt etmeden Özcan Akyol’u yazardım.
Niçin mi? Çünkü Akyol, yalnızca bireysel bir yükselişin değil; sınıfsal, kültürel ve duygusal katmanlarıyla kolektif bir dönüşümün hikâyesidir: Cezaevi koğuşundan kütüphane raflarına; sokak aralarından edebiyatın merkezine; “yaramaz çocuk” etiketinden kanaat önderliğine uzanan bir yolculuk…

GEÇ YAZILAN BİR HABER

Özcan Akyol’u yirmi yılı aşkın bir zamandır tanıyorum; önce Algemeen Dagblad’taki köşe yazılarından, sonra kitaplarından ve televizyon ekranındaki varlığından. Onunla hiç oturup sohbet etmedim, elini sıkmadım, bir kahve içmedim. Bu mesafeyi özellikle vurguluyorum, çünkü şimdi hakkını teslim ederek övgüyle anlatacağım bu adamı, şahsi bir yakınlık ya da dostluk nedeniyle parlatmadığımın kanıtıdır.

O, Hollanda’da Türk kökenli nice yazar, sanatçı ve ekran yüzü arasında belki de en sıra dışı hikâyeye sahip olanıdır. Çünkü onun yolculuğu sıradan bir başarı öyküsü değil, adeta bir yeniden doğuş hikâyesidir: Karanlık sokaklardan, cezaevi koğuşlarından; kitap raflarına, radyonun ve televizyonun merkezine; oradan da ülkenin en yüksek kültürel platformlarına uzanan bir serüven…

Gençliğinde şiddetle, suçla, polisle, hapishane duvarlarıyla tanıştı. Daha on sekiz yaşına varmadan, Scheveningen Cezaevi’nin ağır kapıları ardında demir parmaklıkların soğukluğunu hissetti. Çoğu insan için bu, hayat defterinin kapandığı andır. Ama onun için başlangıç oldu. Bir gardiyanın tavsiyesiyle cezaevi kütüphanesinde eline aldığı ilk kitap, kaderinin yönünü değiştirdi. Sayfalar ilerledikçe, kelimeler çoğaldıkça, içindeki öfke yerini düşünceye, yıkıcılık yerini yaratıcılığa bıraktı.

Ve yıllar sonra aynı adam, artık “suç dosyalarıyla değil, edebiyat dosyalarıyla” anılan biri oldu. O genç mahkûm, bugün Hollanda saraylarının protokol listelerinde onur konuğu olarak yer buluyor. Dün hücrede tek başına yazı karalayan çocuk, bugün milyonlara hitap eden bir televizyon figürü…

Onu ayrıcalıklı kılan bir başka ayrıntı da ismiyle başladı. Hollandalılar “Özcan” ismini telaffuz etmekte zorlanıyordu. Bir gün kısaca “Eus” dediler. O an belki sıradan bir kolaylıktı, ama farkında olmadan Hollanda kültür hayatına yeni bir imza armağan edilmiş oldu. “Eus”, artık bir takma ad değil, bir markaya, bir sembole dönüştü.

Bugün onun Türkiye’nin çeşitli şehirlerini dolaşarak hem ailesiyle hem de Anadolu insanıyla yaptığı röportajlar, geniş kitleler tarafından ilgiyle izleniyor. Hem Hollanda toplumunu kendi kökleriyle tanıştırıyor, hem de Türk toplumunu Hollanda’daki bir başarı öyküsüyle gururlandırıyor.Ve şimdi samimiyetle söylüyorum: Hollanda’da böylesi bir ünlü Türk’ü, bugüne kadar sizlere tanıtmamış olmaktan yalnızca derin bir üzüntü değil, aynı zamanda bir gazeteci olarak utanç duyuyorum. Ama geç de olsa, bu satırlarla görevimi yerine getiriyor olmanın huzuru içindeyim.İşte size, hapisane duvarlarından saraylara uzanan, muhteşem Türk Özcan Akyol’un, nam-ı diğer Eus (Öz)’ün hikâyesi…

DEVENTER’İN ÇOCUĞU: AİLE, MAHALLE, KADER

1984’te Deventer’de, bir Türk işçi ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelir Özcan Akyol. Evde üç şey eksiktir: sevgi, eğitim ve güvenlik. Babası fabrikada çalışan, okuma-yazma bilmeyen; yıllar içinde alkolle boğuşan bir adamdır. Anne ise temizlik işlerinde didinen, fedakâr bir emekçidir.

Aile, diğer birçok göçmen gibi “üç yıl çalışıp memlekete dönmek” niyetiyle gelmiştir. Ama o üç yıl, kalıcı bir hayata dönüşür.

80’ler ve 90’ların Deventer’inde, “zwarte school” (siyah okul) diye anılan dezavantajlı okullarda büyür. Dil bariyerleri, düşük beklentiler, sürekli önyargılar… Küçük Özcan’ın öğretmeni ona, “Senin yerin sarışın çocukların arasında değil” diyerek atheneum (yüksek lise) yolunu kapatır, onu mavo (orta okul hattına iter.

Bu haksızlık, onun içindeki öfkeyi ve meydan okuma duygusunu daha da kabartır.

KIRILMA ÂNI: CEZAEVİ KÜTÜPHANESİ

Bir gardiyanın basit bir tavsiyesi, hayatını değiştiren kıvılcım olur: “Git kütüphaneye, kitaplara bak.”
Başta sadece vakit öldürmek için raflara uzanır. Önüne çıkan ilk kitaplar Baantjer’in polisiye romanlarıdır. Derken başka yazarlar: Maarten ’t Hart, Jan Cremer…

Okudukça kelimeleri çoğalır, kelimeler çoğaldıkça düşünceleri büyür. İşte o günlerde zihnine ilk kez şu cümle düşer: “Benim de anlatacak bir hikâyem var. Hem de kimsenin böyle anlatmadığı bir hikâye…”

Artık kitaplar onun için sadece zaman öldürücü değil, kaderini yeniden yazan birer araçtır.
Sokağın kaba dili yavaş yavaş yerini edebiyatın inceliğine bırakır.
Koğuşta kurduğu cümleler, yıllar sonra ülkenin gündemine damga vuracak bir yazarlığın ilk taslaklarına dönüşür.

İLK BÜYÜK ADIM: YAZARLIĞA YÜRÜYÜŞ

Tahliye olduktan sonra yeniden eğitime sarılır. Önce Deventer’de ROC Aventus, ardından Windesheim Gazetecilik ve kısa bir süre de Vrije Universiteit Amsterdam’da Hollanda dili eğitimi…

2011’de, 11 Eylül kuşağını konu alan bir derlemede yayımlanan kısa öyküsü “Zero Impact”, küçük ama önemli bir adımdır. Kendi hikâyesini yazmaya hazırlandığını gösterir.

Ve 2012’de büyük patlama gelir:
İlk romanı “Eus” yayımlanır.

Yarı otobiyografik nitelikteki bu eser, yalnızca bir hafta içinde on binlerce satılır. Kısa sürede yüz binlere ulaşır, film hakları alınır, Hollanda basını onu konuşmaya başlar.

“EUS”UN GÜCÜ

“Eus”, sıradan bir roman değildir.
Bir göçmen çocuğun hikâyesini bütün çıplaklığıyla ortaya koyar.
Göçmen gençler için: “İlk kez kendimizi bu kadar gerçek gördük” dedirtir.
Hollandalı okurlar için: Gazete manşetlerinin ötesinde, içerden bir sesle yüzleşme imkânı verir.

Roman, önyargılar ile gerçekler arasındaki uçurumu gösterir.
Kimi zaman suç ile şefkat arasındaki ince çizgide gezinir.
Okur, ötekinin hikâyesini okurken aslında kendi toplumunu da sorgular.

İKİNCİ ROMAN: “TURİS” (2016)

Eus’un ikinci romanı “Turis”, bu kez aileyi ve özellikle baba figürünü merkeze alır.
Bir oğlun, babasının çifte hayatı olduğu şüphesiyle açtığı kapılar…

Metin yalnızca kişisel bir hesaplaşma değildir. Göçmen ailelerde otorite, erkeklik, utanç ve sırlar üzerine güçlü bir sorgulamadır.

Okur içinse daha da derindir: Çünkü bireysel travmaların aslında toplumsal kökleri olduğunu cesurca hatırlatır.

OLGUNLUK DÖNEMİ: DENEMELER VE ROMANLARLA MERKEZE YÜRÜYÜŞ

“Generaal zonder leger” (2020)

Hollanda’da her yıl düzenlenen Boekenweek için kaleme aldığı bu deneme, Akyol’un yalnızca hikâye anlatan değil, aynı zamanda tez ortaya koyan bir yazar olduğunu kanıtlar.

Konusu: dil, sınıf ve fırsat eşitliği.
Yazdığı metin yalnızca edebiyat çevrelerinde değil, toplumun geniş kesimlerinde tartışılır. Kitap listelerinde zirveye çıkar. Bu, bir “aykırının merkeze taşındığı” sembolik bir andır.

TARTIŞMALAR: CESARETİN BEDELİ

Özcan Akyol, cesur eleştirileriyle hem Türk toplumundan hem de Hollanda kamuoyundan tepkiler aldı.
Türk kökenli bazı çevreler onu “milliyetçiliğe ve katı dindarlığa karşı” sözleri nedeniyle eleştirdi.
Hollanda’da ise kimi çevreler onu “aşırı özgüvenli” buldu.

Ama o, tavrını hiçbir zaman gizlemedi:
Alevi-Türk kökenden geldiğini, agnostik bir duruşu benimsediğini, en çok da “yalan, riyâ ve şiddete” karşı olduğunu açıkça söyledi.

2018’de aday gösterildiği Pim Fortuyn Ödülü’nü reddetmesi de aynı tavrın göstergesiydi. Gerekçesi çok netti: “Bu ödül birleştirmek yerine ayrıştırıcı bir etki yapıyor. Ben ise bağlayıcı olmak istiyorum.”

Böylece kendi şöhretini büyütmek yerine, sözünün etkisini korumayı seçti.

FUTBOL, KENT, AİDİYET: GO AHEAD EAGLES

Deventer’in Süper Lig takımı Go Ahead Eagles, Akyol’un kent kimliğini ayakta tutan en güçlü bağdır.
ESPN için hazırladığı “Home of Eus” ve “120 Jaar Go Ahead Eagles” projelerinde futbolu bir sosyoloji laboratuvarı gibi işledi:
Tribünlerde sınıf farkları, kökenler, umutlar ve hayal kırıklıkları aynı tezahüratta birleşir.
Eus’un sözleriyle:
“Futbol, bir kentin toplu özgeçmişidir.”

GENÇLERE VE EĞİTİME DAİR 12 DERS

1-Dil merdivendir: Kelime çoğaldıkça ihtimal çoğalır.
2-Okul kader değildir: Yanlış yönlendirme tersine çevrilebilir.
3-Okuma hayat kurtarır: Cezaevinde bile.
4-Sırları açın: Ev içi şiddet ve sırlar, konuşulunca iyileşir.
5-Kendini yaz: Herkesin anlatacak özgün bir hikâyesi var.
6-Merkez dışı kıymettir: Kenar mahalle, büyük edebiyatın ham maddesidir.
7-Çifte bakış: Hem göçmenin hem Hollandalının gözünden bak.
8-Cesaret & Nezaket: Sert sözü, medeni üslupla söyle.
9-Aidiyet çoğuldur: Deventer de, Anadolu da senindir.
10-Hata sermayedir: Düşüşler anlatının en güçlü bölümleridir.
11-Mikrofon sorumluluktur: Medyada görünürlük = etik ödev.
12-Aileyi yeniden kur: Geçmişin açığını gelecekte kapat.

YAZAR OLARAK GÜÇLÜ YANLAR

Anlatı dürüstlüğü: Kendi kusur ve düşüşlerini saklamaz.
Dil ekonomisi: Kısa cümle, kuvvetli etki.
Sosyolojik radar: Sınıf, din, milliyetçilik, medya…
Medya okuryazarlığı: Mikrofon ve kamera disiplinini yazıya taşır.
Okurla mesafe: Yakın, ama popülizme düşmeden.

TOPLUMSAL YORUM: ÇOK KÜLTÜRLÜLÜĞÜN DOĞRU OKUNUŞU

Özcan Akyol’un sürekli vurguladığı temel noktalardan biri şudur: Türk misafir işçilerin Hollanda’ya gelişi, bazı kişilerin iddia ettiği gibi ideolojik bir sol proje değildi. Aslında bu, ucuz iş gücüne acilen ihtiyaç duyan sağcı, varlıklı işverenlerin girişimiydi. Buna karşılık hükümet yavaş davrandı ve toplumsal sonuçları büyük ölçüde kendi hâline bıraktı.

Bu gerçekçi analizle Akyol, basitleştirici ve çoğu kez suçlayıcı söylemlere bir alternatif sunuyor. Tartışmayı sloganlardan ve duygulardan uzaklaştırarak tarihsel ve ekonomik bir perspektife oturtuyor. Böylece göçün bir komplo ya da başarısızlık değil, etkileri ancak çok sonraları fark edilen sosyo-ekonomik bir süreç olduğunu gösteriyor.

Onun mesajı, hem Hollandalı hem de Türk okurlar için açık ve evrenseldir:

“Önyargılar yerini bilgiye, sloganlar yerini gerçek hikâyelere bırakmalıdır.”

Böylece Akyol, sadece yazar ya da sunucu değil, aynı zamanda topluluklar ve kuşaklar arasında köprüler kuran bir kamusal düşünür olarak konumlanıyor.

Devamını Oku

OSMANLI MİRASININ BEKÇİSİ HOLLANDALI MACHİEL KİEL VEFAT ETTİ

OSMANLI MİRASININ BEKÇİSİ HOLLANDALI MACHİEL KİEL VEFAT ETTİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Osmanlı Balkan mirasının korunmasında yarım asırdan fazla emek veren, Avrupa’daki Türk eserlerini belgeleyip kurtarılması için büyük mücadeleler veren Hollandalı tarihçi Prof. Dr. Machiel Kiel, 87 yaşında hayatını kaybetti.

Cenaze töreni Hollanda’nın Bloemendaal kasabasında düzenlendi ve ardından naaşı, doğduğu Wormerveer kasabasına defnedildi.
Törene Türkiye’den bir delegasyonun katılması beklenirken, yalnızca tarih araştırmacısı Mehmet Tütüncü hazır bulundu.
Eşi Prof. Dr. Hedda Reind Kiel, kızı Marieke Kiel, torunları Arianne ve Freya ile öğrencileri, Kiel’in hatıralarını paylaştı.
Konuşmalarda, Osmanlı eserlerini korumak ve belgelemek için yaptığı çalışmaların örnekleri aktarıldı.

Mehmet Tütüncü Tabut başında. Machiel’i sonsuzluğa uğurlayanlar. Eşi ve torunları konuştular

Zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Türkiye Cumhuriyeti Liyakat Nişanı ile onurlandırılan Kiel’in cenazesinde, Türkiye’den başka kimsenin bulunmaması üzüntü yarattı. Mehmet Tütüncü, aileye taziye dileklerini iletirken, Machiel Kiel’in hatırasına bir kitap yayımlayacağını ifade etti.

PROF. DR. MACHIEL KIEL: OSMANLI BALKAN MİRASININ BEKÇİSİ


Prof. Dr. Machiel Kiel, Osmanlı Balkanları’nın kaybolan mimari mirasını gün yüzüne çıkararak, tarih ve kültüre dair anlayışı dünyayla paylaşan bir entelektüeldi. Onun çalışmaları, sadece akademi için değil aynı zamanda kültürel diyalog için de eşsiz bir kalıt bırakmıştır.

Yaklaşık 60 yıl boyunca Avrupa’daki Türk eserlerini araştıran, bulan, arşivleyen ve bu eserleri koruma altına aldırmak için mücadele eden, bu uğurda çeşitli Avrupa ülkelerinde polis takibatına uğrayan, hatta hapis yatan Machiel Kiel, Avrupa’daki Osmanlı tarihinin kültür hafızası konumunda olan çok değerli bir aydındı.

Türk Tarih Kurumu Onursal Üyesi olan, TDV İslam Ansiklopedisi’ne Türk tarihi ve uygarlığıyla ilgili tam 127 maddenin yazarı olarak çok büyük katkıda bulunan Prof. Kiel, 2014 yılında Türkiye Cumhuriyeti Liyakat Nişanı’na da layık görülmüştü.

İzinden yürüyen genç araştırmacılar ve kültür elçileri için bir ilham kaynağı olmaya devam ediyor.

HAYATI VE EĞİTİMİ

Machiel Kiel’ın çalışmalarını sürekli takip eden Tarih Araştırmacısı Mehmet Tütüncü, Machiel Kiel ve eşi Hedda ile Bonn’daki evinde.

Doğum: 28 Şubat 1938, Wormerveer, Hollanda.
Genç yaşta taşcı ve restorasyon ustası olarak Avrupa’nın tarihi yapılarında çalışmaya başlayan Kiel, 1958–1976 yılları arasında Amsterdam’daki 
Oude Kerk (Eski Kilise) restorasyonunda görev aldı.
1976’da geçirdiği iş kazası, onu restorasyon işinden uzaklaştırdı ancak bu olay onun akademik alana yönelmesini sağladı.
Amsterdam Üniversitesi’nde öğrenim görüp 1983’te “Bulgaria’da Osmanlı Dönemi Kilise Mimarlığı ve Duvar Resimleri” konulu teziyle doktorayı tamamladı.

HOLLANDALI TARİHÇİ: “TÜRKLER, YUNANİSTAN’DA TARİHİ ESER HAZİNESİ BIRAKTI”

22 Ekim 2019

Hollandalı tarihçi Machiel Kiel, Osmanlı döneminden kalma bazı Yunan yapılarının yıkılıp harabeye dönmesini önlemek için Avrupa’da bu eserlerin korunması yönünde büyük çaba gösterdi.

Bugünkü Yunanistan’ın güney bölgeleri yaklaşık 400 yıl, kuzey bölgeleri ise 500 yıldan fazla Osmanlı hâkimiyetinde kaldı. Osmanlılar, 1912’de bu toprakları kaybetti ama geride çok değerli bir tarihi miras bıraktı.

İzmir’de, Ege’deki On İki Ada’daki (Dodecanesos) Türk azınlığının sorunlarının ele alındığı bir sempozyumda konuşan Utrecht Üniversitesi emekli profesörü Machiel Kiel, 1980’lerde Yunanistan’da Osmanlı mirasına bakışın iki farklı grup tarafından temsil edildiğini söyledi. Küçük bir grup bu mirası olumlu değerlendirirken, daha büyük ve güçlü bir grup bunu istemiyordu.

On İki Ada’daki cami tehlikesi


Bugün On İki Ada’da yaşayan yaklaşık 6.000 kişilik Müslüman Türk azınlık bulunuyor. Kiel’e göre, bu azınlık 16. yüzyıldan kalma, Rodos’taki Süleymaniye Camii’nin yıkılmasından endişeliydi. Osmanlılar adaları kaybettikten sonra adadaki birçok Türk Anadolu’ya göç etmişti. Yunanlar artık camilerin işe yaramadığını düşünüyor ve yıkılmalarını istiyordu.

1988’de caminin minarelerinden biri yıkılmak üzereydi. Muhalifler, bu durumu tüm yapının yıkılması için bir gerekçe olarak kullanıyordu. Kiel, “Bu yüzden valiye ve tarihi eserler dairesi başkanına iki mektup yazdım. Bu mektuplar bomba etkisi yarattı” dedi. Mektuplar Yunancaya çevrildi, Avrupa’daki birçok saygın akademisyen tarafından imzalanarak Yunan makamlarına gönderildi. Böylece, Osmanlı eserlerini korumak isteyen küçük grup güç kazandı ve o günden beri bu eserler restore edilmeye başlandı.

Komotini’deki imaretin kurtuluşu
Batı Trakya’nın Gümülcine (Komotini) kentinde, 1390 civarında inşa edilmiş Gazi Evrenos Bey İmareti de aynı tehlike altındaydı. Osmanlı döneminde yoksullara yemek dağıtılan, hatta misafirlerin birkaç gün kalabildiği bu yapı, I. Dünya Savaşı sonrasında bölgeyi ele geçiren Yunan makamlarınca el konularak elektrik üretim tesisi haline getirildi. İki duvarı yıkıldı, bina çok kötü durumdaydı.

1971’de Kiel, imaret hakkında uzun bir makale yazdı. Bu yazı, yıkılmak üzere olan binanın restore edilmesini sağladı. O dönem Kuzey Yunanistan tarihi eserler dairesi başkanı olan Charalambos Bakirtzis, uluslararası bir konferansta, bu eserin gerçekten de Kiel’in yazısıyla kurtulduğunu söyleyerek onu onurlandırdı.

“Barbarlık, kültürü yok etmektir”


Kiel’in bu çalışmalardaki motivasyonu çok açıktı: “Dünyaya ait ve insanlığın mirası olan güzel şeyler neden yok edilsin?”
1960’larda Yunanistan’daki Osmanlı eserlerini gezerken, yerel halk ona bu yapıların “barbarlar” tarafından yapıldığını ve artık gereksiz olduğunu söylemişti. Kiel, “O zaman gerçek barbarların kim olduğunu düşündüm. Barbarlık, kültürü yok etmektir” dedi.

Kiel’e göre, bir zamanlar Selanik’te 45 cami vardı, bugün çok azı kaldı. Aynı durum Orta Yunanistan’daki Larissa’da da yaşandı.

Osmanlı dönemi mimarisi uzmanı olan Kiel, 17 kitap yazdı ve Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde 140 kadar makalesi yayımlandı. Bu ansiklopedi, Türkiye’deki en kapsamlı eserlerden biri kabul ediliyor.

Devamını Oku

REZALETİN BÖYLESİ! YURT DIŞINDAN GELENLERE DİJİTAL ZULÜM: WHATSAPP BİLE KULLANDIRILMIYOR!

REZALETİN BÖYLESİ! YURT DIŞINDAN GELENLERE DİJİTAL ZULÜM: WHATSAPP BİLE KULLANDIRILMIYOR!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

55 yıldır hem gazetecilik yaparım, hem de teknolojik gelişmeleri yakından izlerim. Ama böylesi bir dijital rezaleti, böylesine açık bir ayrımcılığı hayatım boyunca ne gördüm ne de duydum!
Geçtiğimiz aylarda, Hollanda Vodafone hattımı kullanarak Türkiye’ye kısa süreli bir ziyaret gerçekleştirdim. Yanımda, her zamanki gibi, Avrupa Birliği ülkelerinde sınırsızca çalışan akıllı telefonum vardı. Türkiye’ye adım atar atmaz cihazım sinyal aldı, internetim çalıştı, tüm sistemler yolundaydı. Ama 55. günün sonunda ne oldu biliyor musunuz? Bir anda WhatsApp erişimim kesildi! Mobil veriye bir şekilde tahammül edemeyen Türk telekom sistemleri, Wi-Fi bağlantısıyla bile bu uygulamayı kullanmamı engelledi!

“IMEI KAYDI YOK” BAHANESİYLE HER ŞEY YASAK!

Türkiye’de yurt dışından gelen cihazlar için 120 günlük kullanım süresi tanınıyor. Bu sürede IMEI numarası kayıt ettirilmezse, cihazların Türk SIM kartlarıyla çalışması engelleniyor. Buraya kadar anlaşılır.

Ama dikkat: Ben Türk SIM kartı kullanmadım! Hattım, Vodafone Hollanda’ya ait. Avrupa Birliği kapsamında özgürce dolaşabilen bir hat. Türkiye’ye gelen milyonlarca gurbetçinin de benzer şekilde kullandığı bir hizmet. Buna rağmen, Türk operatörler benim IMEI numaramı sistemden takip edip sadece 55 gün sonra erişimimi kesmeyi marifet saymışlar.

Üstelik bu sınırlama, öyle doğrudan “şebeke erişimi kesildi” gibi değil. Daha sinsice, daha sinsi bir biçimde yapılmış. Önce internet hızı düşüyor. Sonra bazı uygulamalar (örneğin WhatsApp) çalışmaz hale geliyor. Ve sonunda cihazınız tam bir “tuğla”ya dönüşüyor.
Dikkatinizi çekerim: WhatsApp, dünya genelinde milyarlarca insanın en temel iletişim aracı haline gelmiş durumda. Aileyle, işle, bankayla, devlet dairesiyle… Her şey bu platform üzerinden ilerliyor. Peki, Türkiye’de ne oluyor? Wi-Fi üzerinden bile çalışmayan WhatsApp mı olur? Oluyor işte, Türkiye’de oluyor!

KİMSE AÇIKLAMA YAPMIYOR!

BTK (Bilgi Teknolojileri Kurumu) deseniz sessiz. Operatörler deseniz, ‘Biz bir şey yapmadık, sistem böyle’ diye geçiştiriyor. O sistem dediğiniz şey, kullanıcıların cihazlarını uzaktan yavaşlatıyor, uygulamaları engelliyor ve bir bakmışsınız internetiniz çekmiyor bile!

Burada açıkça görülüyor ki, 120 gün diye belirtilen kullanım süresi kağıt üzerinde kalmış bir kuraldan ibaret. Gerçekte sistem, 30., 40., 50. günlerde kafasına göre devreye giriyor ve cihazları işlevsiz bırakıyor.
Benim cihazım neden 55. günde işlevsiz hale getiriliyor?
Wi-Fi ile bile çalışan uygulamaların bloke edilmesi hangi yasa ile açıklanabilir?
Cevap yok. Sadece mağduriyet var.

TÜRKİYE’YE GELENLER ATEŞ PÜSKÜRÜYOR!

Bu durum sadece benim başıma gelmedi. Benimle benzer zamanlarda Türkiye’ye giden onlarca gurbetçi arkadaşım aynı sorunu yaşadı. Kimi 40. gün, kimi 60. gün internet sorunlarıyla boğuşmaya başladı. Hele hele WhatsApp erişiminin kesilmesi, artık dijital yaşamın nefessiz bırakılması demek.

Gurbetçiler, turistler, iş insanları, hatta diplomatik misyonlarda görevli personel bile bu durumdan mustarip. Türkiye’ye gelen yabancıların cihazları sistematik biçimde kısıtlanıyor.
Bu durumun sadece bireysel bir mağduriyet olmadığını, Türkiye’nin dijital itibarına ciddi zarar verdiğini açıkça vurgulamak gerekiyor. İnsanlar kendilerini dijital abluka altına alınmış gibi hissediyorlar.
Bu uygulama, Türkiye’ye gelenleri âdeta dijital olarak tecrit ediyor.

IMEI KAYDI PARASI: 45.600 TL!

Üstelik bu “engel”i aşmanın bedeli nedir biliyor musunuz?
Tam 45.600 Türk Lirası!
Evet, yanlış duymadınız. Bugünkü kurla 1.000 Euro’dan fazla!
Bir telefon için böyle fahiş bir kayıt ücreti olabilir mi?

Peki bu ücret, kime hitap ediyor?
Türkiye’ye yıllık izinle gelen gurbetçiye mi?
Sırt çantasıyla seyahat eden öğrenciye mi?
Kısa süreliğine gelen turiste mi?
Hiçbiri bu maliyetin altından kalkamaz!

Türkiye bu uygulama ile kendi vatandaşlarına “dışarıdan cihaz getirmeyin”, turistlere ve gurbetçilere de “Cihazınızı burada kullanmayın” diyor. Açıkça dijital bir ambargo uygulanıyor!

TURİZM VE TİCARET AÇISINDAN DA ZARARLI

Bu keyfi ve düşmanca görünen uygulamanın sonuçları yalnızca bireysel değil, makro ölçekte de zararlıdır.

Turizm sektörü açısından: Türkiye’ye gelen turistler, seyahatleri sırasında en temel dijital ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geliyor. Rehber uygulamalar, harita, çeviri, rezervasyon sistemleri, iletişim araçları çalışmıyor ya da yavaşlıyor. Sonuç? Memnuniyetsizlik, bir daha gelmeme kararı ve kötü deneyimlerin yurt dışına taşınması.

Yurt dışından gelen iş insanları açısından: İş dünyası artık mobil iletişimsiz düşünülemez. Türkiye’ye iş görüşmesi için gelen bir yatırımcı, telefonunun çalışmadığını, internetinin yavaşladığını fark ederse ne düşünür? Bu ülkeye yatırım yapmayı bir kez daha düşünmez mi?

Gurbetçiler açısından: Her yaz Türkiye’ye gelen milyonlarca yurttaşımız, kendi ülkesinde yabancı muamelesi görmekten yorgun düştü. “Hoş geldiniz” yerine “Telefonunu çalıştırmayız” mesajı veren bir ülkeye hangi bağ güçlenerek devam eder?

TÜRKİYE’YE ÇAĞRI: BU UYGULAMAYA SON VERİN!

Türkiye dijital çağda dijital bir utanca imza atıyor.
• Kullanıcının hattı yabancı,
• Süresi dolmamış,
• Cihaz şebeke tarafından takip ediliyor,
• Ve sonunda bilinçli şekilde erişim engelleniyor.

Bu, ne kullanıcı dostudur, ne turizm dostudur, ne de insan haklarına uygundur!
Bu durumun ne ekonomik ne diplomatik ne de toplumsal açıdan izah edilebilir bir tarafı yoktur.
Tüm bu uygulamalar, dijitalleşme çağında geri kalmışlık örneğidir.

Buradan BTK yetkililerine, Ulaştırma Bakanlığı’na ve telekom operatörlerine açık çağrım var:
Bu rezalete son verin!
Gurbetçiyi, turisti, iş insanını böyle mağdur edemezsiniz.
Teknolojiyi “denetlemek” başka şeydir; kullanıcıyı boğmak bambaşka!

Türkiye, 21. yüzyılda dijital karanlığa değil, dijital özgürlüğe yönelmelidir.
Gelin bu ayıba bir an önce son verin.

BİR BAŞKA AYIP DAHA

Telefonumda yaşadığım bu kısıtlamadan başta haberim yoktu. Önceleri, telefonumun teknik bir arızaya uğradığını zannederek doğal olarak bir tamir yoluna gitmek istedim.
İlk olarak abonesi olduğum Türkiye Vodafone’a başvurdum. Oradaki yetkililer, kendi sistemleri açısından bir sorun olmadığını belirttiler. Bunun üzerine, cihazımın üreticisi olan Apple firmasının Mersin şubesine gittim.

Burada yaşadığım durum ise, dijital kısıtlamanın ötesinde, uluslararası tüketici haklarına da aykırı başka bir ayıptı.

Apple yetkilileri bana, telefonumun Türkiye’de kayıtlı olup olmadığını sordular. Ben de, kısa süre kalacağım için IMEI kaydı yaptırmadığımı belirttim. Bunun üzerine görevli, sistemde kısa bir inceleme yaptıktan sonra bana şu cevabı verdi:

“Kusura bakmayın, siz bu telefonu Hollanda’dan satın almışsınız. Biz burada bu cihaza işlem yapamıyoruz.”

O an yaşadığım şaşkınlığı tarif etmek zor. Kendilerine şu karşılığı verdim:
“Bu nasıl saçmalık! Ben şu an Hollanda’da değilim, Türkiye’deyim. Ve cihazım arızalı. Neden müdahale edemiyorsunuz? O halde bakım ücreti neyse ödemeye hazırım, lütfen bakın.”

Aldığım cevap daha da vahimdi:
“Üzgünüz, cihazınız yurt dışı menşeli olduğu için ücret karşılığında da işlem yapamıyoruz.”

Bu cevabın ardından artık teknik bir arıza değil, sistematik bir dışlama ile karşı karşıya olduğumu anladım ve daha derin araştırmalara başladım.
Meğer, Türkiye 5 gün önce böyle bir yeni kısıtlama uygulamasına geçmiş!
Bu tür gelişmeler kamuoyuna açık ve şeffaf biçimde duyurulmadan, sessizce hayata geçiriliyor ve vatandaşlara da turistlere de adeta “kendi başınızın çaresine bakın” deniyor.

Bu yaşadığım olay, dijital erişimden daha öte, artık cihaz bakım ve servis hakkının da engellenmesi anlamına geliyor.
Kısacası Türkiye, sadece iletişimi değil, teknik desteği de dışlayıcı bir filtreye tabi tutuyor. Bu uygulama ile birlikte Türkiye, yurt dışından gelen kullanıcıya sadece “konuşma” yasağı değil, aynı zamanda “onarım” yasağı da getirmiş oluyor.

Devamını Oku

2025 YILINDA TÜRKİYE VE HOLLANDA

2025 YILINDA TÜRKİYE VE HOLLANDA
0

BEĞENDİM

ABONE OL

*Türkiye’de kira yardımı yokken, Hollanda’da asgari ücretliye ve sosyal ödenekliye 400 euro kira yardımı yapılıyor.

*Türkiye’de emeklilik için 7200 gün çalışmanız gerekirken, Hollanda’da bir gün dahi çalışma şartı yok.

*Türkiye’de sağlık sigortası için maaşın % 5’i kesilirken, Hollanda’da devlet 270 euro aylık destek veriyor.

*Türkiye’de öğrencilere faizli eğitim kredisi verilirken, Hollanda’da başarıya bağlı geri ödemesiz kredi, ücretsiz ulaşım hakları var.

*Türkiye’de, özel davalar için avukat desteği yok iken, Hollanda’da orta gelirliye dahi ücretsiz avukat tahsis ediliyor.

*Türkiye’de kısıtlı bir çocuk ödeneği , ve yine kısıtlı bir kreş ödeneği varken, Hollanda’da çocuk başına yıllık 2000 euroya kadar ödenek veriliyor ve kreş masrafları da devlet tarafından ödeniyor.

*Türkiye’de, borçlulara derhal haciz uygulanırken, Hollanda’da daha çabuk çözüm imkânları uygulanıyor.

*Türkiye’ye gelen gurbetçilere ‘Şımarık zenginler’ gözüyle bakılıyor ve horlanıyorlardı. Şimdi ise aynı gurbetçi, bluz, pantolon fiyatlarını görünce, vitr,inden uzaklaşıyorlar.

*Türkiye’de siyaset, üçüncü ülkeler sınıfındayken, Hollanda’da çok seviyeli bir siyasi anlayış hakim.

Tatil için gittiğim Türkiye’de iki ay boyunca edindiğim izlenimler, bende yalnızca nostalji değil; aynı zamanda derin bir analiz ihtiyacı da doğurdu. Her karşılaştığım detay, her sohbet ve her fiyat etiketi beni bir gerçeği yazmaya mecbur etti. Türkiye’yi, bir Hollanda mukimi olarak dışarıdan ama kalpten bakarak değerlendirmek istedim.

Bu yazı, ne bir övgüdür ne de toptan bir eleştiri. Bu yazı, Türkiye ile Hollanda gibi sosyal devlet anlayışını benimsemiş bir ülke arasında yapılacak açık ve dürüst bir kıyaslamadır.

SAĞLIK SİSTEMİ: BİRİNE DEVLET DESTEKLİ HAK, DİĞERİNE SABAH 04.00 RANDEVUSU

Hollanda’da düşük gelirli bireylerin sağlık sigortasına ödediği aylık 140-150 euro bedelin yaklaşık tamamını devlet geri ödüyor. Çocuklardan hiç prim alınmıyor.
Türkiye’de ise maaşlardan sağlık sigortası için kesinti yapılmasına rağmen, kamu hastanelerinde randevu almak artık bir yarış. MHRS sisteminden uzman doktor randevusu almak çoğu zaman haftalar sürüyor. Özel hastaneler de giderek daha erişilemez hâle geldi. Devletin sunduğu hizmet, ihtiyacı olanın değil, bağlantısı olanın eriştiği bir sistem hâlini aldı.

Özel hastaneler ise ciddi maliyetler getiriyor. Bir MR çekimi için 2.000 TL’den fazla istenebiliyor. Hollanda’da ise sağlık sistemi merkezi ve hesap verebilir: çocuklardan prim alınmaz, dar gelirliye devlet desteği sunulur. Türkiye’de SGK sistemi ise hem hizmet kalitesinde hem de sürdürülebilirlikte ciddi darbe almış durumda.

EĞİTİM: TÜRKİYE’DE BORÇ, HOLLANDA’DA DESTEK

 Türkiye’de eğitimin en büyük sorunu; içerikten çok sistemin kendisi. Eğitim sistemi her 3-4 yılda bir değişiyor. Öğrenciler sınav sistemlerinin, veliler ise ideolojik tartışmaların arasında sıkışmış durumda.

Devlet okulları ile özel okullar arasındaki uçurum, sosyal sınıfların eğitimle belirlenmesine yol açıyor. Kırsalda bir çocuk ile büyükşehirdeki özel okulda okuyan bir çocuğun eğitime erişimi arasında uçurum var.

Oysa Hollanda’da öğrencilere eşit destek sunuluyor: başarıya bağlı geri ödemesiz kredi, ücretsiz ulaşım, ücretsiz yemek. Bu, eğitimde fırsat eşitliğinin temelidir.

Eğitimde de benzer bir tablo var. Hollanda’da üniversite öğrencilerine verilen geri ödemesiz burslar, ücretsiz ulaşım, ücretsiz okul yemekleri gibi destekler, öğrencilerin sosyal eşitliğe daha yakın büyümesini sağlıyor. Türkiye’de ise eğitim hâlâ hem ekonomik hem de politik eşitsizliklerin sürdüğü bir alan. Okulun değil, semtin, ailenin, hatta öğretmenin siyasi görüşünün bile eğitim kalitesini belirlediği bir ortamdan söz ediyoruz.

Hollanda’da üniversite öğrencilerine başarıya bağlı geri ödemesiz bursücretsiz ulaşım hakkıücretsiz okul yemekleri ve barınma desteği sağlanıyor.
Türkiye’de ise öğrencilere faizli öğrenim kredisi sunuluyor. Bu borçlar mezuniyetten sonra uzun süreli bir yük haline geliyor. Eğitimde fırsat eşitliği, devlet okuluyla özel okul arasında büyüyen fark nedeniyle neredeyse imkânsız hale geldi.

ÇALIŞMA KOŞULLARI: TÜKENMİŞLİĞİN İŞ HAYATI

Türkiye’de çalışanlar artık ‘çalışarak fakirleşmek’ deyimini birebir yaşıyor. Asgari ücretin açlık sınırına denk geldiği, çalışanların büyük bölümünün ek iş yaptığı bir ortamda, ‘çalışmak’ bir güvence değil, adeta zorunlu bir mücadele.

Oysa Hollanda’da, en düşük gelirli bireyin bile temel yaşam standartları garanti altına alınmış durumda. Asgari ücretliler dahi kira yardımından, sağlık sigortası ödeneğinden, hatta tatil parasından yararlanabiliyor. Türkiye’de bu tip haklar ya yok, ya da sadece kağıt üzerinde var.

Türkiye’de bir beyaz yakalı, 10 saatlik mesaiden sonra evine dönüp ikinci işine başlıyor. Emeklilik, gelecek değil; uzak bir hayal. Taşeron sistemler, geçici sözleşmeler, düşük ücretli işler; çalışma hayatını istikrarsızlaştırdı.

Buna karşın Hollanda’da her birey için minimum yaşam standardı güvence altında. Sendikalar güçlü, haklar korunuyor. Türkiye’de sendikalaşma oranı %14’ün altında. İş güvencesi, hukuk güvencesine bağlı; ama o da çok zayıflamış durumda.

ÇOCUK YARDIMLARI VE KREŞ DESTEĞİ: BİR YANDA GELECEĞE YATIRIM, DİĞER YANDA LÜTUF

Hollanda’da her çocuk için yılda yaklaşık 2.000 euroya kadar çocuk yardımı yapılır. Kreş ücretleri ise hane gelirine göre devlet tarafından büyük ölçüde karşılanır.
Türkiye’de ise çocuk yardımı sınırlıdır; çoğu aile bu yardımları almak için özel başvurular yapmak zorunda kalır ve yardımlar çoğu zaman sembolik düzeyde kalır. Kreş desteği yok denecek kadar azdır. Bu durum, özellikle çalışan kadınların istihdamdan uzaklaşmasına yol açıyor.

GURBETÇİLERE BAKIŞ: ‘ZENGİN GURBETÇİ’ EFSANESİ SONA ERDİ

Eskiden döviz taşıyan, altın takan, alışveriş torbaları ile vitrinleri boşaltan gurbetçi portresi bugün artık tarihe karıştı. Türkiye’deki hayat pahalılığı, Avrupa’daki hayat standartlarını geçmiş durumda.

Gurbetçiler artık Türkiye’de tatil yaparken bile hesap kitap yapmak zorunda. Zira 100 euro, Avrupa’da bir haftalık market alışverişiyken, Türkiye’de tek bir ceket fiyatına denk gelebiliyor.

Bu nedenle, “gurbetçi zengin” algısı hem ekonomik hem sosyal olarak güncelliğini yitirmiştir. Türkiye’de yaşayanların bu değişimi fark etmesi, karşılıklı empatiyi artıracaktır.

Türkiye’deki gurbetçi algısı da değişti. Eskiden Avrupa’dan gelen Türkler, lüks arabaları, dövizleri ve alışverişleri ile ‘zengin’ sayılırdı. Ancak artık o günler geride kaldı. Avrupa’da artan yaşam maliyetleri, Türkiye’deki enflasyon ve pahalılık, gurbetçiyi ‘zengin’ sınıfından çıkardı.

Üstelik gurbetçilere yönelik önyargılar da sürüyor. “Paraya para demezler, Türkiye’ye gelince hava atarlar” söylemleri artık gerçek dışı. Bugünün gurbetçisi, hem iki kültür arasında sıkışmış hem de ekonomik olarak kendisini ait hissedeceği bir yer arayan bireyler haline geldi.

Eskiden 100 Euro ile Türkiye’de büyük bir alışveriş yapılırken, bugün bu tutar bir bluz fiyatına denk geliyor. Gurbetçi artık alışveriş çılgınlığı değil; vitrinlere temkinli bakan bir konumda.
Ancak Türkiye’de hâlâ “şımarık gurbetçi” algısı sürüyor. Gerçek şu ki, Avrupa’da da maliyetler arttı. Türkiye’nin pahalılığı ile birleşince, gurbetçi artık ‘zengin misafir’ değil; sıkışmış bir ziyaretçi.

ÇALIŞMA KOŞULLARI: TÜKENEN EMEK, TÜKETİLEN UMUT

Türkiye’de çalışanlar, çalışarak yoksullaşmanın somut örneğini yaşıyor. Asgari ücret açlık sınırının kıyısında. Ek iş yapanlar, ikinci mesaiye kalanlar sıradanlaştı.
Hollanda’da ise çalışan herkesin barınma, sağlık ve sosyal güvenlik hakları garanti altında. Tatil parası, işsizlik sigortası, sendikal haklar sayesinde çalışma hayatı daha dengeli.

UMUT VAR AMA ŞARTLAR AĞIR

Türkiye’nin potansiyeli tartışılmaz: genç nüfus, zengin tarih, stratejik konum. Ama bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi için sosyal devlet anlayışının yeniden inşa edilmesi gerekiyor.
Hollanda’da vatandaş olmak, yalnızca kimlik taşımak değil; haklara sahip olmak anlamına geliyor. Türkiye’de ise vatandaşlık hâlâ bir mücadeleye, bazen de lütfa dönüşmüş durumda.

Bu yazı; yalnızca bir tatil izlenimi değil, aynı zamanda bir karşılaştırmalı yaşam raporudur.
Dilerim ki bu karşılaştırmalar, daha adil, daha sosyal ve daha umutlu bir Türkiye hayaline katkı sunar.

Devamını Oku
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler